Ana SayfaCÎHANVENEZÜELLA VE EMPERYALİZM KONUSU

VENEZÜELLA VE EMPERYALİZM KONUSU

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER / Yazarların diğer makaleleri için tıklayınız

I. AYRIM: EMPERYALİZM (VE DEZENFORMASYON) BAHSİ

I.1) BİRAZ DA TARİH (BİLGİSİ)

I.2) VE DEZENFORMASYON

II. AYRIM: ULUSLARARASI BAĞLAM

III. AYRIM: NASIL VE NEREDEN NEREYE?

III.1) CHÁVEZ’Lİ YILLAR

III.2) “XXI. YÜZYIL SOSYALİZMİ” (Mİ!): SORU(N) NE?

III.3) CHÁVEZ SONRASI

IV. AYRIM: “EKONOMİSİNE ÇIĞLIK ATTIRILAN” COĞRAFYA

IV.1) IMF PROGRAMLARINA YANIT: “CHAVİZM”

V. AYRIM: ABD MÜDAHALESİ, DARBE GİRİŞİMİ

V.1) SORALIM!

V.2) “DEMOKRASİ İHRACI”!

VI. AYRIM: MADURO DÖNEMİ: SEÇİMLER, MUHALİFLER

VI.1) JUAN GUAİDÓ’NUN ŞECERESİ

VI.2) KİM BU MUHALİFLER?

VII. AYRIM: MADURO’YA ELEŞTİRİ(LER)

VII.1) “DİKTATÖR”

VII.2) T.“C”YLE İLİŞKİ

VIII. AYRIM: TUTUM(UMUZ) VE DAYANIŞMA

VENEZÜELLA VE EMPERYALİZM ÜZERİNE TEZLER[1]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

“Gerçeklik zarar verirse inkâr,

zarar veren şeye yani gerçekliğe değil

onu gösterene, hatırlatana saldırır.”[2]

Uluslararası gündemin çok önemli soru(n)larından birisi Venezüella…

Söz konusu coğrafyadaki ABD patentli “laboratuvar çalışmaları” nasıl sonuçlanıp hangi denklemleri doğuracak? Yanıt hepimizi, herkesi ilgilendiriyor.

Venezüella uzun yıllardır bir toplumsal laboratuar durumundaydı. Uzatmalı (ve çürüyüp, çürüten bir ikili) iktidar(sızlık) hâliyle müsemma, popülist Bolívarcı bir iktidarın yaptıkları ya da yapamadıkları bugünkü tablonun zeminini oluşturuyordu.

Böylesi bir “Venezüella’yı tam bir devrim hâli olarak görerek her şeyi parlak bir şekilde anlatmak ya da tamamen hiçbir şey değişmemiş gibi anlatmak, bir yanlışın iki ucuna denk düşüyor”ken;[3] şimdilerde Venezüella’da halk, Chávez döneminde kazandıklarını hatta fazlasını kaybetme riskiyle yüz yüze.

Sosyalistler olarak bu krizden öğrenmemiz gereken çok şey var ve daha da olacak sanırız. “Ben Venezüella ‘sosyalizminin’ cazibesine, en ‘parlak’ döneminde bile kapılmamıştım. Bana göre Chávez deneyimi, Bolívarcı ‘ulusal proje’ yanlısı entelijansiya ile halk sınıfları arasında, birincisinin liderliği (hegemonyası) altında kurulmuş bir ittifakın ürünüydü. Chávez rejiminin anti-emperyalist duruşu, ülkenin doğal kaynaklarının gelirini halkçı bir yaklaşımla paylaştırmaya başlaması desteklenmeliydi. Sosyalistler Chávez rejimini desteklediler. Ancak bu özellikler Chávez rejimini, kapitalizmden çıkarak bir başka üretim tarzına (komünizme) geçişin bir ara biçimi olarak, sosyalist yapmıyordu. Bu nedenle, ‘Bir gün biterse? Venezüella halkı kim bilir ne acılar yaşamak zorunda kalır?’ korkusuyla bekliyordum,”[4] notunu düşen Ergin Yıldızoğlu’nun kaydı ihtiyatına değer verdik.

Ayrıca Ignacio Ramonet’nin, “Venezüella toplumu 16 yılın gösterdiği gibi… birinin yürütme diğerinin ise yasama gücünü elinde bulundurduğu, iki büyük politik gücün, Chávezcilik ve sağın kozlarını paylaşacağı bir durumun öncesinde bulunuyoruz,”[5] tespitindeki kesinliği paylaştığımız gibi…

Nasıl olursa olsun; Nicolás Maduro rejimi dirense de, çökse de Venezüella’yı tartışmayı sürdüreceğiz. Ancak bu tartışmanın aslî düzlemini, Venezüella halkının çektiklerine çeşitli biçimlerde katkı yapmış olan Maduro değil; bu darbe girişimiyle çürümüşlüğünü kanıtlayan emperyalizmin sahtekârlığının, ikiyüzlülüğünün teşhiri oluşturmalıdır.

Kimse inkâr edemez: Venezüella’daki siyasi krizin dünya çapında bir hâl almasıyla birlikte, bugüne kadar masa altında yürütülen ittifak çalışmaları birden gün yüzüne çıktı. XX. yüzyılda kaldığı sanılan iki kutuplu dünya siyaseti, Maduro ve Juan Guaidó arasındaki yerel iktidar çekişmesi ekseninde yeniden hortlarken akıllara, Kore’den, Vietnam’a uzanan soğuk (bazen de sıcak) savaş, tarihini getirdi. Soğuk savaştan küreselleşmeye çatışma ve ittifaklar, ticari, askeri, coğrafi ve ideolojik pek çok sebebe dayanıyor; ama Venezüella meselesi gösterdi ki, tüm bu sebeplerin ötesinde bir güç mücadelesi dünyadaki gelişmeleri belirliyor; o da emperyalizmin hâkim olma, biçimlendirme isteği!

Maduro ve Guaidó’yu destekleyen siyasi yapıların kapışması, XXI. yüzyılı belirleyecek dinamiklerin tarihin sahnesinde yerini alması veya yeni bir paylaşım gerçeğinin kapımızı çalmasıdır

O hâlde insanlık tarihinin yaklaşık 500 yılının, sömürgeciliğin, emperyalizmin ve neo- sömürgeciliğin tarihi olduğunu unutmadan; söz konusu sürede “görüntüler”, “biçimler” ve retorik değişse de, şeylerin seyrinde reel/ radikal bir değişiklik olmadığı göz ardı edilmemelidir.

Yani “Dünyanın Avrupa ve onun uzantısı olan ABD tarafından sömürüsü, yağma ve talanı aralıksız devam etti… Bağımsızlıklar hiç bir zaman reel bir bağımsızlık niteliği kazanmadı. Bir bayrağa, bir milli marşa, bir devlet başkanına… vb. sahip olmak bağımsız olmanın, ‘kendi kaderini tayin etmenin’ yeterli koşulu değildi…

Sömürgecilik ve yeni-sömürgecilik [kalkınmacılık] dönemlerinde, çıkarları emperyalist sermayenin, emperyalist oligarşilerin çıkarlarıyla ortak ‘yerli oligarşiler’ oluştu… Ve bu yerli-bağımlı oligarşiler, emperyalist kamptaki oligarşilerle ortak çıkarlara sahipti… Bunu, “sermaye bir bütündür parçalanamaz” şeklinde ifade etmek de mümkündür… Dolayısıyla, sorunun bu veçhesini göz ardı eden tahlillerin bir kıymet-i harbiyesi yoktur…

Zira sömürgecilik ve emperyalizm sadece ‘maddi kategorilerden’ ibaret değildir… Geride kalan dönemde, sömürge halklarının sadece maddi ve beşeri zenginliği, emperyalist-kolonyalist Batıya taşınmakla kalmadı, aynı zamanda sömürge halklarının bilinci de sömürgeleştirildi ki, bu son derece önemli sorun hep gözden kaçtı… Bilincin sömürgeleşmesi demek, sömürge insanının ‘kendi gerçekliğine’ kendini sömürgeleştirenlerin gözüyle bakması demektir… Dolayısıyla, bilinci ‘özgürleştirmeden’ gerçek bir bağımsızlık mümkün olmazdı ve olmadı…

II. Emperyalist savaş sonrasında “Üçüncü Dünya”, şimdilerde de “Güney” denilen ülkelerin eğitimli kesimleri ‘Avrupa merkezli ideolojik yabancılaşmayla malûldürler… Bu durum, yerli oligarşilerin ve emperyalist oligarşilerin işini kolaylaştırdı… Böylesi bir ilişkiler bütünü de ekseri ‘milliyetçilik’ safsatasıyla kolaylıkla meşrulaştırılıp-dayatılabildi… Velhasıl, neden söz ettiğini bilmek önemlidir!

Bu günlerde Washington Venezüella’da sağcı bir darbeyle ‘rejim değiştirme’ mühendisliğine girişmiş görünüyor. Eğer darbe girişimi sonuç vermezse, bir iç savaş peydahlamayı da deneyeceklerdir… Muhalefet lideri Guaidó kendini devlet başkanı ilan ediyor ve onu ABD hemen tanıyor, tam destek veriyor, başka ülkeleri de tanımaya çağırıyor. Avrupa dahil çok sayıda ülke ABD’ye “biz de varız” diyor…

Aslında ABD, Venezüella’da yaklaşık iki yüzyıldır yaptığını yapıyor, dolayısıyla ‘garp cephesinde yeni bir şey yok’… ABD, Venezüella ‘demokratik değil, Maduro bir diktatör diyor, yönetimi ‘gayri-meşru’ ilan ediyor… Güya, ‘yüksek demokrasi idealleri’ adına müdahaleyi bir hak sayıyor. Oysa, sorun demokrasiyle, özgürlüklerle ilgili değil… Doğrudan emperyalist çıkarları angaje ediyor… Aynı Irak’da, Suriye’de, Libya’da, Somali’de, vb. olduğu gibi… ABD, Venezüella’da sağcı bir diktatör istiyor, onun için de Venezüella’daki rejimi ‘gayri meşru’ sayıyor… Elbette Venezüella’daki demokratik bir rejim değil, ama ABD’deki de demokratik değil… Sorun rejimin ‘niteliğinden’ çok başka şeylerle, ekonomik ve jeopolitik çıkarlarla ilgili… ABD’deki rejimin demokrasiyle bir ilgisi yok, lâkin ‘demokrasinin beşiği’ sayılıyor… Bu dünyada olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek bir ‘egemen ideoloji’ kategorisidir…

Öyleyse sorun ne ile ilgili? Chávez bir ulusal ekonomi oluşturmaya girişmişti. Petrolü millileştirip, o kaynağı kendi ülkesinin/ insanının refahı için kullanmak istemişti… Öyle bir şey ABD’nin tolere edeceği bir şey olamazdı… Zira Venezüella, dünya petrol rezervlerinin dörtte birine sahip, Altın madeni ve başka doğal kaynaklar bakımından da zengin… Venezüella’nın kendi doğal kaynaklarını kendi refahı için kullanması ABD’nin kabulleneceği bir şey değil… Fakat saldırının bir gerekçesi daha var: Venezüella’nın başkalarına ‘kötü örnek’ olması ihtimalini bertaraf etmek…”[6]

Görünen köy kılavuz istemez: Venezüella’da emperyalizm darbe ile Maduro’yu devirmeye çalışıyor. ABD, kendini başkan ilan eden Guaidó isimli kuklayı sahne arkasından oynatmakla kalmayıp, Venezüella’yı açıkça askeri saldırıyla tehdit ediyor. Amaç sadece Venezüella’da değil, tüm Latin Amerika’da emperyalizme karşı direnç gösteren herkesi teslim almak. ABD tehdidinden öncelikle Küba ve ardından bazı başka ülkeler de nasibini almakta. Bu ülkelerin ortak özelliği, ABD’nin arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika’da, emperyalizm için birer diken olmaları. (ABD’nin arka bahçesinin yapma çiçekleri ise başta Brezilya’nın faşist eğilimli Bolsonaro olmak üzere Kolombiya’nın, Arjantin’in, Peru’nun, Paraguay’ın gerici ve emperyalist işbirlikçisi liderleri.)

Venezüella’da yaşananlar net bir şekilde kavramalıdır.

Öncelikle Guaidó dün seçilmiş bir milletvekiliydi; bugünse Venezüella halkını zerre kadar temsil etmeyen bir darbecidir. Durum bu kadar nettir. Venezüella’da Maduro ile Guaidó arasında bir orta yol yoktur! Emperyalizme ve kuklalarına karşı kayıtsız ve koşulsuz karşı çıkılmalıdır!

Çünkü “Guaidó, Washington’un seçkin rejim değiştirme eğitmenlerinin on yıldır üzerinde çalıştığı bir projenin mamulü. Kendini demokrasi şampiyonu olarak lanse etmesine karşın bir şiddet ve istikrarsızlaştırma kampanyasının en önünde yıllarını harcadı.”[7]

ABD, Venezüella’nın işgali için gerekli koşulları yaratırken; “projesi”ni Guaidó şahsında hayata geçiriyor; tıpkı Thierry Meyssan’ın işaret ettiği üzere:

“ABD’nin, Karayipler Havzasına yönelik, Pentagon’un 2001 yılında açıkladığı bir projesi var. Bu proje yıkıcı ve ölümcül olduğu için itiraf edilememektedir. Bu yüzden kabul edilebilir bir hikâye üretme çabası içerisindedirler. Venezüella’da buna tanık olmaktayız. Dikkat: Görünümler gün geçtikçe hakikâti gizlemektedir; gösteriler düzenlendiği sırada, savaşın hazırlanması süreci devam etmektedir.”[8]

Hem de büyük bir hız ve aleniyetle!

Kolay mı?

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, El Salvador’daki ölüm mangalarının arkasındaki isim Elliott Abrams, ABD’nin Venezüella özel temsilcisi olarak görevlendirildi.

Abrams’ın Venezüella’da ABD’nin tüm çabalarında sorumluluğa sahip olacağını kaydeden Pompeo, “Elliott, Venezüella halkına ülkelerinde demokrasi ve refahı tam biçimde yeniden oluşturmaları için yardım etmeye yönelik misyonumuza önemli katkı sağlayacak” ifadelerini kullandı.[9]

Bunların anlattığı net ve açık değil mi?

Maduro’nun hataları yok mu? Elbette var. Ancak ABD’nin Venezüella’da darbe yapmaya kalktığı bir süreçte, “Diktatör” diyerek Maduro’yu hedef almak, en hafifinden Venezüella’ya haksızlıktır. Zira mesele Maduro meselesi değildir; mesele Venezüella’nın petrollerine emperyalist tekellerin göz dikmesi meselesidir. 

Bugün Venezüella’nın ekonomik durumu vahimdir. Halkı büyük bir sefalet içindedir. Ancak emperyalist propaganda makinesinin söylediği gibi bunun sebebi Maduro’nun “sosyalist” olması değildir. Tam tersine soru(n), Maduro’nun sosyalist olmamasıdır.

“Nasıl” mı? Petrol kamulaştırılmıştır ama Amerikan Chevron, Avrupalı Total ve Statoil gibi emperyalist tekeller hükümetle anlaşarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Ekonominin üçte ikisi özel sektörün elindedir. Piyasa ekonomisi hâkim konumunu yitirmemiştir. İşçi sınıfının bağımsız örgütlenmesi ve siyasi iktidar organları oluşturması engellenmiş, ülke burjuva parlamenter bir siyasal yapıyla yönetilmeye devam etmiştir. Şimdi emperyalizm tarafından yaptırımlarla bombalanan ekonomi, içeriden özel sektörün sabotajlarıyla çöküntüye sürüklenmektedir. Yani Chávez ile Maduro sosyalist olduğu için değil, sosyalizm ile kapitalizm arasında “orta yol” aradığı, önlemleri hep yarı yolda kaldığı için, hem ülkeyi hem de kendi siyasi hareketlerini uçuruma sürüklemiştir.

Venezüella’da yaşananlarda bizim için sayısız dersler mevcuttur. En önemlisi: “Orta yol”un olmadığıdır.

Rakamlarla anlatalım: Venezüella, kanıtlanmış rezerv verilerine göre, 300 milyar varil petrolle 1. ve 6 trilyon metreküp doğalgaz rezerviyle 7. sırada. 

Kısacası Ortadoğu’dan önünde sonunda çekilmek zorunda kalacağını gören ABD için burnunun dibinde sömürülmesi gereken bir ülkedir Venezüella…

Asıl mesele şudur: Güney Amerika’da 2000’lerin başında Bolívarcı bir sol dalga başladı ve kısa zamanda bölge ABD’nin “arka bahçesi” olmaktan çıktı. Venezüella’da 1998’de devlet başkanı olan Hugo Chávez, programıyla bu sol dalgaya liderlik yaptı. 

Kuşkusuz ABD, “arka bahçesi”nden öyle kolay vazgeçmeyecekti ve Çin’le ilişki kuran ülkeleri seyretmekle yetinmeyecekti. 

2002’de Venezüella’da Chávez’e başarısız bir askeri darbe girişimindebulundular. Haziran 2009’da Bolívarcı İttifak’a katılma kararı alan Honduras Devlet Başkanı Manuel Zelaya askeri darbeyle indirildi. 2012’de Paraguay Devlet Başkanı Fernando Lugo parlamenter bir darbeyle koltuğundan edildi. 

Arjantin ABD’nin ekonomik ambargo saldırısına uğradı. ABD mahkemeleri değersiz devlet tahvillerine fahiş değerler yükleyerek Arjantin’e on milyarlarca dolar borç çıkardı. Cristina Kirchner hükümeti ABD mahkemelerinin kararlarını tanımayınca Arjantin’in tüm dış hesapları kapatıldı. 

Brezilya’da Ekim 2018’de seçimleri ABD’nin büyük desteğiyle sağcı Jair Bolsonaro kazandı. 

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton Brezilya’daki değişimi şu sözlerle kutladı: “Kolombiya’da Ivan Duque ve Brezilya’da Jair Bolsonaro’nun devlet başkanı seçilmeleri, bölgede serbest piyasa prensiplerine bağlı, açık, şeffaf ve hesap verebilir yönetimlere artan bağlılığı gösteriyor.” 

İşte mesele bu “serbest piyasa”dır. ABD Güney Amerika’daki ülkelerin piyasalarını, pazarlarını serbestçe emperyalist tekellere açmasını istiyor!

Kaldı ki, kimilerinin ABD propagandasına kandığı gibi Maduro’nun sürdürdüğü Chávez programı Venezüella’yı açlıkla karşı karşıya getirmiş değil! (Latin Amerika uzmanı akademisyen Esra Akgemci’nin önemle belirttiği gibi; Batı basınında “açlık isyanları” diye sunulanlar, muhalefetin gıda stoklarını yağmalamasıdır ve Chávez’in yıkamadığı gıda oligarşisi, daha önce de seçim baskısı için üretimi kesmiştir![10]

Tersine Chávez’in yüzde 50’yi bulan en yoksul sınıfın kalkınmasını esas alan (ve bu nedenle orta sınıfların tepki gösterdiği) programı Venezüella’yı büyüttü ve halkını zenginleştirdi; sosyal tedbirleri yoğunlaştırıp, yaygınlaştırdı.[11] Venezüella’yı esas sıkıntıya sokan ABD’nin ekonomik ambargosu ve saldırısıdır.

İşte rakamlar: 2000’de Venezüella’nın GSYİH’si 118 milyar dolar ve kişi başı geliri 4.824 dolar iken, 10 yılda GSYİH 294 milyar dolara ve kişi başı gelir de 10.317 dolara yükseldi! 

Yine Bolívarcı hükümet on yılda sosyal harcamalarını yüzde 60.6 oranında arttırdı. Chávez’den önceki hükümet dönemlerinde sadece 400 bine yakın kişiye emekli aylığı verilebiliyordu, bugün ise bu rakam 2 milyonu geçti. Gıdasının neredeyse yüzde 90’ını ithal eden bir ülkeyken bu rakam yüzde 30’un altına düştü. Dört milyonu çocuklar olmak üzere beş milyon kişiye ücretsiz yemek verildi.

Bebek ölümleri 1990’da bin kişide 25 iken bu rakam 2010’da bin kişide 13’e düşürüldü. Sekiz binden fazla Kübalı doktorun da yardımıyla yaklaşık 1.4 milyon kişinin yaşamı kurtarıldı. Daha burada sıralanması bir hayli yer tutacak çok ciddi başarılar elde edilen sağlık politikaları uygulandı.[12]

1 Mayıs 2017’den itibaren maaşlara yüzde 60 zam yapıldı.[13]

Chávez’in ölümü ardından 2013’te onun programını sürdüren Maduro da ülkeyi büyüttü: GSYİH 2013’te 369 milyar dolara, 2014’te 481 milyar dolara yükseldi.

Ancak petrol fiyatlarının düşmesi ve ABD’nin ağır baskısı sonrasında 2015’te GSYİH 185 milyar dolara kadar düştü. ABD’nin 2017’de başlattığı ağır ambargo da Venezüella’nın petrol üretimini yüzde 60 oranında düşürmesine neden oldu.

Tekrarlıyoruz: Venezüella’yı vuran, -alınmak istenen önlemlere rağmen![14]– ABD emperyalizminin saldırısıdır.

ABD, ekonomisini zayıflattığı Venezüella’da şimdi Maduro’yu devirme operasyonuna başladı: AP’ye göre Guaidó’nun “geçici devlet başkanı” olarak tanınması için haftalar önce gizli diplomasi başlatıldı. WSJ’nin yazdığına göre ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, kendisini “geçici devlet başkanı” ilan etmeden bir gece önce Guaidó’yu arayarak “ABD senin yanında” mesajı verdi.

Ve Guaidó ABD’nin bu çalışmasının ardından kendisini “devlet başkanı” ilan etti ve Trump da anında onu “devlet başkanı” olarak tanıdığını açıkladı.

Yani ortada açık bir darbe ve ciddi bir savaş vardır. ABD emperyalizminin bu saldırısına ve “arka bahçesi”nden hasat almak istemesine “amasız tam karşı olmak” esastır!

I. AYRIM: EMPERYALİZM (VE DEZENFORMASYON) BAHSİ

Kapitalizme karşı mücadelede önemli mevziler kaybeden sol(umuz)un, anti-emperyalist mücadele (ve söylemi de) “askıya” alıp, gündeminden düşürdüğü bir “sır” değil; görünen köydür.

Bu gerçekten hareketle; Venezüella ile her yerde, emperyalizm konusunda tavrımızın “olmazsa olmaz”ı; “Mazlum halkların her zaferi emperyalizmin bağrına saplanmış bir hançerdir,” vurgusuyla Ernesto Che Guevara’nın, “Emperyalizm hayvanlıktır. O hayvan hiç doymak bilmez, o ulusal sınırları bilmez. Hitler’in hayvan orduları gibi, Kuzey Amerika’nın hayvanları gibi, Belçika’nın emperyalistleri gibi ve Cezayir içindeki Fransız emperyalistleri gibi. Çünkü emperyalizmin özü insanları hayvana dönüştürmektir, delirmiş, kana susamış hayvanlara. Devrimci veya herhangi bir yönetimin içindeki partizanı, botları altında ezmek ister, çünkü o hürriyet için savaşmaktadır. Kasaplık, hayvanı öldürmeye katletmeye ve yok etmeye koşullanmış, en sonuncuya kadar. Lumumba’nın bugün yıkılmış olan heykeli, ki yarın yeniden yükselecektir, bize dünya devriminin bu şehidinin trajik öyküsünü hatırlatıyor ve kesin olarak gösteriyor ki emperyalizme hiçbir şekilde güven olmaz. Hiçbir şekilde!” diye tarif ettiği saptama olduğu ve bunun da “tartışma” konusu olmadığı, olamayacağıdır.

Komutan Yardımcısı Marcos’un, “Düşmanın birçok yüzü var, ama tek bir ismi var: Kapitalizm,” notunu düştüğü gerçeklikle müsemma III. Büyük Bunalım’ın (yeniden paylaşım ile) savaş tehdidini gündem maddesi kıldığı yerkürede, “Sömürgecilik politikası ve emperyalizm… kapitalizmin temellerinin kaçınılmaz sonucudur.”[15]

“Ekonomik ve politik gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır.”[16]

“Kapitalizm, kapitalizm olarak kaldıkça, sermaye fazlası, halk kitlelerinin yaşam seviyesinin yükseltilmesi için kullanılmaz -bu, kapitalistlerin kârlarında azalma anlamına gelirdi-, kârları artırmak amacıyla dış ülkelere, geri ülkelere sermaye ihraç edilir.”[17]

“Kapitalist sistemin koşullarında çeşitli ekonomilerin ve çeşitli devletlerin eşit şekilde gelişmesi imkânsızdır. Kapitalizmde, bozulan dengenin geçici olarak yeniden kurulması için sanayide krizden, politikada savaştan başka araç yoktur.”[18]

“Kapitalizm, emperyalizm çağında, ulusların en büyük ezeni hâline dönüştü.”[19]

 “Emperyalizm, kapitalizmin özel bir tarihi aşamasıdır. Onun özelliğinin üç öğesi vardır. Emperyalizm: 1. tekelci kapitalizmdir; 2. asalak veya çürüyen kapitalizmdir; 3. can çekişen kapitalizmdir. Serbest rekabetin yerini tekelin alması, emperyalizmin ekonomisinin en belirgin yanı ve emperyalizmin özüdür.”[20]

“Emperyalizm, sermaye ihracını gerçekleştirmiştir. Kapitalist üretim, devamlı artan hızla sömürgelere de nakledilmektedir.”[21]

“Kapitalizmin, tekelci kapitalizm aşamasına, mali sermaye aşamasına geçişinin, dünyanın paylaşılması uğruna mücadelenin şiddetlenmesiyle bağlantılı olması tartışma götürmez bir gerçektir.”[22]

 “Tekelci kapitalizmin belli başlı dört belirtisine özellikle değinmemiz gerekir: Birincisi: Tekel, çok yüksek bir gelişme aşamasına ulaşmış üretimin yoğunlaşmasından doğmuştur. Kapitalistlerin tekelci birlikleri şunlardır: karteller, sendikalar ve tröstler. (…)İkincisi: Tekeller, (…) en önemli hammadde kaynaklarına el konmasına yol açmıştır. (…) Üçüncüsü: Tekel bankalardan çıkmıştır. Eskiden mütevazı birer aracı olan bankalar, bugün mali-sermaye tekellerine dönüşmüşlerdir. (…) Mali oligarşi, bu tekelin en çarpıcı tezahürüdür. Dördüncüsü: (…) Mali-sermaye, sömürge politikasının bir sürü ‘eski’ dürtüsüne, hammadde kaynakları, sermaye ihracı, ‘nüfuz bölgeleri’ (…) için mücadeleyi de eklemiştir.”[23]

“Kapitalistler dünyayı kötülüklerinden değil, yoğunlaşmanın ulaştığı seviye, kâr elde edebilmek için onları bu yola girmeye zorladığı için paylaşıyorlar; ve bu paylaşım, ‘sermayeye göre’, ‘güce göre’ gerçekleşmektedir -meta üretimi ve kapitalizm sisteminde başka bir paylaşım yöntemi olamaz. Ne var ki, güç, ekonomik ve siyasi gelişmeyle birlikte değişmektedir.”[24]

“Emperyalist çıkarlar sadece toprakların ele geçirilmesiyle değil, mali yatırım yapmakla da gerçekleştirilir.”[25]

“Artık çok hareketli ve esnek, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde birçok bağı olan, somut üretimden kopuk ve çok anonim, çok kolay yoğunlaşmakta ve geçmişte de zaten büyük boyutta yoğunlaşmış olan mali-sermaye dünyanın tipik ‘efendisi’ hâline geliyordu; öyle ki, kelimenin tam anlamıyla, birkaç yüz milyarder ve milyoner bütün dünyanın gelişmesini ellerinde tutmaktadırlar.”[26]

“Bir tekel, bir kez kurulup milyarları çekip çevirmeye başladı mı, siyasal rejimden ve daha başka ‘ayrıntı sorunları’ndan bağımsız olarak karşı konmaz biçimde toplumsal yaşamın bütün alanlarına sızacaktır.”[27]

“Emperyalizm, her yere özgürlük değil, hegemonik girişimlerini götüren mali-sermayenin ve tekellerin çağıdır. Bu eğilimlerin sonucu ise, politik rejim ne olursa olsun, nerede ve hangi alanda olursa olsun gericiliktir, mevcut çelişkilerin bu alanlarda da aşırı ölçüde keskinleşmesidir.”[28]

“Genel olarak kapitalizm ve özel olarak emperyalizm demokrasiyi bir hayale dönüştürürken, kapitalizm aynı zamanda kitleler arasında demokrasi arzuları doğurur, demokratik kuruluşları oluşturur, demokrasiyi engelleyen emperyalizm ile demokrasiyi gerçekleştirmek için çaba gösteren kitleler arasındaki antagonizmi keskinleştirir.”[29]

“Barışçı ittifaklar, savaşları hazırlar ve savaşlardan doğar; tek ve aynı temel üzerinde, dünya siyasetinin ve dünya ekonomisinin emperyalist bağlantı ve ilişkileri temeli üzerinde barışçı olan ve barışçı olmayan savaşımın almaşık biçimlerini yaratarak, biri ötekini koşullandırır.”[30]

“Çürüme eğiliminin, kapitalizmin hızlı gelişmesini önleyeceğini sanmak yanlış olur. (…) Genel olarak, kapitalizm, eskiye göre çok daha büyük bir hızla gelişmektedir. Bu gelişme, yalnızca genellikle gitgide daha eşitsiz hâle gelmekle kalmayıp gelişme eşitsizliği, sermaye bakımından en zengin ülkelerin (İngiltere) çürümesinde kendini özellikle göstermektedir.”[31]

“Emperyalizm ölmek üzere olan ama henüz ölmemiş kapitalizmdir.”[32]

“Emperyalist aşamasında kapitalizm, üretimin tam toplumsallaşmasına doğru gitmektedir; iradelerine ve bilinçlerine aykırı olarak, kapitalistleri, tam rekabet özgürlüğünden tam toplumsallaşmaya bir geçişi belirleyen yeni bir toplumsal düzene doğru âdeta sürüklemektedir.”[33]

“Emperyalist savaşlar, yani dünya egemenliği uğruna, banka sermayesi için pazarlar uğruna, küçük ve zayıf milliyetlerin boğazlanması uğruna savaşlar bu durumda kaçınılmazdır.”[34]

“Emperyalizm çağı bugünkü savaşı emperyalist bir savaş yapmıştır, (sosyalizm gelmediği sürece) kaçınılmaz olarak yeni emperyalist savaşlar üretecektir.”[35]

“Emperyalist savaş, sosyalist devrimin arifesidir. Bunun sebebi, (…) tekelci devlet kapitalizminin sosyalizmin maddi açıdan bütün yanlarıyla hazırlanışı, sosyalizmin doğrudan ön aşaması olduğudur. Çünkü tarihin ulaştığı bu kademede bu aşama ile sosyalizm adlı aşama arasında hiç bir ara aşama kalmamıştır.”[36]

“Emperyalizme karşı mücadelenin, bu mücadele oportünizme karşı mücadeleyle kopmaz biçimde bağlanmadıkça boş bir sözden ibaret kalacağını bir türlü anlamak istemeyenler, en tehlikeli kimselerdir.”[37]

“Emperyalizm, dünya uluslarının bir avuç ‘büyük’ güç tarafından ezilmesinin durmaksızın arttığı bir çağdır. Bu nedenle, ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanımaksızın emperyalizme karşı sosyalist enternasyonal devrim kavgasını vermek imkânsızdır. ‘Başka ulusu ezen bir ulus özgür olamaz’ (Marx ve Engels). Kendi ulusunun başka uluslar üzerindeki en küçük baskısına izin veren hiçbir proleter, sosyalist bir proleter olamaz.”[38]

“Tabii ki emperyalizmi devirme mücadelesi güç bir iştir ama, kitleler bu güç mücadelenin gerekliliği hakkında gerçeği bilmelidir. Kitleler barışın emperyalizmi ortadan kaldırmaksızın sağlanabileceği ümidiyle uyutulmamalıdır.”[39]

“Küçük-burjuva milliyetçilik, enternasyonalizmin ulusların eşitliğinin tanımaktan başka bir şey olmadığını ileri sürüp, (böylesi bir tanımanın sadece boş laf olduğunu bir yana bırakırsak) milli bencilliğe dokunmaz. Oysa proleter enternasyonalizm, -bir-, her ülkede yürütülen proleter mücadelenin çıkarlarının dünya çapındaki proleter mücadelenin çıkarlarına tabi tutulmasını, -iki- burjuvaziye karşı zafer kazanan ulusun uluslararası sermayenin devrilmesi için ulusal düzeyde en büyük fedakârlık göstermesini ister.”[40]

I.1) BİRAZ DA TARİH (BİLGİSİ)

Ayak bastığı her yere “kurtarıcı” pozunda giren ABD emperyalizmi ve Venezüella 2019 deyince; bunların “tartışılacak” bir yanı yoktur ve olmamalıdır da!

Hatırlamak yeter de artar!

1975’de Richard Nixon, “Vietnam’ı işgal etmeyeceğiz. Halkına zulmeden bir iktidara karşı Vietnamlıları koruyacağız…” diye haykırmış ve Vietnam’da 1.8 milyon insan katledilmişti!

2001’de George Bush’un, “Niyetimiz Afganistan’a barış, adalet ve özgürlük götürmektir…” demesi Afganistan’da 730.000 insanın ölümüne yol açmıştı!

2003’de ise George Bush, “Niyetimiz Irak’taki kimyasal silahları imha etmek, Irak’a barış, adalet ve demokrasi götürmektir…” demişti demesine ama, bunun faturası Irak’ta 2 milyon civarı insanın yok edilmesiydi!

Ve 2013’de Barack Obama, “ABD’nin ulusal güvenlik çıkarları için Suriye’ye müdahale edeceğiz…” deyince neler olduğunu bilmeyen görmeyen var mı hâlâ?

ABD’nin başka ülkelerde darbe yapma/ yaptırma tarihi bir hayli eskilere dayanır. ABD, Ulusal Güvenlik Ajansı ile Beyaz Saray Kütüphanesi’nden yararlanılarak hazırlanan belgelere göre özellikle “Soğuk Savaş” olarak adlandırılan 1947-1991 kesitinde çıkarları açısından uygun görmediği çeşitli ülkelerin yönetimlerini tam 72 kez değiştirmeye kalktı. Bu değiştirme girişimleri 66 gizli, altı da açık operasyonu kapsıyordu.

Söz konusu dönemde ABD kaynaklı bu operasyonlardan 26’sı başarılı olurken, 40’ından olumlu sonuç alınamadı. Bu girişimler içinde iki de açık cinayet var. Güney Vietnam Başbakanı Ngo Dinh Diem 1963 yılında CIA destekli bir suikast sonucu öldürüldü. Öyle ki, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson bu suikastı yaptıklarını kabul etti. Dominik diktatörü Rafael Trujillo da yine ABD destekli bi suikastla ortadan kaldırıldı. Ancak bu iki suikast da ABD’nin amacına ulaşmasına yaramadı.

ABD’nin CIA eliyle yönetimlerini değiştirmeyi başardığı 7 ülke var. Bunlardan biri İran’da General Muhammed Musaddık’a karşı gerçekleştirilen 1953 darbesi. Belgelere göre o dönemde Amerikan kökenli bir general İran’a gidip “eski arkadaşlarıyla” buluşuyor. Bu ziyaretten kısa süre sonra Şah Muhammed Rıza Pehlevi, Başbakan Muhammed Musdadık’a istifa etmesini emrediyor. Ancak İran ordusunun emre uymayacağı hissedildiğinde CIA Musaddık’ın destekçilerini satın almak ve sokak protestolarını finanse etmek için milyonlarca dolar harcama yapıyor. Böylece durumun değiştiğini fark eden ordu yaşamının geri kalanını ev hapsinde geçirecek olan Başbakan Musaddık’ı tutukluyor. CIA bu olayı “baştan sona bir Amerikan operasyonu” olarak değerlendirmişti.

ABD Guatemala Devlet Başkanı Jacobo Arbenz’i başlangıçta destekliyordu. Ancak Arbenz başlatmayı planladığı bir toprak reform nedeniyle 1954’te ABD tarafından iktidardan düşürüldü. Çünkü reform çerçevesinde köylülere dağıtılacak olan topraklardan biri ABD’nin sahip olduğu United Fruit Company’nin mülküydü. Arbenz’in yerine bir askeri cunta geldi. Darbe sırasında ABD Deniz Kuvvetleri Guatemala kıyılarını abluka altına almıştı.

1960 yılında, Belçika’dan bağımsızlığını kazanmış olan Kongo’nun ilk Başbakanı Patrice Lumumba, Belçika’nın çıkarlarını korumak isteyen Cumhurbaşkanı Joséph Kasavubu tarafından görevden alındı. Ancak Lumumba, Belçika ordusuna silahlı muhalefetini sürdürdü, Sovyetler Birliği’yle de yakınlaştı. Tutumunun ABD yanlısı hükümete zarar verdiğini düşünen CIA tarafından hedef alınması bundan sonradır. Zehirli mendil yollamak dâhil bir çok girişimden sonra CIA tarafından yeri Kongolu işbirlikçilere bildirilen Lumumba 1960’ın sonunda yakalandı, 1961 Ocak ayında öldürüldü.

Dominik Cumhuriyeti’nde binlerce Haitiliye karşı “etnik temizlik” gerekleştiren diktatör Rafael Trujillo da silahlı muhaliflerince 1961 yılında öldürüldü. Trujillo’yu vuran tetikçi, “Hiç kimse bana Trujillo’ları öldürmemi söylememişti” dedi ama CIA desteği aldığı ortaya çıktı.

ABD, 1963’te Güney Vietnam’ın içişlerine çoktan karışmıştı ve ülkenin lideri Ngo Dinh Diem ile olan ilişkisi, Diem’in Budist muhaliflere yaptığı baskı yüzünden giderek daha da gerginleşmişti. Pentagon belgelerine göre 23 Ağustos 1963’te, bir darbe yapan Güney Vietnamlı generaller, ABD yetkilileriyle planları hakkında temasa geçti. Ardından söz konusu generaller 1 Kasım 1963’te Diem’i ele geçirip öldürdüler. CIA’nın bu operasyon için 40 bin dolarlık bir yardımda bulunduğu ortaya çıktı. Belgelerde “Ngo Dinh Diem’e karşı düzenlenen askeri darbede ABD tüm sorumluluk payını kabul etmeli” ifadesi geçiyor. Belgede şu ifadeler de yer alıyor: “1963 Ağustos’undan başlayarak Vietnamlı generallerin darbe çabalarını çeşitli şekillerde destekledik, onayladık, teşvik ettik ve sonraki bir hükümete tam destek verdik. Darbenin planlanması ve yürütülmesi sırasında gizli temaslarımızı sürdürdük”.

Brezilya Devlet Başkanı Joao Goulart, ABD Büyükelçisi Lincoln Gordon’un sözleriyle “Brezilya’yı 1960’ların Çin’i yapacak”tı. Dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, Ulusal Güvenlik Arşivi’nin gizli hükümet kayıtlarına göre, darbeyi planlayan danışmanlarına “Yapmamız gereken her şeyi yapmaya hazır olmamız gerektiğini düşünüyorum” dedi. Goulart hükümeti 1964’te devrildi ve cunta 1985’e kadar ülkeyi yönetti.

Şili’de de 1973’te seçimle gelen ilk sosyalist devlet başkanı olan Salvador Allende’nin seçilmesinden rahatsız olan ABD Başkanı Richard Nixon, CIA’ya “Şili ekonomisinin çökertilmesi” emrini verdi. CIA 1970’te Allende’ye karşı bir darbe planlayan üç Şilili grupla birlikte çalıştı. Sonuçta General Augusto Pinochet, 1973’te ABD desteğiyle Allende’yi devirerek katletti.[41]

Yeri geldi aktaralım; Henry Kissinger 1970’de Başkan Nixon’a yazdığı bir muhtırada şu sözlere yer veriyordu: “Şili’de Marksist bir yönetimin seçimlerde başarı kazanması dünyanın öbür kesimlerinde de, özellikle İtalya’da etkili olacak, hatta görülmedik bir değer kazanacaktır; benzer bir olayın başka yörelere yayılması dünyadaki dengeleri ve bizim onun içindeki konumumuzu önemli ölçüde etkileyecektir.”[42]

Buradan biraz gerilere dönüp; 1954’te darbeyle Guatemala’nın başına getirilen Carlos Castillo Armas’ın, ABD ziyaretinde Başkan Yardımcısı Richard Nixon’a hizmetlerini sunarken, “Bana ne yapmamı istediğini söyle, ben de yapayım,” deyişini anımsayın!

ABD’de -II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından- 1947’de kurulan, Merkezi İstihbarat Teşkilâtı (CIA), 1953’te Dwight Eisenhower’ın başkanlığa gelmesiyle yurt dışı operasyonlarını bir adım öteye taşıdı. Artık temel hedef ABD tekellerinin çıkarlarını tehdit eden, SSCB ile az da olsa ilişkisi bulunan tüm rejimleri değiştirmekti. Bunun için en şiddetli yöntemlerin kullanılmasından kaçınılmayacaktı.

İlk operasyon 1953’te geldi. 19 Ağustos’ta Muhammed Musaddık CIA darbesiyle devrildi. Musaddık bir sosyalist değildi ama suçu İran’daki İngiliz petrollerini kamulaştırması, bağımsız bir dış politika izlemeye çalışması, sosyal reformları hayata geçirebilmek için parlamentodaki komünistlerle iş birliğine gitmesiydi. Etkili olduğu görülen İran modeli 10 ay sonra bu kez Guatemala’da uygulandı.

Guatemala’nın “10 yıllık baharı”nın ardından Juan José Arevalo’nun mirasçısı Cumhurbaşkanı Jacobo Arbenz’in “kabahatler defteri” çok daha kalabalıktı. Direkt olarak bir ABD tekelini, United Fruit Company’i (UFC) hedef alıyordu. Toprak reformuyla UFC’nin konduğu arazileri halka dağıtıyor, işçilerin örgütlenme özgürlüğünü genişletiyor, komünist partiyi yasal hâle getiriyordu. Musaddık’ın devrilmesinden 10 ay sonra, hazırlıkları uzun süredir devam ettirilen plan hayata geçirildi ve bu kez Arbenz’in oturduğu koltuk gasbedildi.

Guatemala darbesi, ABD’nin arka bahçesi hâline getirmek istediği Latin Amerika’da sonu gelmez dış müdahaleler devrinin başlangıcını oluşturdu. Netice, Guatemala halkı için o kadar korkunç, ABD rejimi için o kadar verimliydi ki Brezilya, Bolivya, Şili, Arjantin… Darbelerin biri diğerini izledi, darbenin yetmediği koşullarda işgal operasyonları yapıldı.

Tarihe somut veriler ışığında yeniden bakış, bugün çok önemli.[43]

ABD EMPERYALİZMİNİN LATİN AMERİKA MARİFETLERİ
1954 GUATEMALA CIA’in PBSUCCESS kod adlı operasyonu, ülke içerisinde burjuvazi ve Kilise’ye, ülke dışında sürgündeki Guatemalalı askerlere, paralı militanlara, ABD medyası ve Senatosu’ndaki propaganda aygıtlarına dayanıyordu. Cumhurbaşkanı Jacobo Arbenz’in görevden ayrılmak zorunda kalmasıyla sonuçlanan işgal ve bombardımanların ardından sözde “İsyancılar”ın lideri Carlos Castillo Armas, başkanlık koltuğuna oturtuldu. Ancak darbe ve sonrasındaki devlet terörü, Guatemala’yı 200 bin kişinin hayatını kaybettiği bir iç savaşa, kanlı katliamlara, utanç verici toplama kamplarına, sonu gelmez askeri diktatörlüklere ve ABD’nin sorgulanamaz hâkimiyetine götürdü.
1961 KÜBA Küba’da devrimcilerin ABD destekli Diktatör Batista’yı devirmesinin ardından CIA müdahalesi gecikmedi. Küba’dan defedilen askeri rejimin kalıntıları Florida’da eğitildikten sonra Domuzlar Körfezi’ne çıkarma yaparak ülkeyi işgal etmeyi, Fidel Castro’yu öldürerek rejimi değiştirmeyi hedefledi. Ancak ABD’nin hava gücünü arkasına alan 1500 kişilik işgal ordusu 3 gün içerisinde yenilgiye uğratıldı. İşgalcilerin tamamı ya öldürüldü ya da esir alındı.
1961-1965 DOMİNİK CUMHURİYETİ Dominik Cumhuriyeti’nde Diktatör Rafael Trujillo, ABD ile arasının bozulması sonrası önce 1961’de CIA’in sağladığı silahlarla öldürüldü. Trujillo’nun ölümü sonrası Dominik Devrimci Partisi kurucusu Juan Bosch, 23 yıllık sürgünden döndü ve seçimlerle başkanlığa geldi. Toprak reformunu da içeren politikalarıyla büyük toprak sahiplerinin ve Kilise’nin hedefi olduktan sonra 1963’te darbeyle devrildi ancak 2 yıl sonra bu kez başka bir askeri müdahale sonucu yeniden koltuğuna döndü. ABD, ülkedeki gergin atmosferi öne sürerek Bosch karşıtı güçlere destek amacıyla 42 bin askerle Dominik’e çıkarma yaptı. İşgal ordusunun tehdidi altında ciddi bir kampanya yürütme şansı bulamayan Bosch, 1966’daki seçimi kaybetti.
1964 BREZİLYA ABD, Brezilya’nın İşçi Partili Devlet Başkanı Joao Goulart’ın tekellerin karlarını tehdit eden Temel Reformlar Planı ve sosyalist ülkelerle kurmaya başladığı ilişkileri yakından takip ediyordu. John F. Kennedy ve Lyndon Johnson’ın, sonradan üzerindeki gizlilik perdesinin kaldırılmasıyla herkes tarafından erişilebilen söylemleri, Washington’un Brezilya’ya karşı bir askeri darbe planladığını açıkça ortaya koydu. “Operation Brother Sam”, 31 Mart 1964’te hayata geçirildi ve Brezilya, 1985’e kadar ABD’nin kontrolündeki askeri yönetimlerce idare edildi.
1964 BOLİVYA 1952-1964 arasında tarım reformunu hayata geçiren, kalay madenlerini kamulaştıran, genel oy hakkını kazandıran ve sendikaları güçlendiren Bolivya, bu özellikleriyle ABD’nin hedefindeydi. 1964’te ABD’nin desteklediği Rene Barrientos öncülüğündeki ordu güçleri Devlet Başkanı Victor Paz Estenssoro’yu devirdi ve Bolivya bir “Tamamlanmamış devrim” olarak kaldı. ABD kuklası askeri yönetime karşı mücadelede birkaç yıl sonra Che Guevara da düşecekti.
1973 ŞİLİ Şili’de sosyalist Devlet Başkanı Salvador Allende’ye yönelik darbe süreci, şu sıralar Venezüella’ya karşı hayata geçirilmeye çalışılan plana bir hayli benziyordu. Bir yandan sağ partilerin çoğunlukta olduğu Parlamento ile Allende ve partisi baskı altına alınırken diğer yandan ülke ABD’nin ekonomik ambargosuyla zayıflatılmaya çalışıldı. ABD, darbeye direkt askeri katkı sağlamasa da Şili ordusunu süreç boyunca yönlendirdi ve sağ muhalefet dahil darbenin potansiyel destekçilerine ekonomik yardımda bulundu. Darbenin ardından Allende intihar eder ya da öldürülürken, General Augusto Pinochet’nin kurduğu askeri cunta, 1990’a kadar yönetimi elinde tuttu.
1976 ARJANTİN Arjantin’de General Jorge Rafael Videla’nın öncülüğünde gerçekleştirilen darbede ABD, yol gösterici rolü oynadı. Dönemin Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, darbenin ardından ordu yetkilileriyle yaptığı görüşmelerde “Düşmanların hızlı bir şekilde ortadan kaldırmaları” tavsiyesinde bulundu. 30 bin kişinin gözaltında kaybedildiği darbe süreci boyunca ülkede 400 işkence kampı kuruldu.
1980’LER NİKARAGUA, VE EL SALVADOR ABD, Nikaragua’da Diktatör Somoza’nın 1979’daki Sandinist devrimle yıkılması sonrası, yeni hükümete karşı sağcı Kontraları desteklemeye başlarken El Salvador’da ise Farabundo Martí Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne karşı iktidarın yanında saf tuttu.
1983 GRENADA Karayipler’deki ada ülkesi Grenada, Küba hükümetiyle fazla yakınlaştığı gerekçesiyle işgal edildi. “Acil Öfke Operasyonu” adı verilen askeri harekâtla 1979’da ilan edilen Halkın Devrimci Hükümeti çekilmek zorunda kaldı ve yerine 1984’teki seçime kadar geçici bir hükümet kuruldu.
1989 PANAMA 1950’lerden itibaren CIA ile yakın temasta olan, CIA’in Panama’daki en güvenilir kaynaklarından biri hâline gelen Manuel Noriega, 1983’te yine Washington’un desteğiyle ülkenin “Askeri lideri” oldu. ABD’nin Nikaragua ve El Salvador başta olmak üzere bölgedeki diğer operasyonlarında da rol oynayan Noriega’nın 80’lerin ikinci yarısı itibariyle Washington’la yaşadığı anlaşmazlıklar gözden düşmesine neden oldu. CIA’in organize ettiği darbe girişiminin başarısız olması sonrası 20 Aralık’ta ülke ABD güçleri tarafından işgal edildi. Noriega görevden alınarak ABD’ye götürüldü, Panama Savunma Güçleri lağvedilip yeniden düzenlendi.
1991-1994-2004 HAİTİ Haiti’de 1990’da seçimle göreve gelen Jean-Bertrand Aristide’nin 29 Eylül’deki darbeyle görevden alınması sonrası ABD, dünya genelinde darbenin kınandığı bir ortamda, ülkede istikrarın sağlanması için Aristide’nin dönmesinin şart olmadığını açıkladı. 1994’te Bill Clinton’ın göreve gelmesiyle bu tutum değişti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden çıkan izinle, 1994’te ABD ordusu Haiti’yi işgal etti ve Jean-Bertrand Aristide yeniden ülkenin başına getirildi. Ancak Aristide’in kaderi de çok farklı olmadı. 2004’te ABD operasyonuyla ülkeden kaçırıldı. Aristide, daha sonra yaptığı açıklamalarda istifa etmediğini, yaşananların “modern kaçırma” ve “yeni tip darbe” olduğunu söyledi.
2002 VENEZÜELLA Venezüella’da 1999’da göreve gelen Hugo Chávez’e karşı darbenin işaretleri sağ muhalefetin eylemleriyle başladı. Kamulaştırma ve toprak reformuna karşı mücadele eden bu ittifak, Kilise, ordu içerisindeki gruplar ve bazı sendikaların da desteğiyle harekete geçti. Başkanlık Sarayı’na doğru yürüyen on binlerce muhalife polis saldırıları gerçekleştiği haberleriyle hızlı bir propaganda süreci işletildi ve Chávez, bir anda gözaltına alındı. İstifa edip Küba’ya kaçtığı iddia edilen Chávez’in gözaltına alınması sonrası İşveren Sendikası Başkanı Pedro Carmona ABD’nin desteğiyle kendini başkan ilan etti. Bu sırada sokaklara dökülen Chávez taraftarları, meşru devlet başkanının dışarıya ulaştırmayı başardığı “İstifa etmedim” mesajıyla milyonları bulan bir kalabalık hâlinde Başkanlık Sarayı’nı kuşattı. Ordu içerisinde de Chávez destekçilerinin harekete geçmesiyle darbe 3 gün içinde yenildi.
2009 HONDURAS 2005’te seçilen Liberal Parti’den Manuel Zelaya’nın Hugo Chávez yönetimindeki Venezüella ve Daniel Ortega yönetimindeki Nikaragua ile yakınlaşması ABD’nin tepkisini çekti. Haziran 2009’da Zelaya’nın Genelkurmay Başkanı Vasquez Velasquez’i görevden alması sonrası orduda istifalar yaşandı. Yüksek Mahkeme’nin de kararı yasa dışı bulması sonrası Zelaya ordu tarafından gözaltına alındı ve sonrasında ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

Evet, evet Garry Leech’in de işaret ettiği gibi, “Venezüella’yı yakından takip edenler için ülkeye yönelik ABD politikasının ‘déjà vu’ hissi yarattığı şüphesiz. Çünkü ABD’nin benimsediği rejim değişikliği politikası, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Latin Amerikalı birçok ülkede uyguladığı politikanın neredeyse tıpatıp aynı.

Söylemlerin aksine, ABD’nin rejim değişikliği politikası liderlerin demokratik yöntemlerle seçilip seçilmediğiyle, ya da olası müdahalelerin yaratacağı insan hakları felaketleriyle ilgilenmiyor. Aslına bakarsanız ABD’nin 65 yılda başarıyla devirdiği Latin Amerikalı liderlerin hemen hepsi demokratik yollarla seçilmişti. Bunlardan bazıları; Guatemala’dan Jacobo Arbenz (1954), Şili’den Salvador Allende (1973), Haiti’den Jean Bertran Aristide (2004), Honduras’tan Manuel Zelaya (2009)’idi. Washington tüm bu liderleri ekonomik yaptırımlar vasıtasıyla hedefe oturttu ve yaratılan insani krizler askeri müdahaleyi meşru göstermek için gereken koşulları yarattı.”[44]

Şuna hiç kuşku yok: ABD emperyalizminin bir haydutluk olduğunu biliyoruz. Örneklerini dünyaya yayılmış ABD üslerinden, ABD savunma bütçesinin büyüklüğünden anlıyoruz. 

Ancak bunlar böyle ve durum buyken; kimileri hâlâ, ABD’nin siciline, kanlı ve kirli geçmişine hiç bakmadan, onun “insan hakları”, “demokrasi”, “özgürlük”, “hukuk devleti” götürmek istediğini öne sürüyor.

Oysa mesele açık: İlki, ABD, arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika’da nüfuzunu pekiştirmek istiyor. İkincisi, 300 milyar varille dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip olan Venezüella’nın bu zenginliğini yağmalamak, onun Rusya ve Çin’le gelişen ilişkilerini engellemek istiyor. Üçüncüsü, bu darbe girişimiyle dünyanın geri kalanını da tehdit ediyor, aynısını başka ülkelere yapabileceğini gösteriyor. Dördüncüsü, Çin’le girdiği rekabette zorlanan, Rusya’nın gelişen nüfuzunu önleyemeyen, Almanya’nın bu iki ülkeyle yakınlaşmasını durduramayan, Suriye’de zemin kaybeden, İran’ın bölgede önünü kesemeyen ABD, yakın çevresinde bir dış politika başarısı arıyor. 

Zayıflayan, dünyada bölgesel ittifak çabalarının önünü kesemeyen ABD, gücünün aşındığını, çok kutuplu düzene dönüşün başladığını görüyor, kabullenmekte zorlanıyor. Tek süper güç kalmaya çalışıyor, başaramıyor. Küresel ve bölgesel ölçekte öncülük ettiği kurumlara (NATO, IMF, Dünya Bankası, NAFTA…) seçenek oluşturacak yapıların öne çıkmasını engellemeye çalışıyor, zorlanıyor. Kuruluşunda hayli emek verdiği Avrupa Birliği’ndeki yapısal sorunları biliyor, çözemiyor. Büyük bir askeri güçle yüklendiği Ortadoğu’da bile, bölgesel müttefiklerini sahaya sürdüğü hâlde, istediği sonucu alamıyor.

Çünkü ABD’nin hem kendi gücü aşınıyor, hegemonya kabiliyeti zayıflıyor hem rakipleri güçleniyor hem de dünyanın güç merkezi, batıdan doğuya kayıyor. Yani, ABD’nin saldırganlığı ve küstahlığı, Trump’ın kabalığından değil, ülkenin nesnel koşullarından kaynaklanıyor. 

Kıssadan Hisse: 1961-1969 kesitinde ABD Dışişleri Bakanı olan Dean Rusk, 1962’de, Soğuk Savaş’ın en sert dönemlerinden birinde, “Biz dünyanın tümüyle ilgilenmeliyiz” diyordu. ABD emperyalizminin mecburiyeti budur.

Bu bağlamda Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, “ABD’nin diğer ülkelerin iç işlerine müdahalesinin neo-emperyalist yaklaşımın sonucu olduğu”na[45] dikkat çektiği Venezüella konusunda; Amerika kıtasındaki 14 ülkeden oluşan Lima Grubu’nun, Meksika dışındaki üyeleri Arjantin, Brezilya, Guatemala, Guyana, Kanada, Kolombiya, Kosta Rika, Honduras, Panama, Paraguay, Santa Lucia, Şili ve Peru’nun dışişleri bakanlarının katıldığı ‘Venezüella’ başlıklı toplantının ardından 13 dışişleri bakanı adına konuşan Peru Dışişleri Bakanı Nestor Popolizio’nun Maduro’yu tanımayacaklarını açıklaması;[46] Venezüella Marksist Leninist Komünist Partisi (PCMLV) Politbüro Üyesi Manuel Luis’in, “Dış müdahale için yeni bir adım örgütleniyor,”[47] diye formüle ettiği yeni bir ABD tezgâhıdır!

I.2) VE DEZENFORMASYON

Söz konusu ABD oyunu dezenformasyon tezgâhında örülürken; emperyalist Batı medyası yanlış bilgilerin oluşturulup, pekiştirilmesinde başat bir rol oynuyorken; “Açıkça yanlış olmalarına karşın yalanlar, gerçekler bastırılarak saçmalıklar doğru olarak lanse ediliyor,”[48] diyor Tortilla Con Sal…

Venezüella konusunda şu bir gerçek; ABD-Batı kaynaklı haber ağlarının etkisi altında kalınıyor. Maduro’nun “diktatör” olduğu kabulüyle birlikte “kıtlık” ya da “açlık” da bu “dikta rejimi”nin sonucuymuş gibi sunuluyor. Oysa Venezüella yıllardır ABD’nin uyguladığı, Kanada, İsviçre ve Panama ile AB’nin de katıldığı acımasız yaptırımlarla çökertilmeye çalışılıyor. Önce bu görülmeli ve ardından da Maduro, yanlışları, eksiklikleri yüzünden elbette eleştirilmeli.

ABD’nin uluslararası hukuka göre yasadışı yaptırımları, Venezüella’da “rejim değişikliği”ni gerçekleştirme stratejisinin bir parçasıdır. Amaç, büyük petrol rezervleri ile diğer doğal kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek. Bu bilinmedik bir şey değil!

Ayrıca Venezüella yönetimi ABD çıkarları için büyük engel. Bu nedenle ABD yönetimleri pervasızca uluslararası hukuka ayırı yaptırımlarla boğmaya çalışıyor ülkeyi.

ABD’nin saldırıları Chávez’in ilk yıllarından itibaren Venezüella’yı istikrarsızlaştırarak bir “rejim değişikliği”ne yol açma üzerine kuruluydu. Bu, George W. Bush’un 2002’de Chávez’e karşı başarısız darbe girişimine de yol açtı. Darbe halkın desteğiyle atlatıldı ama milyarlarca dolarlık gelir kaybına yol açtı, hükümetin sosyal projeleri üzerinde yıkıcı bir etki yarattı.

Edward Snowden’ın ifşa ettiği gizli ABD hükümet belgeleri ve WikiLeaks sızıntılarında, ABD’nin Venezüella’da meşru yönetimi devirmek için gizlice finansal, politik, medya ve diplomatik faaliyetler içinde olduğu kanıtlanmıştı. Bunları hatırlamamak bugünü anlamayı zorlaştırır.

Yasadışı yaptırımlar konusunda ABD’nin nasıl çıldırdığına bakalım; Başkan Donald Trump’ın Venezüella’nın ABD’nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturduğunu belirten 2015 yürütme kararını yenilemesinin ardından, Şubat 2017, Mayıs 2017, Temmuz 2017, Ağustos 2017, Kasım 2017 ve Mart 2018’de Venezüella’ya karşı bir dizi yaptırım daha uygulandı. Bugüne kadar hiçbir ülke böylesine bir abluka altına alınmadı. Yaptırımlar 2018’de Venezüella’ya tam tamına 20 milyar dolar kaybettirdi. Bu birçok yatırımın gerçekleştirilememesi demek. Maduro’ya istenildiği kadar kızılsın ama bu da mutlaka görülsün.

“İyi de yoksulluk neden var” mı diyorsunuz hâlâ?

Amaç Venezüella ekonomisini tahrip ederek, kitlesel göçlere ve iç savaşa yol açmak. ABD’nin çok istediği “insani müdahale” için uygun ortam oluşacak böylece!

Bir başka gelişme daha var. Venezüella’nın komşusu Kolombiya’nın NATO’ya katılma kararı da ABD’nin bölgeye askeri erişimini artıracak. Bu “bölgesel barış ve istikrar için ciddi bir tehdit” olarak nitelendirdiği Venezüella için ABD kaynaklı tehdidin artması demek.

Yaptırımların sonucu olarak Venezüella hükümetinin eli kolu bağlı durumda. Nasıl mı? En basitinden şöyle; gıda başta olmak üzere temel ürünlerin dışalımı uluslararası ticaret kuralları kullanılarak engelleniyor. Bilmeyenlere anımsatayım, Venezüella’nın dışalıma yönelik tüm finansal işlemleri yıllardır bloke edilmiş durumda. Yurtdışındaki finansal varlıkları donduruldu örneğin. Ülkenin uluslararası bankalarda bulunan 2.5 milyar doları bloke edildi. Yabancı tekelleri devletleştirmesine ragmen Venezüella’da temel malların üretim ve dağıtımı hâlâ kapitalist azınlığın elinde. Piyasada yönetime karşı kullanılmak üzere özellikle yaratılan yoksulluk/yoksunluk bunların eseri.

Yaratılan ortamdan kaçarak komşu ülkelere sığınan(!) “milyonlarca” Venezüellalıdan söz edilmesi de büyük bir yalanın parçası. Ülkeden ayrılan bir kesim elbette var. Bu tür göçlere ilişkin eski İspanya Başbakanı José Luis Zapatero’nun değerlendirmesini anımsatalım önce. Zapatero, “Ben göçlerin ABD ve batı tarafından desteklenen ekonomik yaptırımlarla ilgisi olduğuna inanıyorum” demişti. Bunu aklımızda tutarak devam edelim: 2013- 2017 yılları arasında 1.5 ila 2.3 milyon arası insanın Venezüella’dan ayrıldığı ileri sürüldü. Birleşmiş Milletler Mülteciler Dairesi bu rakamları açıklarken, ayrılanların uyruğunu göz önünde bulundurmadı. Dolayısıyla bu rakamlar gerçek değer olarak kabul edilemez. Oysa (Venezüella’ya düşmanlıkta ABD ile yarışan) Kolombiya’nın Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tarafından Temmuz 2017’de yayınlanan bir raporda, 2016 sonunda, Venezüella’dan “ayrılanların” yüzde 67’sinin üç Kolombiya sınır kentine gittikleri vurgulandı. Aynı kurumun raporuna göre gidenlerin yüzde 92’si yeniden döneceklerini açıklamıştı…

Ama gider gitmez dönenler de var. 3 binden fazla göçmen Venezüella hükümetinin hazırladığı Patria (Vatan) Projesi ile geri döndüler. Peki son beş yılda 5 buçuk milyondan fazla Kolombiyalının Venezüella’ya kaçtığından haberi olan var mı?

Sağlıktaki korkunç engellemelere gelince: Venezüella’da yaptırımlar yoluyla yönetimi devirmek Amerikan stratejisinin bir parçası. Bu yaptırımların halka yansıması özellikle temel sağlık maddelerinde, ilaçlarda görülüyor. İlaçların ülkeye sokulmadığını kaç kişi biliyor?

Maduro yönetiminin Chávez’in sağlık politikalarına sadık kaldığı, inanılmaz çaba gösterdiği ne kadar biliniyor? Şu engellemeler Maduro’yu suçlayanları düşündürtür mü acaba biraz olsun? Temmuz 2017’de, ABD bankası Citibank, 450.000 kayıtlı hastanın ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Venezüella’nın 300.000 insülin dozu ithalatı için yapacağı ödemeyi kabul etmedi.

Maduro hükümetinin aşı almak için UBS İsviçre bankasına fon yatırması engellendi, ülkenin başarılı giden aşılama programları sabote edildi. Kasım 2017’de, uluslararası ilaç şirketleri Baster, Abbot ve Pfizer, kanser ilaçları için ihracat sertifikaları vermeyi reddetti ve Venezüella’nın bunları satın alması imkânsız hâle getirildi.

2018’de, Venezüella hükümetinin 15.000 hastanın ücretsiz tedavi edilmesine yönelik diyaliz tedariki için uluslararası bir hesap üzerinden 9 milyon dolarlık ödemesi, ABD yaptırımı nedeniyle engellendi. Ve tedavi hizmeti yapılamadı. Yaptırımlar gerçeğini görmeden Maduro ve yönetimini suçlamak vicdansızlık olur.[49]

Bu ve benzerlerinden haberdar olmadan; soru(n) yerli yerine oturtulabilir mi?

II. AYRIM: ULUSLARARASI BAĞLAM

Sınıflı sömürücü dünya düzen(sizl)iğinin tarihinde hep, “büyük balığın küçük balığı yutması”, “güçlünün zayıftan beslenmesi”; muhtelif “gerekçeler” ile “normal” olarak sunulup; emperyalistler tarafından bu hâle “denge” bile denil(ebil)miştir! 

Emperyalizm, kapitalist güçlülerin yayılma ve hükmetme ihtirası yanında yerküreyi durmadan paylaşmaları vahşetiyken; aktörler (Rusya ve Çin ile) çoğalmıştır.

Yeri gelmişken anımsatmadan geçmeyelim: Uluslararası ilişkilerde “gönlünüz”, o ya da bu güçten yana olabilir; ama bu, büyük aktörlerin ve amaçlarının -ne olursa olsun!- daima emperyalist olacağı gerçeğini değiştirmez, değiştiremez.

Bu bağlamda Venezüella meselesinde herkes hariçten gazel okuyorken; her büyük gücün, hükümetin ayrı, ayrı hesabı olduğu unutulmasın.

ABD’nin burnunun dibindeki Venezüella’da Çin’in, Rusya’nın nüfuz alanı yaratmasını engellemek için Maduro’yu gönderecek her türlü muhalif hareketi destekleyeceği ortadayken; ABD Dışişleri Bakanı Pompeo da sosyal medyada Venezüellalılara seslenirken, “Sizlere en az 20 milyon dolar tutarında insani yardım yapmaya hazırız” dedi. “Maduro’yu devirirseniz” diye eklemesine gerek yoktu tabii!

Öyleyse Venezüella’nın bir uluslararası ilişkiler meselesi olduğu ve III. Büyük Bunalım ile bağıntılı olduğu görülmeli; dünya ekonomisi bir durgunluk hatta bir depresyon döneminin eşiğinde ve savaş davullarının sesi giderek yükseliyorken…

ABD, 2003’de, Batı ekonomilerinde bir depresyon başlamak üzereyken Irak’a saldırdı. Ortadoğu yeniden yapılandırılacak, ABD de bir küresel imparatorluk olduğunu kanıtlayacaktı. Bir milyondan fazla ölüden, 2 triyon dolarlık faturadan sonra, bu projenin etkilerinden biri ABD hegemonyasını daha da zayıflatmak, öteki de 4 yıl sonra büyük mali krizle sonuçlanan bir mali genişlemeyi tetiklemek olmuştu.

ABD’de Trump yönetiminde dış politikada yeniden etkin olan Neo-Con ekip bu kez, Çin ve Rusya’nın, Monroe doktriniyle ABD’nin nüfuz alanı olarak belirlenmiş Latin Amerika’da gittikçe gelişmekte olan etkilerini kırmak için hızla ilerliyor. Bu kez, Neo-Conların hedefi Venezüella.

Venezüella da Irak gibi enerji ve mineral zengini bir ülke. Irak’tan farklı olarak, Veneüzella’da halkçı ve anti-emperyalist karakterli Maduro rejimi var. Ancak, bu rejimin, petrol fiyatlarındaki gerilemelerin, kapitalist sınıfın gittikçe artan direnişinin, ABD ambargolarının etkilerinin karşısında ülkenin derin bir toplumsal krize düşmesini engelleyemediği görülüyor.

Kapitalist sınıf sonunda, Maduro rejiminin karşısına kendi alternatifini koydu. ABD, Kanada, 12 Latin Amerika ülkesi, Avrupa Birliği ülkeleri bu alternatif iktidarı desteklediler ve Maduro’yu gayri meşru ilan ettiler. Böylece ülke, bir iç savaşın eşiğine geldi.

İlk bakışta, ABD açısından, bir askeri müdahale için koşullar, Irak’takinden çok daha uygun. Örneğin ABD Irak’a saldırdığında ülke ikiye bölünmüş değildi. Bu nedenle işgale karşı direniş bastırılamadı. ABD bir Şii – Sünni iç savaşını tetikleyerek kendisine bir manevra alanı açmaya çalıştı. Venezüella’da daha baştan ABD yanlısı güçlü bir toplumsal hareket var. ABD, Venezüella’da bir iç savaşın tarafı olabilir.

ABD Irak’a saldırdığında bölge ülkelerinden aktif destek alamadı. Türkiye, o zamanlar bir parlamenter rejime sahip olduğundan, Irak’a kuzeyden giriş projesi Meclis’ten geçmedi. Buna karşılık, günümüzde Venezüella’nın komşuları, faşist Bolsonaro yönetimindeki Brezilya (Latin Amerika’nın en zengin ülkesi) ve yine aşırı sağcı bir rejimle yönetilen Kolombiya, Venezüella’da bir rejim değişikliği, hatta iç savaş sürecine ABD’nin yanında katılmak için sabırsızlanıyorlar.

Ancak 30 milyon nüfuslu, sınıfsal temellerde kutuplaşmış Venezüella’da, bir ABD müdahalesinin, yüz binlerce insanın canına mal olma riski bir yana, nükleer silahlara sahip ABD, Rusya ve Çin’i karşı karşıya getirme olasılığı çok güçlü.

Rusya ve Çin’in Venezüella’da ABD’yi tedirgin edecek düzeyde askeri, ekonomik, stratejik yatırımları var. Aralık sonunda, Rusya’nın 5500 km menzilli, nükleer başlıklı Kruz füzeleri taşıyabilen stratejik bombardıman uçakları Venezüella’yı ziyaret ediyordu. Uçaklar dönerken, ABD hava sahasına adeta değerek geçmişler. Rusya, Venezüella’da kalıcı bir üs elde etmeye çalışıyor. Çin, Venezüella’ya 65 milyar dolar borç verdi. Bu yolla enerji ve mineral kaynaklarına ulaşmaya başladı. Çin’in, Guarico’daki Manuel Rios hava üssünde bir uydu izleme istasyonu var. ABD’de Council on Foreign Relations, Gatestone Institute, Harp Akademileri gibi dış politika üreten kurumlarında uzmanlar, başka Latin Amerika ülkelerine de nüfuz etmeye başlamış olan Çin’i ve Rusya’yı çok geç olmadan bölgeden tamamen çıkarmak gerektiğini savunuyorlar.

Bu sırada, dünya ekonomisi yeni bir yavaşlama, hatta önceki mali krizden kalmış sorunları da düşününce, belki de bir depresyon dönemine giriyor. Güneydoğu Asya denizlerinden Ortadoğu’ya, Ukrayna’dan Afrika’ya, büyük güçler arasındaki ekonomik, teknolojik, nüfuz alanları rekabeti giderek sertleşiyor. Yeni bir nükleer silahlanma yarışı başlıyor. “Siber uzayın”, daha şimdiden bir açık savaş alanına dönüştüğü anlaşılıyor. Kısacası karşımızda “Tükidides tuzağı” tanımına uygun, girift ittifaklarla örülmüş patlayıcı bir karışım var.

Venezüella’daki gelişmelerin, bu patlayıcı karışımı ateşleyecek bir fünyeye dönüşme olasılığı hızla artıyor.[50] Çünkü Venezüella’daki gelişmeler karşısında bir yanda ABD’nin, diğer yanda Rusya ve Çin’in olduğu bir saflaşma var. Rusya ve Çin’in Venezüella ekonomisiyle kurduğu ilişkide enerji ve ekonomi önemli bir noktada yer alıyor. ABD’nin Venezüella’ya dönük tutumunda da bu iki rakibin burnunun dibinde genişleyen stratejik varlığı, etkili faktörlerden biri…

Venezüella’da devam eden siyasi çalkantının dozu artıyor. ABD’nin Meclis Başkanı Juan Guaidó’yu geçici başkan olarak tanımasının ardından dünyadan farklı tepkiler geldi. AB, Latin Amerika ülkeleri ve Kanada ABD’nin yanında yer alırken Çin, İran, Rusya ve Türkiye gibi ülkeler, Maduro’nun arkasında saf tuttu. Bu siyasi kutuplaşma içinde söz söylenen alanların başında Venezüella ekonomisi geliyor. Çin ve Rusya’nın Venezüella ile kurduğu ilişkinin dayanışmanın ötesinde maddi ve stratejik önemi var; ABD müdahalesinin de bu faktörleri gözeten bir yanı…

Venezüella ekonomisine dönük analizlerin ortak noktası ülkenin sahip olduğu petrol rezervi. Venezüella’nın dünyanın en büyük rezervlerine sahip olduğu bilgisi doğru. Ancak kanıtlanmış rezervlerin varlığı kendiliğinden maddi varlığa dönüşemez. Rezervlerin ulaşılabilirliği, bulunduğu derinlik, jeolojik yapı, rezervlerin niteliği, gerekli teknik ekipman ve kalifiye personel, yüksek teknoloji ve yatırım, rezervin maddi bir değere dönüşmesinin belli başlı şartları.

Petrol zengini diğer ülkelerde görüldüğü gibi Venezüella’nın da ihracatının büyük bölümü petrole dayanıyor. İhracat fazlası veren pek çok üretici ülke, enerjiden gelen gelirlerinin bir kısmını rezerv, istikrar, varlık gibi çeşitli adlar altındaki fonlarda biriktiriyor. Bu fonların amacı, küresel piyasada cazip yatırımlara girişmenin yanında petrol fiyatlarında yaşanacak sert bir düşüş karşısında ekonomiyi yeniden ayağa kaldırmak… Enerji gelirlerinin ne kadarının biriktirileceği ne kadarının harcanacağı, ülkelerin ekonomik ve sosyal durumuna göre değişim gösteriyor. Örneğin 2014’ten itibaren hızla düşen petrol fiyatları karşısında Rusya ve Suudi Arabistan ekonomileri için fonlarını seferber etti. Peki Venezüella’da durum nasıl gelişti?

Chávez iktidara geldiği 1999’dan itibaren petrol üretimini artırmaya dönük hamleler yaptı. Bolívarcı Devrim’in misyon olarak anılan ayağında yoksulluk içinde yaşayan halkın insani koşullara kavuşması için gerekli olan sağlık, eğitim, sosyal hizmetler, petrol gelirleri üzerinden finanse edildi.

Venezüella ekonomisi 2014’te petrol fiyatlarının 100 dolardan 60 dolara gerilemesiyle sarsılmaya başladı. Söz konusu dönemde OPEC’e acil kesinti çağrısı yapan iki aktörden biri Venezüella diğeri İran’dı. 2016’da petrolün 30 doların altını görmesi Venezüella ekonomisinin de dibe vurmasına zemin yarattı. Enflasyon, işsizlik ve şiddet olayları tırmanmaya başladı. Gıda gibi hayati ürünlerin stoklanmaya başlanması da bu dönemde baş gösterdi. 2014’ten 2019’a Venezüella ekonomisinin durumu daha iyiye gitmedi. 2017’de gelen ABD ambargosu, can çekişen hastaya suni teneffüsün kesilmesi anlamına geldi ve kötü olan durum felaket boyutuna taşındı. Örneğin Karakas, 2018’de 19 devlet tahvili için ödemesi gereken 19 milyar doları ödeyemedi.

Chávez iktidarı boyunca ülkesinin ekonomik ve sosyal olarak geri kalmışlığında ABD’nin rolünün altını çizen bir isimdi. Bu nedenle ABD’ye alternatif olacak şekilde farklı devletlerle ilişkiler geliştirmeye çalıştı. Bu devletlerin başındaysa Çin ve Rusya geliyordu. Rusya enerji şirketleri üzerinden Venezüella’daki varlığını perçinlerken, Çin kreditör olarak kesenin ağzını açandı. 2007’den bu yana Çin, Venezüella’ya 70 milyar dolar düzeyinde borç verdi. Borcun büyük bir kısmı Venezüella’nın petrol üretimini canlandırmaya dayanıyor. Dikkat çeken hem Rusya hem Çin’in verdiği borcu petrolle tahsil etmesi. Örneğin 2017’de Çin’e olan borcunu ödemek için Venezüella petrol üretiminin yüzde 28’ini yani 435 bin varili, günlük olarak Çin’e aktardı. Rusya da petrol almanın yanında özellikle borçları karşılığında Rosneft’in ülkedeki varlığını kalıcılaştırma gayretinde oldu. Örneğin 2018 yazında gönderilen 3.5 milyar dolarlık teknik yardımın büyük bir kısmı Rosneft üzerinden aktarıldı.

En büyük kreditör Çin ise tıpkı Rusya gibi enerji şirketleriyle sahada boy gösteriyor. Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC) ile Venezüella Ulusal Petrol Şirketi (PDVSA) pek çok sahada ortak çalışma için anlaşma imzaladı. Bunun yanında yine CNPC, Petrolera Sinovensa’nın yüzde 9’unu yakın dönemde aldı. Çin Kalkınma Bankası, Venezüella petrol sektörünün kalkınması için Temmuz 2018’de 250 milyon dolarlık borç verdi. Ancak saha uzmanları günlük 100 bin varillik üretim artışı için yıllık 4 milyar dolar yatırım gerektiğini ifade ediyor. Çin açısından Maduro’nun Venezüella’sı, Latin Amerika’da etki alanını genişletmenin yanında ucuz petrol ve koltan (akıllı telefonlarda kullanılan bir cevher) için de uygun bir adres.

Dahası Rusya ile Çin, her borç verdiklerinde stratejik maden bölgelerinde şirketlerinin lisans ve çalışma izni almasını da sağlamış durumda. Çin’in 70 milyar doları bulan alacaklarına karşılık limanlardan pek çok stratejik sahaya kadar Venezüella’da varlığını kalıcı kılacak adımlar attığı anlaşılıyor.

Çin ve Rusya’nın yüksek perdeden Maduro yanlısı bir tutum almalarında küresel politikalarındaki konumlarından bölgesel hesaplara kadar pek çok faktör etkili oluyor. Dahası ABD’yi frenleme ve müdahalelerini açık etme açısından her iki aktör Venezüella örneğini gündemde tutacak. Ancak Venezüella ile iki devletin kurduğu borç ve enerji ilişkisi, Pekin ve Moskova’nın dış politika manevralarının anlaşılmasında önemli bir yerde duruyor. Ayrıca ABD müdahalesinin zamanlaması ve nedenleri konusunda da önemli ipuçları sunuyor.[51]

Bunların yanında bugünkü durumu daha özgün kılan noktalardan birisi de, saldırının Latin Amerika’daki sol dalganın tüm uçlarının kırılmasına yönelik topyekûn bir saldırının parçası olarak gerçekleştirilmesidir. 

Brezilya’da yargı darbesiyle birlikte ilerleyen sürecin sonunda Lula ile başlayan sol ve görece bağımsızlıkçı politikalar uygulamaya çalışan iktidara son verildi. Latin Amerika’nın en önemli merkezlerinden birisi olan Brezilya’da şimdi Amerikancı faşist Jair Bolsonaro iktidarda. Brezilya’nın Trump’ı olarak adlandırılan ve bu sıfatı sonuna kadar hak eden Bolsonaro iktidara gelir gelmez, sosyalizmin tüm damarlarını keseceğini ilan etmişti. ABD, Latin Amerika’nın sol, bağımsızlıkçı iktidar kuşağındaki kırılmalar, zayıflamaları da fırsat bilerek şimdi Latin Amerika’yı tümüyle düşürmek üzere keskin bir saldırı dalgasını başlattı. 

Gerçekten de, “ABD’nin ve bölge ülkelerinin Venezüella’daki siyasi yapının ortadan kaldırılması için gayet önemli motivasyonlarının olduğunu yadsımamak gerekli. Kolombiya’da iktidardaki milliyetçi muhafazakâr Uribeci sağ, FARC-EP ile yapılan barışı sabote etmek ve anlaşmanın bir kısmını uygulamamak tutumunu genişleterek ELN ile yapılan görüşmelere de son verdi. ELN gerillalarının çoğunlukla bulunduğu ülke olan Venezüella’daki rejim değişikliği, ELN’yi de askeri yollarla ortadan kaldırmanın önünü açacaktır. Brezilya’da ise ırkçı sağ iktidarın politik referans noktalarından birisinin “Brezilya’yı tehdit eden komünizm tehlikesi” olması, komşusundaki bu rejim değişikliğine aktif destek vermesini sağlıyor. Aslında Venezüella’nın bölgedeki tüm sağ ve muhafazakâr gruplar için bir referans noktası olduğunu unutmamak gerekiyor.[52]

Bunlar böyleyken, ‘The Wall Street Journal’ın, hükümet içi kaynaklara atıfta bulunarak rapor ettiği gibi, Venezüella’dan sonra sıra Küba ve Nikaragua’ya gelecektir![53]

III. AYRIM: NASIL VE NEREDEN NEREYE?

“Nasıl ve nereden nereye?” sorusunun itinayla açıklanıp, yanıtlanması gereken Venezüella’daki mevcut hâlin, elbette bir tarihi vardır ve soru(n)lar ile yanıtlar da buradan itibaren aranmalıdır.

Perrerina Dönemi’nde (insanların köpek etiyle karınlarını doyurmak zorunda kaldıkları yılları) yaşayıp; 1989’daki Caracazo İsyanı’na (3.000 kişinin yaşamını yitirdiği halk ayaklanmasına) müracaat eden[54] Venezüella’da, “İlk kıvılcımı beklenmedik bir kişi çaktı. Düşük rütbeli bir asker olarak darbeye kalkışmıştı Chávez, 1998’de popülist vaatleriyle devlet başkanı seçildi,”[55] der Hugo Chávez için Gülriz Ergöz…

Kim ne derse desin: Latin Amerika’da 1998’de Chávez’in iktidara gelişi, sol popülist bir dalganın yükselişini işaretledi. Bu popülist-parlamenterist çizginin kökleri 1989’daki Caracazo İsyanına dayanıyordu.

Hatırlanacağı üzere: 1989’un Şubat’ında zamanın Devlet Başkanı Carlos Andres Perez “neo-liberal ekonomik paket” açıklar. Paketten ilk çıkan petrol ürünlerine yüzde 100 zamdır. Zammın ertesi günü 27 Şubat 1989’da, işe gitmek güneşle birlikte evlerinden çıkan işçi ve emekçiler, otobüs biletleri fiyatlarının da iki katı arttırıldığı haberiyle sarsılırlar. İlk isyan Guarenas’ta baş gösterir. Eski bir yerli yerleşimidir Guarenas, tekstil işçileriyle, kayıt dışı çalışanların bölgesidir. Otobüsler yakılır. İnsanlar sokaklara çıkmaya başlar. Hükümet, polisi ve milli muhafızları halkın üzerine salar.

Yoksulları sönmüş küller gibi üfleyerek dağıtacaklarını sananlar yanıldı o gün, devletin saldırısı koru ateşe çevirir, kıvılcımları diğer kentlere de sıçrarken, yoksullar, önce otobüsleri, sonra sokakları, ardından dükkânları işgal etti. Hükümet, halkın üzerine orduyu gönderdi ve çoğu başkent Caracas’ta olmak üzere resmi iddialara göre 372, gerçekte ise 3 bine yakın kişi yaşamını yitirdi. 27-28 Şubat 1989 günleri tarihe “Caracazo” olarak geçti.

“Guarenas, dünyada neo-liberal ekonomik paketlere, IMF’ye ve Dünya Bankası’na başkaldıran ilk kenttir,” demişti Chávez…[56]

27 Şubat 1989’da başlayan Caracazo İsyanı siyasal senaryoyu tamamen değiştirdi. Caracazo, ülkedeki ekonomik felakete verilen bir yanıttı. Bambaşka vaatlerle iktidara gelen sol partilerin neo-liberal politikaları benimsemesine bir tepkiydi. Bu isyan aynı zamanda bir devlet ve hegemonya kriziydi. Bu isyanın ardından yapılan 1993 seçimlerine radikal sol partiler bile reformist programlarla girdiler. Siyaset sahnesi böyle karmaşıklaşmışken tabandaki halk hareketleri büyüyordu. 1992’deki asker-sivil gerilimi de bu karmaşayı artırdı. Halk hareketleriyle asker arasındaki ilişki ise her zaman karmaşık ve zorluydu.

Bu dönemde iki yol vardı: ayaklanma veya seçimlerle iktidara gelme. Chávez seçim yolunun daha doğru olduğunu düşündü ve askerle anlaşmaya vardı. Çoğu insan bu kararı ilk başta eleştirse de sonradan kabul etmek zorunda kaldılar. Anayasa Meclisi kurulması, ulusun yeniden oluşturulması gibi önerilerini de kabul ettiler. Seçimlerin ardından sonunda Bolívarcı hareket başkanlık koltuğunu kazandı, ama devletin gücü ve yönetimi hâlâ ellerinde değildi. Chávez iktidara geldiğinde sözlerini tek tek tutmaya başladı. Önce devrimci süreci hızlandıran Anayasa Meclisi’ni kurdu. İlk reformlar çok ufaktı, ama önemliydi. Devlet aygıtlarının neredeyse tamamıyla büyük çatışmalar yaşadılarsa da Dördüncü Cumhuriyet’i tarihin tozlu raflarına kaldırmayı başardılar.

Bu süreç epey karmaşıktı… 2002-2003 kesiti, epey gergin yıllardı. Ülke iç savaşın eşiğindeydi. Patronlar Grevi boyunca hükümet tamamen parasız kalmıştı. Bu süreçte Chávez hükümetini ayakta tutan şey ise tabandan hareketler, tabandan aldığı destek oldu…

III.1) CHÁVEZ’Lİ YILLAR

Hugo Rafael Chávez Frías… Ölümünden yıllar sonra bile, Venezüella’daki kapışmanın üzerine kurulu olduğu kişilik.

Chávez, bir “devrim” gerçekleştirdiğini ve devrim süreçlerinde, güçlü liderliğin sorgulanmaması gerektiğini iddia ediyordu. Destekçilerine göre de, “halkı iktidar yaptı”; petrol zengini ülkenin servetini “halka” açtı, seçkinler sultasını noktalayarak, ezilen sıradan vatandaşa sosyal haklarını verdi. Neo-liberal sisteme alternatif yeni bir ekonomik düzen oluşturduğu savı, Chávez’in başkanlık dönemlerinin başında çok kuvvetli değildi; ancak, bu söylemin dozu zaman içinde giderek arttı.

Dünya düzenine kafa tutan, adaletsizliğe karşı savaşan lider imajını vurgulayan tavrı ön plana çıkar oldu, giderek de sertleşti. Öte yandan, 2004-2008 arası, “Chávismo” dönemi, işsizliğin düştüğü, insani gelişim endekslerinin de yükseldiği bir dönem oldu; sağlık hizmetleri ve eğitime erişim arttı. Daha önceleri, temsil hakkı olmayan kesimler, kendilerine söz hakkı verildiğini gördüler.

Evet Chávez ve yaptıkları önemliydi; ancak, “Chávez ne bir proletarya hareketinin başındaydı ne de sonradan ‘XXI. Yüzyıl Sosyalizmi’ adı konan ilerici ama kapitalizmin sınırlarını aşmayan düşüncelerine dayalı bir mücadele programından daha fazlasına sahipti. Ama anti-emperyalist bir Bolívarcı’ydı ve yaptığı işin farkındaydı. Programının adını ‘sosyalizm’ olarak koysa bile, işçi sınıfı ve hareketine dayanıp sosyalizmin inşasına girişmedi; ama halka dayanması gerektiğini, dayanmazsa devrileceğini biliyordu.

Kapitalizme saldırmadı, ama petrolü silah olarak kullandığı anti-emperyalist yönelimiyle halkın durumunda belirli iyileştirmeler sağlayabildi ve halk içinde örgütlediği komitelere dayanıp yoksulların desteğini alabildi. Chávez petrol gelirlerini artırarak özellikle sübvanse ettiği gıda maddelerinin fiyatlarını düşürdü. Sağlık ve eğitime ayrılan bütçeyi artırdı…

Chávez tekellerin ellerinde tuttukları bankalar, sanayi yatırımları ve dış ticaretle enerji ve madenlerin mülkiyetine el koyma ve ülke ekonomisini toplumsallaşmaya girişmemiş, ama belirli ulusallaştırmalar da yapmıştı. Önemlisi, BP, Exxon Mobil, Total ve Chevron gibi enerji tekellerinin işlettikleri petrol bölgelerini kamulaştırmış, OPEC işbirliğiyle düşük petrol fiyatlarını yükseltmek için çaba göstermiş ve başarmıştı. Petrol ihracatı karşılığında on milyarlarca Dolarlık kredi alınan Çin gibi ülkelere de yayılarak, ABD’ye satışında varili 10 dolara kadar düşen fiyatlar, örneğin 2012’de 40 dolara çıkmış, Chávez atılımlarının finansmanını sağlar olmuştu.”[57]

Bu düzlemde Devlet Başkanı Chávez’in önderlik ettiği “Bolívarcı Devrim”in ilk yıllarından itibaren uluslararası müdahale ve darbe girişimleri eksik olmadı

“Bolívarcı Devrim”in önemli hedeflerinden biri, özellikle enerji alanında ulusallaştırma, ekonomik ve sosyal programlarla kaynakların yoksullar için kullanılmasıydı. Bununla beraber, ham petrolün işlenmesinde yeterli teknolojik gelişmeyi sağlayamayan ülke, 2012-2013’ten itibaren petrol fiyatlarındaki ciddi düşüş ve finansal piyasalarda kendine uygulanan yaptırımlarla birlikte ciddi bir darboğazın içine girdi.

Muhalefetin lideri konumuna yerleşen, Ulusal Meclis Başkanı Guaidó’nun ekonomi politikasında ise geniş kapsamlı özelleştirme politikaları, yabancı sermaye girişi ve serbest piyasanın önünün açılması gibi maddeler bulunmaktayken; İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Ertan Erol da, sürecin ABD ve müttefiki olan bölge ülkeleri tarafından planlı bir şekilde ilerletildiği görüşünde ve “Chávez iktidara geldiğinden bu yana kendini konsolide eden bir muhalefet olduğunu görüyoruz. Buna karşın, katılımcı demokrasi uygulamaları devam etse de ekonomik yapıda sosyalizm yönünde sağlıklı bir dönüşüm sağlanamadı” diyor.[58]

Chávez’in 1999’da başkanlık görevini üstlenmesinin ardından, halkçı yönetiminin yürüttüğü politikalar nedeniyle ülke “Cubazuela” biçiminde adlandırılır olmuştu.

Kolay mı? O, ‘Bolívar-2000’ adlı ‘Yoksullukla Mücadele Programı’nı hızla uygulanmaya koymuş; Venezüella tarihinde ilk kez anayasa halk oylamasıyla değiştirmişti.[59]

Yani Chávez’in iktidara gelmesi ile Venezüella önemli bir sosyoekonomik dönüşümün içine girmişti. Doğal kaynaklar zengini ülkenin yüzde 50’sine yakını yoksulluk koşullarında yaşamaktayken, Chávez idaresi petrol ve gıda ürünlerinde sübvansiyonları arttırarak, sosyal ve ekonomik programlar uygulayarak, eğitime ve sağlık hizmetlerine katılımı arttırarak 2012’ye kadar yüzde 27’ye düşürebilmişti.[60]

Yoksulluk sınırı altında yaşayan insanlar 2003’te nüfusun yüzde 54’ünü oluştururken, 2008’de yüzde 26’ya düştü. Mutlak yoksulluk sınırı altındaki insanların sayısı da yüzde 80 azaldı. İşsizlik yarı yarıya azalıp yüzde 15’ten yüzde 7.6’ya indi. Eğitimin bütçedeki payı 1998’deki yüzde 3.4’ken 2006’da yüzde 5.1’e yükseldi. Sağlık harcamaları 2000’de yüzde 1.6 iken 2006’da yüzde 7.7’ye ulaştı.[61]

Chávez sosyal projelerle desteğini perçinledi. Petrol fiyatlarındaki yükselişle eğitim, sağlık, konut edindirme projelerini kolayca hayata geçirdi. Yetişkinler için açılan kurslarla okuma yazma oranı yüzde 99’a yükseldi. İşsizlik yüzde 16’dan yüzde 6’ya geriledi. Yoksulluk oranı yüzde 28’den yüzde 5’e düştü.[62]

Venezüella on yıl içinde sosyal harcamaları yüzde 60.6 oranındayken (772 milyar dolar) artırdı;[63] yoksulluğu yüzde 44, eşitsizliği yüzde 54 oranında düşüren Venezüella bölgenin en düşük eşitsizlik düzeyine sahip ülkesi oldu…

Hükümetten önce sadece 387 bin kişi emeklilik aylığı alırken, Chávez döneminin başlangıcından sonra, yüzde 66’si yani 2.1 milyon kişi yaşlılık aylığı aldı.

Çocuk ölümlerinin oranı binde 25’ten binde 13’e düşürüldü. Nüfusun yüzde 96’sinin temiz suya ulaşımı sağlandı. 1998 yılında 10 bin kişiye düsen doktor sayısı 18’den 58’e yükseldi.

Kreşlerden üniversite eğitimine kadar tüm eğitim parasız: Çocukların yüzde 72’si devlet kreşlerine devam ediyor, okul çağındaki çocukların yüzde 85’i okula gidiyor; yeni ya da yenilenmiş binlerce okula sahip (bunların arasında 10 yeni üniversite var). Ülke üniversite öğrencilerinin oranı açısından, dünyada beşinci, Latin Amerika’da ikinci sırada yer aldı. Her üç Venezüellalıdan biri, herhangi bir eğitim programına kayıtlı.[64]

6 yılda 19 bin 840 evsiz sokakta yaşamaktan kurtarıldı.

Bebek ölümleri bin kişide 25 iken (1990’da), bin kişide 13’e (2010’da) düşürüldü.

Nüfusun yüzde 96’sı gibi etkileyici bir kesimi, şimdi temiz suya sahip oldu. 1999’da ülke nüfusunun yüzde 82’si temiz içilebilir suya erişebiliyorken şu an bu oran yüzde 95’ti.

Devletin yapmış olduğu sosyal harcamalar başkan Chávez döneminde yüzde 60.6 oranında yükselmişti. 

1999’da 250.000 çocuk okullarında ücretsiz öğlen yemeği yiyebiliyorken bu sayı günümüzde 5 milyona çıkmıştı. 

Düzenli gıda alamama problemi 1998’deki yüzde 21 oranından 2012’de yüzde 3 seviyesine düşmüştü.

İşsizlik oranı 1998’deki yüzde 15.2 seviyesinden aşağı çekilerek 2012’de yüzde 6.4’e indirilmiştir. Toplamda 4 milyon iş yaratılmıştı.

Asgari ücret 1998’deki seviyesi olan 100 Bolívar’dan, 247.52 Bolívar’a yükseltilmişti. Bu da yüzde 2000 oranında bir yükselme ile bütün Latin Amerika’daki en yüksek asgari ücrete tekabül etmişti.

6 yıl boyunca 19 bin 840 evsiz insana özel bir program aracılığıyla hizmet verildi ve sokaklarda yaşayan hemen hiçbir çocuk kalmadı.

1998’de eğitim sistemine getirilen evrensel erişim yapısı beklenen sonuçları getirdi. Misyon Robinson 1 olarak adlandırılan sistem yardımıyla 1.5 milyon Venezüella vatandaşı okuma yazmayı öğrendi.

2005’de UNESCO verilerine göre Venezüella’da okuryazar olmayan kalmadı.

1998’de eğitim alan çocukların sayısı 6 milyon civarında iken 2011’de 13 milyona ulaşarak yüzde 93.2’lik orana yükseldi. 

Misyon Robinson 2 ülke nüfusunun tamamını ortaöğrenim seviyesine getirmeyi amaçlıyordu. Ortaöğretim seviyesi 2000 yılındaki yüzde 53.6 seviyesinden 2011’de yüzde 73.3 seviyesine yükseldi.

‘Ribas’ ve ‘Sucre Misyonları’ ise on binlerce gencin üniversite eğitimi almasını sağladı. Bununla birlikte 2000 yılındaki 895.000 üniversite mezunu sayısı 2011’de 2.3 milyona yükseldi. Sadece mezun sayısı değil aynı zamanda Üniversite sayısı da çoğaldı. 

1 yaş altı bebek ölüm oranı 1999’de binde 19.1 oranında iken 2012’da binde 10 seviyesine düştü. Bu da bebek ölümlerinde yüzde 49 düşüş demektir.

1999’dan 2011’e kadar fakirlik oranı yüzde 42.8’den yüzde 26.8’e düştü ve çok fakir oranı ise yüzde 16.6’dan yüzde 7’ye çekildi.

III.2) “XXI. YÜZYIL SOSYALİZMİ” (Mİ!): SORU(N) NE?

Bütün bu olgulara  karşın bir soru(n): “Venezüella sosyalist mi?” Elbette değil!

“Venezüella kapitalist bir ülke. Chávez’le denenen ise kapitalist bir ülkede halk yararına, halkın olabildiği kadar eşitlikçi temsiline dayanan sol bir iktidar. Kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldıracak gücü (niyeti de) olmayan bir denemedir yapılan. Bu ülkedeki ‘sosyalizm’ XX. yüzyıldaki Rusya ya da Küba’daki sosyalizm modelini takip etmedi hiç bir zaman. Bizim anladığımız sosyalizm ‘aşağıdan yukarıya sosyalizm’dir ve Marx ile Engels’in sosyalizmi budur. Venezüella’da olan bu değildir.

Katılımcı demokrasi ve insan hakları konusundaki ilerici diline rağmen, 1999 Chavista anayasasının 15. maddesinde özel mülkiyete önemli bir koruma sağlanmıştır, unutmayalım. Kritik petrol sektöründe devlete ait bir şirket hâkimdir, ancak gıda ithalatı ve işleme işlemleri, ilaç ve otomobil parçaları gibi diğer önemli endüstriler hâlâ özel sektör tarafından kontrol edilmektedir. Sol bir hükümet olarak Chávez hükümeti, 2000’li yılların başlarında petrol gelirlerini kullanarak, milyonlarca fakir Venezüellalıya başta sağlık alanında olmak üzere birçok hizmet götürdü. Chávez’in ve elbette Maduro’nun en değerli yanı ABD’ye ve liberal ekonomik doktrinlerine karşı -açıkça kapitalizme- muhaliflikleridir.”[65]

Chávez, militan kitle desteğini arkasına alarak halkçı sosyal reformları hayata geçirdi. Petrolün kamulaştırılması, toprak reformu, yoksulluğa karşı mücadelede önemli adımların atılması, emekçi kitlelerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi, sağlık, eğitim ve barınma konusundaki anlamlı başarılar vb., emekçilerin “Bolívarcı İktidar”a olan umutlarını ve desteğini güçlendirdi. Bunlar emperyalist yağmanın sınırlandırılmasıyla birleştirildi. ABD’ye kafa tutuldu, Küba desteklenerek üzerindeki kuşatma yarıldı. Kıtadaki “sol” hükümetlerle cepheden dayanışma yükseltildi, sol ajitasyon etkin şekilde kullanıldı, vb…

Bu ilerici-halkçı adımların önemi küçümsenemese de, bunların anti-kapitalizmle, sosyalizme yürüyüşle uzaktan yakından alâkâsı yoktu. “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” adına yapılan, kapitalizmi kısmi reformlara tabi tutmaktı. 20 yıllık “Bolívarcı Devrim”e rağmen kapitalist mülkiyet ilişkileri ve burjuva devlet aygıtı yerli yerinde duruyordu. İşbirlikçi büyük burjuvazi ve kimi sınırlamalara rağmen emperyalist tekeller ülkenin gerçek iktidar sahipleri olmayı sürdürdüler. Bunları aşma niyet ve perspektifi hiçbir zaman söz konusu olmadı. Dolayısıyla “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” kıtadaki en ileri örneği üzerinden bile sol sosyal demokrat bir çizginin ötesine geçemedi. Bir başka deyişle, kapitalist üretim ilişkileri muhafaza edilirken, paylaşımda “sosyal adaletçi” bir hat izlendi.

Bunun arka planında “sol” dalga gerçeği yatıyordu ki, 1980’li yıllardan itibaren Amerikancı faşist rejimlerin zorbalığı ve neo-liberal saldırı politikaları Latin Amerika’nın işçi ve emekçilerinin yaşamında ağır bir yıkım yaratmıştı. Bu durum emekçi kitlelerde büyük bir hoşnutsuzluk ve mücadele enerjisi biriktirmiş, 1990’larda adeta patlamalar biçiminde dışa vurmaya başlamıştı. 1994’te Meksika’da EZLN’in başlattığı silahlı isyan, 1997’de Ekvator’da devlet başkanının devrilmesiyle sonuçlanan ayaklanma, 1998’de Venezüella’da Chávez’in iktidara gelmesiyle, kıtadaki gelişmeler yeni bir boyut kazanmıştı.

2000’li yıllarda ise hemen tüm kıta, işçi direnişleri, toprak işgalleri, sokak ve barikat savaşları ve yerli halkın isyanlarıyla zengin ve yaygın sosyal mücadelelere sahne oldu. Gelişip güçlenen mücadeleler sol bir dalgaya dönüşerek iktidar değişiklikleriyle sonuçlandı. Venezüella’da Hugo Chávez’in iktidara gelmesini, Bolivya’da Evo Morales, Ekvator’da Rafael Correa, Paraguay’da Fernando Lugo, Brezilya’da Luiz Inácio Lula da Silva ve ardından Dilma Rouseff, Uruguay’da José Mujica, Nikaragua’da Daniel Ortega, Peru’da Ollanta Humala iktidarları izledi.

2000’li yıllarda militan toplumsal mücadeleler üzerinde yükselerek parlamenter başarılar elde eden ve iktidara gelen bu “sol” popülist güçler, Latin Amerika’da ağır sosyal yıkım saldırılarının yarattığı, kitlesel boyutlar kazandığı yoklukla, yoksullukla, açlıkla, işsizlikle ve sosyal sorunlarla mücadeleyi hedef olarak belirlediler. Bu doğrultuda kimi adımlar atmayı da başardılar. Neo-liberal saldırıların baskısı altında bunalmış kitleler bu reformlarla bir nebze nefes alabildikleri ölçüde bu hükümetleri desteklemeyi sürdürdüler.

Ne var ki bu sol hükümetler mülkiyet ilişkilerine, sermayenin iktidar araçlarına dokunmaya hiçbir biçimde niyetli değillerdi. Programları ve ufukları kapitalizmin kötülüklerini törpülemeyle sınırlıydı. Belli reformlara dayalı iyileştirmelerle toplumsal sorunlara çözüm üretmek mümkün değildi. Sonuçta büyük umutlarla kendilerini iktidara taşıyan emekçilerin çıkar ve özlemlerine yanıt veremediler. Giderek kitlelerin desteğini yitirdiler. Bu süreçte sistematik bir şekilde emperyalist müdahalelerin ve işbirlikçi “muhaliflerin” onursuz çabalarının da hedefi oldular. Ekonomik krizin yol açtığı sosyal sorunları ve derinleşen yoksulluğu istismar eden amerikancı rejimlerin işbaşına gelmesinin zeminini hazırladılar.

ABD emperyalizminin siyasi-ekonomik hegemonyasına karşı sınırlı adımlar, neo-liberal yıkıma karşı güdük sosyal politikalar çözüm olamazdı ve olamadı. Köklü iktisadi, siyasi ve toplumsal sorunların yerli yerinde durması, emekçi kitlelerin hoşnutsuzluğunu büyüterek, gerici sağcı akımların yükselmesini kolaylaştırdı.

Bugün kıta genelinde gerici sağcı dalga yükseliş içindeyken; Arjantin, Venezüella, Bolivya, Ekvator, Şili, Brezilya, Peru, Kolombiya ve Paraguay bunun örnekleridir. Yani “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” iddiasına yön veren niyetler değil katı gerçekler olmuştur.[66]

Bu tabloda Venezüella’da “İsa tarzında sosyalizme yürüdüklerini açıklayan” yönetimi, “Bolívarcı Devrim” olarak tanımlayan kimileri, Marksizm-Leninizm’in devrim anlayışını Post-Marksizm’le çarpıtmaya kalkışanlardı.

James Petras’ın, “… ‘Post-Marksizm’ neo-liberalizmin zaferi ve işçi sınıfı hareketinin geri çekilmesiyle birlikte moda bir entelektüel tavır oldu. Latin Amerika’da reformist sol tarafından terk edilen alan bir ölçüde kapitalist politikacı ve ideologlar, teknokrat ve muhafazakâr tutucu kiliseler (Yahudi cemaatleri ve Vatikan) tarafından dolduruldu. Geçmişte bu alan, sosyalistler, yurtseverler, halkçı politikacılar ve ‘özgürlüğün teolojisi’yle birlikte hareket eden kilise eylemcilerinin egemenliği altındaydı ve merkez sol, ne yukarıdaki politik rejimler içinde ne de aşağıdaki politikleşmiş halk sınıfları içinde etkiliydi. Bugünse, radikal solun yokluğu politik entelektüellerin, sendikaların siyasallaşmış kesimlerinin, kır ve kentlerdeki toplumsal hareketlerin olmadığının kanıtıdır. Günümüzün en yoğun çatışması, bu anlamda, Marksizm ile ‘post-Marksizm’ arasındaki çatışmadır… Son yıllarda post-Marksistlerin politik sözlüğünde artık anti-emperyalizme rastlanmıyor. Orta Amerikanın eski gerillaları seçim politikasına ve STK’ların ‘uluslararası birlik’ ve ‘yardımlaşma’dan bahseden profesyonel sözcülüğüne soyundu,”[67] diye itiraz ettikleriydi…

Devam edersek: Chávez için önemli olan, “fakirlere yardım etmekti”. Zenginliğin paylaşımını yeniden örgütlemekti. Yani “adaletli” bir paylaşımı gerçekleştirmekti.

Bu anlayışıyla bir “orta yol” arayışıydı. Adaletsizliğin nedeni kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerini yıkmak yoktu. Yani o, büyük kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin mülkiyet tekeline dokunmuyordu.

Devlet Başkanı seçildikten sonra “üçüncü yol” propagandası yapan Chávez, Venezüella’da politik yaşamın radikalleşmesine paralel olarak “üçüncü yol”culuktan vazgeçerek, “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” diye kavramlaştırdığı ideolojik temel eklektikti; popülist bir retorikti.

Yeri gelmişken anımsatalım: Devletleştirmek/ ulusallaştırmak, radikal sosyalizmin niteliksel bir özelliği değildir. Devletleştirme/ ulusallaştırma burjuva düzende de olur. Soru(n), özel mülkiyetin toplumsallaştırmasındaydı; Chávez de bunu da yapamıyordu; Venezüella Marksist Leninist Komünist Partisi’nin (PCMLV), “Sosyalizm ancak işçi, köylü iktidarı ve silahlı halkla mümkündür,”[68] uyarılarına rağmen!

“XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” diye kavramlaştırıp; “Bolívarcı Devrim” diye sunulmaya kalkışılan “iddia”lar açısından “Soru(n) ne idi?” denirse; aktaralım!

“Yeterince ileri gitmemiş olmasıydı.”[69]

Üretim araçlarının ele geçirilmesi meselesi acil olarak ele alınmadı.”[70]

“Siyasi irade 19 yıllık yönetimi boyunca petrole bağımlı ekonomik modelin yerine alternatif bir üretim ekonomisi kuramadı; işçi yönetimine geçen fabrikaların büyük kısmı da dâhil olmak üzere bir işçi yönetimine geçilemedi, bunun yerine devletin bürokratlarının kararlarına bağımlı bir üretim süreci devam etti; bu damarlarda akan kirli kan Bolívarcı bir burjuvazinin ve bir bürokratik kastın oluşmasına ve pıhtılaşmasına neden oldu; sosyalizm ve devrim gibi güçlü kavramlara dayanan retoriğin altını dolduracak biçimde üretim ilişkileri ve özel mülkiyet rejimi dönüştürülemedi.”[71]

“Bolívarcı Devrim süreci ancak halkın aktif katılımı söz konusu olduğunda ilerleyebildi. Halkı devrimin öznesi hâline getirmek için kurulan komün örgütlenmeleri, hükümet tarafından eskisi kadar desteklenmemekten şikâyetçi.”[72]

“Devlet içinde üst düzey görev yürüten, Bolívarcı görünümlü burjuvazi olarak kavrayabileceğimiz Boliburjuvazi, Bolívarcı Devrim sürecinde rüşvet ve yolsuzlukla zengin olan yeni sınıf ya da tabaka. Bu tabaka, her şeyden önce Venezüella’da devletin bürokratik yapısından ortaya çıktı.”[73]

“Chávez’in eski maliye bakanı Jorge Giordani, 500 milyar doların devletin hazinesinden kaybolduğunu gösteren bir açıklama yaptı. Bu haber çok sayıda insanın zaten bildiği bir şeyi doğruladı: Chavismo, devlet kaynaklarını özel banka hesaplarına yönlendiren devlet bürokrasisine yolsuzluk ve rüşvet için büyük fırsatlar yarattı.”[74]

Devrim, hiçbir zaman yapıldığı günkü taleplerle sürdürülemez. Yerinde sayan devrim, devrim değildir. Venezüella için 20 yıl önce ileri olanlar bugüne yanıt veremiyor. Üretim araçlarının mülkiyetinden, zenginliğin paylaşımına kadar bütün ilişkilerden başlayarak politikanın yenilenmesi bir zorunluluk.”[75]

“Venezüella deneyimi göstermiştir ki, ekonominin mali oligarşinin hâkimiyetinde olduğu bir ülkede, bu hâkimiyetin temellerine dokunmadan devlet yönetimini halkçı temelde yürütmenin bir sınırı var. Bu ikisi barış içinde bir arada yaşayamaz. Biri diğerini alt etmelidir.”[76]

Bunların hiçbiri olmayınca; bugünlere, Chávez sonrasına ulaşıldı!

III.3) CHÁVEZ SONRASI

Ölümü öncesinde Chávez, Dışişleri Bakanı Maduro’yu Başkan yardımcılığına atadı. Daha sonra Chávez’siz ilk seçimleri muhalefetin adayı Capriles Radonski’ye karşı Maduro kazandı. (Radonski oylamaya itiraz etti, Caracas’ta protesto gösterileri başlatıldı.)

Chávez’in ardından ülke tam bir ekonomik-sosyal kaos görüntüsü vermekteydi. Başkanlık görevini devralan Maduro her koşulda halkçı politikalardan taviz vermeyeceklerini, “eskiye dönüş” özlemi içerisinde olan ve ABD’den hatırı sayılır destek alan “muhalif güçlere” karşı savaşımlarının süreceğini açıklayıp; tmel endüstri dallarında millileştirme, sosyal programları ABD destekli muhaliflerin yoğun karşı çabalarına rağmen sürdürdü.

Uzun süredir Küba ile kurulmuş yakın ilişkileri pekiştirdi; ancak, ABD desteği ve Kolombiya’nın aktif işbirliğiyle para-militer çetelerin sabotaj kampanyaları aralıksız sürdürüldü.

Ama Chávez’in 1999’daki seçim zaferiyle başlayan “Chavismo”, 6 Aralık 2015’de Kongre Seçimleri’nde Maduro ilk kez yenildi. Seçimi sağ koalisyon Demokratik Birlik Masası (MUD) kazandı. Maduro’nun Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV) Kongre çoğunluğunu yitirdi. 167 vekilliğin olduğu Kongre’de MUD’un vekil sayısı 64’ten 99’a çıkarken, PSUV 98’den 46’ya düştü.

Seçim sonuçlarını tanıyan Maduro, “Etik ve ahlâki değerlerimizle buradayız. Venezüella’da anayasa ve demokrasi kazandı. Bugün muharebe kaybettik ama yeni bir toplum kurma mücadelemiz yeni başlıyor” dedi.[77] (Venezüella’da 17 yıl sonra sağ partiler mecliste çoğunluğu ele geçirirken; Arjantin’de de devlet başkanlığını sağ bir siyasetçi kazanmıştı.[78])

Ancak ABD Maduro’yu, “Yaptırımlar hamlesi”[79] ile yanıtladı…[80] Evet, ABD boş durmuyordu; “insan hakları ihlâlleri” bahanesiyle Venezüellalı bazı yetkililere yaptırımlar getiriyordu. Maduro da, ABD’nin kimi yetkililere yaptırımlar getirmesinin ardından, “emperyalizmle savaşmak” için “Venezüella Kongresi’nden kendisine daha fazla yetki vermesini istedi.

ABD’nin yaptırımlarına tepki gösteren Maduro, “Başkan Barack Obama, hükümetimi devirme, “Venezüella’nın içişlerine karışma ve ülkeyi ABD’den yönetme gibi görevleri üstlenme kararı aldı. Obama, şimdiye kadar ABD’den “Venezüella’ya karşı atılan en saldırgan, en haksız ve en kötü niyetli adımı attı,” dedi.[81]

Ardından da, ajanlık faaliyeti yürüttüğü gerekçesiyle birçok ABD vatandaşını yakaladıklarını belirtti. ABD’li ajanların “gizli görevler” ile, Venezüella’ya gönderildiklerini açıklayıp, ülkedeki Amerikan varlığını azaltmak için harekete geçtiklerini söyledi.[82]

Bu noktada Slavoj Zizek’in ifadesiyle, “Venezüella’daki Bolívarcı devrim pek çok eleştiriyi hak etmiş olsa bile, bu devrimin yine de özellikle uzun bir ekonomik savaş döneminde dört koldan yönetilen bir karşı devrimin kurbanı olduğunu da her zaman akılda tutmalıyız. Böyle bir işlemde ise yeni bir şey yok. 1970’lerin başına geri döndüğümüzde, Henry Kissinger, Şili’de demokratik yoldan seçilmiş Salvador Allende hükümetinin altını nasıl oyacağına dair CIA’ye yazdığı kısa notta ‘ekonomiye çığlık attırın’ demişti.”[83]

IV. AYRIM: “EKONOMİSİNE ÇIĞLIK ATTIRILAN” COĞRAFYA

Venezüella, Güney Amerika kıtasının kuzey kısmında yer alan, Karayip Denizi ve Atlas Okyanusu’na kıyıları olan, 916 bin 445 kilometrekare yüz ölçüme ve 32 milyon nüfusa sahip bir ülke. Maracaibo Gölü kıyısındaki tahta evlerin oluşturduğu görünümü Venedik’e benzeten İtalyan denizci Amerigo Vespucci, bölgeyi İtalyanca da “Küçük Venedik” anlamına gelen “Veneziola” adını takmış; daha sonra bu ad İspanyolca’da Venezüella’ya dönüşmüş.

İspanyollar, 1522’de itibaren Venezüella’yı sömürgeleştirdiler. 1811’de Francisco de Miranda önderliğinde bağımsızlık mücadelesi başlamışsa da bunun başarıya ulaşması ancak 1821’de Simón Bolívar’ın önderliğinde mümkün olabilmiş. 1821 yılında, Venezüella, Kolombiya, Ekvator ve Panama ile birlikte Büyük Kolombiya Cumhuriyeti adı altında birleşik, bağımsız bir devlet kurulmuş. 1830 yılında Venezüella bu birlikten çıkarak ayrı bir devlet konumuna geçmiş. Bolívar’a duyulan büyük saygı dolayısıyla ülkenin resmi adı Bolívarcı Venezüella Cumhuriyeti olmuş…

Venezüella, dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip ülkesi konumunda bulunuyor. 2016 sonu itibariyle dünyada varlığı kanıtlanmış ham petrol rezervi 1.7 trilyon varil olarak hesaplandı. Bunun yüzde 17.6’sı yani 301 milyar varillik bölümü Venezüella’da bulunuyor. İkinci Suudi Arabistan’da 266.5 üçüncü Kanada’da 171.5 milyar varil ham petrol rezervi bulunuyor. Venezüella, dünyada doğalgaz rezervleri açısından yine yaklaşık 7 trilyon metreküp rezerviyle ilk yedi ülke arasında yer alıyor.

“Venezüella, 1999’da Chávez’le başlayan Bolívarcı Devrime kadar 30 milyonluk nüfusunun üçte ikisinin ‘köle’ sayılabileceği kast benzeri sistemde yaşadığı bir ülkeydi. Chávez 2013’teki ölümüne kadar kent yoksulları ve yerli toplumları yeniden örgütledi, bedava eğitim, sağlık ve sosyal projelerle servetin bölüşümünü düzenlemeye çalıştı.”[84]

1999’da Chávez’in iktidara gelmesi ile Venezüella önemli bir sosyoekonomik dönüşümün içine girmişti. Doğal kaynaklar zengini ülkenin yüzde 50’sine yakını yoksulluk koşullarında yaşamaktayken, Chávez idaresi bu oranı petrol ve gıda ürünlerinde sübvansiyonları arttırarak, sosyal ve ekonomik programlar uygulayarak, eğitime ve sağlık hizmetlerine katılımı arttırarak 2012’ye kadar yüzde 27’ye düşürebilmişti.

Chávez’in ülkenin petrol gelirlerinin bölüşümüne dayanan ekonomik yapısını sarsması, hâkim oligarşinin ve sermaye sınıfının bu gelirlerden mahrum bırakılması, idarenin petrol gelirlerinden elde ettiği kaynağı kime aktaracağını daha fazla belirler hâle gelmesi hükümete karşı bir muhalefete yol açmıştır. Chávez ise bu muhalefeti, toplumun yoksulluğa mahkûm edilen kesimlerini ve orduyu arkasına alarak, “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” olarak adlandırdığı, katılımcı demokrasinin inşası hedefine yönelerek aşmaya çalışmıştı.

Ancak bu dönemde ülkedeki sosyoekonomik dönüşüme, ekonominin radikal dönüşümünün eşlik ettiğini söylemek güçtür. Chávez idaresi temel olarak ülkenin para birimi Bolívar’ı aşırı değerlendirmekte, temel tüketim malları ve petrolü ise sübvanse etmekteydi. Ancak ekonomi hiçbir zaman merkezi ve planlı bir yapıya kavuşturulmadı. Dağınık ve sınırlı biçimde gerçekleştirilen millileştirmeler ile el konulan fabrikalar yönetilemedi ve kapatıldı. Özel sektör ve ona hâkim olan sermaye sınıfı varlığını korudu ve hatta değerlenen Bolívar sebebi ile arbitraj yaparak petrol gelirlerinden kazanç sağladı. Fiyat kontrolleri ve enflasyon mevcut oligarşinin daha da zenginleşmesine yaradı.

Venezüella ekonomisi, özellikle 2014’ten itibaren petrol fiyatlarının gerilemesiyle sıkıntıya girdi. İhracat gelirinin yüzde 95’ini petrol satışlarından elde eden Venezüella, petrol gelirlerinin düşmesiyle ithalatta da sıkıntıya düştü. Yaşanan süreçte mal kıtlığı nedeniyle fiyatlarda yükselmeler yaşandı. Yüksek enflasyonun yaşandığı Venezüella’da para birimi Bolívar aşırı değer kaybına uğradı.

Petrol gelirlerinin azalmasıyla kamu borcu, kur artışı ve bunu tetikleyen fiyat artışları, milyonlarla hesaplanan enflasyon rakamları, halkın yaşam koşullarını zorlaştırdı. Artan fiyatlar nedeniyle nakitle ödeme yapmak zorlaştı. Venezüella, para birimi yüksek enflasyon nedeniyle 5 sıfır attı ve yeni para biriminin ismini “Egemen Bolívar” olarak değiştirdi. Bunun yanında petrol fiyatına bağlı olan milli kripto para olan Petro’yu hayata geçirdi. Venezüella’da 2012’de 11 bin dolar seviyesine ulaşan kişi başı milli gelir, petrol fiyatlarında hızlı bir düşüşün yaşandığı 2014’te 7 bin dolara kadar geriledi. 2018’de ise 3 bin 600 dolara kadar düştü. 2013’ten 2017’ye yüzde 30 küçülen ülke ekonomisinin kamu borçlarında da artış yaşandı.

Gerçekten de dünyada varlığı kanıtlanan ham petrol rezervinin yüzde 17.6’sının (yani 301 milyar varil) bulunduğu Venezüella’da[85] -Chávez iktidarı süresince-, ‘Bolívar Misyonu’ ile bu servetin büyük bölümü yoksullara yardım programına aktarıldı. Ancak petrolün varilinin 100 dolar olduğu koşullarda, Venezüella’da ekonominin tüm alanları, bu petrol gelirine bağımlı hâle gelerek tempolarını düşürdüler.

Ancak Maduro, 2014’te Chávez’in ölümünün ardından iktidara geldi ve bu dönem ekonomide tökezleme eğilimiyle tanımlandı. 2014’te yüzde 68.5 olan enflasyon, 2015 ve 2016’da sırasıyla yüzde 180.9 ve 274.4 oldu. Petrole bağlı, petrol fiyatlarının yüksek olmasına odaklanmış ekonomi, ABD ambargosuyla birlikte kayaya oturdu. Yani Maduro döneminde düşen petrol fiyatları ile birlikte ekonomik durum kontrolden çıktı. Devletin desteklediği ucuz doların resmi fiyattan alınarak karaborsada yüksek fiyattan satılması, Bolívarın iç piyasada değerinin düşüşünü hızlandırmıştı. Sübvanse edilen mallar ve petrol büyük bir kaçakçılık sektörünün oluşmasını sağlamış, düşük fiyatlı ürünlerin başta Kolombiya’da satılmaya başlanması iç piyasada bu malların kıtlığı ile karşılaşılması ve karaborsasının oluşmasına sebep olmuştur.

Hiç şüphesiz karaborsa ve arbitraj mekanizmaları Maduro idaresinde ve ordu içinde de bu ticaretten fayda sağlayan grupları yaratmış, yolsuzluk da hızlı bir biçimde yaygınlaşmıştı.[86]

Verili durumda kaos inkâr edilemeyecek kadar çok boyutluydu ve hiper-enflasyona sarsılan ekonomi serbest düşüşteydi. IMF, enflasyonun yüzde bir milyonu görmesi olasından söz ediyor…

“Bunlar, 2014’te petrol fiyatlarındaki ani düşüşün yarattığı uzun süreli ekonomik soru(n)ların ardından geldi. Ayrıca hepsi birlikte, 2008 küresel ekonomik krizinin etkilerinin üstüne eklendiler.

Ve faturayı sıradan insanlar ödüyor. Temel gıdalar ve ilaçlar ya sarsıcı ölçüde pahalı ya da tamamen yok. Hükümeti saran krize rağmen, hiç kimse onun etrafındaki sağcı akbabaların zararlı doğasını azımsamamalı.”[87]

IV.1) IMF PROGRAMLARINA YANIT: “CHAVİZM”

Çünkü Venezüella’nın hikâyesinde 90’lı yıllardaki ekonomik yıkım ile sonuçlanan IMF programları kilit önemdedir. Gerçek, hiç de “Venezüella eskiden çok zengin bir ülke idi, Chávez geldi işleri bozdu” biçimindeki sunuma uygun değil. Venezüella ekonomisinin tahribatı 1990’lı yıllardaki IMF programları ile gerçekleşti. Bu bağlamda Chavizm, 1990’ların IMF programlarıyla şekillenen krizlere bir yanıt olarak doğdu.

Venezüella’nın hikâyesi aslında epey tanıdık. 1980’li yıllarda, ithal ikameci sanayileşme modelinin krize girmesi ile birlikte ekonomik model değişikliği ve özellikle döviz kazandırıcı ihracata dayalı birikim modeline geçiş gündeme geldi. Ancak daha önceki adımlara rağmen bu dönüşümün uygulanması 1990’lı yıllarda gerçekleşti; Başkan Carlos Andres Perez (1988-1992) döneminde El Paquete (1989) adıyla ilk IMF programı; Rafael Caldera (1993-1998) döneminde ise Agenda Venezüella (1996) adlı ikinci IMF programı uygulandı. Bu programların sonuçları ekonomik ve sosyal yıkım şeklinde gerçekleşti.

1989 programı tipik öğeler içerir: Kamu harcamalarının kısılması, fiyat kontrollerinin kaldırılması, ticaretin serbestleştirilmesi ve dalgalı kur rejimine geçilmesi. Özellikle kamu harcamalarının kısılması başlığı içinde sağlıkta özelleştirme (adem-i merkezileştirme olarak adlandırılan) programı da vardı. Bu program sonucunda yoksulların sağlık hizmetine erişimi önemli ölçüde kısıtlandı.

1989 programı, hemen başında yaşanan sert devalüasyonla birlikte, amaçlananın tersi bir sonuç doğurdu. Yerli paranın daha fazla değersizleşmesini önlemek için artırılan faizler, bu sefer maliyet kanalı ile enflasyon yarattı. IMF programının sonucu tam bir yıkım idi. Reel ücretler sert bir şekilde düştü, gelir dağılımı adaleti daha da bozuldu, geniş kesimler için yaşam koşulları kötüleşti, yoksulluk arttı.

Kısacası, Venezüella için 1990’lar kayıp yıllar oldu; 1999-2013’e uzanan Chávez’li dönemin ardından, küresel krizin yeni aşaması 2013 sonrasındaki Venezüella’nın durumunu derinden sarstı.[88]

Vijay Prashad’ın, “Venezüella idam sehpasında. Maduro hükümeti ipi kesmenin yolunu bulacak mı?”[89] sorusunun giderek daha da güncelleştiği koordinatlarda; bir dizi sosyal önlem açıklayan[90] Maduro, ülkede süren ekonomik kriz nedeniyle “ekonomik olağanüstü hâl” ilan edip;[91] ekonomiyi canlandırmak amacıyla ‘Petro’ adlı bir dijital parayı hayata geçirmeye çalıştı. Ancak ABD bu para biriminin şirketler tarafından kabul edilmemesi çağrısında bulunup, krizden çıkma girişimine büyük bir darbe daha vurdu.[92]

Sonrasında olağanüstü hâl ilanıyla Maduro üretimi durduran fabrikalara halk tarafından el konması gerektiğini belirtip, “Burjuvazi tarafından felce uğratılmış üretim kapasitelerine yeniden ulaşılabilmesi için” mümkün olan “tüm adımların” atılması gerektiğini ve üretimi frenleyerek, ülkeyi “sabote etmek” isteyen herkesin, kelepçelenip hapse atılması[93] gerektiğini açıkladı.[94]

ABD merkezli otomotiv şirketi General Motors, Venezüella’daki şirketin Valencia fabrikasına el konulduğunu duyurdu. General Motors, bunun “yasadışı” olduğunu açıkladı. [95]

“… ‘Venezüella hükümeti General Motors fabrikasına el koydu’ diye çıktı haberler. Fabrika yetkilileri çok şaşkın olduklarını söylemişler. Hiç bir neden yokmuş. İyice çıldırdı bu Venezüella hükümeti diye düşünüyor insan. Üzülenler bile oluyordur belki. Nasıl insan bir şekilde kendisini bir otomobil fabrikası ile empati yaparken bulur bilemiyorum ama televizyon seyrederken polis tarafını tutar oluyor ya insan, onun gibi galiba. Kameranın dayanılamaz taraf hâlinin bulaşması bu. Ve seyretmenin çaresiz cehaleti ve bilmemenin yargısız infazı…

İki gün sonra da ‘General Motors fabrikasını işçiler işgal etti’ diye yeni bir haber geldi. İki haber de doğru yani yalan değildi aslında ama anlatılan da gerçek değildi. Bilerek ya da bilmeyerek tepetaklak haberlerdi. Gerçek olan ise General Motors’un işçileri, fabrikanın kamulaştırılması için imza vermiş ve Venezüella yasalarına göre, ‘Bir yerde çalışan işçilerin yüzde 51’i imza verdiğinde hükümet burayı kamulaştırıp işçilere verir.’ kuralı uygulanıyordu. Bu yasanın amacı fabrikalarının sadece kamulaştırılması değil işçiler tarafından yönetilerek toplumsallaştırılmasıydı. General Motors’un yetkililerinin bu yasayı bilmemesi mümkün değildi çünkü birçok fabrika, iş yeri Venezüella’da bu yasa ile kamulaştırılıp işçilere verildi. Onların şaşkınlığı bu kapitalist dünyada bu nasıl yapılabilir ve daha da doğrusu hâlâ nasıl yapılmaya devam ediliyor olmalıydı.”[96]

Böylesi gelgitlerin ortasında, “Venezüella, bölgenin petrol zengini olsa da ekonomisi baş aşağı gitti. Ülke büyük gıda ve ilaç sıkıntısı, hiperenflasyon, üretimin paralize olması, gösteriler ve şiddet suçlarında patlama ile sarsılmaya başladı. Chávez’in yoksulluğa merhem olan sosyal programları tersine döndü. Solcu popülist Maduro yönetiminin ABD destekli muhalefetin baskıları karşısında gidişatı yönetemez hâlde,”[97] notunu düşüyordu Ceyda Karan.

Kolay mı? Venezüella’nın dış gelirlerinin yüzde 95’i petrolden geliyor.[98] Yirmi yıl önce bu oran yüzde 67’ydi. Bu arada, pek çok alanda sanayi ve tarım üretimi çöktüğü için GSYİH yüzde 18 düştü. Devlet kaynakları 2012’deki seviyenin yüzde 40’ına azaldı. Nüfusun neredeyse yüzde 90’ı yeterli yiyecek satın alamıyor.[99]

IMF’ye göre ülkenin GSYH’si 2013’e kıyasla yüzde 40 daha azalmış durumda. Bu, Rusya’da 1990-1994, Küba’da 1989-1993, Arnavutluk yine 1989-1993 kesitindeki ekonomik krizlerden daha derin. Ancak SSCB’nin parçalandığı dönemde Azerbaycan, Ermenistan ve Ukrayna’da yaşanan, savaş yorgunu Libya (2011), Liberya (1993), Ruanda (1994), İran (1981) ve son yıllarda Sudan’da yaşananlardan biraz daha hâllice. Durumu kötüleştiren dışsal koşulların başında, hem dünya petrol fiyatlarında yaşanan yüzde 55 düşüş, hem de ülkede petrol üretiminin yüzde 17 azalması geliyor.

İşin kötüsü Venezüella’nın bu duruma dünyanın en borçlu ülkesi olarak yakalanmış olması. Borç batağında olan devletin ithalat kısıtlamasına gitmesi bu kez ham madde ve önemli ara mallarında kıtlığa yol açtı. Tarım ve üretim sektörlerindeki çöküşün toplamı ülkenin milli gelirinin üzerine çıktı. Ve sonuç hiper-enflasyon.

2012-2017 kesitinde asgari ücret yüzde 75 eridi. Ülke nüfusunun asgari ücretle çalışan önemli bir kısmı, daha önce ayda 295 dolar kazanırken şimdi sadece 36 dolar ile geçinmek zorunda kaldı. Bu beraberinde doğal olarak açlığı getirdi. Araştırmalar 5 kişilik bir ailenin daha önce günde harcadığı 52 bin 854 kalorinin yüzde 87 azalarak 7005 kaloriye düştüğünü gösteriyor. Yine aynı araştırmaya göre Venezüellalıların yüzde 74’ü ortalama 9 kilo kaybetmiş durumda. Hasta ölümleri yüzde 10 arttı, yeni doğan ölümleri yüz misli arttı.[100]

Venezüella’da bir dolar ile 70 bin litre benzin alınabiliyor, diğer ülkelerde ise uluslararası fiyatlardan ödeme yapılıyor ki ortalama bir litre 1.11 dolar ediyor, örneğin kaçakçılığın ilk adresi olan Kolombiya’da Venezüella benzininin litresi 0.79 dolara satılıyor.[101]

Venezüella’da bir hamburger resmi kurdan 1.700 Venezüella Bolívarı’na (170 dolar) satılırken, bir otelde gecelik ücret 7.000 dolar oldu.[102]

Enflasyon 2015’de yüzde 121 olurken; bunda etkili olan ise, döviz gelirlerinin yüzde 95’ini sağlayan petrolün fiyatının birkaç yılda yüzde 60 düşmesiydi.[103]

Venezüella’da 2017 verilerine göre tüketici enflasyonu yüzde 800 civarlarında.[104]

2018’de resmi asgari ücretin 5.5 milyon Bolívar olduğu ülkede, cari kura göre bu ücret sadece 1.5 dolara denk geliyorken;[105] küçülme yüzde 15 düzeyindedir.[106]

Kişi başına GSMH, beş yılda yüzde 45 eridi. Enflasyon yüzde 13 bin 800’e ulaştı. Venezüellalılar 2016’da 6 kg, 2018’de ise ortalama 11 kg zayıflamışlar.[107]

Ülkede büyüme gerilerken enflasyon ve işsizlik had safhaya ulaştı. İktisat literatüründe ‘stagflasyon’ denen bu durum, 2014’den beri devam ederken Uluslararası Para Fonu (IMF) tahminlerine göre 2019’da da durum değişmeyecek. Özetle Venezüella ekonomisi ‘büyük depresyon’a demirleyecek. BBC’nin Venezüella’dan aktardığı izlenimler, gözlerin yeniden ülke ekonomisine çevrilmesine neden oldu. BBC haberinde, ülkede bir kavanoz Nutella’nın karaborsada 15 bin Bolívar’dan satıldığı, bu rakamın aylık asgari ücretin yarısı ettiği aktarılmıştı.[108]

Bu “Neden böyledir” mi?

“Geçiş sürecinin en zayıf yanı, petrol fiyatlarına bağımlı olmasıydı. “Misyon” adı verilen sosyal yardım politikalarıyla gecekondu mahallerinde (barrio) yaşayan en yoksul kesimlerin eğitim, sağlık ve barınma gibi ihtiyaçlarının karşılanması ve yeni bir toplumsal üretim ilişkisi kurmayı hedefleyen kooperatif modelinin temellerinin atılması, yüksek petrol gelirleri sayesinde mümkün olmuştu. Ancak 2013’ten itibaren emtia fiyatları hızla düşmeye başlayınca petrol fiyatlarındaki hızlı düşüş, gelirinin yüzde 95’i petrole dayanan Venezüella ekonomisi açısından çok büyük bir şok oldu. Enflasyon kısa süre içerisinde yüzde 18 binlere tırmandı, stokçuluk yüzünden temel gıda ürünlerine erişimde ciddi sıkıntılar ortaya çıktı ve bu şartlar altında muhaliflerin tırmandırdığı şiddetle birlikte Maduro iktidarında Venezüella çok derin bir kriz ve çatışma ortamının içine sürüklendi.”[109]

Venezüella konusunda; “Yaşananları analiz etmek kolay değil. Devrimcilik, sosyalizm, kapitalizm, kamulaştırmalar, liderler, halkın yaşananlara bakışı bir karmaşayı gösteriyor,”[110] notu düşülen tabloda; Mark Weisbrot’un, “Ekonomik dengesizliği çözümleyecek büyük reformlar olmadan, Venezüella ekonomisinin toparlanamayacağı anlaşılmalıdır,”[111] uyarısının altı bir kez daha çizilmelidir…

V. AYRIM: ABD MÜDAHALESİ, DARBE GİRİŞİMİ

ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, “Geçici devlet başkanı Guaidó’ya ABD’nin sarsılmaz desteğini dile getirir”ken;[112] “Washington ‘kendi’ ülkesini geri istiyor; bu nedenle de ülkeyi, ABD’nin sahiplik ettiği bağımlı bir kurum statüsüne geri döndürmeye kararlı olan muhalefete hem açık hem de gizli destek sağlıyor,”[113] diyor John Wight da…

Gerçekten de Washington destekli Guaidó’nun kaosun derinleştirdiği Venezüella’da, Maduro bu oyunun mimarı ABD Başkanı Donald Trump’a, “Elini kana bulama” uyarısında bulunup;[114] “Ülkemize karşı yaptıkları artık yeter. Daha ne kadar ülkemize zarar verecekler. Yankee müdahaleciliğinden vazgeçin, savaş çağrısı yapmayı durdurun, zaten başarısızlığa uğramış bir darbeyi desteklemekten vazgeçin. Darbe başarısız oldu ve ABD hâlâ bunun farkında değil,”[115] dese de; ABD’nin çeşitli ülkelerde tercih ettiği adayları finanse ettiği, danışmanlık yaptığı 16 girişimin olduğu unutulmamalıdır.

Söz konusu müdahale girişimlerin büyük çoğunluğunda ABD “başarılı” oldu. Bir dönemin CIA İstihbarat Daire Başkanı Ray S. Cline bunu “Başarılı bir rejim değişikliğinin anahtarı doğru zamanda makul miktarda yardım sağlamak” sözleriyle açıklıyordu…

Bu kapsamda “ABD’nin ve dolayısıyla Donald Trump’ın şu sıralar hedefinde olan Venezüella, emperyalist siyasetin ‘karakteristiklerini’ sergilendiği bir vaka”[116] olduğu unutulmadan; görülmesi gerek: ABD emperyalizmi bir kez daha kanlı tırnaklarını Güney Amerika halklarının boğazına geçirdi. 2009’da Honduras’ta, 2016’da Brezilya’da gerçekleştirilen darbelerin bir benzeri bu kez de Venezüella’da hayata geçirilmek isteniyor…

Prof Dr. Korkut Boratav’ın, “Trump, tüm Latin Amerika kıtasında gericiliğin perçinlenmesi için üç ülkeyi kendine hedef belirledi. Küba, Venezüella ve Nikaragua… Muhtemelen Bolivya’da yedekte duruyor,”[117] vurgusunu “es” geçmeden unutmayalım: Böylesi koordinatlarda, “Maduro yönetiminin birçok eksiğinden, yanlışından bahsedilebilir. Ancak bunlar bir ülkenin iç karışıklığa sürüklenmesini, meşru liderinin askeri/ sivil darbelerle alaşağı edilmesini meşrulaştırmaz.”[118]

Hem de ABD emperyalistlerinin açık tehdidi; ayan beyan orta ve “sağır sultan”ın bile malumuyken…

“Nasıl” mı?

ABD Başkanı Donald Trump’ın, rejime bağlı ordu mensuplarının “geleceklerini riske attığı” vurgusuyla, “Maduro’ya desteğe devam ederseniz güvenli bir liman bulamayacaksınız, kolay bir kaçış ve çıkış bulamayacaksınız. Her şeyinizi kaybedeceksiniz,”[119] dediği üzere![120]

Veya Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un, “ABD diplomatlarına, Venezüella demokratik lideri Juan Guaidó’ya veya Venezüella Ulusal Meclisi’ne yönelik herhangi bir saldırı ve gözdağına ciddi bir karşılık verilecek,”[121] deyip; Kolombiya Dışişleri Bakanı Carlos Holmes Trujillo ile ortak basın toplantısında Bolton’un, kameralara “Kolombiya’ya 5 bin asker” yazılı notla poz verme[122] tehdidindeki üzere!

Ya da Venezüella’da “darbe yaşanabileceğini” söyleyen ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un, Maduro’nun “Küba’ya sığınabileceğini”[123] ifade etmesi gibi![124]

V.1) SORALIM!

Şimdi soralım: “ABD emperyalizmi… haydut bir devlet hâline gelmişti,”[125] diyen Mazhar Özsaruhan haksız olabilir mi? Bu kadar da değil; devam edelim!

Beyaz Saray, Venezüella’nın ABD bankalarındaki (Venezüella Devlet Petrol Şirketi PDVSA’nın nakit parasının yaklaşık yüzde 75’ine denk düşen) parasının kontrol hakkını Guaidó’ya verdi.[126]

Venezüella Merkez Bankası, İngiltere Merkez Bankası’ndaki 8 milyar dolarlık altın rezervinin 1.2 milyar dolarlık kısmını ülkeye transfer etmek isteyince, İngiltere hükümetinin engeliyle karşılaştı.[127]

Ayrıca yeni ABD yaptırımları da devreye sokuldu. Yeni yaptırımlarla PDVSA’nın yaklaşık 7 milyar dolarlık geliri bloke edilecek ve ihracat gelirlerinde 11 milyar dolardan fazla bir kayba neden olacak.[128]

ABD Hazine Bakanlığı Yabancı Varlıklar Kontrol Ofisi’nin (OFAC) açıklamasında, 4 Venezüellalı kamu yetkilisinin yaptırım listesine eklendiği belirtildi. Venezüella’nın Aragua eyaletinin Valisi ve devlete ait petrol şirketi PDVSA’nın Yönetim Kurulu Üyesi (daha önce Venezüella’nın Ekonomi ve Finans Bakanı, Merkez Bankası Başkanı ve Gıda Bakanı olarak görev yapan) Rodolfo Clemente Marco Torres, Venezüella Ordusu’nun üst düzey yetkililerinden Fabio Enrique Zavarse Pabon ve Gerardo José Izquirdo Torres ile Bolívar eyaletinin eski Valisi Francisco José Rangel Gómez kara listeye eklendi.[129]

Venezüella polisi, Valencia kentindeki Arturo Michelena Uluslararası Havalimanı’ndaki bir depoda ABD’den gönderilen silahlara el koydu. İçişleri Bakanlığından yapılan açıklamada el koyulan zulada ABD yapımı 19 tüfek ve 118 şarjör, yüksek kalibre mühimmatın yanı sıra 90 radyo ve 6 cep telefonu olduğunu duyurdu.[130]

Vd’leri, vb’leri…

Şu çok açık: ABD emperyalizmi Latin Amerika ülkelerini “arka bahçesi” ya da “yakın hayat alanı” olarak görme ve tutma politikasını hiçbir zaman terketmedi. Amerikancı yönetimleri işbaşına getirmek için her tür entrikaya başvurdu ve şimdi de aynı tutumunu denebilir ki, daha pervasızca ve açıktan sürdürüyor. Brezilya’da faşizan Bolsonaro’nun işbaşına taşınmasına benzer biçimde, Guaidó Venezüella’nın başına geçirilmek isteniyor.

“Venezüella’ya emperyalist müdahale, sadece Latin halklarına yönelik bir saldırganlığı içermiyor, kendi bugünleri ve gelecekleri üzerinde söz ve irade sahibi olmak isteyen ve bunun için mücadele eden tüm halklara karşı sürdürülen tahakküm politikasını da ifade ediyor. Bu saldırganlığa karşı çıkmak dünyanın neresinde olursa olsun işçi ve emekçilerin, ilerici devrimci ve sosyalist kesimlerin bir sorumluluğudur. Buna rağmen ama, bizim ülkemizin kimi ‘kül yutmaz’ liberal solcuları, üzerine ‘Maduro’nun diktatörlüğü’ yazdıkları bir maskeyle kendi yüzlerini örterek emperyalist haydutluk ve arsızlığın kınanmasını dahi ‘eleştiri konusu’ yapabiliyorlar.”[131]

O hâlde soralım:

“Kötü yönetim darbeyi meşrulaştırır mı?” Tabi ki hayır!

Konuya ilişkin olarak -Latin Amerika’yı yakından izleyen bir yazar- Mark Weisbrot, şu sorunun altını çizer: “Rusya, Çin ve Kuzey Kore, Nancy Pelosi’yi ABD başkanı olarak tanıdıklarını beyan etseler, Amerikalılar bunu kabul eder mi?[132]

Tabi ki hayır!

Ve bir şey daha: ‘Fox News’a demecinde John Bolton, “Amerikan petrol şirketleri Venezüella petrolüne yatırım yaparsa ABD ekonomik olarak da kazançlı çıkar,” derken; Guaidó da gecikmeden yanıtlıyor: “Venezüella’nın dev petrol sektörünü özel yatırıma açma planlarımız hazırdır…”[133]

Olacak şey mi?

“Şu anda, Amerika Birleşik Devletleri’nin şoförü olan Başkan Donald Trump, yabancı bir ülkenin ‘meşru’ liderinin kim olup olmadığına ilişkin bir kararname yayımladı…

Venezüella devlet başkanı, 2016 ABD başkanlık seçiminde meslektaşı Hillary Clinton’dan yaklaşık 200 bin daha az oy alan Trump’ın meşru olmadığını açıklasa ne olurdu? Dünyada kimse onu dinler ve ciddiye alır mıydı?

‘The New York Times’ın 9 Eylül 2018 tarihli nüshasında Trump’ın temsilcilerinin Başkan Maduro’ya karşı bir darbeyi nasıl destekleyebileceklerini tartışmak için Venezüellalı generallerle gizlice bir araya geldikleri bildirildi.

XIX. ve XX. yüzyılların çoğu boyunca, Latin Amerika ülkelerini kimin yönetmesi gerektiğine hep ABD karar verdi. Bunun temelini 2 Aralık 1823’te yapılan bir kongrede dış politika kılavuzlarını açıklayan ABD Başkanı James Monroe’nun (1817-1825) adını taşıyan Monroe doktrini oluşturmaktaydı.

Monroe doktrini, ABD’nin özellikle de Avrupalı rakiplerine karşı Amerika kıtasındaki tek güç olduğunu gösterme amaçlıydı. Anlamsız olduğu kadar tehlikeliydi de. Yanılmıyorsak Monroe şimdi geri dönüyor. Ne kadar utanç verici…”[134]

Soru(n) tam da buradadır; hem de Trump, Latin Amerika genelinde Monroe doktrini ekseninde yeni (olmayan) bir saldırıyı devreye sokarken!

Bolivyalı bakan Juan Ramon Quintana, ABD’nin ülkenin ilk yerli Cumhurbaşkanı Evo Morales’i devirmek için plan yaptığına dair ellerinde güçlü kanıtlar bulunduğunu açıkladı. Geçmişte birçok darbe tertipleyen ve kirli savaşları organize edip cuntalara askeri-ekonomik destek sağlayan ABD’nin bu kez gözünü Morales’e diktiği bildiriliyor.

Hatırlanacağı üzere: ABD Haziran 2009’da Manuel Zelaya yönetiminin özelleştirme gibi neo-liberal politikaların bir kısmını reddetmesi, IMF ve ABD şirketlerine tavır almaya başlaması, sol hükümetlerle ilişki geliştirmesi, Ordu Komutanı Romeo Vasquez Velasquez’i görevden alması üzerine darbe yaptırmıştı. Darbe şefi Velasquez’in cuntacılar ve ölüm mangaları yetiştiren SOA (School of the Americas – SOA) çıkışlı olduğu ortaya çıkmıştı.[135]

Bu çerçevede Venezüella’da da yerel işbirlikçilerle desteklenen bir ABD oyunu; müdahale tezgâhı olduğundan kimsenin kuşkusu olmamalı…

Hızla aktaralım!

Mesela, kendisini ülkenin geçici başkanı ilan eden Guaidó’ya, ABD’den destek gecikmedi. Trump, Guaidó’yu ülkenin meşru lideri olarak tanıdığını açıkladı.

Daha önce de Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Venezüella’da Ulusal Meclis’in tek meşru kurul olduğunu iddia etmiş ve orduya “Hukukun üstünlüğü ve anayasal düzeni koruma” çağrısı yapmış[136] ve askeri müdahâlenin masada olduğunu ve ülkenin gelirlerinin Maduro hükümetinden alınması gerektiğini söylemişti.[137]

“ABD, Guaidó’nun anayasanın 233. maddesi uyarınca Geçici Devlet Başkanı görevini üstlenme yönündeki cesur kararını tanıyor. Ulusal Meclis’i ve geçici bir hükümet kurarak ülkeyi serbest ve adil seçimlere hazırlama yönündeki çabalarını destekliyoruz,”[138] diye açıklama yapıp, orduya da çağrı çıkaran ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Birleşmiş Miletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) Guaidó’yı tanıma ve demokratik geçiş sürecine destek verme çağrısında bulunup, “Bütün ülkelerin taraf tutma zamanı geldi. Ya özgürlüğü seçen güçlerin yanında olursunuz, ya da Maduro ve kargaşasını seçersiniz,” demişti.[139]

Belçika Dışişleri Bakanı Didier Reynders, Venezüella Ulusal Meclisi’ne destek verdiğini söylerken;[140] İngiltere Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt da, Guaidó’yu devlet başkanı olarak tanıyacaklarını açıklayıp, “Maduro Venezüella’nın meşru lideri değildir,” değerlendirmesini yaptı.[141]

Darbeyi alkışlayan ‘Süddeutsche Zeitung’dan Boris Hermann da, 23 Ocak 2019’da şunları yazıyordu: “Venezüella halkını Maduro’dan kurtarmanın üç yolu var. En hızlısı ülkenin Brezilya’nın desteğiyle ABD tarafından işgal edilmesi. Ama bu en kötü yol. Bölgenin istikrarsızlaştırılması sonu belli olmayan savaşlara yol açabilir. İkinci yol Maduro’ya pazarlık yaparak, kriminal çevresiyle birlikte geri çekilmesini sağlamak. En iyi yol bu, ancak imkânsız gibi görünüyor. Geriye üçüncü yol kalıyor. O da Guaidó’nun bugüne kadar Maduro’nun yanında olan orduya af çağrısı yaparak taraf değiştirmesini sağlamak. Bunun başarı şansı var.”[142]

V.2) “DEMOKRASİ İHRACI”!

Alın size “demokrasi ihracı”!

Evet Bill Van Auken’ın altını çizdiği üzere; “ABD’nin Guaidó’yu ‘geçici devlet başkanı’ olarak tanıması, Washington’da tezgâhlanmış sağcı darbenin startına işaret etmektedir…

Bizzat ABD içinde, Washington’daki şiddetli siyasi savaş hâline rağmen, Venezüella’da gelişen darbe konusunda hiçbir anlaşmazlık söz konusu değildir. Demokratların ABD Senatosu’ndaki Parti Denetçisi Dick Durban, Guaidó’yu ve destekçilerini, ‘Venezüella halkı için daha umutlu ve demokratik bir gelecek gören cesur yurtseverler’ olarak öven bir açıklama yaptı.

‘The New York Times’ da, ‘Venezüella Parçalanırken, Yeni Bir Muhalif Ses Ortaya Çıkıyor’ başlığında, sağcı siyasi ajan için coşkulu bir övgü yazısı yayınladı. ABD’deki burjuva liberal çevrelerin eski sesi olan söz konusu gazete, CIA’in 2002’de Chávez’e karşı düzenlediği başarısız darbeyi övmüştü. Seçilmiş bir devlet başkanı Chávez’in, ofisinden sürüklenerek çıkarılıp tutuklanmasından ve ordu destekli bir iş dünyası derneği önderinin devlet başkanı ilan edilmesinden sonra, ‘Venezüella demokrasisi artık tehdit altında değil,’ diye haykırmıştı.”[143]

Ya içerideki yerel işbirlikçiler mi?

Mesela Guaidó, ‘The Washington Post’a Devlet Başkanı Maduro’yu devirme faaliyetlerini anlatırken; orduda kendisine sempati duyan generaller ve sivil yetkililerle görüştüğünü açıkladı.[144]

Bununla bağıntılı olarak da Hava Kuvvetleri’nde ‘Stratejik Planlama Birimi Başkanı’ General Francisco Yanez, Guaidó’yu tanıdığını ve emrine hazır olduğunu duyurdu.[145]

Guaidó, yeni seçimler düzenlenmesini talep etmek için hükümet yetkilileriyle görüştüğünü kabul ederken; Sosyalist Parti’den Diosdado Cabello ise bu talebi reddedip Guaidó ile dalga geçti.[146]

“İyi de ne olacak” mı?

“Trump’ın deliler gemisi Venezüella kayalıkların doğru gidiyor,”[147] diyen ‘The Guardian’dan Simón Tisdall’ın altını çizdiği gibi, birçok felakete yol aşabilecek girişim karşısında Venezüella’nın Ankara Büyükelçisi José Bracho Reyes’in ifadesiyle, “ABD’nin saldırısı uluslararası normlara ve kurallara uymaz. Bu saldırılar halkların kendi kaderini tahin etme hakkına saldırıdır. Hiçbir olay ve durum bu saldırıları haklı çıkaramaz.”[148]

Çünkü bu, tescilli bir emperyalist müdahaledir. Öyle ki, 2017’de BM İnsan Hakları Konseyi’nin bir görevlisi olarak Venezüella’daki durumu değerlendiren Alfred de Zaya, raporunda, Maduro yönetiminin hatalarına işaret etti. Ancak, özellikle ABD’nin ekonomik yaptırımlarının Venezüellalı yoksulların gıda ve ilaca ulaşımını engellediğini; ölümlere yol açtığını vurgulayıp; bu yaptırımların “insanlığa karşı suçlar oluşturduğu gerekçesi” ile Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşınması gerektiğini öneriyordu.

Mart 2018’de görevinden ayrılan Zaya, bu deneyimlerini 28 Ocak 2019’da ‘The Independent’ta yayımladı ve BM bürokrasisi içinde dahi Venezüella’da rejim değiştirme önceliği görüşlerinin ağır bastığını; önerilerinin bu nedenle göz ardı edildiğini belirtti.[149]

Bunlar böyleyken; “Karşımıza çıkacak zorluklara da hazırız… Amerika saldırıyor. Geçemeyecekler.”[150] “Venezüella’nın bir Pinochet’si olmayacak” vurgusuyla Venezüella Büyükelçisi José Gregorio Bracho Reyes’in, “Şu günlerde olup biten şey, iki dünya görüşü arasındaki çatışmanın yoğunlaşmış hâli. Açık bir çatışma var şu anda Venezüella’da. Bize karşı, ekonomik, finansal, medya, diplomasi, yani birçok noktası olan bir savaş yürütülüyor,”[151] biçiminde tarif ettiği düzlemde Venezüella Komünist Partisi (PCV) Merkez Komitesi Genel Sekreteri Oscar Figuera, “Maduro’nun Venezüella Bolívar Cumhuriyeti’nin anayasal cumhurbaşkanı olduğunu reddeden ABD emperyalizmi, Latin Amerika’nın uşak hükümetleri ve Venezüella’nın devletsiz, köle ruhlu sağcıları tarafından, ülkemizde bir kukla hükümet kurup siyasi şiddet ortamı yaratarak uluslararası sağa doğrudan müdahale bahanesi sağlayacak bir iç savaş çıkarmaya yönelik bir darbe girişimi başlattı”ğını ifade ediyor.[152]

Tam da bu tabloda ‘Pink Floyd’un solisti Roger Waters, “Bu deliliği durdurun. Venezüellalıları rahat bırakın. Dünyanın yüzde 1’inin buradaki petrolü yağmalamasını engelleyin. Venezüella’dan elinizi çekin. Venezüella’da Trump darbesine son!”[153] diye haykırırken; Venezüella’nın sokaklarında, ABD’yi hedef alan, “Gringo respeta!/ Gringo bize saygı göster!” yazıları görülmeye başlandı;[154] Maduro hükümetinin sağ muhalefet tarafından düşürülmesine yönelik kampanya sürdürülürken, halk da bu saldırıya karşı sokaklara çıktı.

VI. AYRIM: MADURO DÖNEMİ: SEÇİMLER, MUHALİFLER

Latin Amerika uzmanı akademisyen Esra Akgemci’nin ifadesiyle, “Bugün Venezüella o kadar büyük bir uçurumun eşiğinde ki, bir yandan Maduro’nun iktidarda kalmasının bedeli Venezüellalılar açısından her gün biraz daha ağırlaşacak, diğer yandan Maduro iktidardan düşerse Bolívarcı Devrim’in tüm kazanımlarını süpürmeye yönelik çok sancılı bir dönüşüm süreci yaşanacak,”[155] noktasındadır.

Bu kritik eşikte Maduro, 20 Mayıs 2018’de düzenlenen seçimleri yüzde 68 oyla kazanmış olsa da; “seçimlerin şeffaf, adil, eşit ve uluslararası standartlarda yapılmadığı” ileri sürülerek; Maduro “yasadışı” ilan edilip, yönetimi devralması için ordudan destek istemişti. Ve Guaidó ise destekçilerini meydanlara dökerek, 23 Ocak 2019’da kendisini ülkenin “geçici devlet başkanı” ilan edivermişti.[156]

“Kriz ve ABD destekli bir darbe girişimiyle karşı karşıya olan Venezüella”da[157] “Hem petrol fiyatlarının düşmesi, hem de ABD yaptırımlarının giderek artması Maduro’yu radikal önlemler almaktan alıkoyarken; ayrıca O, partisinin kendisinden daha radikal olan tabanının beklediği cüretkâr tutumu gösteremedi,”[158] ve bunun faturasını ödedi…

“Latin Amerika’nın kesik damarlarını onarma”ya gayret eden Chávez geleneği, yıllardır ABD destekli muhalefetin estirdiği “iç savaş” rüzgârlarına karşı direniyor.

Mesela BM Genel Kurulu’na hitap eden Maduro, ülkesine yönelik askeri müdahale tehditleri, ekonomik durum ve 4 Ağustos 2018’de bomba yüklü drone ile yapılan saldırıya yönelik soruşturmanın sonuçlarına değinerek, saldırının “Venezüella’yı başsız bırakmak, kaos oluşturup iç savaş çıkarmak ve ardından BM’yi devre dışı bırakarak ülkesine askeri bir müdahalede bulunabilmek” amaçlarıyla planlandığını açıklayarak, “Soruşturmanın bütün sonuçları bu saldırının ABD topraklarında finanse edildiğini ve planlandığını gösteriyor. Saldırının sorumluları aylar süren eğitimlerini Kolombiya topraklarında bu ülkenin resmi yetkililerinin desteği ve koruması altında aldıklarını itiraf etti,”[159] dedi…

Böylesi bir hâlde Maduro, “Barışın sağlanması için muhalefetle müzakere masasına oturmaya hazırım,”[160] diyerek bir kez daha seçimlerine kapı araladı.[161]

AB’nin, “8 gün içinde seçime gidilmezse Guaidó’yu tanıyacakları” dayatmasıyla yüz yüze kalan Maduro, “Avrupa bize ültimatom veremez. Bizi eleştirenler seçim sistemimizle ilgili konuşamaz… Venezüella’da rekor seviyede seçim yaptık. 25 seçim yaptık. 25 seçimden 23’ünü biz kazandık. Sadece 2’sini kaybettik. (…) Seçim alanında dünya rekorunun sahibiyiz. Bizi eleştirenlerin Venezüella seçim sistemiyle ilgili söyleyebilecekleri tek bir söz yok,” dedi.[162]

ABD’nin darbe çağrısına, “Hiçbir şekilde istifa etmem,”[163] yanıtını veren Maduro, Trump yönetimini “aşırı uçta görüşlere sahip bir çete” olarak nitelendirip, “Bu, Birleşik Devletler İmparatorluğu’nun, Beyaz Saray’ı yöneten aşırı sağcı grubun, Ku Klux Klan’ın çıkarına, Venezüella’yı ele geçirmek için verdiği siyasi bir savaş” diye betimlerken;[164] Venezüella’daki politik ve ekonomik gerginlik tırmanmayı sürdürdü.

Maduro “Bunun nedeni sağ muhalefet” dedi; şiddet ortamından muhalefeti sorumlu tutup; Miranda Eyalet Valisi Henrique Capriles’i şiddet yanlısı gruplara silah dağıtmakla suçladı.[165]

2 ŞUBAT2019’DA MADURO’NUN AMERİKAN HALKINA SESLENİŞİ
“Ben Nicolar Maduro, Bolívarcı Venezüella Cumhuriyeti’nin Başkanı. Buradan ABD halkına bir mesajım var. Sizi, Venezüella’ya karşı uluslararası düzeyde yürütülen medya operasyonu ve psikolojik savaş hakkında uyarmak istiyorum. Bu kampanya, Venezüella’ya yapılabilecek bir darbeyi haklı çıkarmak için tezgâhlanmakta. Finansman ve aktif destek Donald Trump yönetimince sağlanacak, herkesin bildiği gibi. Yalan fotoğraflar, kurmaca videolar üzerine kurulu bir kampanya. Televizyonda ya da ABD basınında gördüğünüz her şeye inanmayın öylece. Size içtenlikle söylüyorum, müdahale etmek için kitle imha silahlarımız olduğu yalanını söyleyecekler. Her gün yalanlar uyduruyorlar ki saldırganlıklarını haklı çıkarabilsinler. Sizi vicdanlı olmaya, dayanışmaya ve gerçeğe çağırıyorum. Amerika’da yeni bir Vietnam’a izin vermeyelim. Eğer ABD saldırmaya kalkarsa Vietnem’dan daha kötüsünü alacaklar. Biz şiddet istemiyoruz, buna izin vermeyin. Biz barış insanlarıyız, Simón Bolívar ve Hugo Chávez’in tarihinden gurur duyuyoruz. Venezüella’nın sağlam bir demokrasisi var. Bizim de diğer ülkeler gibi kendi problemlerimiz var, ve kendi başımıza çözebiliriz. Halkımız saygıyı hak ediyor. Ülkemizde dünyadaki en fazla petrol rezervi var. Ve ABD’de başı çekenler çöreklenmek istiyorlar, tıpkı Irak ve Libya’da yaptıkları gibi. Bu zenginlik bize ait. Dünyadaki en kaliteli altın bizde, dördüncü büyük gaz rezervi bizde. Hem doğal hem de enerji kaynakları bol bir ülkeyiz. Gerçek bu ve Venezüella’ya yapılan saldırıları açıklamakta. İşte bu yüzden sizi dayanışmaya davet ediyorum. Donald Trump ve onun gibi uç düşünen John Bolton, Mike Pompeo, CIA ve Mıke Pence’in yalanlarına ve Venezüella’ya darbe girişimine izin vermeyin. Destekledikleri bu darbe Venezüella halkını ve demokrasisini hedef almakta. Siz Amerika halkından beklentim çok yüksek. Burada Venezüella’da bir kardeşiniz var, ABD tarihinin bir hayranıyım. Şunu iyi biliyorum ki Philadelphia, Baltimore, New York, Washington’da kendi başıma yürüyebilirim. Ülkenizi iyi tanıyorum. Saygı temelinde ilişkiler geliştirmek istiyorum, yakınlık ve işbirliğine dayalı. ABD büyük bir ülke ve Donald Trump’tan daha fazlası. İyi ilişkilerimiz olsun isterim ve sorunlarımızı barışçıl bir diplomasiyle çözmek. Sadece Venezüella’ya saygı ve Vietnam benzeri bir savaştan kaçınabilmek adına desteğinizi istiyorum. Barış ve halkımıza saygı istiyorum. Eminim ki tarihe doğru yolu seçmişler olarak geçeceğiz, çünkü doğru bir yerdeyiz. Çok teşekkür ederim!”

ABD ile bazı bölge ülkelerinin, Venezüella’ya yönelik askeri tehditlerinin, ülkenin petrol, maden ve diğer zenginliklerini kontrol etme isteğinden kaynaklandığı vurgusuyla Maduro, “Eğer Venezüella patates ya da muz üretseydi, emperyalist kasırganın içinde olmazdı. Şunu kabul edelim ki bir ABD imparatorluğu var ve gözlerini Venezüella halkının zenginliklerine dikmiş durumda. Bizi aşağıda, arka bahçesi olarak görüyor ve bizim zenginliklerimizi istiyor. Venezüella’da güç sahibi olmak için de bütün bu baskıyı oluşturuyor. Bu yüzden onlar seçim değil, darbe istiyorlar,”[166] dedi.

Ayrıca da, ABD Başkanı Trump’ın, Kolombiya hükümetine ve mafyasına kendisini öldürme talimatı verdiğini belirten Maduro ekledi: “Şüphesiz, başıma bir şey gelirse sorumlusu Donald Trump ve Kolombiya Devlet Başkanı Ivan Duque’dir.”[167]

Guaidó’nun da er ya da geç mahkemelerde hesap vereceğini söyleyen Maduro, “Eğer Amerikan imparatorluğu, bölgemizdeki bir palmiye yaprağına bile dokunmaya cesaret ederse, bu yeni bir Vietnam’a dönüşür,” dedi.[168]

Avrupa Parlamentosu (AP) vekilleri havalimanından geri çevrilip;[169] 5 vekilinin ülkeye girişlerine, “komplo düzenlemek için geldikleri” gerekçesiyle izin vermeyen[170] Maduro, 2 Şubat 2019’da erken seçim çağrısı yapıp; Uruguay, Meksika ve Bolivya tarafından yürütülen uluslararası “müzakere girişimi”ne teşekkür edip, anayasaya bağlılığını vurgulayarak; “ulusal ajanda” oluşturmak için diyaloga hazır olduğunu bir kez daha tekrarladı.[171]

Bunun yanında “ABD petrol almak isterlerse satarız,”[172] ifadesiyle, diplomatik ve politik ilişkilerini sonlandırdığını açıklayan Maduro, Venezüella’daki ABD’li diplomatlara ülkeyi terk etmeleri için 72 saat verdiğini duyurup, “Çok ileri gittiler. ABD’nin emperyalist hükümeti ile tüm diplomatik ve siyasi ilişkileri kesme kararı aldım. Dışarı! Hepsi gidebilir. Venezüella’yı Washington’dan yönetmeyi amaçlıyorlar. Washington’un emirlerini yerine getiren bir kukla hükümet istiyor musunuz? Venezüella’yı Bogotá’dan yönetmek istiyorlar. Kendimizi oligarşinin köleleri hâline getirecek miyiz? Venezüella saygındır. Ne darbe ne müdahalecilik. Venezüella barış ve ilerleme istiyor… Gringo (ABD) imparatorluğuna güvenmeyin. Onların çıkarlarını yöneten şey Venezüella’nın petrolüne, gazına ve altınına olan arzularıdır. Bunlar size ait değil, bunlar Venezüella’nın egemen halkına ait.”[173] diyerek ekledi:

“Uzun zamandır planlanmış ve şimdi hayata geçirilen bir darbe girişimi var. Bugüne dek birçok zorluğu aştık. Ve şimdi bir darbe girişimiyle karşı karşıyayız.”[174]

VI.1) JUAN GUAİDÓ’NUN ŞECERESİ

Venezüella halkının dahi adını yalnızca birkaç haftadır duymaya başladığı Guaidó, destekçilerini de meydanlara dökerek 23 Ocak 2019’da kendisini ülkenin “geçici devlet başkanı” ilan ederken; kararına gerekçe olarak anayasanın 233 ve 333’üncü maddelerini gösterip; Mayıs 2018’deki seçimlerin geçersiz olduğunu öne sürerek Maduro’nun artık devlet başkan olmadığını söylüyordu.[175]

“İyi de kendisini ‘geçici başkan’ ilan eden muhalefet lideri de kim” mi?

Öncelikle Venezuelanalysis’a göre, Venezüella halkının yüzde 81’i, ABD’nin Venezüella Devlet Başkanı olarak tanıdığı Guaidó’nun kim olduğunu dahi bilmiyor.[176]

ABD müttefiki sağcı hükümetlerin de desteğini alan Guaidó, Washington Üniversitesi’nde lisan üstü yaptı. 2007’de Chávez hükümetinin özel yayıncılık ağı Radio Caracas Televisión’ın (RCTV) ruhsatını yenilemeyerek yayınlarını engellemesini protesto eden öğrenciler arasında vardı. Chávez, RCTV’yi yayıncılık kurallarını ihlâl etmek ve 2002 darbe girişimini desteklemekle suçluyordu.

2011’de Ulusal Meclis’e yedek üye, 2016’da Vargas eyaletinin doğrudan milletvekili olarak seçildi.

ABD eski Başkanı Barack Obama’nın “Yes we can” sloganının İspanyolcası “Sí, se puede!” sözünü sık sık kullandı.

Aralık 2018’te seçildiği Ulusal Meclis Başkanlığı için 5 Ocak 2019’da yemin ederken Nicolás Maduro’ya muhalefet etme sözü verdi.

15 Ocak 2019’da The Washington Post gazetesinde “Maduro bir gaspçı, Venezüella’da demokrasiyi yeniden tesis etme vakti geldi” başlıklı bir makale yayımladı.[177]

Yabancı askeri müdahaleye yeşil ışık yakıp, “ Mümkün olan her şeyi yapacağım,”[178] diyen Guaidó, ‘The Washington Post’a da Devlet Başkanı Maduro’yu devirme çabasını açık açık anlattı.

Ayrıca bazı ABD siyasetçilerinin kendi hükümetine destek verdiğini vurgulayarak Illinois eyaleti Senatörü Dick Durbin, Florida Senatörü Marco Rubio ve New Jersey Senatörü Robert Menendez ile görüştüğünü de saklamadı.[179]

Devamla: “Maduro’nun 10 Ocak 2019’daki yemin töreninden bir hafta önce, 5 Ocak 2019’da göreve başlayan yeni Meclis Başkanı Guaidó 35 yaşında, orta sınıftan gelen, öğrenci hareketinin içinde kendini göstermiş genç bir lider. Özellikle 2007’de Chávez’in anayasal değişiklik için gerçekleştirdiği referandum sürecinde gelişen öğrenci hareketinde öne çıktı. Bu noktada Chávez iktidara geldiğinde sadece 15 yaşında olan Guaidó’nun çok erken bir yaşta Chávez karşıtı (anti-Chavista) hareketin içinde örgütlendiğine dikkat çekmek gerekiyor. Bu açıdan Venezüella’da görmeye alışık olduğumuz üst sınıftan gelen, yurt dışında, nezih üniversitelerde eğitim almış elit muhalefet liderlerinden farklı bir profili var.

Guaidó, bu kadar genç bir yaşta Ulusal Meclis’in başına geçebilmesini muhalefet cephesini oluşturan MUD içindeki belirli pazarlıklara borçlu. MUD içinde iki ana hattan söz edebiliriz. Bir yanda 2013’teki başkanlık seçimlerinde Maduro’ya karşı yarışmış ve kıl payı kaybetmiş olan Henrique Capriles’in temsil ettiği diyalog yanlısı bir grup, diğer yanda ise Maduro’nun seçimle gitmeyeceğine inanan ve sürekli şiddeti kışkırtarak iktidara karşı bir ‘yıpratma savaşı’ veren, Leopoldo López’in temsil ettiği bir grup var. Meclisin yeni başkanı Guaidó da daha baskın olan bu ikinci grupta yer alıyor.

2002’de Chávez’e karşı darbe girişimini desteklemiş olan, 2014’te ise Maduro karşıtı gösterileri örgütleyen ve sokak çatışmalarını kışkırtan Leopoldo López, Ağustos 2017’den bu yana ev hapsinde bulunuyor ve ülkedeki en etkili muhaliflerden biri olarak öne çıkıyor. Leopoldo López’in 2009’da kurduğu Voluntad Popular (Halk İradesi) partisinin kurucu üyelerinden olan Guaidó, meclisin başına geçer geçmez Maduro’ya karşı darbeyi kışkırtan söylemlerde bulunarak pozisyonunu açıkça belli etti.

Guaidó, ‘gaspçı’ olarak tanımladığı Maduro’nun ülkedeki anayasal düzeni gasp ettiğini söyledi ve ‘Venezüella halkı, ordu ve uluslararası toplum bizi iktidara taşımalıdır’ diye konuştu.

Ayrıca, Pérez Jiménez diktatörlüğünün 1958’de devrildiği gün olan 23 Ocak’ta Maduro iktidarına karşı halkı sokağa çıkmaya ve büyük bir protesto gösterisi yapmaya çağırdı. Bu kadar kritik bir noktada Trump’ın, protestolar sırasında kendisini ülkenin ‘geçici başkanı’ ilan eden Guaidó’yu resmen tanıması ise krize ayrı bir boyut kazandırdı.”[180]

VI.2) KİM BU MUHALİFLER?

“Kim bu muhalifler” mi?

Mesela Venezüella’nın ABD’deki askeri ataşesi Albay José Luis Silva!

Guaidó’yu ülkenin yeni devlet başkanı olarak tanıdığını açıklayan Silva, orduya da aynısını yapmaları için çağrıda bulunup, “Silahlarımız ülkemizi korumak için, halka saldırmak için değil” diye seslenendi.[181]

Mesela Maduro’nun, saldırıyı finanse edenlerin ve planlayanların ABD’nin Florida eyaletinde yaşadığını duyurduğu[182] suikast girişimi nedeniyle gözaltına alan üst düzey askerler![183]

Başsavcı Tarek William Saab, Maduro’ya suikast girişiminden sorumlu şüphelilerin sayısının 34’e yükseldiğini, bunların arasında bir general, bir albay ve iki muhalefet milletvekilinin olduğunu açıkladı. Maduro, suikast girişiminin ardından tutuklanan 6 kişinin ifadelerine bakıldığında Kolombiya’da sürgünde yaşayan eski Meclis Başkanı ve muhalefet lideri Julio Borges’in bu olaydan sorumlu olduğu ve muhalif milletvekili Juan Requesense’nin de şüpheliler arasında olduğunu ortaya çıkmıştı…[184]

Mesela Lara Eyaleti Valisi Henri Falcon’un, iki kişinin ölümüyle sonuçlanan silahlı çatışmadan, muhalif paramiliter grupların sorumlu olduklarını açıklayıp; bu kişilerin protestocuların arasına karışarak kargaşaya yol açtıklarını ve sivillere ateş açtıklarını belirttiği gibi![185]

Mesela yasadışı faaliyetlerinden ötürü tutuklanan Caracas Belediye Başkanı Antonio Ledezma’nın tutuklanması üzerine; ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki’nin “Venezüella hükümetinin, ABD’nin darbe senaryolarına karıştığı ve Venezüella’yı istikrarsızlaştırmaya çalıştığı iddialarının temelsiz ve yanlış” olduğunu kaydettiği tezgâh![186]

Mesela İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun, “Venezüella’nın yeni yönetimini tanıdığını” açıklaması;[187] veya İngiltere’nin, Merkez Bankası’ndaki Venezüella’ya ait 8 milyar dolarlık altın rezervine el koyup[188] muhalefete sunması gibi!

Geçerken anımsatalım: Siyonistlerin ‘Hayom’ gazetesine konuşan Guaidó, “İsrail ile olan ilişkilerin yeniden istikrara kavuşturulması sürecinin en yüksek noktada olduğunu bildirmekten çok mutluyum,” deyip; Tel Aviv’deki Venezüella büyükelçiliğini Kudüs’e taşımayı da düşündüklerini belirterek ekledi: “Yakında bağların yeniden oluşturulduğunu ve elçiliğin yerinin değiştirildiğini ilan edeceğim”!

Örnekleri çoğaltmak mümkün; tıpkı “gıda oyunu”ndaki gibi…

Duymamış olamazsınız!

ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan Kongre’ye gönderilen Venezüella’ya ilişkin e-posta Amerikan basınına sızdı. ABD ordusunun Venezüella’ya 250 tonluk yardım göndermesi tavsiyesinin yer aldığı e-postada, bu hamlenin amacının Maduro yönetimi üzerinde baskı oluşturmak olduğu ifade edildi.[189]

Lima Grubu, ülkedeki “ağır insani durum”dan endişe edildiğine değinilen açıklamada, bu sorunların kaynağı olarak Maduro’yu hedef gösterirken; BM ve ona bağlı kurumlara “Venezüella halkına insani yardım yapılması için hazırlıklı olma” çağrısı yapıldı.[190]

Maduro, uluslararası toplumun insani yardımlarına tepki gösterip, “Biz dilenciler ülkesi değiliz” dedi.[191] Kolombiya[192] ile Venezüella arasındaki sınır geçiş noktalarından Las Tienditas Köprüsü’ne kamyon ve TIR’lardan barikat kurdurdu; söz konusu insani yardımın bir aldatmacadan ibaret olduğunu ve askeri işgal için zemin hazırlandığını ifade etti.[193]

Yine Maduro, ülkeye “insani yardım” göndereceğini açıklayan Brezilya ile sınırını kapadığını ve kararın “halkı korumak” için alındığını söyledi. Kolombiya ile sınırın tamamen kapatılması fikrini ise gözardı etmediğini belirtip, “yardım” tartışmalarının “ABD’nin işgal stratejisinin bir parçası” olduğunu ve “bu şova izin vermeyeceğini” ifade etti.[194]

Ve bir şey daha: Venezüella’nın Moskova Büyükelçisi Carlos Rafael Faria Tortosa, ABD’nin Kolombiya üzerinden ülkesine sokmaya çalıştığı insani yardım paketlerinin içinde son kullanma tarihi geçmiş ilaçlar ve bozulmuş yiyecekler bulunduğunu açıkladı![195]

VII. AYRIM: MADURO’YA ELEŞTİRİ(LER)

Korkut Boratav’ın, “Maduro’nun çok sayıda ek hata yaptığı ileri sürülüyor. Bugünün koşullarında onları tartışmak haddim değildir; uygun da değildir,”[196] görüşünü paylaşmıyoruz; her hâlükârda eleştiri askıya alınamaz. Maduro eleştirilebilir, eleştirilmelidir ve biz de onu eleştirenlerdeniz…

Ama “ifrata” kaçmadan; sapla samanı karıştırmadan ya da Metin Yeğin’in, “Venezüella hiç de güllük gülistanlık değil ama oradaki iyi gitmeyen şeyleri sevinçli bir telaşla bana yazan arkadaşları hiç anlamadığımı söylemeliyim,”[197] uyarısını “es” geçmeden!

Maduro’ya muhtelif itirazlar var.

İlki; “ABD saldırganlığı karşısında Maduro’nun desteklenmesini savunanlar ya emperyalistler ve yerli uşakları arasında süren bu dalaşın tarafı olmayı savunduklarını unutuyor ya da başka bir emperyalist güce yedeklenmeyi anti-emperyalizm sanıyorlar…”[198]

Ya da “Maduro’yu yıkmak isteyenler ile destekleyenler üzerinden baktığımızda şunu görmekteyiz; Maduro’yu yıkmak isteyen; ABD emperyalizmi/müttefikleri! Maduro’yu destekleyen ise; Rus emperyalizmi ve müttefikleri!

Bu durumda Batı ya da Doğu emperyalist bloktan birini ve destekledikleri Maduro ya da Guaidó’yu desteklemek zorunda değiliz, desteklemiyoruz da… Biz Venezüella işçi emekçilerinin kendi alternatifini yaratmalarının destekçisiyiz…”[199] biçimindedir…

Bu tür itirazlar; Mao Zedung’un, “baş çelişki” tespitini[200] kavrayamayan teorist toptancılıktır ve mücadelenin pratik boyutuna kördür!

İkincisi; “Maduro’nun yozlaşmış rejimi ekonomik kuşatmaya çare bulamıyor ve tüm protestoları şiddetle boğmaya çalışıyor. Muhalefet ise Venezüella’yı kuşatarak kıtlık ve yoksulluk ile boğmak isteyen dış güçlere bel bağladığı için ayrıcalıklı orta-üst sınıfların ötesine geçemiyor…”[201]

Veya “Venezüella, sosyalizmin egemen olduğu ve herkesin eşitlik içinde yaşadığı bir ülke değil. Elitlerin iktidarına sahip bir ülke bence… İki kötü arasında seçim yapmam. Her ikisine de karşıyım,”[202]

Ya da “Venezüella’da ülkesini yıkıma sürükleyen bir iktidar var. Anayasayı askıya almış, medyayı bütünüyle kontrolüne geçirmiş, tek adam rejimi kurmuş, ekonomiyi çökertmiş, halkını açlığa mahkûm etmiş sefil bir otoriter yönetim söz konusu… Batılıların Venezüella’ya müdahalesine karşı olmak ile uyguladığı politikalarla ülkesini yıkıma sürüklemiş bir iktidarın yanında durmak arasında epeyce bir fark var,”[203] türünden tespitlerden birisi “Marksist”, diğeri de “Liberal”olmakla birlikte aynı noktada buluşuyorken; her ikisi de, “Ne o ne bu” tavır(sızlık)ı ile “Su ıslaktır” demenin ötesinde bir şey demeyen dilsizlikten mağdurdur!

Üçüncüsü; “Emperyalizme karşı ‘faşizm’; zurnanın tam zırt dediği yer. ‘Emperyalizme karşı Maduro’ gibi sunulan bir şablon önümüze çıkıyor… Evet… gayet tabii bir yanda ‘arka bahçe’ Latin Amerika’nın yakasından düşmeyen tek dişli canavar ‘emperyalizm’ var. Ama diğer yanda da -bunu görmek gerek!- kendi çocuklarını yiyen bir otoritarizm ve faşizm yükseliyor. Çatışma, ‘emperyalizm’ ile -heyhat!- ‘yerel faşizm’ arasında…”[204]

Buna; Maduro’yu “yerel faşizm” ilan eden (Trump’a layık!) zırvaya yanıt vermek abes ile iştigaldir…

Dördüncüsü; “Maduro, otoriter, benmerkezci, rüşvet ağını işleten, sosyalizmle hiçbir alâkâsı olmayan, iktidarda kalmak için yeni iktidar aygıtları icat eden bir siyasi figürdür. Venezüella’nın yoksullarından destek almış olması, bu gerçeklerin görünmesini engellememeli… Maduro’nun selefi Chávez’den yönetim tarzının esasları açısından bir farkı yok. Ne Chávez ne de Maduro’nun sosyalizmle bir alâkâsı var. Chávez, Venezüella’nın dev petrol gelirlerini halkın en yoksul kesimleriyle de paylaşarak, eğitim, sağlık ve barınma gibi en hayati alanlarda yoksullara petrol gelirlerinden pay aktararak ve bu ekonomik süreci yönetmesi için gerekli olan halk desteğini sağlamak için demokratik bir anayasa hamlesi yaparak iktidarını pekiştirdi,”[205] derken; “Yetmez ama evet”çi tutumunu anımsatmak zorunda olduğumuz bu söyleme hatırlatalım: İşçi sınıfının toplumsal gelişmeye karşı çıkan tutumu da, çıkarları da olmaz…

Ayrıca kim; Maduro’nun selefi Chávez’in “sosyalizmle bir alâkâsı” olduğunu iddia etti?

Beşincisi;“ABD’nin emperyalist yaklaşımlar içinde Venezüella’ya müdahale etmesi, darbeci kalkışmalar içinde olması elbette ki kabul etmemiz mümkün değil, komünistler-sosyalistler olarak reddediyoruz. Ama aynı zamanda, komünistler-sosyalistler açısından da bir kişinin ya da yönetimin sadece ABD karşıtı olması onun sosyalist olduğu, desteklenmesi gerektiğinin ölçütü olmaz, olmamalıdır da. Ülkesindeki petrol ve doğalgaz gelirlerine rağmen sürekli artan işsizlikten, otoriter, despotik davranışları asla sosyalistlikle bağdaşmamasına rağmen sırf ‘ABD emperyalizminin planlı saldırısına uğradığı’ gerekçesiyle kimi sol-sosyalist kesimlerin Maduro’ya sahip çıkma çağrısı doğru bir siyasi tutum değil olsa olsa siyasi körlüktür,”[206] ifadesine hatırlatalım: Biz Barriolar’ın Venezüellası’ndan yanayız, onlarlayız…

Toparlarsak bu tür itirazların “es” geçtiği yaşananın tehlikesi yani Mike Gonzalez’in, “Maduro’nun artan bir şekilde antidemokratikleşen yönetimi sağ güçlerin şiddetiyle savaşırken, sıradan Venezüellalılar Chavismo’nun kazanımlarının kayıp gitmesini izliyorlar,”[207] biçiminde tarif ettiği hâldir!

VII.1) “DİKTATÖR”

Maduro’ya “diktatör” deniyor

“Bugün dünyada diktatörlüğün hüküm sürmediği tek bir ülke yoktur. İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da adlı adınca sermayenin diktatörlüğü vardır. Bazı ülkelerde otoriter kişilerin öne çıkması bu sınıf temelini değiştirmiyor. Türkiye’de de sermayenin diktatörlüğü söz konusudur. Maduro’ya ‘diktatör’ diyenlerin ise zaten sınıflarla filan bir derdi yok.”[208]

Evet, “Maduro’nun eleştirilecek çok icraatı var. Lakin ‘diktatör’ demek pek zor. Güney Amerika’da ABD destekli pek çok liderden daha yüksek popülaritesi var…

Yaşananlar dünyaya ‘popülist diktatörlüğe karşı demokrasi’ diye sunulmaya çalışılıyor. Malum; her ideolojiye doğal olarak içkin popülizmi diktatörlükle anmak artık moda. Asıl meselenin bunun içinin nasıl doldurulduğu olduğunu sorgulayanı ara ki bulasın!

Latin solunun pek çok hatası bulunsa dahi, aslolan bunu nereden ve nasıl eleştirdiğimiz olmalıdır.”[209]

Metin Yeğin de konuyu toparlıyor:

“20 yıldır çok yakın takip ettiğim ülke için onlarca -Maduro, hatta Chávez dönemi eleştirileri yazmama rağmen- adam Ertuğrul seyrediyor, Nusret’te yemek yiyor diye ve siz daha çok ‘kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla’ demek istediğiniz için, -altını çizerek, sizin karikatür demokrasinizin kurallarına göre- diktatör diyemem; ki ya da Trump kadar, Macron kadar diktatördür.

Maduro tabii ki diktatördür. Bütün devletler son tahlilde, -hatta ilk tahlilde!- diktatörlüktür. Dört ya da beş yılda bir ya da egemenlerin kaprislerine uyup, sandık başına gidip, aman başkasına bulaşmasın diye, oy kağıdını 4-5 kez özenle katlayıp sandığa atıp, eve dönüp, televizyonun karşına oturup kimin kazandığını seyretmenize ve gelecek dört ya da beş yılda oturup televizyon seyretmenize demokrasi mi diyorsunuz? Bu bulmacalarda sık sık çıkan kağıt katlama sanatı origamiden başka nedir ki?

Maduro seçimle mi başa geldi?

Evet, Maduro başkanlık seçimlerini kazandı. Yüzde 46 katılım oranıyla yapılan seçimde, oyların yüzde 68’ini alarak kazandı. Venezüella için az bir oran değildi bu. Ayrıca ABD seçimlerinde mesela 2014 yılında katılım yüzde 36 idi sadece, son ara seçimlerde ise katılım rekoru kırıldı ki bu da yüzde 41 idi. Yani sizin demokrasilerinize göre bayağı bayağı seçim işte. Bu arada muhalefetin bir bölümü boykot etti seçimi. Seçime katılan diğer adaylar, Henry Falcon, 1 milyon 820 bin (yüzde 21), Javier Bertucci’nin 925 bin, Reinaldo Quijada ise 34 bin 614 oy aldı. Maduro bu seçimlere göre 2025 yılına kadar başkan seçildi.

Muhalefet seçimler sırasında yardımlar dağıtılarak oy satın aldığını söyledi. Yardım kartlarıyla oy kullandıktan sonra danışma noktalarında, deyim yerindeyse ‘makarna’ dağıtıldığını. Aslında sadece seçim dönemlerinde değil sürekli olan bir uygulamaydı bu. Fakat doğruysa eğer, bilmem sizin karikatür demokrasinizde bunlar oyuna dahil değil mi ya da mesela seçimden önce çalışanlara kadro verilmesi, yeni atamalar yapılması sözleri, emekli maaşı ikramiyeler filan ‘makarna’ sayılmıyor mu?

Fakat Maduro, daha önce ‘Ulusal Meclis’te muhalefet kazanınca, meclisi yok saydı, bu yüzden diktatör’ mü diyorsunuz, o zaman buna bakalım.

2015 tarihinde yapılan Ulusal Meclis seçimlerinde muhalefet ittifakı ‘MUD’ 167 vekilliğin 112’sini kazandı. Yani mecliste çoğunluk muhalefetindi. Muhalefet bu seçim sonuçlarına göre Maduro’nun istifa etmesini istedi. Bilmiyorum yazmak gerekiyor mu ama Venezüella’da Maduro’nun başkanlık süresi henüz bitmemişti. Karikatür demokrasilere göre hemen geri çağırma yetkisi yoktur seçilenlerin, ki bu parlamento da aynı oyuna dahildi.

Buna bir başka yakın zaman benzetmesi yaparsak, oyunun diğer kutbu ABD Başkanı Trump’ın partisi Cumhuriyetçilerin, son seçimlerde Temsilciler Meclisi’nde Demokratlara karşı çoğunluğu kaybetmesi gibiydi. Tabii ki böyle bir seçim sonucunda Demokrat Parti, ABD Başkanı’nın istifa etmesini isteyebilirdi. Fakat başkan da ‘benim daha çok zamanım var’ diye aldırmayabilirdi tabii ki. Oyun böyle.

Ulusal Meclis’te 17 yıl sonra muhalefet çoğunluğu kazanınca, bir siyasal kriz doğdu. Her ne kadar başkan Maduro seçimlerden önce birçok yetkiyi meclisten almasına rağmen, yani pozitif yasalara göre, başkanlığı pek bir şey değişiklik yapmadan sürdürebileceğine rağmen, (övmüyorum oyunun kuralları bu!) ülkenin istikrarı için yeni bir anayasa için Kurucu Meclis inşasına girişti.

-Ay duyan da sizi KHK’sız bir ülke de yaşıyorsunuz zannedecek. Ben ne yapayım sizin demokrasi oyununuz böyle.-

Bu durumu size anlatmak için şöyle bir şey söyleyebilirim. Türkiye’de 7 Haziran seçimlerine göre, mutlak çoğunluğunu kaybeden AKP iktidarının, kısa dönem hükümet kurma çalışmalarının hemen ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın erken seçim kararı alması, yani seçilmiş meclisi fesih etmesi gibi bir şey ve tabii ki bu karar da pozitif hukuka uygundu. Bu sadece Venezüella’da ya da bizde değil, Fransa’da da devlet başkanının tek başına meclisi fesih hakkı vardır mesela.”[210]

Buna rağmen; “Nerede bir diktatör, insanlık düşmanı varsa birilerine nazire yapmak için onu desteklemek marifet mi görülüyor… ABD politikalarına ve ABD destekli darbelere karşı gelmek farklı bir şey, ülkesinde insanlara kan kusturan bir diktatörü desteklemek farklı bir şey… ABD, Venezüella yönetimine diktatörlük deyince otomatik olarak savunmaya mı geçmek gerekiyor? Veya kutsanan bir liderin veya makamın savunması, o diktatöre arka çıkmayı farz mı kılıyor? Hukukun, adaletin, insan haklarının, insan iradesinin, özgürlüklerin olmadığı, engellendiği ülkenin adı ne olursa olsun diktatörlüktür,”[211] deyişindeki “soyut demokratik naiflik”; “Sınıfların uzlaşmaz çelişkisinden devlet kurulmuştur,”[212] gerçeğine “sırt dönmüş”tür…

Ayrıca ‘Gazeteduvar’ yazarı Aydın Selcen’in, “Maduro’ya destek veren solcuların, Erdoğan ile aynı çizgiye geldiği”[213] ifadesine gelince; bu en hafif ifadeyle densizliktir, ayarsızlık, insafsızlıktır…

Ve nihayet TB“K”P’ci revizyonizmle müsemma Yalçın Ergündoğan’ın uzun demagojik maruzatlarını[214] dipnota alarak, kimilerin de ne dediğini aktaralım:

ÇERÇEVE[215]
Chávez 1998 de başkan seçildi.  Yoksul ve cahil ahâli, onu çok seviyordu, gıda kolisi dağıtıyor, gariban mahallelere, sağlık ocağı filan açıyor, devletin kaynaklarını tıpkı bir sebil gibi ÜRETİM için değil TÜKETİM için kullanıyordu. Balık tutmayı öğretme yerine, kokmuş balık vererek HALKI KANDIRANLAR, açlıktan nefesi kokan halk tarafından “KURTARICILARI” olarak görülüyordu. Bir gün… Başkan Chávez Anayasayı değiştirdi, dolayısıyla devletin yönetim şeklini değiştirdi. Artık, HALKIN onu sevip sevmemesinin hiçbir önemi yoktu, çünkü, artık onu başkanlıktan indirmek hukuken mümkün değildi. HUGO, önce MUHALEFETİ SUSTURDU, BASINI SUSTURDU, İŞ DÜNYASINI SUSTALI MAYMUNA ÇEVİRDİ. Onun yönetim şekli yüzünden 1.5 milyon kişi ülkeden kaçtı. Kansere yakalandı. Halefi olarak, başkan yardımcısı Maduro’yu seçti.  Bütçe dahil, tüm yetkilerini başkan yardımcısı olarak atadığı Maduro’ya devretti. Maduro otobüs şoförüydü, lise mezunuydu, sendikacılıktan tırmanmış, Chávez’in sağ kolu olmuştu. “Üniversite mezunu olmayan biri devlete başkan olabilir mi?” diye eleştirildiğinde, Chávez, “Neden olmasın”; “iktidar halkındır, elitler-seçkinciler istemese de otobüs şoförü başkan olur,” diyordu. Chávez öldü, otobüs şoförü Maduro geçici olarak başkan oldu. Nisan 2013’te yeniden başkanlık seçimi yapıldı, Başkanlık imkânlarını sonuna kadar kullanan Maduro, yüzde 50.6 oyla kılpayı kazandı. Rakibi yüzde 49.1 almıştı. Seçimde şaibe olduğunu, oyların çalındığını elbette herkes biliyordu ama, itirazlardan netice alınamadı, çünkü, seçim kurulu, yargı, komple Maduro’nun kontrolündeydi.  Toplum karpuz gibi ikiye bölündü. Protesto gösterileri başlayınca, halka ateş açıldı. Harvard mezunu Muhalefet lideri tutuklandı.

Venezüella’daki yoklukta ABD-AB ambargosunun, ablukanın, işbirlikçi Latin Amerika rejimlerinin müdahalelerinin, dezenformasyon kanallarının, paramiliterlerin… vb. vb. rolünü görmezden gelip Chávez ve/veya Maduro’yu “diktatör” ilan eden kestirmecilik, cehaletten mi kaynaklanır acaba?

Yoksa, “antiemperyalizm” gibi “modası geçmiş”, “dinozorca” söylemlerden kendini “arındırarak” efendiler nezdinde muteberleşmeye çalışan bir işgüzarlıktan mı malûldür?

Bu kadarı yeter!

VII.2) T.“C”YLE İLİŞKİ

Tartışmalı bir diğer konu da; “… ‘Maduro ile zaten ‘dünya ahret kardeş’ gibidir… Türkiye dostluğunu Ertuğrul dizisinin çekildiği film setinde Osmanlı kılığına girerek ve ‘kalbe giden yol mideden geçer’ misali özel uçağını İstanbul’da indirip bir kebapçıyı onurlandıran Maduro, Venezüella’ya gittiğinde Erdoğan’ı Caracas’taki Miraflores Sarayı’ndaki resmi törende Simón Bolívar’ın kılıcının replikasını sunarak onurlandırır,”[216] biçiminde itiraz edilen T.“C”yle ilişki meselesidir.

Maduro Venezüellası’nın T.“C”yle ilişkilerini ideolojik olarak onaylamak mümkün değil; onaylamıyoruz da! Ancak devlet arası pratik ilişkiyi de inkâr etmek mümkün görünmüyor.

Bununla bağıntılı olarak “Amerika başka bir ülkeye demokrasi getiremez” vurgusuyla Prof. İlhan Uzgel’in, “Küresel planda kimseye ‘alan bırakmayan’ bir sistemle karşı karşıya olunduğu” ve “hâl böyleyken de dünyanın en kolay işinin de ‘anti-emperyalistim’ demek olduğu” uyarısıyla müsemma, “kendilerine ‘anti-emperyalist’ diyenlerin aynı zamanda ‘anti-kapitalist’ olmadıkları” vurgusu[217] “es” geçilmez ise, “Türkiye’nin Venezüella desteği söylemsel”[218] notu düşülen Erdoğan hâlleri yerli yerine oturtulabilir…

Siz boş verin “Venezüella da Türkiye de biçimleri farklı olsa da direnen ve “Dünya 5’ten büyüktür”ü şiar edinen iki ülke,”[219] çığlığı atan Hilâl Kaplan ile benzerlerini…

“Erdoğan’ın Maduro’yu desteklemesinin nedeni, birbirlerine benzemesi, Venezüella ile Türkiye’nin çok gelişkin bağları olduğu için değil, tam aksine hiçbir önemli bir ilişkisinin olmamasıdır… Yoksa ‘komünist Maduro’ Türkiye’de olsaydı, çoktan cezaevinde olurdu,”[220] diyen Metin Yeğin’e göre, Erdoğan’ın Venezüella’ya bu derece ilgi göstermesinin nedenleri arasında ekonomi çok önemli bir yer teşkil etmiyor. Venezüella’da Hugo Chávez döneminde altın madenlerinde çalışan ve kooperatiflerin örgütlenmesine yardımcı olan Yeğin, Erdoğan’ın iki amacı olduğu görüşünde: “Birincisi bir dönem Ortadoğu’da sağladığı ABD’ye kafa tutan lider imajını bir nebze düzeltebilmek. Diğeri ise kendi kitlesine mazlumların yanında yer aldığını göstermek.”[221]

Kaldı ki “Maduro, Erdoğan’dan çok farklı bir kökenden gelen, ideolojik olarak onun zıddı olan bir tarihi önderin mirasçısıdır: Chávez, 1998’de başkanlığa seçildiği andan itibaren iki çok önemli şey yapmıştır. Birincisi, ABD emperyalizmine tavizsiz kafa tutmuştur. İkincisi, ülkesinin petrol gelirini yoksul halkın yaşam düzeyini yükseltmeye harcamıştır. Bu iki ana yöneliş kendi başına sosyalizm olmadığı hâlde, yaptıklarını ‘sosyalizm’ etiketiyle sunmuştur. Dünya solu da Türkiye solu da umut açlığı içinde bu nitelemenin üstüne atlamıştır. Biz başından itibaren bunun büyük bir yalan olduğunu ısrarla söyledik, ama nafile. Chávez, hep söyledik, yalnızca bir burjuva milliyetçisidir. Ama tutarlı bir milliyetçi, ısrarlı bir anti-emperyalisttir.

Erdoğan, Chávez’ten bir süre sonra iktidara geldi. Ama 2002’den 2011’e dek her alanda Batı emperyalizmiyle müttefikti. Yani, Maduro anti-emperyalist Chávez’in mirasçısıdır, ama Erdoğan emperyalizmle el ele yürüyen birinci Erdoğan döneminin mirasçısıdır. Bu ne gösterir? Maduro, Chávez’e sadık kalmaya mecburdur, çünkü kitleleri ancak böyle yanında tutabilir. Anti-emperyalizmden kopar kopmaz, kitleler de ondan kopacaktır. Oysa Erdoğan, on yıl boyunca kanıtladığı gibi emperyalizmle gayet iyi anlaşabilir. Dolayısıyla, emperyalizm Erdoğan’a, Maduro’ya düşman olduğu biçimde düşman değildir. Erdoğan ekonomide sonuna kadar emperyalizm yanlısıdır.[222] Türkiye’deki yabancı sermayeyi korumayı ve uluslararası finans sermayesinin kurallarına uymayı esas pusulası yapmıştır. Bu bakımdan, ne Chávez’le ne de onun müridi Maduro ile karşılaştırılabilir…”[223]

Toparlarsak: “Erdoğan iktidarının Maduro yönetimiyle sürdürdüğü ilişki ikiyüzlü, samimiyetsiz ve çıkara dayalıdır.”[224] Venezüella’daki Gayones Hareketi yöneticisi Pedro Rosas’ın da ifade ettiği gibi, “Devletler ve hükümetler ilişkilerinde hep çıkarları esas alırlar. Şimdi bunu yaşıyoruz. Bu durumdan kazançlı çıkan ise iki ilkenin burjuvazisi. Örneğin, Türkiye’den bazı kesimler Venezüella ile yaptıkları ticaret nedeniyle iyi kâr ediyorlar. Hükümetin dağıttığı temel gıda paketlerinin üzerinde Türkiye’den geldiği yazılıyor. Bu tabii halk arasında Türkiye’ye sempatiyi artırıyor. Bundan Türkiye’deki burjuvazinin kâr sağladığı halk için önemli değil. Türk şirketleri için asıl önemli olan para. Ancak biz gelen temel gıda maddelerinin Türk burjuvaları tarafından değil, Türkiyeli işçi kardeşlerimiz tarafından üretildiğini anlatıyoruz. 

Devletler arasındaki resmi görüşmeleri bir yana bırakıp işçi ve emekçiler arasında bir dayanışma sağlamamız gerekiyor. İşçiler, burjuvazinin kendilerini sömürdüğünü ve kullandığını biliyor. Türk burjuvazisinin sevgiden, dayanışmadan dolayı gelmediğini biliyoruz.”[225]

VIII. AYRIM: TUTUM(UMUZ) VE DAYANIŞMA

Emperyalist ABD’nin tezgâhlarına “Hayır” demek “olmazsa olmaz”dır!

ABD’nin ve tekelci sermayenin Chávezci rejimi devirmek için başvurduğu ekonomik sabotaj yöntemleri hiç de yeni değildir. Kendi çıkarlarına aykırı gördükleri ve istediği gibi yönlendiremedikleri iktidarlara karşı benzer yöntemleri geçmişte de çeşitli ülkelerde uygulamışlardı. Örneğin 1970’de Şili’de sosyalist Allende devlet başkanı seçildiğinde, ABD başkanı Nixon’un CIA’e “Şili ekonomisini bağırtın” ve “müdahaleye hazırlanın” talimatı verdiği biliniyor. Benzer yöntemler Türkiye’de 1970’lerin sonunda Ecevit iktidarına karşı da uygulanmıştır ve solla özdeşleştirilen “kuyruklar”, “yokluk”, “kıtlık” algısı o günden bu yana sağ iktidarlar tarafından tepe tepe kullanılmaktadır. Gerek Şili gerekse Türkiye bu ekonomik sabotaj ve devlet destekli faşist terör dönemlerinden kısa bir süre sonra faşist askeri darbelerle yüz yüze kalmışlardı.

Orduya seslenen Guaidó’nun, “maaşlarınızı ödeyemediği zaman, gaspçı Maduro’ya ne kadar bağlısınız göreceğiz” diyerek aba altından gösterdiği sopanın ekonomik temelleri, ABD’nin son abluka kararlarıyla birlikte daha net ortaya çıkmıştır. Guaidó, destekçilerini önümüzdeki günlerde sokağa çıkmaya çağırmış ve bu eylemle askerlere “halkın yanında olmaları ve insani yardımın ülkeye girmesine izin vermeleri” çağrısında bulunacaklarını açıklamıştır. Emperyalist güçlerin dilinde “insani yardım”ın ne anlama geldiğini Libya’dan Suriye’ye, Balkanlar’dan Somali’ye sayısız örnek üzerinden yakından biliyoruz! Bu açıklamadan bir gün sonra bir basın toplantısı yapan ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton’un elindeki not defterinde yazan cümle de bu “insani yardım”ın nasıl bir şey olduğunu yeterince açık ediyordu: “Kolombiya’ya 5 bin asker.” Sözde “kazara” görünen bu notun aslında Venezüella’ya uyarı niteliği taşıdığı aşikârdır.

Venezüella’ya askeri bir saldırı söz konusu olduğunda Kolombiya’nın kilit bir rol oynayacağı herkes tarafından bilinmektedir. Gerek ABD’nin gerekse Venezüella oligarşisinin uzun yıllardır devam ettirdikleri “kontra” faaliyetlerin merkez üssü Kolombiya olmuştur. Burada eğitilip barındırılan paramiliter güçler, darbe girişimlerinde de sokak çatışmalarında da aktif bir rol oynamışlardır. Bu faaliyetlerin şimdi çok daha geniş bir kapsama kavuşturulduğu görülmektedir.

Bolívarcı rejimi yıkmak üzere organize edilen saldırılarda militer ve paramiliter güçlerin devreye sokulacağının çok daha önemli bir kanıtı ise, “El Salvador Kasabı” olarak anılan Elliott Abrams’ın ABD’nin Venezüella özel temsilcisi olarak görevlendirilmesidir. 1980’li yıllardan itibaren El Salvador, Honduras, Guatemala, Nikaragua gibi Latin Amerika ülkelerinde ABD-CIA adına faaliyet gösteren Abrams, binlerce sivilin ve solcu gerillanın katledilmesinin birinci dereceden sorumlularından biriydi. Son yıllarda faaliyet alanı Ortadoğu’ya kayan Abrams, şimdi bu “deneyimlerini” Venezüella’da kullanmak üzere görevlendirilmiş bulunuyor.

ABD emperyalizmi ilk etapta, Guaidó’yu öne sürerek tertiplediği darbeyi başarıya ulaştırıp kolay yoldan amacına ulaşmayı hedeflemektedir. Fakat her ne kadar Maduro yönetiminden hoşnutsuzluk had safhaya ulaşsa da, halkın önemli bir bölümünün bu açık Amerika-oligarşi darbesine sessizce rıza göstermeyeceği açıktır. Bu da bir savaş tehlikesine işaret etmektedir ve böylesi bir savaş çıktığı anda tüm Latin Amerika barut fıçısına dönecektir.[226] Tıpkı emperyalist savaşın diğer cephelerinde olduğu gibi, bu cephesinde de Rusya ve Çin başta olmak üzere diğer emperyalist güçler de savaşın tarafı olacaklardır.[227]

Kaldı ki bunun emareleri de uç vermiştir.[228]

Kremlin Sözcüsü Dimitriy Peskov, “Rusya’nın Venezüella’daki ortağı Maduro ve onun hükümetidir,”[229] derken; Küba Devrimci Silahlı Kuvvetleri (FAR) 18 Şubat 2018’de Venezüella Devlet Başkanı Maduro’yu desteklediğini açıklayarak; ABD’yi Venezüella’ya karşı saldırı hazırlığında bulunmakla suçladı.[230]

Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales, Guaidó’nun açıklamalarının Latin Amerika’da bir savaşa davetiye çıkardığı vurgusuyla, “Guaidó’nun Venezüella’ya yönelik ABD müdahalesini kabul edeceklerine dair yaptığı açıklamayı reddediyoruz. Guaidó’yu tanıyan kardeş devlet başkanları acaba şimdi ne düşünüyorlar?”[231] deyip; Venezüella’nın emperyalist bir saldırıyla karşı karşıya olduğunu savunurken “Emperyalizmin bir kez daha tırnaklarını demokrasinin ve Güney Amerika halklarının kendi kaderini tayin hakkının boğazına geçirdiği bu kritik saatlerde, Venezüella halkının ve Maduro’nun yanındayız. Güney Amerika ülkeleri bundan böyle ABD’nin arka bahçesi olmayacak” ifadelerini kullandı.[232]

Ayrıca ABD Başkanı Trump ile müttefiklerinin geçici devlet başkanı olarak tanıdığı Guaidó için, Avrupa Parlamentosu da sıraya girerken; Birleşik Krallık Parlamentosu üyesi İşçi Partisi’nden John McDonnell, yazar Tarık Ali, akademisyen Lindsey German ve daha pek çok Marksist araştırmacı ve politikacı Venezüella ile dayanışma çağrısında bulunup, “ABD’nin rejim değişikliği girişimini desteklemesinin hiçbir anlamı yoktur. Şayet başarılı olursa, Irak’taki, Libya’daki gibi feci müdahalelerin önünü açabileceğini fark etmek gerekir. Biz buna karşı çıkıyoruz,”[233] dediler.

Bu güzergâhta gazeteci Aykan Keser’in konuya ilişkin uyarısı çok değerlidir: “ABD kendi hegemonyasının geleceği için Venezüella’da bu kez de iç savaşı ve uluslararası operasyonu zorluyor. Chávez’le başlayıp Maduro’yla doruğa çıkan sol adına bir dizi yanlış politika uygulandı. Fakat bugün ABD’nin yaptığı bu politikaların eleştirisi değildir. Venezüella halkını teslim almaya çalışmaktır… İş orada da kalmaz sıra Bolivya’ya gelir arkasından. Mesele Maduro’yu savunmak değil. Meseleyi Venezüella halkını, Latin Amerika’yı, dünyayı savunmak olarak görüp sonuçta Amerika’ya karşı ve onun emperyal hedeflerine karşı pozisyon almak olarak görüp ona göre tavır almak doğru olur.”[234]

“Solun hayati derecede ciddiye alması gereken şey, ABD’nin Venezüella’daki aşırı sağcı işbirlikçileri ile birlikte, büyük bir politik güç olan Chavizm’in kökünü kazımak için kirli bir savaş başlatmak konusunda kararlı olduğudur.”[235]

Mesele budur; buradadır; buna kimsenin “Bana ne?” deme hakkı yoktur…[236]

Kaldı ki tekrar pahasına hatırlatalım: Şu an Venezüella’da yaşananlar, 1960’lardan başlayıp 1973’te Şili’de zirveye çıkmış bir büyük stratejinin devamı niteliğindedir.

Belki de sırf bunun için “Venezüella’ya yönelik askeri, siyasi ekonomik her türlü müdahaleye koşulsuz karşı çıkmak gerekir… Her şey bir yana, akacak kanı düşünmek yeter.”[237]

Kaldı ki “Venezüella’da Maduro iktidarına karşı gerçekleşen ‘Amerikancı darbe girişiminin’ ardından başlayan sağlı-sollu ‘demokrasi korosu’ apaçık bir liberal kateşizmi örneğini bize göstermiş oldu. Bu sağlı sollu koronun açık liberali de var, ulusalcısı da… Hepsi de ‘benzer bir akıl yürütme’ çerçevesinde süreci açıklamaya çalışıyorlar. Ancak bu koronun gözden kaçırdığı şey; Dünya’daki kutuplaşmanın ‘demokrasi ve diktatörlük’ arasında olmadığıdır.”[238]

“Sorun, 1) Başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere emperyalizm karşıtlığı sorunudur, ve 2) Uluslararası ve işbirlikçi Venezüella tekelleri karşısında halka dayanmak ve halkın ulusal ve sosyal kurtuluşu mücadelesine sarılma sorunudur. Maduro bu yolu tutmamaktadır. Yapılması gereken, Maduro’nun yedeği hâline gelmeden, ancak onu birinci hedef de yapmadan, ‘mızrağın sivri ucu’nu emperyalizm ve işbirlikçi tekellere yöneltmek; Maduro ve Hükümeti’nin değil, ama Venezüella halkının kurtuluşu için mücadele etmektir.”[239]

Bunun altını çizen Venezüella Marksist Leninist Komünist Partisi (PCMLV) de, ülkelerinde ABD destekli darbe girişimine karşı çıkıyor. “Venezüella’daki Karmaşık Senaryo ve Sonuçları Hakkında PCMLV’nin Görüşü” başlıklı, Politbüro imzalı bildiride, Maduro yönetimine “eleştirel destek” verildiği belirtilerek, emperyalist müdahaleye karşı mücadelenin yanı sıra Venezüella emekçileri ve halkının talepleri için mücadelenin de yükseltilmesi gerektiği vurgusu yapılıp, “Marksist-Leninistler olarak görevimiz sınıfın bağımsız politikası fikrinin sağlamlaştırılması için halkın güvenini kazanmaya devam etmektir,”[240] deniliyor.

Tamamlıyoruz: Venezüella’da olan bitene karşı tavır, Chávez ve Maduro eleştirilecekse, onları “diktatörlük”le veya “sosyalistlik”le değil, sosyalist ol(a)mamakla, üretim araçlarının toplumsallaştırılmasını gerçekleştirememekle, iktidarı işçi sınıfı ve emekçilere mal edememekle ve kendi saflarındaki yolsuzlukları önleyememekle eleştiren, ve/fakat ABD emperyalizminin ülkedeki ve kıtadaki müdahalelerine karşı duran, ve nihayet Venezüella halkının kendi kaderini tayin hakkına kayıtsız şartsız sahip çıkan bir tavır olmalıdır.

Evet tam da Chávez’in söylediği gibi, “Sólo el pueblo salva al pueblo/ Halkı yalnızca halk kurtarabilir”; Venezüellalılar kendi kaderlerini kendileri belirleyebilir ve belirleyecektir.

Konuya ilişkin “son” uyarı da V. İ. Lenin’den; “Ezilen ulusların kurtuluşunu istemeliyiz ve bu, havada, genel sözlerle, içi boş lafebelikleriyle ve sorunu geleceğe, sosyalizmin gerçekleştiği zamana ‘erteleyerek’ olmamalıdır…”

4 Mart 2019 23:51:38, İstanbul.

N O T L A R

[1] 5 Mart 2019 tarihinde ‘Venezüella Dayanışma Komitesi’nin İstanbul’da düzenlediği ‘Chávez Anması’nda yapılan konuşma…

[2] John Berger.

[3] Metin Yeğin, “Komünal Ekonomi ve Venezüella”, Gündem, 19 Mart 2015, s.18.

[4] Ergin Yıldızoğlu, “Venezüella Üzerine”, Cumhuriyet, 17 Ağustos 2017, s.9.

[5] Ignacio Ramonet, “Can Alıcı Nokta: Venezüella”, 30 Ocak 2016… http://sendika9.org/2016/01/can-alici-nokta-Venezüella-ignacio-ramonet/

[6] “Böylesi bir durum ortadayken, hiç bir gerekçe ileri sürmeden ve ikircikli olmayan bir tarzda Venezüella’nın emekçi halkının safında yer almak ve desteklemek gerekiyor… Emperyalizme karşı olmak insan haysiyetinin bir gereği olduğuna göre…” (Fikret Başkaya, “Venezüella: Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!”, Kaldıraç, No: 211, Şubat 2019, s.89-90.)

[7] Dan Cohen-Max Blumenthal, “ABD Rejim Değişikliği Laboratuvarı, Venezüella Darbecisi Juan Guaidó’yu Nasıl İmal Etti?”, 3 Şubat 2019… http://sendika63.org/2019/02/abd-rejim-degisikligi-laboratuvari-Venezüella-darbecisi-juan-Guaidóyu-nasil-imal-etti-dan-cohen-max-blumenthal-528882/

[8] Thierry Meyssan, “ABD, Venezüella’nın İşgali İçin Gerekli Koşulları Yaratmakla Meşgul”… http://ozguruniversite.org/2019/01/28/2993/

[9] Ronald Reagan’dan (1981-1989) itibaren Cumhuriyetçi başkanların yönetimlerinde Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlıkları’nda çeşitli görevlere gelen Abrams, Başkan Trump’ın göreve gelmesinin ardından Dışişleri Bakan Yardımcılığı için düşünülmüş, ancak Trump’la ilgili eleştiri yaptığı için reddedildiği kulislerde konuşulmuştu.

Venezüella’ya atanan Abrams, ABD’nin Latin Amerika’daki ilerici güçleri darbe ve kontra yöntemlerle bastırmaya çalıştığı 1980’li yıllarda El Salvador’da görev aldı. Abrams, Latin Amerika’da yüzbinlerce kişinin ölümünün arkasındaki isimlerden biri.

ABD yönetiminin temsilcisi Abrams, Latin Amerika tarihinin en büyük sivil katliamlarından biri olan El Salvador’daki El Mozote katliamını gerçekleştiren ölüm mangalarını desteklemişti. El Salvador’da 1993’de başlayıp 12 yıl boyunca süren savaş boyunca 20 bin sivili katleden ölüm mangaları ile ilgili “El Salvador, yönetimimizin muhteşem başarılarından biri” ifadelerini kullanmıştı.

Abrams’ın ayrıca 3 Temmuz 1988’de İran yolcu uçağı Fars Körfezi suları semalarında hareket hâlindeyken Amerikan filosundan atılan iki füzeyle düşürülmesinde de parmağı bulunuyor. ABD saldırısında 290 personel ve yolcu hayatını kaybetmişti. Olay sonrası yönetimden bilgi sakladığı için görevinden azledilen Abrams yalnızca 3 yıl sonra affedilerek göreve geri dönmüştü. (“Ölüm Mangalarının Başı Abrams, ABD’nin Venezüella Özel Temsilcisi Olarak Atandı”, 26 Ocak 2019… http://sendika63.org/2019/01/olum-mangalarinin-abramsin-abdnin-Venezüella-ozel-temsilcisi-olarak-atandi-527913/)

[10] Mehmet Ali Güler, “Venezüella Gerçeği”, Cumhuriyet, 28 Ocak 2018, s.12.

[11] “İklim değişikliğine karşı mücadele etmek ve doğayı korumak için kapitalist ekonomiyi baştan aşağı değiştirmek gerektiği söylense de bu sadece lafta kalırdı. Venezüella işte bunu hayata geçirmeyi başarıyor… Dünya çapında hükümetler çevre krizleri ve iklim kaynaklı felaketlere farklı tepkiler veriyor, çeşitli anlaşmalar imzalanıyor, uluslararası konferanslar düzenleniyor, ekosistemi korumak için araştırmaların verilerinden yola çıkan planlar hazırlanıyor ama hükümetlerin bu konuda seferber olduğunu söyleyemeyiz.

Bir istisnayla: Venezüella… Venezüella bugüne kadar bu konuda çok şey başardı. Doğayı koruma yükümlülüğü Bolívarcı Anayasa’ya yazılıp unutulmuş bir madde değil. Ülke büyük miktarda petrol ihraç etse de ülke içindeki enerji tüketiminin yüzde 70’ini hidroelektrikten karşılıyor. Hükümetin alternatif enerjiye yaptığı yatırım yıllık 500 milyon dolar. 155 milyon eski tip ampul, tasarruflu ampul ile değiştirildi. Yeni geliştirilen bir program ile evlerdeki verimsiz beyaz eşyalar da en verimli sınıftakilerle değiştirilecek.

Ülkede toplam 58 milyon hektarlık orman koruma altında (Türkiye’deki toplam orman ve koru miktarının yaklaşık 3 katı, ç.n.) ve geçmişte ormansızlaştırılan bölgeler için dev yeniden ormanlaştırma projeleri yürütülüyor. Sürekli büyüyen ve modernize edilen toplu taşıma sistemi hem kırsal alanla kentler arasındaki ulaşımı kolaylaştırarak iki bölge arasında yaratılmış olan ayrımı ortadan kaldırırken hem de sera gazı salımını verimli toplu taşıma ile azaltıyor.” (Caleb Maupin, “Venezüella, Kapitalizm ve İklim Değişikliği”, Birgün, 23 Haziran 2014, s.16.)

[12] Mustafa K. Erdemol, “Venezüella’da Bolívarcı Devrim Değil Maduro Kaybetti”, Birgün, 9 Aralık 2015, s.13.

[13] “Venezüella’da Asgari Ücrete yüzde 60 Zam”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2017, s.13.

[14] 3 Aralık 2017’de ABD’nin finansal yaptırımlarını aşmak için kendi dijital para birimlerini oluşturacaklarını açıklayan Maduro, üç haneli enflasyonla Bolívar’ın değeri hızla eriyen Venezüella’da, “Petro” adını verecekleri kripto para birimini, petrol, altın, elmas ve gaz rezervleriyle destekleyeceklerini söyledi. (“Venezüella’da Sanal Para Devrimi”, Cumhuriyet, 5 Aralık 2017, s.8.)

[15] V. İ. Lenin, Toplu Yapıtlar, Cilt: 21, s.362.

[16] V. İ. Lenin, Seçme Eserler, Cilt 5: Emperyalizm ve Emperyalist Dünya Savaşı, Çev:Süheyla Kaya, İnter Yay., 1995, s.151.

[17] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969, s. 67.

[18] V. İ. Lenin, Toplu Yapıtlar, Cilt: 21, s.344-345.

[19] yage, Cilt: 21, s.302.

[20] yage, Cilt: 23, s.102.

[21] yage, Cilt: 22, s.345.

[22] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969, s.81.

[23] yage, s.124-125.

[24] yage, s.78.

[25] V. İ. Lenin, Toplu Yapıtlar, Cilt: 23, s.272.

[26] yage, Cilt: 22, s.103.

[27] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969, s.70.

[28] yage, s.302.

[29] V. İ. Lenin, Toplu Yapıtlar, Cilt: 23, s.14.

[30] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969, s.144-145.

[31] yage, s.150.

[32] V. İ. Lenin, Seçme Eserler, Cilt 6-Devrim Yılı 1917, Çev: Saliha N. Kaya- İsmail Yarkın, İnter Yay., 1995, s.112.

[33] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969, s.32.

[34] V. İ. Lenin, Seçme Eserler, Cilt:6, çev: Süheyla Kaya, İnter Yay., 1995, s.107.

[35] V. İ. Lenin, Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine, çev: İsmail Yarkın – Süheyla Kaya, İnter Yay., 1998, s.344.

[36] V. İ. Lenin, Toplu Yapıtlar, Cilt: 25, s.370.

[37] V. İ. Lenin, Seçme Eserler, Cilt 5: Emperyalizm ve Emperyalist Dünya Savaşı, Çev:Süheyla Kaya, İnter Yay., 1995, s.121 -122.

[38] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, Çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970, s.30.

[39] V. İ. Lenin, Toplu Yapıtlar, Cilt: 21, s.380.

[40] yage, s.136-137.

[41] Mustafa K. Erdemol, “ABD Beğenmediğine Darbeyle Müdahale Etti”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2018, s.10.

[42] William Blum, Emperyalizmin En Ölümcül Silahı Demokrasi Yalanı, çev: Ekin Duru, Say Yay., 2013.

[43] Mithat Fabian Sözmen, “Dünya Latin Amerika’daki ABD Darbeleri”, 6 Şubat 2019… https://www.evrensel.net/haber/372875/latin-amerikadaki-abd-destekli-darbe-ve-isgaller

[44] Garry Leech, “ABD’nin Venezüella’da Rejim Değiştirme Stratejisi”, Birgün, 26 Kasım 2018, s.5.

[45] Philimon Bulawayo, “Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrovlavrov: ABD’nin Diğer Ülkelere Müdahalesi, Neo-Emperyalist Bir Yaklaşım”, 8 Mart 2018… https://tr.sputniknews.com/rusya/201803081032558234-lavrov-abdnin-mudahalesi-neo-emperyalist-bir-yaklasim/

[46] “Lima Grubu’ndan Maduro’yu Tanımama Kararı”, Birgün, 6 Ocak 2019, s.4.

[47] Elif Görgü, “PCMLV Yöneticisi Manuel Luis: Dış Müdahale İçin Yeni Bir Adım Örgütleniyor”, Evrensel, 11 Ocak 2019, s.9.

[48] Tortilla Con Sal, “Venezüella Hakkında Yanlış Bilgiler ve Savaş”, Sendika.Org 19 Mayıs 2017… http://sendika63.org/2017/05/Venezüella-hakkinda-yanlis-bilgiler-ve-savas-tortilla-con-sal-421956/

[49] Mustafa K. Erdemol, “Ambargolarla Boğulan Ülke: Venezüella”, Cumhuriyet, 27 Ocak 2019, s.9.

[50] Ergin Yıldızoğlu, “Bir Fünye Olarak Venezüella”, Cumhuriyet, 11 Şubat 2019, s.11.

[51] Mühdan Sağlam, “ABD, Çin ve Rusya’nın Venezüella Hesapları”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/01/26/abd-cin-ve-rusyanin-Venezüella-hesaplari/

[52] Ertan Erol, “Venezüella ve Uluslararası Ortam”, Evrensel, 4 Şubat 2019, s.9.

[53] “Avrupa Birliği ve Venezüella Darbesi”, 9 Şubat 2019… http://www.kizilbayrak41.net/ana-sayfa/duenya/haber/-/avrupa-birligi-ve-Venezüella-darbesi-german-foreign-policy/

[54] “Zafer Bizim de Zaferimiz”, Cumhuriyet, 27 Ekim 2012, s.9.

[55] Gülriz Ergöz, “Latinler Solun Cenneti Olmak İçin Ağır Bedel Ödedi”, Radikal, 26 Aralık 2010, s.32.

[56] Elif Görgü, “Halk Bizden Önce Ayaklandı”, Evrensel Pazar, 10 Mart 2013, s.11.

[57] Mustafa Yalçıner, “Chávez’den Maduro’ya Venezüella”, 27 Ocak 2019… https://www.evrensel.net/haber/372027/Chávezden-maduroya-Venezüella

[58] Doğan Ergün, “Venezüella’da Neler Oluyor? Kaynak ve Hedef Petrol”, Cumhuriyet, 25 Ocak 2018, s.7.

[59] Geçerken aktaralım; Venezüella’nın Eko-Sosyalizm ve Su Bakanı Guillermo Barretto, “Çevre Bakanlığı yerine Eko-Sosyalizm Bakanlığı?” sorusunu şöyle yanıtlıyordu:

“Doğa ile ilişkinin daha harmonik bir hâl aldığı, insan yerleşmelerinin başlı başına birer eko-sisteme dönüştüğü bir eko-sosyalist topluma doğru ilerliyoruz. Böyle bir toplumun inşasının sürmesi için doğa, merkezi bir bileşendir ve sosyalizmi sürdürmenin tek yolu onu korumaktır. Bu, insanlar arasında bir dayanışma demektir, üstelik yalnızca şu an yaşayan insanlar arasında değil, bizler ve çocuklarımız, torunlarımız ve onların torunlarıyla da dayanışmaktır. Eğer gelecek nesillerde tüm toplumun suya erişimini garanti edebilirsek sosyalist oluruz. Eğer bunu başaramazsak, sosyalist değilizdir.

Çevre kelimesini kullanmamamızın nedeni, egemen söylemde ‘çevre’nin romantik ve hippi bir kavram olarak yaftalanarak toplumsal ve ekonomik sistemlerin işleyişinden izole edilmesi. Bu konsept, çevreyi koruyanları bir cepheye, gelişmeyi savunanları karşı cepheye yerleştiriyor. Böyle bir durumda da diyalog imkânsızlaştığından herkes kaybediyor. Eko-sosyalizmden bahsettiğimizde ise doğanın bütünleyici bir rolü olduğu, yeni bir toplumu inşa etmek için gereken organik kamu yönetişiminden bahsediyoruz.” (“Guillermo Barretto: Suyu Koruyamayan Sosyalist Değildir”, Birgün, 11 Mayıs 2015, s.11.)

[60] Ertan Erol, “Venezüella’da Ne Oluyor?”, Evrensel, 25 Ocak 2019, s.9.

[61] “Latin Amerika’nın Kaderini Değiştirdi”, Birgün, 7 Mart 2013, s.10.

[62] Merve Arkan, “Latin Solu Soluksuz Kaldı”, Radikal, 7 Mart 2013, s.20-21.

[63] Maria Páez Victor, “Why Do Venezüellan Women Vote For Chávez?” Counterpunch, 24 April 2012… http://www.counterpunch.org/…-vote-for-Chávez/print

[64] Venezüella En Noticias, Venezüella En Noticias Venezüella En Noticias, Venezüella En Noticias Venezü[email protected]

[65] Mustafa K. Erdemol, “Ambargolarla Boğulan Ülke: Venezüella”, Cumhuriyet, 27 Ocak 2019, s.9.

[66] A. Engin Yılmaz, “Bolívarcı devrim”in 20. Yılında… Venezüella, Chávezcilik ve Emperyalist Kudurganlık”, Kızıl Bayrak, No:2019/06, 8 Şubat 2019, s.20-21.

[67] James Petras, “Post-Marksizmin Eleştirisi”, 3 Şubat 2019… https://kaypakkayamanifestosu.wordpress.com/2019/02/03/post-marksizmin-elestirisi-james-petras/

[68] “Venezüella Seçimleri: Sağcılaşma Tehlikesi Büyüyor”, Evrensel, 17 Aralık 2015, s.9. “Venezüella Seçimleri: Sağcılaşma Tehlikesi Büyüyor”, Evrensel, 17 Aralık 2015, s.9.

[69] Slavoj Zizek, “Venezüella Devriminin Sorunu Yeterince İleri Gitmemiş Olmasıydı”, 28 Ağustos 2017… http://sendika62.org/2017/08/Venezüella-devriminin-sorunu-yeterince-ileri-gitmemis-olmasiydi-slavoj-zizek/

[70] Jorge Martín, “Venezüella’nın Önündeki İki Yol”… Venezüellanalysis.com… http://www.halkinbirligi.net/articles.php?article_id=804

[71] Soner Torlak, “Venezüella 2017: Devlet ve Devrim”, 20 Aralık 2017… http://sendika62.org/2017/12/Venezüella-2017-devlet-ve-devrim-soner-torlak-462831/

[72] Jennifer Castillo, “Venezüella: Komünler Yetki ve İktidar İstiyor”, 18 Ekim 2017… http://sendika62.org/2017/10/Venezüella-komunler-yetki-ve-iktidar-istiyor-jennifer-castillo/

[73] “Mustafa Özdemir’le Söyleşi: Kurucu Meclis Sonrası Venezüella Nereye Gidiyor?”, 5 Eylül 2017… http://sendika62.org/2017/09/mustafa-ozdemirle-soylesi-kurucu-meclis-sonrasi-Venezüella-nereye-gidiyor/

[74] Mike Gonzalez, “Venezüella Hakkında Dürüst Olmak”, 24 Temmuz 2017… https://marksist.org/icerik/Dunya/7596/Venezüella-hakkinda-durust-olmak

[75] Yücel Özdemir, “Bolívarcı Devrim İlerlemeli”, Evrensel, 25 Ocak 2019, s.9.

[76] Arif Çelebi, “Tek Yol Devrim”, Atılım, Yıl:4, No:202, 11 Aralık 2015, s.18.

[77] “Chavismo İlk Kez Yenildi”, Cumhuriyet, 8 Aralık 2015, s.13.

[78] “Sağ Dalga Venezüella’da”, Milliyet, 8 Aralık 2015, s.10.

[79] Mark Weisbrot, “Venezüella Yaptırımlarının Arkasında”, Evrensel Pazar, 22 Mart 2015, s.21.

[80] Venezüella’da Marleny Olivo isimli kadın, Devlet Başkanı Maduro Aragua eyaletinde otobüs kullanırken üzerinde “Mümkünse beni ara” yazan meyveyi cumhurbaşkanına fırlattı. Mango Maduro’nun kulağına çarptı. Maduro meyveyi atmadı, bir televizyon programında canlı yayında gösterdi ve Olivo’nun ev yardımı isteğini kabul ettiğini söyleyip, “Venezüella için Büyük Evler Misyonu” projesi kapsamında bu isteğin gerçekleştirildiğini açıkladı. (“Venezüella Liderine Mango Fırlatan Kadına Ne Oldu?”, Evrensel, 27 Nisan 2015, s.11.)

[81] “ABD Peşini Bırakmıyor”, Gündem, 11 Mart 2015, s.12.

[82] “Venezüella’dan ABD’lilere Kötü Haber”, Evrensel, 2 Mart 2015, s.11.

[83] Slavoj Zizek, “Popülizm Hakkında Kısa Bir Açıklama”, Birgün, 27 Nisan 2015, s.10.

[84] Ceyda Karan, “Venezüella ile ‘Alâkâya Çay Demlemek’…”, Cumhuriyet, 10 Ağustos 2017, s.13.

[85] Bkz: http://www.mahfiegilmez.com/2017/07/Venezüella-nicin-batt.html

[86] Ertan Erol, “Venezüella’da Ne Oluyor?”, 25 Ocak 2019… https://www.evrensel.net/yazi/83200/Venezüellada-ne-oluyor

[87] Alistair Farrow, “Venezüella Krizi Sosyalizmin İşe Yaramadığını mı Gösteriyor?”, 27 Ağustos 2018… https://marksist.org/icerik/Dunya/10165

[88] Venezüella Hükümeti, ABD’li petrol şirketi Exxon Mobil’i ülkeye karşı ekonomik ve jeopolitik istikrarsızlık kampanyası yürütmekle suçladı. (“Venezüella Karşıtı Kampanyayı Exxon Destekliyor”, Evrensel, 10 Temmuz 2015, s.10.)

[89] Vijay Prashad, “Venezüella Seçimleri Neden Önemli?”, Birgün Pazar, Yıl:15, No:585, 27 Mayıs 2018, s.9.

[90] “Venezüella’da Ekonomik Savaşla Savaş”, Evrensel, 23 Ocak 2015, s.11.

[91] “Venezüella’da ‘Olağanüstü’ Hâl!”, Milliyet, 17 Ocak 2016, s.18.

[92] Mustafa K. Erdemol, “Venezüella Panama değil, İşgal Edemezler”, Birgün, 22 Mayıs 2018, s.5.

[93] “Venezüella Devlet Başkanı Nicolás Maduro: Çalışmayan Fabrikalara El Koyun”… http://m.dw.com/tr/maduro-%C3%A7al%C4%B1%C5%9Fmayan-fabrikalara-el-koyun/a-19258993

[94] Aynı biçimde 2015 başında ABD menşeli Ford otomotiv şirketi de Venezüella’daki yatırımlarını iptal etmiş ve Venezüella hükümeti geçmişte de bazı fabrikalara el koymuştu. Chávez dönemindeki kamusallaştırmalar nedeniyle 20 adet tahkim davası bulunmaktayken; 2014’de de ABD menşeli temizlik ürünleri şirketi Clorox Co.’ya ait iki fabrikaya da el konulmuştu. (“General Motors: Venezüella Hükümeti Fabrikamıza El Koydu”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2017, s.13.)

[95] “Caracas’ta Sular Durulmuyor”, Özgürlükçü Demokrasi, 21 Nisan 2017, s.5.

[96] Metin Yeğin, “Gene Venezüella”, 23 Nisan, 2017… http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/04/23/gene-Venezüella/

[97] Ceyda Karan, “Venezüella’daki ‘Yargı Darbesi’…”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2017, s.7.

[98] “Venezüella bir petrol ülkesi. En son teknolojiyle petrol çıkarmak için sermayeye ihtiyacı var. Verimliliğin düşmesini de önlemeye çalışıyor. Aynı zamanda ülke petrolünü çok uluslu tekellerin ellerine düşmekten de kurtarmak istiyor yıllardır. Bu nedenle, milli firmalarla petrolünü çıkarma politikası uyguluyor. Bu ister istemez üretimin yavaşlamasına, ihracatın düşmesine, ithal ürünlerin pahalılaşmasına yol açıyor. Enflasyon yükselmesin diye hükümet fiyat düzenlemeleri yapmak durumunda kaldı. Perakendeci kesimin raftan ürün indirip, pahalı fiyat verene satması suni bir kıtlığın doğmasına yol açtı. Bir dolar resmi olarak 6.2 Bolívardır. Ancak karaborsada bir dolar 60 ila 120 Bolívar arasında değişiyor. Korkunç bir fark var arada. Bunun piyasaya yansıması da çok olumsuz hâliyle.” (Mustafa K. Erdemol, “Venezüella Panama değil, İşgal Edemezler”, Birgün, 22 Mayıs 2018, s.5.)

[99] Mike Gonzalez, “Venezüella Hakkında Dürüst Olmak”, 24 Temmuz 2017… https://marksist.org/icerik/Dunya/7596/Venezüella-hakkinda-durust-olmak

[100] Özlem Yüzak, “Venezüella… Çıkarılacak Dersler…”, Cumhuriyet, 6 Ağustos 2017, s.8.

[101] Elif Görgü, “PCMLV Yöneticisi Manuel Luis: Dış Müdahale İçin Yeni Bir Adım Örgütleniyor”, Evrensel, 11 Ocak 2019, s.9.

[102] “Venezüella’da Hayat Altüst Oldu!”, Milliyet, 24 Mayıs 2016… http://www.milliyet.com.tr/Venezüella-da-hayat-altust-oldu-/ekonomi/detay/2250963/default.htm

[103] Ege Cansen, “Maduro Nasıl Madar Oldu”, Sözcü, 12 Ocak 2017, s.7.

[104] Hatice Karahan, “Venezüella Sancısı”, Yeni Şafak, 18 Ağustos 2017, s.4.

[105] “Gözaltılar Başladı Muhalefet Uyardı”, Hürriyet, 7 Ağustos 2018, s.14.

[106] Ahmet Hakan, “Dik Duracakmış Eğilmeyecekmiş”, Hürriyet, 7 Ağustos 2018, s.4.

[107] Mine G. Kırıkkanat, “Emperyalist Saldırganlara Açık Vermek, Şekildeki Gibidir”, Cumhuriyet, 27 Ocak 2019… http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1219295/

[108] Pelin Ünker, “Büyük Depresyon: Venezüella Çöküşün Eşiğinde”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2016, s.8.

[109] Esra Akgemci, “Sekiz Soruda Venezüella Krizi”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/01/25/sekiz-soruda-Venezüella-krizi/

[110] Metin Yeğin, “Venezüella Gerçeğin Grisi”, Cumhuriyet, 7 Ağustos 2017, s.6.

[111] Mark Weisbrot, “Venezüella’nın Ekonomik Krizi, Solun Yenilgisi Anlamına mı Geliyor”, 28 Ekim 2016… http://direnisteyiz3.org/Venezüellanin-ekonomik-krizi-solun-yenilgisi-anlamina-mi-geliyor-mark-weisbrot/

[112] “Pence, Guaidó’ya Destek İçin Kolombiya’ya Gidiyor”, 22 Şubat 2019… https://tr.sputniknews.com/guney_amerika/201902221037805375

[113] John Wight, “ABD, Venezüella’yı Geri İstiyor” 13 Ağustos 2017… https://www.evrensel.net/haber/329313/abd-Venezüellayi-geri-istiyor

[114] “Maduro Trump’a Çıkıştı”, Cumhuriyet, 4 Şubat 2019, s.7.

[115] “Maduro’dan Parlamento Seçimlerini Yenileme Çağrısı”, 3 Şubat 2019… http://sendika63.org/2019/02/madurodan-parlamento-secimlerini-yenileme-cagrisi-darbe-basarisiz-oldu-abd-farkinda-degil-528868/

[116] James Petras, “Latin Amerika’da ABD Emperyalizminin Özgünlükleri”, 18 Şubat 2019… http://direnisteyiz25.org/latin-amerikada-abd-emperyalizminin-ozgunlukleri/

[117] Ekin Akyaz, “Korkut Boratav: ABD Tüm Kıtaya Göz Dikti”, Birgün, 25 Ocak 2019, s.4.

[118] İbrahim Varlı, “Altı Maddede Neden Venezüella Hedef?”, Birgün, 25 Ocak 2019, s.5.

[119] “Trump, Venezüella Ordusu Üzerindeki Baskıyı Artırmaya Çalışıyor”, 19 Şubat 2019… https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-472874164

[120] Venezüella Savunma Bakanı ve üst düzey komutanlar, ABD desteğiyle kendini devlet başkanı ilan eden Guaidó’yu “Darbe girişiminde bulunmak” ile suçladı, ordunun ülkenin bölünmesine izin vermeyeceğini söyledi. (“Venezüella’da Ordudan Net Mesaj: “Guaidó’nun Darbe Girişimiyle Ülkeyi Bölmesine İzin Vermeyeceğiz”, 25 Ocak 2019… http://sendika63.org/2019/01/Venezüellada-ordudan-net-mesaj-Guaidónun-darbe-girisimiyle-ulkeyi-bolmesine-izin-vermeyecegiz-527721)

[121] “ABD Diplomat ve Muhalifler İçin Maduro’yu Uyardı: Ciddi Karşılık Verilecek”, 27 Ocak 2019… http://www.diken.com.tr/abd-diplomat-ve-muhalifler-icin-maduroyu-uyardi-ciddi-karsilik-verilecek/

[122] “Bolton’dan Harita Şov”, Cumhuriyet, 30 Ocak 2019, s.7.

[123] “ABD Dışişleri Bakanı’ndan Venezüella’da Darbe Çağrısı”, Cumhuriyet, 3 Şubat 2018, s.7.

[124] ABD’li Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio’nun, Twitter’dan Libya’nın öldürülen eski lideri Muammer Kaddafi’nin kanlı fotoğrafını paylaşması, Maduro’ya “açık tehdit” olarak yorumlandı. (“Maduro’nun Günleri Sayılı”, Yeni Yaşam, 26 Şubat 2019, s.9.)

[125] Mazhar Özsaruhan, “Venezüella”, 27 Ocak 2019… https://mezopotamya24haber.com/2019/01/27/mazhar-ozsaruhan-yazdi-Venezüella/

[126] “ABD Pes Etmiyor… Bu Kez Ekonomik Darbe!”, 28 Ocak 2019… http://www.hurriyet.com.tr/dunya/abd-pes-etmiyor-bu-kez-ekonomik-darbe-41097834

[127] “Venezüella’nın Altınına Blokaj”, 27 Ocak 2019… http://www.realitehaber.com/2019/01/27/Venezüellanin-altinina-blokaj/

[128] Daniel Gallas, “Venezüella krizi: ABD’nin Yeni Yaptırımları Maduro’ya Zarar Verebilir mi?”… https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-47109860

[129] “ABD, Venezüella’ya Yaptırımları Genişletiyor”, Cumhuriyet, 7 Ocak 2018, s.9.

[130] “Venezüella, ABD’den Gönderilen Silahlara El Koydu”, Evrensel, 7 Şubat 2019, s.9.

[131] A. Cihan Soylu, “Venezüella, Demokrasi ve Liberal Vaaz!”, Evrensel, 7 Şubat 2019, s.8.

[132] Center for Economic and Policy Research, 31 Ocak 2019.

[133] Korkut Boratav, “Venezüella Üzerine Birkaç Tespit”, 8 Şubat 2019… http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/Venezüella-uzerine-birkac-tespit-256194

[134] Mumia Abu Jamal, “Venezüella Üzerine: Monroe Geri Dönüyor”, 10 Şubat 2019… https://www.evrensel.net/yazi/83309/Venezüella-uzerine-monroe-geri-donuyor

[135] “ABD Yeni Darbe Peşinde”, Gündem, 21 Şubat 2015, s.13.

[136] “Venezüella’da ABD-Sağ Muhalefet Yapımı Darbe Girişimi”, 23 Ocak 2019… https://www.evrensel.net/haber/371849/Venezüellada-abd-sag-muhalefet-yapimi-darbe-girisimi

[137] “Venezüella İtirafı”, 26 Ocak 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/Venezüella-itirafi.html

[138] “Venezüella’da ABD Destekli Yeni Hamle”, 24 Ocak 2019… http://kizilbayrak41.net/ana-sayfa/duenya/haber/-/Venezüellada-abd-destekli-yeni-hamle/

[139] “Pompeo: Bütün Ülkelerin Taraf Tutma Zamanı Geldi”, 26 Ocak 2019… http://vehaber.net/pompeo-butun-ulkelerin-taraf-tutma-zamani-geldi

[140] “Belçika’dan Venezüella Açıklaması”, 25 Ocak 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/belcikadan-Venezüella-aciklamasi.html

[141] “Almanya ve İngiltere’den Maduro’ya 8 Gün Mühlet”, 26 Ocak 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/almanya-ve-ingiltereden-maduroya-8-gun-muhlet.html

[142] Yücel Özdemir, “Bolívarcı Devrim İlerlemeli”, 25 Ocak 2019… https://www.evrensel.net/yazi/83199/Bolívarci-devrim-ilerlemeli

[143] Bill Van Auken, “Washington Venezüella’da Sağcı Bir Darbe Düzenliyor”, 25 Ocak 2019… https://www.sosyalistesitlik.org/washington-Venezüellada-sagci-bir-darbe-duzenliyor/

[144] “Maduro’yu Devirmek İçin Askerlerle Görüşme Yaptım”, 29 Ocak 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/maduroyu-devirmek-icin-askerlerle-gorusme-yaptim.html

[145] “Venezüella’da Bir Generalden Guaidó’ya Biat”, 2 Şubat 2019… http://www.kizilbayrak41.net/ana-sayfa/duenya/haber/-/Venezüellada-bir-generalden-Guaidóya-biat/

[146] “Guaidó Kabul Etti: Maduro Hükümetiyle Görüştüm”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/01/27/Guaidó-kabul-etti-maduro-hukumetiyle-gorustum/

[147] Ergin Yıldızoğlu, “Venezüella Krizi: Ülke Nasıl Bu Duruma Geldi?”, 28 Ocak 2019… http://sendika63.org/2019/01/Venezüella-krizi-ulke-nasil-bu-duruma-geldi-ergin-yildizoglu-bbc-turkce-528042/

[148] “Venezüella’da Parlayacak Kıvılcım Latin Amerika’yı Sarar”, 26 Ocak 2019… http://siyasihaber4.org/Venezüellada-parlayacak-kivilcim-latin-amerikayi-sarar/82563

[149] “Korkut Boratav: ABD Liderliğindeki Emperyalizm Çürümüşlüğünü Şimdi Venezüella’da Gösteriyor”, Birgün Pazar, 3 Şubat 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/korkut-boratav-abd-liderligindeki-emperyalizm-curumuslugunu-simdi-Venezüellada-gosteriyor.html

[150] Yaşar Aydın, “Venezüella Büyükelçisi José Gregorio Bracho Reyes: İşimiz Zor Ama Kimse Bize ‘Devrim Kolay’ Demedi”, Birgün, 3 Mart 2015, s.7.

[151] Erdal Emre, “Ankara Büyükelçisi Reyes: Venezüella’nın Bir Pinochet’si Olmayacak”, Birgün, 8 Mayıs 2017, s.14.

[152] “Venezüella Komünist Partisi’nden Emperyalist Saldırılara Karşı Açıklama”, 3 Şubat 2019… https://ilerihaber.org/icerik/Venezüella-komunist-partisinden-emperyalist-saldirilara-karsi-aciklama-93180.html

[153] “Roger Waters: Venezüellalıları Rahat Bırakın”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/02/06/roger-waters-Venezüellalilari-rahat-birakin/

[154] “ABD Yönetimine Ültimatom”, Gündem, 4 Mart 2015, s.13.

[155] Esra Akgemci, “Sekiz Soruda Venezüella Krizi”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/01/25/sekiz-soruda-Venezüella-krizi/

[156] “AB ile Venezüella Arasında İpler Gerildi: Maduro Seçimlere Gidilmeyeceğini Açıkladı”, 27 Ocak 2019… http://www.diken.com.tr/ab-ile-Venezüella-arasinda-ipler-gerildi-maduro-secimlere-gidilmeyecegini-acikladi/

[157] “Venezüella’dan Askeri Tatbikat ve OPEC’e Çağrı”, 12 Şubat 2019… https://marksist.org/icerik/Dunya/11487/Venezüelladan-askeri-tatbikat-ve-OPECe-cagri

[158] Mustafa K. Erdemol, “Venezüella’da Bolívarcı Devrim Değil Maduro Kaybetti”, Birgün, 9 Aralık 2015, s.13.

[159] “Maduro, ABD ile Masaya Oturmaya Hazır”, Birgün, 28 Eylül 2018, s.4.

[160] “Venezüella Gerilimi: Muhalefete Diyalog Çağrısı”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2019, s.7.

[161] 15 Ekim 2017’de Venezüella’da eyalet valisi seçimleri yapıldı. 23 eyaletin 17’sinde seçimi Büyük Yurtsever Cephe adayları kazandı. Büyük Yurtsever Cephe, iktidardaki PSUV (Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi) tarafından destekleniyordu.

Ülke genelinde katılım oranının yüzde 61 olduğu seçimlerde 23 eyaletten 17’sini kazanan Büyük Yurtsever Cephe adayları, toplam oyların ise yüzde 54’ünü aldı. Kalan 6 eyaletten 5’i muhalefet koalisyonu olan Demokratik Birlik Masası (MUD) tarafından kazandı.

Seçim zaferinin ardından konuşan Başkan Maduro, “Chavizm muhalefeti perişan etti. 17 eyalet valisi bizim partiden seçildi. Oyların yüzde 54’ünü kazandık. Ülke çapında katılım oranı ise yüzde 61 oldu. Valiliklerin yüzde 75’ini alarak vatanımız güçlendi,” dedi.

MUD adına açıklama yapan Gerardo Blyde, seçim sonuçlarının hileli olduğunu öne sürdü. Muhalefet, seçim sonuçlarını tanımayacağını açıkladı. (“Venezüella’da Eyalet Seçimleri: Zafer Maduro’nun”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2017, s.7.)

[162] “Avrupa’dan Maduro’ya Erken Seçim Ültimatomu”, Cumhuriyet, 27 Ocak 2019, s.15.

[163] Maduro: Hiçbir Şekilde İstifa Etmem”, 27 Ocak 2019… http://www.demokratikulus.com/rusya-400-askerini-Venezüellaya-yolladi/

[164] “Maduro: Beyaz Saray’ı Ku Klux Klan Yönetiyor”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/02/13/maduro-beyaz-sarayi-ku-klux-klan-yonetiyor/

[165] “Venezüella Lideri Maduro’dan Faşizme Karşı Sokağa Çağrı”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2017, s.13.

[166] “Maduro: ABD Gözlerini Venezüella Halkının Zenginliklerine Dikmiş”, 9 Şubat 2019… https://www.evrensel.net/haber/373183/maduro-abd-gozlerini-Venezüella-halkinin-zenginliklerine-dikmis

[167] “Maduro: Trump, Kolombiya Mafyasına Beni Öldürmeleri İçin Talimat Verdi”, 30 Ocak 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/maduro-trump-kolombiya-mafyasina-beni-oldurmeleri-icin-talimat-verdi.html

[168] “Maduro: Yeni Vietnam olur!”, 15 Şubat 2019… http://yeniyasamgazetesi.com/maduro-yeni-vietnam-olur/

[169] “Maduro’ya erken seçim için ültimatom veren Avrupa ülkeleri (İngiltere, İspanya, Fransa ve Almanya’dan ardından Avusturya, Hollanda, İsveç, Letonya, Danimarka ve Çekya) art arda kendisini ‘geçici devlet başkanı’ ilan eden Guaidó’yu tanıdıklarını açıkladı. İtalya bu kervana katılmazken Maduro Papa’ya mektup yazdı, diyalog sürecine katkı istedi.” (“Venezüella: Emperyalist İttifak”, Birgün, 5 Şubat 2019, s.4.)

[170] “Caracas, Avrupalı Vekilleri Geri Gönderdi”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2019, s.7.

[171] “Venezüella’da Kitleler Sokakta: Maduro’dan Seçim Çağrısı”, 3 Şubat 2019… http://www.kizilbayrak41.net/ana-sayfa/duenya/haber/-/Venezüellada-kitleler-sokakta-madurodan-secim-cagrisi/

[172] “Venezüella Devlet Başkanı Maduro: ABD Petrol Almak İsterlerse Satarız”, 26 Ocak 2019… https://www.evrensel.net/haber/372059/Venezüella-devlet-baskani-maduro-abd-petrol-almak-isterlerse-satariz

[173] “Venezüella, ABD ile Diplomatik ve Politik İlişkilerini Sonlandırdı”, 24 Ocak 2019… http://siyasihaber4.org/Venezüella-abd-ile-diplomatik-ve-politik-iliskilerini-sonlandirdi

[174] “Maduro: Erdoğan’ın Çok İyi Bir Dost Olduğunu Söyleyebilirim”, 27 Ocak 2019… https://www.artigercek.com/haberler/maduro-erdogan-in-cok-iyi-bir-dost-oldugunu-soyleyebilirim?t=1548599154

[175] “Venezüella’da Ne Oluyor, Hangi Ülke Kimi Destekliyor?”, 24 Ocak 2019… https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46986493

[176] Ömür Şahin Keyif, “ABD’nin Venezüella Planı”, Birgün, 29 Ocak 2019, s.5.

[177] “Venezüella İtirafı”, 26 Ocak 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/Venezüella-itirafi.html

[178] “Guaidó, ‘Yabancı Askeri Müdahale’ Sorusuna Olumsuz Cevap Vermedi”, 9 Şubat 2019… https://www.evrensel.net/haber/373184/Guaidó -yabanci-askeri-mudahale-sorusuna-olumsuz-cevap-vermedi

[179] “Maduro’yu Devirmek İçin Yaptıklarını Açık Açık Anlattı!”, 28 Ocak 2019… https://www.cnnturk.com/dunya/maduroyu-devirmek-icin-yaptiklarini-acik-acik-anlatti

[180] Esra Akgemci, “Sekiz Soruda Venezüella Krizi”… https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/01/25/sekiz-soruda-Venezüella-krizi/

[181] “Ataşe José Louis Silva ABD Tarafına Geçti”, Cumhuriyet, 26 Ocak 2019, s.7.

[182] “Maduro’ya Canlı Yayında Suikast Girişimi”, Birgün, 6 Ağustos 2018, s.4.

[183] Venezüella İçişleri Bakanı Nestor Reverol, Nicolás Maduro’ya yönelik suikast girişiminin 1 kilo ağırlığında C-4 patlayıcı taşıyan 3 adet DJI M600 model dron tarafından gerçekleştirildiğini söyledi. Venezüella İletişim Bakanı, Sputnik haber ajansına olayın 6 ay boyunca planlandığını söylerken, gözaltına alınan kişilerden bazılarının itirafta bulunduğunu aktardı. Venezüella saldırının Kolombiya ve ABD destekli olduğunu açıkladı. (“Gözaltılar Başladı Muhalefet Uyardı”, Hürriyet, 7 Ağustos 2018, s.14.)

[184] “Maduro’ya Suikast Girişimi”, Cumhuriyet, 6 Ağustos 2018, s.13.

[185] “Venezüella’daki Protestolarda Şiddet Artıyor”, Evrensel, 14 Nisan 2017, s.10.

[186] “Kapıyı Kırıp Götürdüler”, Hürriyet, 21 Şubat 2015, s.21.

[187] “Venezüella’da İç Savaş Tehlikesi”, Yeni Yaşam, 29 Ocak 2019, s.9.

[188] “Venezüella’nın Altınına Blokaj”, Yeni Yaşam, 27 Ocak 2019, s.4.

[189] “ABD’den Venezüella’da Yeni Hamle: 250 Tonluk ‘Yardım’…”, 16 Şubat 2019… http://kizilbayrak41.net/ana-sayfa/duenya/haber/-/abdden-Venezüellada-yeni-hamle-250-tonluk-yardim/

[190] “Lima Grubu Darbeye Çağırdı”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2019, s.7.

[191] “Venezüella: İnsani Yardım Tartışması”, Cumhuriyet, 7 Şubat 2019, s.7.

[192] Hatırlatmak gerek: Para-militer grupların varlığı Kolombiya ve Venezüella arasında uzun süreli yüksek gerilime kaynaklık etmektedir. Devlet Başkanı Maduro kısa süre önce Venezüella sınırları içerisinde 30 ayrı para-militer grubun faaliyet gösterdiğini açıklamıştı.

Venezüella’da para-militer gruplar daha önceki yönetimler döneminde 1997 yılına kadar faaliyet göstermişlerdi. Toprak sahiplerinin talimatlarıyla Apuro bölgesinde bulunan bu şebekelerin General Enrique Medina Gómez tarafından istihdam edildikleri biliniyordu. 

Kolombiya’nın en ünlü para-militer grubu olan AUC’un (the United Defense Forces of Colombia) lideri Carlos Castaño daha sonraları, Venezüella sınırında yaklaşık 140 Venezüellalı iş adamı ve toprak sahibiyle görüşmeler yaptıklarını doğrulamıştı. 

2002 yılındaysa bu Kolombiya para-militer grubundan esinlenerek AUV’un (the United Defense Forces of Venezüella) kurulduğu bir video yayınıyla (Komutan Antonio) açıklandı.

Chávez askeri hedef olarak seçilmişti. AUC lideri Carlos Castaño, AUV’un kendileriyle koordineli çalışmakta olduğunu doğrulamıştı. Bu sıralarda yaklaşık 500 kişilik kontra gücü Venezüella topraklarında faaliyete geçmişti. (Ahmet Akif Mücek, “Venezüella’daki Destabilizasyon Operasyonunda Kolombiya’nın Rolü”, 2 Kasım 2015… http://www.mansethaber.com/Venezüella-daki-destabilizasyon-operasyonunda-kolombiya-nin-rolu/14310/)

[193] “Maduro Yollara Barikat Kurdu”, Yeni Yaşam, 8 Şubat 2019, s.4.

[194] “Venezüella, Brezilya Sınırını Kapattı”, 22 Şubat 2019… http://siyasihaber4.org/Venezüella-brezilya-sinirini-kapatti/83000

[195] “ABD’nin Venezüella’ya Sokmak İstediği ‘Yardım Paketlerinde’ Bozulmuş Yiyecek ve İlaçlar Var”, 26 Şubat 2019… https://tr.sputniknews.com/guney_amerika/201902261037879056-abd-venezuella-yardim-paket-bozulmus-yiyecek-ilac/

[196] “Korkut Boratav: ABD Liderliğindeki Emperyalizm Çürümüşlüğünü Şimdi Venezüella’da Gösteriyor”, Birgün Pazar, 3 Şubat 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/korkut-boratav-abd-liderligindeki-emperyalizm-curumuslugunu-simdi-Venezüellada-gosteriyor.html

[197] Metin Yeğin, “Gene Venezüella”, 23 Nisan 2017… http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/04/23/gene-Venezüella/

[198] “… ‘Yeniden Büyük” İçin Latin Amerika’nın Önemi”, 20 Şubat 2019… http://www.yenidemokrasi3.net/yeniden-buyuk-icin-latin-amerikanin-onemi.html

[199] Sinan Çiftyürek, “Maduro ve Muhalefet! İkisi de El Yakıyor!”, 27 Ocak 2019… http://rojnameyanewroz2.com/maduro-ve-muhalefet-ikisi-de-el-yakiyor-14052.html

[200] Bkz: Mao Zedung, Çelişki Üzerine, Ulusal Kültür Yay., 1976; Mao Zedung, Pratik ve Çelişki Üzerine, Çev: Ahmet Kırmızıgül, Epos Yay., 2009; Mao Zedung, Teori ve Pratik, Çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1978; Mao Zedong, Felsefi Yazılar, Çev: Yankı Deniz Tan-Sinan Jabban, Patika Kitap, 2013.

[201] “Venezüella’da Darbe Girişimi Sürüyor”, 24 Ocak 2019… https://marksist.org/icerik/Dunya/11355/Venezüellada-darbe-girisimi-suruyor

[202] Erol Anar, “Venezüella’ya Dair Birkaç Not”, 8 Ağustos 2017… http://dunyalilar.org/Venezüellaya-dair-birkac-not.html/

[203] Levent Gültekin, “Venezüella’daki Durum Türkiye’yi Niçin Tedirgin Ediyor?”, 28 Ocak 2019… http://www.diken.com.tr/Venezüelladaki-durum-turkiyeyi-nicin-tedirgin-ediyor/

[204] Nilgün Cerrahoğlu, “Venezüella, Bir Ülkenin Çöküşü”, Cumhuriyet, 10 Ağustos 2017, s.7.

[205] Şenol Karakaş, “Venezüella’da Darbeye Hayır!”… https://marksist.org/icerik/Yazar/11377/

[206] Ali Gökkaya, “Maduro’ya Sahip Çıkmak ve Solun Siyasi Körlüğü”, 27 Ocak 2019… http://rojnameyanewroz2.com/maduroya-sahip-cikmak-ve-solun-siyasi-korlugu-14049.html

[207] Mike Gonzalez, “Venezüella Hakkında Dürüst Olmak”, 24 Temmuz 2017… https://marksist.org/icerik/Dunya/7596/Venezüella-hakkinda-durust-olmak

[208] Kemal Okuyan, “Maduro’ya Diktatör Demek, Emperyalist Darbeye Destek Olmaktır”, 28 Ocak 2019… http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/maduroya-diktator-demek-emperyalist-darbeye-destek-olmaktir-255515

[209] Ceyda Karan, “Venezüella’yı ‘Yakanlar’…”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 2017, s.7.

[210] Metin Yeğin, “Maduro Diktatör mü?”, 27 Ocak 2019… https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/01/27/maduro-diktator-mu/

[211] Yakup Aslan, “Venezüella ve Sudan Diktatörlerine Hayranlık”, 25 Ocak 2019… https://mezopotamya24haber.com/2019/01/25/yakup-aslan-yazdi-Venezüella-ve-sudan-diktatorlerine-hayranlik/

[212] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, Çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.

[213] “Türkiye Solu ‘Diktatör’ Maduro ile ‘Emperyal’ ABD Arasında Sıkıştı”, 24 Ocak 2019… https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/Venezüella/turkiye-solu-diktator-maduro-ile-emperyal-abd-arasinda-sikisti

[214] “Venezüella’daki Maduro yönetimine yönelik ABD destekli darbe girişimine Türkiyeli sosyalist partiler tepki gösterdi. ÖDP, EMEP, TKP, TKH, TSİP, EHP, TİP ve DİP tarafından yapılan açıklamalarda, ‘ABD emperyalizminin saldırganlığına karşı Venezüella halkının yanındayız’ mesajı verildi…’

Haberdeki partilere tebessüm ederek şöyle bir baktım. Hepsi, esamesi okunmayacak denli küçülmüş, küçülmüş yok olma noktasında varlıklarını şöyle ya da böyle sürdürmeye çalışan partiler. Bir çoğu da 12 Eylül öncesi sol siyasal yapılanmaların devamcısı olma iddiasındaki yapılar.

Eskiden kalma ya da yeni oluşmuş aralarındaki tüm farkları, ayrılıkları bir kenara bırakıp; eski bilgilerle yeni dünyayı açıklamaya kalkanların yapması gerektiği gibi yapmış ve ‘emperyalizm karşıtlığı’nın kolay yapışan tutkalı ile birbirlerine kenetlenivermişler.

Hayır, hayır. Ben en kolayından ‘onların’ hemen yapıverecekleri gibi ‘AKP/Saray rejimi ile devletin tutumu ile bire bir örtüştünüz’ demeyeceğim.

Maduro’nun ‘Erdoğan’ın desteğini unutmayacağım. En iyi dostum Erdoğan. Bizim TVES’te de yayında olan izlediğim ve hayranı olduğum dizi Diriliş Ertuğrul…’ (Cnnturk.com) ifadelerini de malzeme etmeyeceğim.

Maduro öyle ya da böyle değil, çok açık bir şekilde diktatör. Venezüella’da ortalama vatandaş son 3 yılda gıdasızlıktan vücut ağırlığından 8 kilo kaybetmiş. 3 milyonu aşkın ülke yurttaşı, ülkeden kaçmış. Kaçanlar arasında aydınlar, doktorlar, hemşireler, avukatlar başı çekiyor. Tıpkı Maduro’nun ‘tv dizileri’ne bayıldığı yakın dostlarının ülkelerinde olduğu gibi…

Halk diktatörlükten de diktatörden de bezmiş. ‘Sol’, ‘sosyalist’ ve ‘komünist’ sıfatlı partiler ise Türkiye’den üfürüyor, ‘hedefi’ ilan ediyor.

Biliyoruz, ABD’nin müdahalesi diktatörlerin işine ve güç toplamalarına yarıyor. Hiçbir zaman da tersi olmadı. İç dinamiklerin örgütlü gücü ile diktatörden kurtulmak kalıcı olan bir doğru.

Tabii, ABD’nin müdahalesine karşı çıkmak başka, resmen, basbayağı iktidarı bırakmak istemeyen, ne anti-emperyalist cepheyle, ne de sosyalist sıfatıyla ilgisi alâkâsı olmayan sıradan bir diktatöre sarılmak ise bambaşka.” (Yalçın Ergündoğan, “Komünizm Karşıtlığı Yapan Bir Komünist Parti Olur mu?”, 28 Ocak 2019… https://www.artigercek.com/yazarlar/yalcinergundogan/komunizm-karsitligi-yapan-bir-komunist-parti-olur-mu)

[215] “Maduro Kimdir? Venezüella Gerçekleri…”, 28 Ocak 2019… https://www.youtube.com/watch

[216] Doğan Özgüden, “Che Bereli ve de Bolívar Kılıçlı ‘Anti-Emperyalist’ler…”, Artıgerçek, 1 Şubat 2019… https://www.info-turk.be

[217] Ceyda Karan, “Obama’ya Suriye’yi Bombala Diyen Erdoğan, Maduro’nun Yanında Anti-Emperyalist Oluyor”, 8 Şubat 2019… https://tr.sputniknews.com/ceyda_karan_eksen/201902081037548661-obama-suriye-bombala-diyen-erdogan-maduro-yaninda-anti-emperyalist-oluyor

[218] Hüseyin Hayatsever, “Selçuk Üniversitesi Akademisyenlerinden Esra Akgemici: Diyalog Zorlanmalı”, Cumhuriyet, 11 Şubat 2019, s.7.

[219] Hilâl Kaplan, “Venezüella ile Direniş Bağı”, Sabah, 5 Aralık 2018, s.16.

[220] Metin Yeğin, “Erdoğan Maduro’yu Neden Destekliyor?”, , 31 Ocak, 2019… https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/01/31/erdogan-maduroyu-neden-destekliyor/

[221] “Krizlerle Yakınlaşan İki Ülke: Türkiye ve Venezüella”, 30 Ocak 2019… http://rojnameyanewroz2.com/krizlerle-yakinlasan-iki-ulke-turkiye-ve-Venezüella-14080.html

[222] Erdoğan Türkiyesi’nde bu tablo hâlâ geçerli: “2007-2011 kesitinde Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı görevini üstlenen İsmail Hakkı Pekin, şunları söyledi:

‘İncirlik üssü aynı zamanda uçaktan atılabilen nükleer bombaların da depolandığı yerdir. Diğer taraftan İncirlik üssünde bölge için gelebilecek tugay çapındaki birliklerin silah, mühimmat, teçhizat ve malzemesinin depolandığı konteyner alanları mevcuttur. İncirlik üssündeki eski tip nükleer bombalar modern ve daha güçlü (Hiroşima’ya atılanın dört katı) termonükleer bombalarla değiştirildi. Bu işlem 2017’de tamamlanmış olup, miktarı 50 civarındadır…

ABD’nin Türkiye’deki diğer üssü Malatya, Kürecik’teki füze savunma radar üssüdür. Bu radar üssü ABD’nin yıldız savaşları projesi kapsamında balistik füzeleri tespit ve havada iken imhasını öngören birbiriyle ve uydularla irtibatlı radar ağları, karada, uzayda ve füze savunma füzeleri taşıyan AEGİS sınıfı gemilerde yerleştirilmiş füzelerden oluşuyor. Şimdi bunlara denizaltılardan atılan füzeler de dahil edilmeye çalışılıyor. Kürecik böyle bir sistemin parçası… İran’a ve Rusya’ya yönelik, İsrail’deki aynı tip iki radarla ve Almanya Ramstayn Üssündeki ana merkezle irtibatlı bir radar. Türkiye’nin hava savunmasından çok İsrail ve ABD’nin hava savunmasına hizmet eden bir sistem. ABD’nin onunla irtibatlı çok sayıda ülkede olduğu gibi Türkiye’de de ODC-T diye askeri faaliyetlerinin koordine edildiği, yürütüldüğü bir teşkilât bulunuyor. Bu kuruluşun başında ABD Hava Kuvvetlerinden bir Tümgeneral bulunuyor. Ankara’da konuşlu olup eski ismiyle JUSMMAT’ın devamı. Tümgeneral Türkiye’deki ABD askeri personelinin de komutanı.

ABD’nin Türkiye’deki diğer üsleri de şöyle: 1) Diyarbakır hava üssü; arama kurtarma amaçlı, silahlı hlkp. Ve ulaştırma uçakları, 300-350 ABD personeli; 2) Antep-Kilis Yolu, iki batarya HIMARS (Yüksek Hareket Kabiliyetli Topçu Roket Sistemi.); 3) Mersin limanını kullanıyor; 4) Malatya-Erhaç hava meydanı (yedek meydan); 5) Batman (yedek meydan)’…” (“İncirlik’te 50 Adet Termonükleer Bomba”, Birgün, 12 Ocak 2019, s.5.)

[223] Sungur Savran, “Venezüella ve Türkiye: Aynı Mücadele mi?”, 2 Şubat 2019… https://www.gercekgazetesi.net/gundemdekiler/Venezüella-ve-turkiye-ayni-mucadele-mi

[224] Ahmet Yaşaroğlu, “Venezüella ve ABD Müdahalesi”, Evrensel, 1 Mart 2019, s.9.

[225] Fatih Polat-Yücel Özdemir, “Pedro Rosas: Venezüella’da Sınıf Savaşının Özel Bir Biçimi Yaşanıyor”, Evrensel, 2 Mart 2019, s.9.

[226] “ABD, Çin ve Rusya ile giriştiği mücadelede savaş sahasını kendisi için daha elverişli Latin Amerika’ya kaydırdı. Asya-Pasifik bölgesi ise her geçen gün daha da menzilin içine giriyor.” (Doğan Ergün, “Trump’tan Taş Değişimi”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2018, s.8.)

[227] İlkay Meriç, “Venezüella’da Kriz ve Maduro’yu Devirme Operasyonu”, 31 Ocak 2019… http://marksist.net/ilkay-meric/Venezüellada-kriz-ve-maduroyu-devirme-operasyonu

[228] ABD’nin Venezüella’da uluslararası gözlemcilerin denetiminde başkanlık seçimi yapılması çağrısı yapan tasarısı Rusya ve Çin tarafından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) veto edildi. (“Venezüella: BM’de Veto Savaşları”, Cumhuriyet, 2 Mart 2019, s.7.)

[229] “Altın Satmak Ülkenin Egemenlik Hakkı”, Birgün, 2 Şubat 2019, s.5.

[230] “Küba Ordusundan Venezüella’ya Destek Açıklaması”, 18 Şubat 2019… https://www.abcgazetesi.com/dunya/kuba-ordusundan-Venezüellaya-destek-aciklamasi/haber-121977

[231] “Bolivya Devlet Başkanı Morales’ten Guaidó’ya Tepki”, 10 Şubat 2019… https://www.evrensel.net/haber/373234/bolivya-devlet-baskani-moralesten-Guaidó ya-tepki

[232]  “Venezüella’da Ne Oluyor, Hangi Ülke Kimi Destekliyor?”, 24 Ocak 2019… https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46986493

[233]  “Venezüella, Libya Olmayacak!”, Birgün, 1 Şubat 2019, s.4.

[234] “Venezüella’da Darbe Girişimi”, http://gazetehayir.com/Venezüellada-darbe-girisimi/amp

[235] Lucas Koerner, “Venezüella’da Kirli Savaş Tehlikesi ve Dünya Solu”, 28 Şubat 2019… http://sendika63.org/2019/02/venezuellada-kirli-savas-tehlikesi-ve-dunya-solu-lucas-koerner-532191

[236] ‘Birgün’ Gazetesi yazarı Fatih Yaşlı da, “Çizgiyi ABD’nin dünyanın herhangi bir yerinde yönetim değişikliği yapma hakkının olmadığına, emperyalizmin geçmişte desteklediği darbelere ve kanlı tarihine çektik. İsteyen istediği safta yer alabilir, isteyen Amerikan uşaklığına gerekçe üretebilir” (“Türkiye Solu ‘Diktatör’ Maduro ile ‘Emperyal’ ABD Arasında Sıkıştı”, 24 Ocak 2019… https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/Venezüella/turkiye-solu-diktator-maduro-ile-emperyal-abd-arasinda-sikisti) diyor

[237] Ergin Yıldızoğlu, “Venezüella’yı Düşünürken”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2019, s.11.

[238] Irmak Ildır, “Liberal Kateşizmi”, 31 Ocak 2019… https://gazetemanifesto.com/2019/liberal-katesizmi-237415/

[239] Mustafa Yalçıner, “Chávez’den Maduro’ya Venezüella”, 27 Ocak 2019… https://www.evrensel.net/haber/372027/Chávezden-maduroya-Venezüella

[240] “Venezüella Marksist Leninist Komünist Partisi’nden Darbe Girişimine Karşı Bildiri”, 30 Ocak 2019… https://gazeteyolculuk.net/Venezüella-marksist-leninist-komunist-partisinden-darbe-girisimine-karsi-bildiri

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights