Ana SayfaGIŞTÎSosyalizm uzakta değil çok yakınımızda!

Sosyalizm uzakta değil çok yakınımızda!

Hasan Işık / Sosyalist Mezopotamya, Sayı: 10, Temmuz 2021

Dünyadaki öznel ve nesnel olgulara dayalı bütün süreçler bir diyalektiğin ve gelişimin eseridir. Öznel kavram olan insanın ve nesnel kavram olan doğanın bütün yaratımları bunu kanıtlar niteliktedir. Doğaya ve insana dair her şey dogmatik Darwinciliğin evrim anlayışının tersine zayıf olanın yok olması ve kalan boşluğu güçlü olanın doldurması değildir. Ortaya çıkan yeni güçlü unsur aslında bir önceki zayıf unsurun gelişme göstererek kendini daha güçlü bir şekilde var etmesi olarak anlaşılabilinir. İşte ilk adım olan bir yosundan binlerce güzellikte bir bitki örtüsünün oluşumu, yok oluştan değil de bir gelişmenin sonucu olduğunu basit bir örnekle bize göstermektedir. Bu gelişimden hareketle insanın hem kendi varoluşu hem de var ettiği sistemlerin bir gelişimsel süreç olduğu açıkça ortadadır.

İnsani gelişimi burada antropolojiye bırakarak buradan hareketle insanın bütün yaşama dair kurduğu sistemler üzerinde durmak gerekliliğidir.

İnsan doğada pek çok canlı ile beraber yasayan bir tür olmanın ötesinde kendi yaşamına dair sistemler, mekanizmalar yaratabilen ve bu kuramlarıyla bir parçası olduğu doğanın bütün unsurlarını etkileyen bir konumdadır. Bu özellikleri insanı özgün kılmaktadır.

İnsanın kurduğu ilk sistemlerin başında toplum olgusu gelmektedir. Ancak bu toplum olgusu hayvan türündeki sürü ile karıştırılmamalıdır. İnsanın kuruduğu toplum olgusu basit bir sosyolojik konu değildir. Üzerinde ciddi anlamda konuşulması gereken bir konudur. Çünkü insan birey olarak toplumu kurar ama toplumda bireyi kurgular. Yani bireyin kurduğu toplum aynı zamanda bireyin yaşamını sistemleştirir. İşte bu sistemleştirme bütün insani kuramların temelini oluşturur. Ortaya çıkan bütün adına ekonomik ve siyasi dediğimiz sistemler bu birlikteliğin eseridir.

Tarihsel olarak baktığımızda insanın mağaradan ilk çıkarak yeni ihtiyaçlar zincirine dahil olması onu toplumsallığa itmiştir. Besin ihtiyacını daha kolay sağlayabilmek için insanlar bir arada yaşamaya başlamış beraber avlanmıştır. Yüzeysel bakıldığında bir sürü avcılığı gibi görülebilinir ama bu bir arada yaşamın temellerini atmış ilk toplumsal yerleşkeler olarak köylü toplumun temeli atılmıştır. Daha sonra bu köylü topluluk hayvanı evcilleştirerek avcılıkta kullanmıştır. Daha sonraki süreçte bu köylü toplum tarımı örgenince yerleşik hayatın temelleri atılmıştır. İşte buradan sonra insan bir arada yaşamaya dönük sistemler geliştirmiştir. Burada şunu söylemek gerekirse insan toplumsal yapıdan uzak yaşayamaz bunda ısrarı onu tekrar primat bir mağara canlısına çevirir.

İşte komün, imece gibi insani ilk kavramlar bu toplumsal sistemin inşasından sonra insanın gündemine girmiştir. Ancak toplum dediğimiz bu insani yapı sadece ihtiyaçlar zincirini karşılamakla yetinmiştir demek bir eksiklik olacaktır. Üretim sistemleri yaratılırken toplum aynı zamanda mitoloji, metafizik, din gibi kavramların inşasına da başlamıştır. İşte insanı değerlendirirken üretim sistemleriyle aynı zamanın ve kaynağın ürünü olan bu kavramları değerlendirmemek büyük bir eksiklik olacaktır.

İnsan işte bu tarihsel süreçte doğada tahakküm kurabilmek gücünü daha da etkinleştirmek adına bu toplumsallığı kullanmış ve büyütmüştür.

Büyüyen toplum aynı doğadaki varoluş esasları gibi gelişmiş, gelişirken nesneli ifade eden doğada tür dediğimiz özneli ifade eden insan yaşamında ise sınıfları oluşturmuştur.

İşte bu sınıfların oluşumu vazgeçilmez gelişimimizin temeli olan toplumun ürünüdür.

