Ana SayfaSIYASET7 HAZİRAN’DAN SONRA TÜRKİYE’DE NELER DEĞİŞECEK? / HÜSNÜ GÜRBEY

7 HAZİRAN’DAN SONRA TÜRKİYE’DE NELER DEĞİŞECEK? / HÜSNÜ GÜRBEY

Türkiyelileşen bir HDP’nin temel sorunu Kürt sorunu değildir; Türkiye’nin genel sorunları ile ilgilenmek olacaktır. Bu yüzden HDP’nin %10 barajını aşması gerekir. Veriler %10 barajını aştığını göstermektedir. %10 barajını aşan HDP’nin Türkiye’de yapacağı çok şey vardır. En başta artan kutuplaşmayı yumuşatıp, toplumu dönüştürebilir. Erdoğan’ın keyfi tutumunu ve diktatörlük heveslerini kırabilir. En önemlisi de; Türkiye’nin önünü açarak demokratikleşmesinde önemli rol oynayabilir; yeni anayasanın yapılmasına katkı sunabilir. Ama o artık Kürt partisi olmayacaktır!

 

7 HAZİRAN’DAN SONRA TÜRKİYE’DE NELER DEĞİŞECEK? / HÜSNÜ GÜRBEY

Özgürlük gibi güzeldi gözlerin;

Ve ben o özgürlüğü özledim..

7 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye’de herkes bir değişim beklentisi içinde; bu değişimin de HDP’nin %10 seçim barajını aşmasıyla elde edileceğine inanılıyor. Nasıl bir değişim olacağı belli değil, sadece beklenti yüksek. Haksız da sayılmazlar, çünkü 7 Haziran seçimlerinden sonra 2019 yılına kadar Türkiye’de ne yerel ne de genel bir seçim olmayacak. Seçimde güçlü çıkan dört yıl rahat çalışacağını düşünüyor. Ama Türkiye’nin dinamikleri her an değişiyor, toplumsal muhalefetin nerede ne yapacağını kimse kestiremiyor.

Türkiye demokrasisi, kitle tabanı olmayan kör-topal yürüyen köksüz, kendine özgü bir demokrasidir. Bu nedenden dolayı liderler halklarına değil, daha organize olmuş güçlere özellikle de militarist ve dini-cemaatçi güçlere yaslanmışlardır. Cumhuriyetin kuruluşundan beri bu böyledir. Cumhuriyetin kurucusu en güçlü olduğu anda bile, halkına güvenmediği için yurt dışına çıkamamıştır; uykusu kâbusu olmuştur. Çetin Altan bu hali “kışla ile cami arasında sıkışma” diye tanımlar. Erdoğan’da aynı ikilemi yaşamaktadır. İttifak ettiği Gülen cemaatinin ne mal olduğunu anladığı anda, o güne kadar gücünü sınırlamaya çalıştığı militarist güçlere yeniden yanaşmaya başlamış, onlarla ittifak arayışına girişmiştir. On dört yıl aradan sonra yeniden sil-başa dönülmüştür.

Militarist güçlerle ittifak etmek devletle özdeşleşmek demektir. Bu Erdoğan’ın karakterine de uymaktadır. Çünkü bunun bir adım ötesi “Doğu despotizmi” dediğimiz tek adam yönetimi söz konusudur. Bunun işaretlerini şimdiden vermektedir; devlet ve hükümet giderek bütünleşmektedir. Bütünleşme de tek kişinin elinde toplanmakta, bu tek kişi de kadri mutlak olmak istemektedir. Fakat 7 Haziran seçimlerinde bunun olmayacağını hissettiği içindir ki hırçınlaşmaya başlamıştır. Demokratik yollardan hızla sapan Erdoğan’a seçim yenilgisi, kendisini normal sınırlar içine çekeceğinden korkmaktadır. Onun için gider-ayak hükümete, hiçbir yetkisi ve hakkı olmayan örtülü ödenekten pay istemekte, yenilgiden sonra da hareket kabiliyetini kazanmak istemektedir.

Erdoğan’ın bütün çabası HDP’nin %10 barajını aşmasını engellemektir. Bunun için çabalıyor, insanların en hassas noktalarına basıyor, nefretin dilini kullanıyor. Medeti ordudan bekliyor, dünün tapeleri gitti, kumpas senaryoları geldi, onun için gidip ordudan özür diliyor; siyasete uzaklaştırmaya çalıştığı orduyu daha çok siyasetin içine çekiyor. Hukuk ortadan kalkmıştır, bugün Türkiye’de kimse hukuktan bahsedemez. Erdoğan giderek AKP’de kaybediyor ve yalnızlaşıyor. Tek sarılacağı dal, daha önce bir hayli hırpaladığı ordu kalmıştır, orduya sarılıyor. Bir lider halktan uzaklaşıp militarist güçlere dayandığı zaman, kendi sonunu da hazırlar. Orduya dayanarak diktatörlüğünü ilan eden, darbe ile gider. Halkına karşı kullanmak istediği güç gün gelir kullananı vurur. Tarihte bunun sayısız örnekleri var. Hele Türk ordusu gibi siyasete çok hevesli ve deneyimli bir güçle oynamak ateşle oynamak demektir.

Ordunun siyasete çekilmesi, çözüm sürecine de ordunun taraf olması demektir. Bunun ilk işaretini “Eşme ruhu” söyleminde dile getirdi. Artık ben de varım diyor ve Erdoğan’a sadece sözcülük etmek kalmaktadır. Aslında başından beri Erdoğan’ın çözümden anladığı, geleneksel devlet anlayışıyla, yani ordu anlayışıyla bir farklılık göstermiyordu. Kürt sorununu Kürdistan sorunundan tamamen bağımsız, bireysel bazı haklar temelinde çözüleceğine inanıyordu/inanmaktadır. Bu yüzden sorunun adı konulmamakta, Kürtlere başta anadilde eğitim hakkı olmak üzere tüm demokratik ve ulusal hakların tanınmasından özenle kaçınmaktadır. Kürt sorunu Kürdistan sorunundan soyutlanınca da Kürt sorunu da olmayacaktır. Erdoğan’da;  “Kürt sorunu diye bir sorun yoktur; Kürt kardeşlerimin bazı sorunları vardır” diyor.  Önümüzdeki dönemde çözüm bu çerçevede ele alınacak ve birinci derece muhatap ordu olacaktır.

Erdoğan’ının tutarsız ve zikzaklı tavrı çözüm sürecini çıkmaza sokmuştur. Kürt sorunu yok dediği anda ordu devreye girmiş ve silahlar patlatılmıştır. Barış ciddi bir iştir. Erdoğan’ın keyfine bırakılmayacak kadar ciddidir. Kürtler bunun farkında ve silahlı çatışmadan özenle sakınıyorlar. Çünkü Kürtler dünün Kürtleri değildir; güç birliği içindedirler, deneyimlidirler ve daha güçlüdürler. Uluslararası toplum nezdinden haklılıkları onaylanmış ve destek görmektedir. Ortadoğu’da hiçbir halkı dışlamadan bütün halklara barışı, demokrasiyi ve dönüşümü ancak Kürtler tarafından sağlanacağı genel kabul görmüştür.  Kürtler Ortadoğu’nun rol modeline soyunmuşlardır. İrade dışı bir çatışmanın bu olumlu gidişata zarar vereceğini hemen herkes hemfikirdir.

Milli Selamet geleneğinden gelen Erdoğan aynı zamanda tecrübelidir de. Kendini tamamen ordunun denetimine bırakmak istemiyor; onun için işverenlere dayanmak istiyor ve onların diliyle konuşuyor. Ülkeyi anonim şirket gibi yönetmek için onlardan yetki istiyor. Ne istediğini biliyor ve onlara meramını anlatıyor. Onlara sorunsuz bir devlet yönetmek istediğini bildiriyor. Sorunsuz bir devletin daha çok sömürü, daha çok servet biriktirmek olduğunu söylüyor. Oysa devletin başlıca amacı “güvenliği” sağlamaktır.  Burada da bir yanılgı söz konusudur; devletin güvenliği sağlamaya çalıştığı yoksul halk değil, her zaman olduğu gibi mülk sahipleri sınıfının güvenliğidir. Ve mülk sahibi sınıfların güvenliği halk çoğunluğunun “bastırılmasını”, baskı altına alınmasını varsayar. Başka türlü söylersek, devlet mülk sahibi egemen sınıfların servetini korumanın ve çoğaltmanın bir aracıdır. Erdoğan bu güvenceyi sağlamak için işverenlerin desteğiyle halkta 400 milletvekili istiyor. Buna engel olacak her kesime, yoksul halka, gençliğe şiddetle saldırıyor. Son zamanlarda polisin ve jandarmanın halka nasıl saldırdığı ortada. Nedeni açık değil mi? Kapitalistlerin, uluslararası sermayenin sorunsuz bir ortamda kârlarını artırmaları için devletin aslı işlevine dönmesi gerekir. Bu amaçla devleti yeniden dizayn etmeleri gerekiyor onun için de anayasadan başlayarak her şeyi değiştirmek istiyor.

HDP’nin %10 üzerinde alacağı her fazla oy AKP’nin yenilgisi demektir. Kuruluşundan itibaren AKP ilk kez yenilgiyi tadacaktır. Erdoğan, memlekette istediği gibi at koşturamayacak, halkın gücü karşısında eğilecektir; ya da tersi olacak, tamamen halktan kopacak, dayandığı militarist güçlerle birlikte özlediği despotik yönetimini kuracaktır. İkisi de ihtimal dâhilindedir.

HDP’nin %10 barajını aşması en fazla ana muhalefet partisi CHP’yi vuracaktır. Çünkü CHP her zaman kitlelere kendini olduğundan farklı göstermiş ve kitlelerin kafasını karıştırmaya çalışmıştır. Oysa CHP, bir devlet partisidir. Siyasi refleksleri, “Cumhuriyet’i korumak ve kollamak” şeklinde belirginleşmiştir. CHP için temel mesele, Cumhuriyet’in değerleridir. Bu değerler, laiklik, milliyetçilik ve devletçilik olarak özetlenebilir. CHP, bu açılardan, bir merkez partisidir, sola ve sosyal demokrasiyle bir alakası yoktur. Bu seçimde CHP’nin bu yüzü açığa çıkacak ve CHP’nin vesayet rejimi yıkılacaktır. Böylece Türk-sol siyaset güçlerinin önünde engel olan CHP engeli ortadan kalkacaktır. Türk solu, Kemalist ana damarından koparken, gerçek kimliğine, işçi sınıfının tabanına dönecektir. 7 Haziran seçimlerinin en büyük kazanımı bu olacaktır. Vesayetten kurtulan Türk solu gerçek kimliğini kazanacaktır. Kimliğini kazanan Türk solu, yakın bir gelecekte iktidar adayı olmayı hedefleyecektir. Muhtemeldir ki Türk Syrizası böyle bir gelişimin sonucunda hayat bulacaktır.

Kürtler açısından, %10 barajını aşan bir HDP’nin kendinden başka değiştireceği çok fazla bir şeyi yoktur ve misyonu sona erecektir. Çünkü o artık Kürt partisi olmaktan çıkmış, Türkiye partisine dönüşmüştür. Türkiyelileşmek demek, düzenin bir parçası onun payandası olmak demektir ki bu da çürümüş sistemin ömrünü uzatmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Oysa Kürtlerin, Sosyalistlerin, Komünistlerin ve işçilerin böyle bir amaçları yoktur, olmayacaktır da.

Belki de zamanın ruhu bunu gerektiriyor biz anlamıyoruz. Yoksa Serok Apo, 2015 Amed Newroz’unda; “Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler,” der miydi? Öyle ya zamanın akışı ağırdır ve halk da yorgun. Şiddetin devri geçmiştir demekle mücadeleden vazgeçmeyi mi istiyorlar. Kürt halkının yorgun olmadığını 6-7 Ekim günlerinde gösterdi. Beklediği çağrı geldiğinde ayağa kalktı ve iki günde 50’den fazla şehit verdi. O halde yorgun olan kim? Hedef saptıran kim? Bu soruların cevapları bizim tarafta net ve açık.

Türkiyelileşen bir HDP’nin temel sorunu Kürt sorunu değildir; Türkiye’nin genel sorunları ile ilgilenmek olacaktır. Bu yüzden HDP’nin %10 barajını aşması gerekir. Veriler %10 barajını aştığını göstermektedir. %10 barajını aşan HDP’nin Türkiye’de yapacağı çok şey vardır. En başta artan kutuplaşmayı yumuşatıp, toplumu dönüştürebilir. Erdoğan’ın keyfi tutumunu ve diktatörlük heveslerini kırabilir. En önemlisi de; Türkiye’nin önünü açarak demokratikleşmesinde önemli rol oynayabilir; yeni anayasanın yapılmasına katkı sunabilir. Ama o artık Kürt partisi olmayacaktır; Kürtlere döndüğünde siz Antalya, Bodrum, Marmaris’ten vazgeçmek mi istiyorsunuz diyecektir/demektedir. Tarım mevsiminin başlamasıyla, her yıl yollara düşen ve insan hasiyetini ayaklar altına alan koşullarda çalışan ve yaşayan milyonlarca Kürt köylü ve işçisinin sanki tatil yörelerine gider gibi bir hava estirilmeye çalışılmaktadır. Peki, kırk yıldır ödenen bunca ağır bedeller ne içindi? Coğrafyada adı silinen bunca köy ve bu köylerin boşaltılmasıyla birlikte yok olan kadim Kürt kültürünün hesabını kim verecek. Sakın kimse size Ege’nin tatil köylerini kazandırdık demesin. Yoksa 7 Haziran’dan sonra tatil köylerini kazanmışız da haberimiz mi yok. Biri izah etse iyi olur…

NOT: Yazılarımı okuyarak beni onurlandıran siz değerli yoldaşlarımdan özür dileyerek uzun bir ara vermek zorundayım. Yeniden görüşmek üzere hepinize sevgi ve saygılarımı sunarım.

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights