Ana SayfaGIŞTÎKAPİTALİZM SÖMÜRÜYOR, KOVİT-19 ÖLDÜRÜYOR!

KAPİTALİZM SÖMÜRÜYOR, KOVİT-19 ÖLDÜRÜYOR!

Türk egemen sınıfları da dünya sermayesine paralel ve radikal tedbirlerle konumunu güçlendirme çabasında. Çarklar dönsün işçiler ölsün politikasını uygulamada bu hükümet ve sermaye epeyce başarılı oldu. Yani iktidar Küresel Covit-19 krizini en acımasız şekilde kendi lehine fırsata çevirmiştir.

KAPİTALİZM SÖMÜRÜYOR, KOVİT-19 ÖLDÜRÜYOR!

Mustafa KORKMAZ / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 9

 “Dünyadaki milyonlarca

sağlık çalışanlarına-emekçilerine selam olsun.”

Başlığı böyle attık ancak, asıl öldüren ve bütün kötülüklerin müsebbibi emperyalist-kapitalist sömürü düzenidir. Açlıktan, susuzluktan, savaşlardan, iş cinayetlerinden, sigaradan, çevre kirliliğinden ölenler, soykırım ve devletlerin kendilerine ayak bağı olan karşıtlarına karşı işledikleri cinayetlerde öldürülenler, Kovit-19 pandemisinde yaşamını yitirenlerden kat be kat fazladır. Kaldı ki Kovit-19 salgını da kapitalist sistemin bir ürünü ve sonucudur. Bu örnekler oldukça fazla ve çoğaltılabilir.

“Kimileri tarafından işçi sınıfının öncü konumu tartışılsa da işçi sınıfı öncülüğünü hala ve her zaman korumaktadır. İşçi sınıfının egemen sınıf olan burjuvaziye karşı mücadelesini zafere ulaştırmasının ilk koşulu, kendi mücadelesini ve egemenliğini burjuva sınıftan daha geniş bir toplumsal temele oturtabilmesidir. Yani sorun, devrimdeki temel güç olan proletaryanın etkinliği, örgütlülüğü ve siyasal ufkunun geniş olmasıdır”(1).

Ezilen halkların, sömürülen sınıf ve katmanların içinde yer almadıkları bir sosyalist mücadelenin, devrimin başarıya ulaşması ve yaşaması mümkün mü, ayakta kalabilme olasılığı var mı? İşçi sınıfının ittifak yapacağı müttefikleri çoğaldı. Savaş karşıtı örgütler, insan hakları örgütleri ve savunucuları, LGBTİ örgütleri, kadın hakları savunucuları, çevre ve doğanın kirletilmesine karşı mücadele eden örgütler vs. Bu örgütler kapitalizmin içinden doğan kapitalizmin kendisine değil de sonuçlarına karşı mücadele ederler. Bu örgütler mutlaka ama mutlaka sınıf mücadelesine eklemlenmelidirler. Herbert Marcuse’nin şu sözlerini her yazıda, her söyleşide, her yerde ama her yerde haykırmak gerekiyor; “Kapitalizmin durumu sadece ekonomik veya politik bir kriz sorunu değil, bir sömürü sorunu değil, insan özünün yıkım sorunudur.” Bu öngörüyle sermayeye karşı mücadele etmek, sınıf mücadelesi vermek gerekiyor.

“Bugün ortaya çıkan sonuçta; başta SBKP olmak üzere bütün komünist partilerin, Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülke yönetimlerinin ortak sorumluluğu var. Kimimizin payına çok, kimimizin payına az düşse de, bu sorumluluktan kaçınılmaz. Aynı şekilde bu sonuç; Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelere değil, dünya işçi sınıfı hareketine, devrim mücadelesine ve dolayısıyla bütün olarak insanlığa zararlar verdi”(2).

Bugünkü sonuç ne olursa olsun dünya işçi sınıfı hareketinin, ezilen sömürülen halklarının, yeniden kalkış ve bir üst topluma geçiş mücadelesinde; reel sosyalizmin dünya halklarına, dünya işçi sınıfına bırakmış olduğu muazzam bir bilgi, deney birikimi ve tecrübe gibi bir mirasa sahiptir. Önemli olan bu mirasa sahip çıkmak ve değerlendirmektir. Asıl tehlike bu mirasın hoyratça tüketilmesi ve unutturulmak için büyük çabalar harcanmasıdır. En korkunç ve acı olanı da budur.

Emperyalist kapitalizm geldiği nokta itibariyle büyük krizlerini yaşamaktadır. Krizler diyorum çünkü birden çok kriz, iç içe geçmiş ve aynı anda yaşanmaktadır. Ekonomik ve finansal kriz, vesayet ve bölgesel savaşlar, kuraklık ve ekolojik kriz, açlık, yoksulluk, işsizlik ve bunların sonucu olarak mültecilik ve salgın hastalıklar küresel bir hal almıştır. Bütün bunlarla kapitalizm nasıl başa çıkıyor anlamak mümkün değil dense de anlaşılmayacak bir şey yok aslında.

GENEL DURUM

Birincisi; kapitalizm, her yenilgiden her krizden sonra mutasyona uğrayarak, sınıf mücadelesine, sosyalist hareket ve mücadelelere karşı bağışıklık kazanmış, büyük dersler çıkarmıştır. Kendisine karşı gelişen her hareketi, işçi sınıfının her talebini mücadelesini ustalıkla savuşturmaktadır. Sosyalizmin yenilgisi ile birlikte kapitalizm, zafer sarhoşluğuna kapılmadan, mevzilerini ve mücadele hattını iyiden iyiye tahkim etmiştir. Yeni dünya düzeni ve küreselleşme söylemleriyle neoliberalizm dönemini başlatmış, kendini yenilmez ve dünyanın egemeni olarak; ancak şimdilik kaydıyla tescil ettirmiştir. Reel sosyalizmin yıkılması sonrası dünyanın geldiği nokta, hiç ama hiç de iç açıcı durumda değil.

İkincisi; işçi sınıfı ve ezilenler hiç bu kadar örgütsüz değildi. Neoliberalizm, madem sosyalizm yıkıldı o zaman örgütlülüğe, sendikalara ya da herhangi bir organizasyona gerek yok denilerek, sermayenin ideolojik bombardımanı ile toplumun örgütlü mücadele hafızası silinmeye çalışılmıştır. Bu büyük oranda başarılmıştır. Hatırlayalım kendilerini sosyalizm konusunda otorite olarak gören birçok aydın, sanatçı, entelektüel, ekonomi-politik konusunda otoriteler, komünist partiler, sendikal örgütler bir günde günah çıkarırcasına tövbe ettiler. Hepsi de sıraya girip özeleştirilerini verdiler. Ne kadar yanılmış olduklarını anlatıp, günlerce aylarca sosyalizme küfredip durdular.

Üçüncüsü ve en güncel olanı; şu an ülkede yirmi yıldır egemen olan siyasal iktidarın, bu kadar baskıcı, otoriter, faşist uygulama ve eğilimler göstermesinin altında yatan şey, iktidara giden yolların taşlardan ve dikenlerden temizlenmiş olmasıdır. Yani sendika ve örgütlülüklerin içinin boşaltılıp, altın bir tepside siyasi iktidara sunulmasıdır. 12 Eylül faşist iktidarının en çok istediği ama bir türlü uygulamaya sokamadığı, fakat taşlarını döşediği bir Amerikan projesi olan, Türk-İslam sentezi iktidara ve topluma egemen oldu.

Dördüncüsü; bütün bunlar olurken Türkiye ve Kürdistan’daki komünistler ne yaptılar ve bunlara ne oldu. En öndekiler dövüşerek öldüler, kimi darağacında, kimi işkence hanelerde, kimi ise çatışmalarda. Uzun süre ceza evlerinde yatıp çıkan devrimci kadroların çok büyük bir kısmı, bir daha bu memlekette yaşayanın diyerek bulundukları alanları terk edip kendilerini kapitalizmin hamiliğine, koruma alanlarına teslim ettiler. Bu tarz teşvik edilerek örgütsel politika haline getirildi. Paralar kazanarak yaşam tarzlarının aynısına sahip olma fantezisini gerçekleştirdiler. Üstüne üstlük döndüklerinde, ne kadarda boş şeylerle uğraştıklarını, ne kadar hatalı davrandıklarını ve yanlış yaptıklarını anlata anlata bitiremiyorlar. Hatta tepeden bakarak siz hala bu tür şeylerle mi uğraşıyorsunuz gibi garip yaklaşımlar sergiliyorlar. Diğer bir kısmı ise devrimci olduklarına bin pişman. Size bir daha selam verenin deyip, aynı mahalleden geçmeye yemin ediyorlar. Bu arada mülkiyet sahibi olmuş yığınla kadro… Yakınlarını ve çocuklarını devrimci mücadeleden ayrı tutmanın, teorisini yapmada oldukça yetenekliler.       

Ülkede kalan bir avuç komünist kadro sistemin uygulamalarından, baskılarından, operasyonlarından daha çok, kendi yoldaşlarının operasyonlarına, haksız ve yersiz eleştirileriyle boğuşur ve uğraşır hale gelmişlerdir ki örgütlenememenin büyüyememenin asıl ve önemli nedeni budur. Yazıyı okuyanlar ipin ucu kendisine dokunduğunda hadi be oradan deseler de maalesef acı gerçek bu şekildedir.

Gocunmaya gerek yok, yaşanan pratikler üzerinden gidelim. Tanık olduğum basit ama acı bir örnek. Çocukları öğrenci ve sınavlara gireceği için kendisine gelen bilgilendirme mesajlarını iptal ettirmek için partiye başvuranlar var. Devam edelim söylediklerinin ve savunduklarının tersine, sınava gireceğim iş başvurusu yapacağım partiden istifa etmem gerek diyor ve ediyor. Çocukları iş başvurusu yapacak diye kadronun kendisi istifa ediyor kimse farkında bile değil. Çünkü bunların büyük çoğunluğu dijital ortamda oluyor. 1 Mayıs dönüşü tesadüfen görüştüğüm küçük bir esnaf, ne kadar devrimci ve demokrat olduğunu anlatmaya başladı. Bende bugün 1 Mayıs olduğunu, mitinge gelip gelmediğini sordum. Oda çocuklar okula gidiyorlar, onun için bu tür eylemlere karışmanın doğru olmadığını kendince haklı nedenlerle anlatmaya başladı.

Geçmişini unutturmak için, bulunduğu sosyal ortamlarda ve parti organizasyonlarında sürekli kendinden, ödediği bedellerden bahseder ancak; ödettiği bedellerden asla bahsetmez ısrarla kaçınır, hatırlatmak isteyenlere kızar küfreder başkalarını suçlar. İş adamlığına soyunur piyasayı dolandırır, etrafını dolandırır, iflas eder yoldaşlarını dolandırır, sonra kendini temizlemek için partiye gelir. ‘Huylu huyundan vazgeçmez’ halk deyiminde olduğu gibi, eski alışkanlıklarını devam ettirir. Dejenerasyonun, kirlenmenin dozajı ve yoğunluğu arttıkça artar. Dedi kodu kazanları kaynadıkça kaynar. Sistemin saldırılarına operasyonuna gerek kalmaz; egemenler zil takıp oynuyor.

Diğer taraftan mülkiyetsizlik teorisi yapar, kadroları eleştirir ama bir bakıyorsun ki mülkiyet batağına batmış. Sosyalist değerlerin her şeyin üzerinde olduğunu savunur ancak, en ufak maddi çıkara dokunulduğunda kıyameti koparır. Toplumsal kurallara aykırı ilişkileri şiddetle eleştirir, ancak kendisi ile ilgili ise devrimci tarz olarak savunu yapar. Komün yaşamını savunur fakat hiç katkı sunmaz. Alışkanlıklarının esiri bir tür olan insanın, yapacağı her şeyi yapar.

Yıllardır kapitalizmin sağladığı her türlü olanağa sahip olarak Avrupa’da yaşar. Kimsenin bir şey dediği yok, bu onların tercihi. Ancak Don Kişot misali oradan talimatlar vermeye başlıyor, kendini Lenin zannederek. Benim dediklerim yapılmıyor diye nara atıyor İsviçre Alplerinden. Seksenli yıllardan hafızasında ne kalmış ise onu tekrarlayıp duruyor. Bunun adına da teorik üretim diyor. Sonrada neden gelişemiyoruz diye birilerini suçlamaya başlar. Sen önce parti adına faaliyetlerini raporla da görelim senin ne yaptıklarını, devrimci eylemliliklerini. Ki sana iade edelim küfürlerini. Kafasını kuma gömmüş ‘’yasadışıcılık” yapıyorlar bana, yemezler.

Birisi uzaktan “sizin beyninizi dağıtacağım” diye kükrüyor. Bir diğeri “kırk yıldır aynı insan bir partinin genel başkanı olur mu diye soruyor”. Doğru olmaz; siz başkan olmak istediniz de size engel mi oldular, buyur gel. Kürdistan’daki kadroların hepsi sistemle mahkemelik, birilerini ilgilendiriyor mu acaba? Yapılan bu eleştiriler herkes için geçerli değildir tabi ki. Büyük iddialarla ülkeye dönüş yapıyor, hoş geldin dedikten sonra bir daha bulmak veya mücadele saflarında görmek mümkün değil.

Kendisini kadro olarak adlandıranlardan, anlamakta zorlandığım şeylerden birisi partiyi iş kapısı geçim kapısı olarak görmeleridir. Gelirim ama bana biraz olanak sağlanırsa. Yoksa giderim, kimse güle güle diyemiyor. Çok garip, çaresizlik ne acı şey.

Parti Mevlevi Dergahı gibi, öz eleştirisini yapan geri geliyor kirlerinden arınmaya. Böyle olunca aynı gariplikleri, aynı hataları zaafları tekrarlayarak kişisel hırslarının kurbanı oluyorlar. Her gelene buyur deniliyor, giderken muhakkak tahribat yaratıyor.

Yoldaşlık ilişkileri çerçevesinde, parti her yoldaşın ne kadar önemli olduğunu mücadele alanlarında kendisine hissettiriyor önemsiyor. Öylede olması gereklidir. Ancak gösterilen ilgi ve duyarlılığı yanlış algılıyor, ben neymişim havasına giriyor. Kendine farklı bir misyon yükleyerek sistemle mücadele yerine, kavga yerine işin kolayına kaçarak parti ile örgüt ile yoldaşlar ile kavgaya tutuşuyor. Yenilgi psikolojisidir bu, aslında yenilmiştir, çözülmüştür, tükenmiştir sisteme teslim olmuştur. Hele birde eski bir kadro ise geçmişin hesabını vermeden hesap sormaya kalkışıyor.

Şunu belirtmeden konuyu kapatmak olmaz; kendisini sosyalist ve muhalif tanıtır. Ama bir bakıyorsun başta kendisine ve her şeye muhalif. Her şey, herkes bitmiş bir kendisi kalmış. 1 Mayısı bile uzaktan izler ve eleştirir işçi sınıfı diye bir şeyin kalmadığını kanıtlamaya çalışır. Bu işçiyle bir yere gidilmez, işçi bilinçsiz ve daha ağır ithamlarla işçileri çalışanları suçlar. Örgütlü ve bilinçli işçilerin oluşturduğu sendikaları hayal eder durur.

ÖRGÜTLENME SORUNU

Doğru, 21. yüzyılda örgütlenmenin araçları, yöntemleri, yolu yordamı değişti. Değişimin sonu yoktur. Her şey çok hızlı hareket ediyor. Ulaşımdan iletişime, tüketim alışkanlıklarından, düşünce sistematiğine her şey değişiyor. Diyalektik ve tarihsel materyalizmin ilkeleri işliyor ve yol gösteriyor. Ancak bir şey unutuluyor oda insan. Bir işçiye, emekçiye dokunmak, selam verip nasılsın demek, dertlerini dinlemek, ona güven verici bir şekilde yaklaşmak ve ona güven duymak, neler yapabileceklerini, başka bir dünyanın mümkün olduğunu, ezilenlerin kurtuluşunu birlikte başarabilecekleri konusunda ikna etmek çok ama çok önemli. Dokunursak başarabiliriz. Sosyal medya hesaplarında şirinlik yapmakla bu işler yürümez. Sadece yöntemlerden biri olabilir mi olabilir. Kimse kendisini yormasın örgütlenmenin reçetesi yok ve şu an denenenler değil.

“Colorado Üniversitesi tıp merkezinde yapılan bilimsel bir deneyde; iki ayrı fare grubuna yiyecek, su ve güvenli bir yaşam alanı gibi hayatta kalmaları için gereken aynı araçları verdi. İki grup arasında tek fark şuydu: Bir gruptaki fareler arada bir okşanıp seviliyor, diğer gruptaki farelere bu sevgi gösterilmiyor. Sonuç ne oldu? Sevilen fareler daha hızlı öğrendi ve daha hızlı büyüdü. Bu çalışma, dokunmanın hayatta kalmak için temel bir şey olduğunu gösteriyor”.

En önemli nokta şu; sebebi ne olursa olsun, ihtiyaç duyulan zamanlarda farklılıklar yaratmak. Sorun;  kapitalizmin vardığı nokta itibariyle, her tarafı dökülen bu sitemin alaşağı edilememesi ya da değiştirilememesi. Aslında amacın bu olması gerekir. Ama nasıl?

COVIT-19 KÜRESEL KRİZİ

Sınıflı toplumlar tarihi irdelendiğinde, bir üst topluma geçişlerde salgın hastalıklar önemli bir rol oynamıştır. Bunun akılda tutulması bir yere yazılması gerekir. Emekçilerin yaşam kalitesi değişiyor. Yeni tip insan modeli üzerinde çalışmalar yapılıyor. Kapitalizmin yeni tip insan sloganı şu; maskeni tak, çeneni kapa, işini yap, itiraz etme, itaat et.

Her nesil büyük bir kriz yaşar, adaletsiz görülebilir bizim payımıza da Covit-19 düşmüştür. Dünyaya panik penceresinden bakmaktan kaçınmak gerekir ama hiç de iyi şeyler olmuyor. Bunu da göz ardı etmemek gerekiyor.

Yüzlerce hatta binlerce yıl sonra kimsenin uçurumdan atıldığını, ya da ölmesi için buza bırakıldığını görmüyorsak da bu korku hala bizimledir.

Geçmiş kuşaklar anne babalarımız tüketim ve harcamalar konusunda neden daha itinalı veya yeni kuşağın deyimiyle pinti. Buna neden olan şey; negatif somatik işaretleyicilerimizin olması.

“Orta çağda yaşasam beni yakarlardı bu çağda ise kitaplarımı yakıyorlar” diyordu Freud. Aslında değişen bir şey yok egemenlerin fıtratında.

1929 ekonomik buhranından bu yana insanlar ilk kez sağlıklarıyla ilgili güvensizlik yaşıyorlar.

İkinci dünya savaşı sonrasının ürünü olan uluslararası kuruluşlar soğuk savaş sonrası krizlerde etkin olamadılar. Uluslararası kurumlar güvensizlik sarmalına girmiş durumda.

Dünya gıda programı; Covit-19 salgınını açlığın takip etme olasılığı yüksek ve bunun da milyonlarca kişiyi etkileyeceğini öngörüyor.

Küresel Covit-19 salgını Avrupa’nın 2. Dünya Savaşından sonra yaşadığı en ağır krizdir. Küresel salgın dünyadaki ekonomik düzenin olağan üstü dramatik durumunu ifşa etmiştir. Küresel salgın ülkeler ve halklar arasında, eşi benzeri görülmemiş bir ölçüde eşitsizliği beraberinde getirmiş artırmıştır.

Devamla Covit-19 küresel salgını kısa süre içerisinde, dünyanın her bölgesine yayılarak tüm insanlığı tehdit eder hale geldi. Salgın dünyada tepe noktasına henüz ulaşmadı. Sadece kontrol altında tutmaya çalışılıyor. Bunun için herkese her kuruma her devlete büyük sorumluluklar düşüyor.

Tarihin bu önemli dönüm noktasında insanlığı neler bekliyor. Emek sermaye çelişkisi, sınıflar arası mücadele nasıl bir seyir izleyecek, rüzgar kimden yana esecek, şiddeti ne olacak, nasıl bir alt üst oluş yaşanacak bunları şimdiden kestirmek kolay değil, ama bildiğim bir şey var oda kim daha iyi örgütlenirse o kazanacak. “Büyük değişim zamanlarında, en güçlüler ya da en zekiler değil, değişime en çok uyum sağlayanlar ayakta kalırlar”. Charles Darwin

Görünen yönüyle küresel Covit-19 salgınının etkisi uzun yıllar hissedilecek, bir dönüşüme değişime yol açma potansiyeli taşıyor. Uluslararası ilişkiler uzmanları sosyologlar özellikle kapitalizmin ideologları, bu konuda kafa yormaya, işin literatürünü oluşturmaya çoktan başladılar, uzunca bir mesafe aldılar bile.

Türk egemen sınıfları da dünya sermayesine paralel ve radikal tedbirlerle konumunu güçlendirme çabasında. Çarklar dönsün işçiler ölsün politikasını uygulamada bu hükümet ve sermaye epeyce başarılı oldu. Yani iktidar Küresel Covit-19 krizini en acımasız şekilde kendi lehine fırsata çevirmiştir. 04.01.2021

1-Tuncay ATMACA: Sınıf Hareketi İçin Kimi Saptamalar

2-Teslim TÖRE: Marksizm Ve Sorunlarımız

PDF Sayfalara ulaşmak için resimlerin üzerine tıklayın

SAYI: 9
SAYI: 8
SAYI: 7
SAYI: 6
SAYI: 5
SAYI: 4
SAYI: 3
SAYI: 2
SAYI: 1
- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights