Mahsuni Gül / Hüsnü Gürbey / Sosyalist Mezopotamya, Sayı:11, Aralık 2021
Osmanlı İmparatorluğu uzun yıllar Alevi inancını “zındık” “kâfir” inançlar arasında saydığı gibi, devletin resmi mezhebi kabul ettiği Sünni/Hanefi mezhebinin dışında kalan mezheplerle de arasına bir mesafe koymuştu. Fakat 1908 Devrimi’nden sonra adım adım iktidara yaklaşan İttihat-i Terakki Cemiyeti, Anadolu’da sadece Türklerle meskûn bir vatan ve ulus kurmaya çalıştığında, Alevi gerçekliğiyle karşılaşınca hiçbir tereddütte düşmeden onları (Alevileri) umutsuzca ihtiyaç duydukları ülkenin “sahici” Türklüğünün temsilcileri olarak gördüler. Bu konuda,Bektaşi-Alevi sorunu üzerinde uzman, Baha Said Bey’i (1882-1935) görevlendirdiler ve oldukça ciddi raporlar hazırlattılar.
İttihatçıların ardılları olan Kemalistler de Alevi gerçekliğini görmelerine rağmen varlığını kabul etmekten ciddi tereddüt yaşadılar, çünkü o zaman daha egemenlik kuramadıkları Dersim gibi yörelerde ciddi bir Kızılbaş/Alevi varlığı vardı ve bu Aleviler, Türkleri Sünni-Rum olarak tanımlıyorlardı.
3 Mart 1924 tarihinde Hilafetle birlikte, takke ve zaviyeler de kaldırınca, dini devletin kontrolünde bir kuruma dönüştürmek amacıyla, Diyanet İşleri Reisliği kuruldu. Fakat bu reislikte tıpkı Osmanlı İmparatorluğu’nda olduğu gibi sadece Sünni-Hanefi Müslümanlığı esas aldı, onun dışında kalan mezhep ve dinleri yok saydı.
Diyanet İşleri Reisliği’ne göre: Alevilik diye adlandırılan şey, bir din olmanın ötesinde, tarihteki Şah İsmail olayına uzanan politik bir bakıştır. Alevilik uzun süre önce yok olduğundan, örgüt içinden hiç kimse böyle bir inancın varlığını kabul etmez/edemez.
1950’lere kadar Türkiye’de toplumsal hareketlilik, yok denilecek kadar az olduğu için, Alevilik ne Sünniler için ne de Aleviler için bir sorun olmadan kendi kapalı dünyalarında sorunsuzca yaşayıp gitti. Fakat bu tarihten itibaren Türk toplumundan başlayan hareketlilik, kırdan şehirlere başlayan göç, Alevi sorununu yeniden ortaya çıkarttı. Şehirleşen Aleviler, bir yandan Ramazan ayında oruç/namaz tehdidi ile karşılaşırken bir yandan da camilere alınmayan, namazları kılınmayan, cenaze sorunuyla kaşı karşıya kaldılar. Devlet de o güne kadar görmezlikten geldiği, Alevi varlığıyla, bir Alevi canlanmasıyla karşılaşınca bir yandan Alevi özgürleşmesini külliyen reddederken örtük olarak da Diyanet İşleri Reisliği aracılığıyla il müftülüklerine gönderdiği bir talimatnameyle, Alevilerin cenazelerinin kaldırılmasını emretti. Aşağıdaki belge açık olarak bu durumu gözler önüne sermektedir.
Sözkonusu belge, 13. 04. 1959 tarihlidir.
Belge Diyanet İşleri Reisliği/Yazı İşleri ve Evrak Müdürlüğü/7723
“ …………………. Müftülüğüne
Bazı İmamların alevi vatandaşlardan ölenlerin cenaze namazlarını kıldırmadıklarından sık sık şikâyet olunmaktadır.
Ehli sünnet itikadine muhalif İslam mezhepleri saliklerinin tekfir olunamıyacakları ehli sünnet mezhebince kabul edilmiş olduğuna göre, yalnız Hazreti Ali’nin tafdiline kail olan ve başkaca hal ve hareketleri bulunmayan Alevi vatandaşlarımızın namazlarını kılmamak İslami hükümlere muhalif ve Müslüman vatandaşlar arasında ikilik yaratımıyla sebebiyet verecek hareketlerdendir.
Binaenaleyh, bu ve buna benzer hareketlerle vatandaşlar arasında soğukluk ve kırgınlık husule getirecek hal ve hareketlerden tevakki olunması lüzumunun alakalılara tebliğini ehemmiyetle ve tamimen rica ederim…”
İmza/ Diyanet İşleri Reisliği