İnsanin somut ihtiyaçlarına bakarak ekonomik sınıfları oluşturan toplum soyut ihtiyaçlarına karşılıkta inançsal sınıfları oluşturmuştur.

Başta da değindiğimiz gibi insanı değerlendirirken bu soyutluktan bağımsız değerlendirmek bir eksiklik olacaktır ancak burada biz insanın oluşturduğu toplum ve onun yarattığı somut sistemler üzerinde duracağız.

Kısaca değinecek olursak toplumsal birliktelik hayatta kalma refleksi ile insanlığı ekonomik sistemler geliştirmeye itmiştir. Burada bir parantez açarsak ekonomik sistemleri sadece meta ya da madde olarak düşünmemek gerekir çünkü bir olgu pek çok olgunun bağlı olduğu bir zincir gibidir. Tekrar konumuza dönersek insanın yarattığı tarihsel süreç içerisindeki ekonomik sistemler birer gelişmenin ürünüdür işte avcılıktan tarıma, tarımdan, ticarete derken günümüz kapitalist sistemine geçiş tam da bunun sonucudur.

İnsan en basit ihtiyaçlarını karşılamak için çıktığı bu yoldan günümüze geldiğinde kapitalizm denen bu sistemi kurmuştur.

16. yüzyılda Hollanda ve İngiltere merkezli ortaya çıkan bu sistemin her ne kadar çelişkilerle dolu olması ve insanlık, doğa gibi hayati kavramların düşmanı olsa da her geçen gün daha da güçlenmesi ve kapitalizme karşı geliştirilen direnç sistemlerinin güçsüz kalması işte bu tarihsel birikimin tam değerlendirilmemesinin eksikliğidir.

Kapitalizm belki de Dünyada son göreceğimiz sistem olacaktır. Eğer (ki öyle görünüyor) bu sistemin yerine daha insani bir sistemi egemen kılamazsak ki kapitalizmin ortaçağdaki savunucusu din adamları gibi bilim adamları da bunu inkar etmiyor, Dünyanın sonuna doğru yaklaşmaktayız.

Dünya üzerindeki etnik savaşların, ekolojik tahribatın dünyayı kasıp kavuracak nükleer silah üretimlerinin, açlığın yoksulluğun, işsizliğin, göçlerin, korkunç nüfus patlamaları gibi daha pek çok yok oluş parametrelerinin sebebi olan bu sistem her geçen gün dünyanın ve üzerinde yaşayan bütün unsurların sonunu hızla getirmektedir. Ve bu sonu getirirken tarih boyunca tabir yerindeyse her canlının burnundan fitil fitil getirmiştir.

İnsanlık bu korkunç sistemi yaratırken aynı zamanda bu korkunçluğa bir panzehir de bulmuştur.

İşte bu panzehirin adı da sosyalizmdir. Bu korkunç sisteme karşı geliştirilen bu sistem hayata geçirilmeye çalışılmış ancak çok da başarılı olunamamıştır. Elbette ki sosyalist var oluşlar ve uygulamaları üzerinde uzunca durulması gereken ciddi bir konudur. Bu konuda pek çok eleştiriler ve çözümlemeler mevcuttur. Reel sosyalizm uygulamaları, sosyalist denemelerin bürokratik devlet olgusundan kopamayarak bu olguların içinde boğulmaları, devlet ve patron metasının ortadan kalkmadan özgür olması imkansız olan işçiden devrim neferi proletarya beklentisi gibi eleştiriler, insanlık için elzem olan sosyalizmin neden etkin olamadığına dönük en yaygın eleştirilerdir.

Doğru eleştirmeler olmakla beraber eksiklikleri su götürmez bir gerçektir.

Bu eksik kalan kısımlara değinmek gerekirse öncelikle en başta değindiğimiz gibi evrime zayıfın yok olup güçlünün etkin hayatta kalabildiği bir dogmayla bakmak bizi yanlışa götürmüştür. İşte kapitalizm nasıl ki gelişen bir evrimin sonucuysa sosyalizmi de incelerken evrimsel gelişimine bakmamız bir o kadar önemlidir. Genel geçer ebedi bir güzellemeye kaçmamakla beraber örneğin insanlığa dair her şeyin temellerinin atıldığı bu topraklarda sosyalizmin tarihsel evriminin yeterince incelenmediği aşikardır. Örneğin bahsettiğimiz toplumsallık çerçevesinde tekke sosyalizmi denilen Aleviliğin ya da Şeyh Bedrettin örnekleri popüler olmakla birlikte üzerinde hiç de derinlemesine durulmamışlardır. Sosyalizmin tarihsel derinliği 18 yy Avrupa’sından ve bir kaç filozofundan öteye gidilememiştir (burada yanlış anlaşılmamalıdır ki bu kişi ve değerlendirmeleri değersiz göstermek gibi bir yanılgı oluşturma niyetinde değiliz)

Sosyalizmi fabrikadan, artı değerden çıkarıp daha anlaşılır bir biçimde ete kemiğe bürüyebilmek için üzerinde durmamız gereken tarihsel süreçteki toplumsal gerçeklik ve doğanın ta kendisidir.

Devlet ve bürokrasi metasının ortadan kalkmasıyla kesin başarıya ulaşacak sosyalizmin kodları bu metaların temellerinin atıldığı Batıda değil bugün düşürülmüş konumdaki topraklardadır. Bu kodları ancak Anadolu, Kürdistan ve Ortadoğu’da bulacağımız bir gerçekliktir.

Çünkü buradaki oluşmuş toplumlar komün yapıya daha alışkın ve devlet dediğimiz metadan bağımsız uzunca dönemler yaşam sürdürmüşlerdir.

Kentliğe karşı hayatta kalmayı başaran köylülük burada komünün ete kemiğe bürünmüş halidir. Metafiziksel bir olgu olan dinleri toplumun bir arada yaşaması için bir kolaylık aracı olarak kullanan Tekke kültürü bürokrasisiz yaşamın mümkün olduğunun kanıtıdır.

Bu değerlendirmeleri yaparken sosyalizmi ilkellikte aramak gibi bir çabamızın olmadığını söylemekle beraber tarihsel bir arayışın içinde olma çabamızı belirtmekteyim.

Üç asırdan fazladır kan gölüne çevrilen, trajedilerin yükseldiği, ağıtların hiç eksik olmadığı, bahsettiğimiz bu coğrafyalardaki bütün yıkım, işkence insana dair her güzelliğin öldürülme çabası işte bu gerçekliğin üzerini kapatma çabasıdır.

Batının bunca yok ediş tarzında Doğuya saldırması tüm çabalarına rağmen tamamen kapitalizmi istediği boyutta etkin kılamamasındandır. (Oryantalist bir güzelleme olarak anlaşılmamalıdır)

Bu tam etkin kılınamayışın temelinde işte bu evrimsel birikim yatmaktadır. Batının eliyle kan gölüne çevrilen Doğu her ne kadar istenen kadar olmasa da insanlığa ve onun doğal sistemi olan sosyalizme dair pek çok değeri bünyesinde barındırmaktadır. Kapitalizm kendini sonsuza dek (bu sonsuzluk bir yok oluştur) bunca yıkıma rağmen egemen kılmak için toplum denen yapıyı öldürmek istemektedir. Belirttiğimiz gibi toplumdan kastımız sürü değildir. Burada elbette ki birey kavramına değinmek gerekmektedir. Birey insanın bağımsızlığı için olmazsa olmaz bir kavramdır. Ancak birey kavramı kapitalizmin batı insanına biçtiği “Ahlaksız Bencillik“ten öte Doğu toplumlarındaki kolayca yaratılabilinecek “Ahlaki Ben” liktir.

Tüm bunların ışığında daha yaşanabilir ve mahşeri bir yok oluşun olmayacağı bir Dünya için sosyalizmin yeniden değerlendirilmesi ve acil inşaası gereklidir. Yoksa insanın yarattığı kendi basta olmak üzere bütün Dünyanın sonunu getirecek bu sitem insanlığın göreceği son sistem olacaktır. Sadece özetsel bir arayışa ve çarelere değinmekle yetindik çünkü insanlığın ve tarihin bu uçsuz bucaksız konusuna sadece bir yazıda değinmek adeta imkansız, bunun ısrarı da bir ukalalık olacaktır.

Son olarak şunu söylemek isterim. Eğer insanlığa dair güzellikleri aramamız gerekiyorsa bunu insanlık düşmanı kapitalizmin yok etmeğe çalıştığı, gericiliğe mahkum ettiği bizlerin ilkellikle özdeşleştirdiğimiz bu topraklarda aramamız gerekiyor. Bunu kapitalizmin toplumsallığı öldürdüğü coğrafyalarda aramak boşuna bir çabadır. Bedrettin’de bizi devlete götüren bürokrasiye karşı ayaklanmayı, Pir Sultan’da, Baba İshak’da komünü, saati ücretli fabrikada değil imeceyle yaşayan köylüde, kendini korumayı nükleer silahta değil gülün güzelliğini koruyan dikende aramak belki de bizi sosyalizme daha da yaklaştıracaktır.

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights