ABD emperyalizmi, tekelci kapitalizmin saldırganlığının bugündeki seviyesini tanımlar. O bir askerî-sınaî kompleks örneğidir. “Özgürlük” adına Amerika’daki ırkçılığın, kapitalist iktidar ve mülkiyet ilişkileriyle iç içe geçmiş hâlidir.
ABD SEÇİM(SİZLİK)İ: MADE IN USA[*]
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER / Yazarların diğer makaleleri için tıklayınız
“Her şeyden önce,
zor anlardan korkmayın.
En iyisi onlardan gelir.”[1]
Geleceğin önünü açıp biçimlendiren hızlandırılmış (ve sıkışık) bir tarihsel süreçteyiz; “Eski dünya ölüyor ve yenidünya doğmak için mücadele ediyor. Şimdi canavarların zamanı,” diyen Antonio Gramsci’nin ifadesindeki üzere.
Bu güzergâh hem “içeri”de, hem de “dışarı”da patlayıcıları tüm tehditleri ile biriktiriyor.
Bu bağlamda yaşanan traji-komik ABD hikâyesi -kanımızca- çöküş/ çözülme tohumlarını içinde barındıran bir momenttir.
Küresel çaplı kapışmanın, hegemonya mücadelesinin, sürdürülemez kapitalizmin kriziyle beslenen altüst oluşun devreye soktuğu fragmantasyon ve polarizasyon ile karakterize olan seçimle ulaşılan ufuk, “Amerikan İmparatorluğu” için sonun başlangıcı mıdır? Bazı açılardan “Evet” demek zor! Ancak bir de “Ama” var ki, son “seçim parodisi” de bunun göstergelerinden birisi.
ABD’nin son “seçim(sizlik)i, “liberal” olduğu iddia edilen ABD’nin güçler ayrılığı, denetleme-dengeleme organları vb. ile övünen son derecede güçlü ve karmaşık emperyalist (oligarşik) devlet yapısında nelerin yaşanabileceğine ilişkin önemli derslerle dolu: ABD emperyalizmi, “liberal demokrasi”, seçim ve Joe Biden’e “güven(ilir mi?)” konusunda ve Yuval Noah Harari’nin, “İnsanlar bilinmeyenden korktukları için değişimden kaçınırlar. Ancak tarihin tek değişmezi, her şeyin değiştiğidir,” uyarısını hatırlatırcasına!
ABD GERÇEĞİ
ABD emperyalizmi, tekelci kapitalizmin saldırganlığının bugündeki seviyesini tanımlar.
O bir askerî-sınaî kompleks örneğidir. “Özgürlük” adına Amerika’daki ırkçılığın, kapitalist iktidar ve mülkiyet ilişkileriyle iç içe geçmiş hâlidir.
“Nasıl” mı?
Hatırlanırsa tarih bunun en büyük tanığı, kanıtı!
Bilindiği gibi 4 Temmuz 1776’da Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşunu ilan eden Bağımsızlık Bildirgesi, devrimin, baskıcı ve halkın ‘mutluluğu’ açısından zararlı hâle gelen hükümetlerin iktidardan indirilmesinin meşru ve hatta gerekli bir olduğunu ilan ediyordu…
11 Haziran’da Philadelphia’da toplanan Kıta Kongresi, bir Bildirge taslağı hazırlama görevini Beşler Komitesi’ne verdi. Bu komite; Pennsylvania’dan Benjamin Franklin, Massachusetts’tan John Adams, Virginia’dan Thomas Jefferson, New York’tan Robert Livingston ve Connecticut’ten Roger Sherman’dan oluşuyordu.
Bağımsızlık Bildirgesi, şu sözlerle başlıyordu: “İnsanları ilgilendiren olaylar sırasında, bir halkın kendisini bir başkasına bağlayan siyasi bağları çözmesi gerekli hâle gelir…”
Ardından da şu dikkat çekici savla devam ediyordu: “Biz şu gerçeklerin tartışmasız olduğunu savunuyoruz: bütün insanlar eşit yaratılmıştır; Yaratıcıları onlara devrolunamaz bazı haklar vermiştir; yaşama, özgürlük ve mutluluğu arama hakları bunlar arasındadır.”
Bağımsızlık Bildirgesi, devrimin, baskıcı ve halkın “mutluluğu” açısından zararlı hâle gelen hükümetlerin iktidardan indirilmesinin meşru ve hatta gerekli bir aracı olduğunu ilan ediyordu. Jefferson, bu ilkeye bağlı kaldı ve Amerikan Devrimi’nden ilham alan Fransa’daki kitleler, Kral XVI Louis’den ve aristokrasiden kanlı bir intikam alınca, en ufak bir alınganlık göstermedi. Jefferson, Louis’nin “Tıpkı diğer suçlular gibi” cezalandırılması gerektiğini ilan etti…
Jefferson’ın köle sahibi olduğu ve köleliğe tavizler verdiği inkâr edilemez tarihsel gerçeği, onun yaşamının büyük ironisini, hatta trajedisini temsil etmektedir…
1775-83 Amerikan Devrimi, kölelik sorununu çözüme kavuşturmadı. Bunun nedeni, Jefferson’ın ya da köle sahibi Washington gibi devrimin diğer önderlerinin çözümü engellemesi değildi.[2]
Yani “ABD patentli egemen özgürlük söylemi” hep köleleştirilme için kullanıldı 1898 İspanya’dan “kurtarılan” Küba’dan 2003’de Saddam’dan “kurtarılan” Irak’ın köleleştirilmesine dek!
Irkçı köleleştirme,[3] sömürgeci emperyalist ABD’nin “raison d’etat”sıyken; kapitalist baskı/ terör aygıtının, yargısı ve kolluk kuvvetleri ile siyahî Amerikalılara ve yoksullara karşı uyguladığı orantısız şiddetin, ırkçı cinayetlerin ve kurumsal ırkçılığın temeli “Kapitalist Amerikan Rüyası”dır ve Karl Marx’ın ifadesindeki gibi, “sermaye” bu hâlde “tepeden tırnağa kana ve pisliğe bulanmış”tır.
New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Güney Işıkara, “ABD’de ana akım siyasetin merkezi çöküyor. Bu dalgalar sürecektir. Irkçılık sadece toplumda değil, ülkenin kodlarında, kurumlarında bir sorun. Ülke kurumlarının içine işlemiş ırkçılık”tan[4] söz ederken; “Amerika’da genç ve beyaz olmamak ne demek? Ekmek almaya bile giderken şüpheli damgası yiyebilirsiniz… Sistem beyazlara daha üstün hissetmelerini sağlıyor,”[5] diye hatırlatıyor Johanna Roth…
Bu durumda “ABD’de ne oluyor?” sorusuna yanıt ararken hem bombaların sisi dumanı içinde parlayan koru, hem de tutuculuğun kendini savunmak için nasıl çabaladığını görüyoruz. Liberal yalan iflas etti, kapitalizm her türden gericilik, ırkçılık olmadan, insanî olana nefret duymadan varlığını sürdüremiyor. Siyah vatandaşı boğarak öldüren polis, ırkçılığın gittikçe küçülttüğü beyninde o hep beslenen tehlikeyi hissettiği için “nefes alamıyorum” diyen siyahın çığlığına aldırmadı. Kendini devlet sanıyor; gerektiğinde kesip atılacak gereksiz bir parça olduğunu bilmiyor.[6]
“Nasıl” mı?
i) Amerika’da George Floyd cinayetinin üzerinden henüz üç hafta bile geçmemişken, Rayshard Brooks polis tarafından öldürüldü.[7]
ii) ABD’nin Wisconsin eyaletinde siyah Jacob Blake’in yakın mesafeden ve sırtından beyaz bir polis memuru tarafından vurulmasının ardından üç gündür devam eden gösteriler sırasında 17 yaşındaki Kyle Rittenhouse adlı bir beyaz genç, uzun namlulu silahıyla protestoculara saldırdı, iki kişiyi öldürdü. Bölgede polislerin ise sivillere silah dağıttığı tartışılıyor.[8]
iii) ABD’de Donald Trump’ın açıklamalarından da cesaret alan polis bu kez Los Angeles kentinde, “kanunsuz şekilde bisiklet sürdüğü” iddiasıyla siyah yurttaş 29 yaşındaki Dijon Kizzee’i 31 Ağustos 2020’de katletti.[9]
iv) 4 Aralık’ta ABD’nin Ohio eyaletindeki Franklin County’de 23 yaşındaki siyah Amerikalı Casey Goodson, şerif yardımcısı ve Baptist Kilise papazı Jason Meade tarafından evinin önünde vurularak öldürüldü. ABD’nin Ohio eyaletinde herhangi bir suç kaydı bulunmayan 23 yaşındaki bir siyah Amerikalıyı öldüren şerif yardımcısının sızan ses kaydında “İnsan avlıyorum, bu harika bir iş, işimi seviyorum” dediği ortaya çıktı.[10]
v) Faşist gruplar, bir süredir, Arizona, Colorado, Georgia, Kentucky, Minnesota, Vermont Wisconsin gibi birçok eyalette sokak gösterileri düzenliyor.[11]
vi) ABD-Meksika sınırında ailelerinden zorla koparılan 545 göçmen çocuğun ebeveynleri bulunamıyor.
‘Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği’nin (ACLU) verilerine göre, Trump yönetiminin, Orta Amerikalı göçmenlerin ABD-Meksika sınırı üzerinden girişini önlemek amacıyla 2018’den beri uyguladığı “sıfır tolerans” politikası sonucu bin 500’den fazla çocuk ailelerinden ayrı düşerken yalnızca 485 çocuğun ailesinin yeri belirlendi.
545 çocuktan yaklaşık 3’te 2’sinin ailesinin, kendi ülkelerinde olduğuna inanıldığını ifade eden ACLU, bir mahkeme dosyasında, gönüllülerin söz konusu çocukların ailelerini bulabilmek için aramalar yaptığını ancak bu aramaların pandemi nedeniyle sekteye uğradığını kaydetti.
Çocukların ailelerinden ayrılmasına son verilmesi için dava açan ACLU avukatı Lee Gelernt, ailelerinden koparılan göçmen çocuklardan 207’sinin beş yaşından küçük olduğunu belirtti.[12]
Daha da fazlası olsa da burada duralım!
“AMERİKAN KÂBUSU”
Tüm bunlara karşın Amerika’da yaşayanlar değil; dünyanın her yerindeki insanlar ABD’deki rejimin “demokrasi” olduğu yalanına sarılıyorlar; oraya, demokrasinin beşiği, “Özgürlük ülkesi/ Land of the free” diyorlar!
“Oysa ABD kurulduğu 1783 yılından beri demokrasinin yanından bile geçmedi…
Gerçi bir demokrasi vardı ama orada geçerli olan köle sahiplerinin demokrasisiydi…
Devletin kuruluşunu izleyen ilk 34 yılın 32’indeki devlet başkanları köle sahibiydi…
Oradaki rejimin demokrasiyle, özgürlükle bir ilgisi yoktu ama şiddetin ve devlet terörünün merkezi olduğu kesindi…
Kıtanın yerli halkları vahşi jenositlerle (soykırımlarla) yok edildi…
Milyonlarcası hunharca katledildi, katliam artıkları da rezervasyon denilen alanlara hapsedildi…
Afrikalı Siyahlar hayvanlar gibi avlanıp gemilere yüklenerek ‘yeni dünya’ya taşındı…
Devlet köle emeği üzerinde yükseldi…
Yeni rejim Avrupalıların üstün sayıldığı ırkçı kolonyalist kültür üzerine bina edilmişti…
Demokrasi ve özgürlük şampiyonu ABD’nin yönetici elitinin Afrikalı kölelere reva gördüğü muamele, insan havsalasını zorlayacak boyutlardaydı…
‘Zenci’ denilen siyahî kölelerin maruz kaldığı vahşet ve kıyıcılığı – işkence, katl, aşağılama, ölesiye çalışmaya zorlama- anlatmakta kelimeler kifayetsiz kalırdı…
Birleşik Devletler sadece mülk sahibi Beyaz Hıristiyanlar için ‘demokrasi ve özgürlük’ ülkesiydi… Sınırsız sömürme özgürlüğü densin…
ABD’yi köle sahiplerinin, kapitalistlerin kurduğu/kurdurduğu iki parti yönetiyor…
İnsanlar her dört yılda sandığa gidip, oligarşinin iki partisinden birine oy veriyor…
Oligarşinin bir partisine değil de diğerine oy vermekle şeylerin seyri değişir miydi? Lâkin bir işe yaradığı aşikâr; kitleleri aldatmaya/oyalamaya yarıyordu…
Esasen seçilenler seçenleri temsil etmiyordu…
Ortada gerçek bir temsil ilişkisi de yoktu…
Zaten Kongre üyelerinin yüzde 39’u milyoner…
Kendilerine oy verenlerle değil, başka şeylerle ilgileniyorlar…
Zamanın çoğunu fon toplamakla geçiriyorlar…
Geride kalan 10 yılda federal hükümete güven yüzde 15’le yüzde 20 arasında seyrediyor,”[13] diye hatırlatıyor Fikret Başkaya…
İtirazı olan var mı? Olabilir mi? O hâlde!
Ancak bu kadar da değil!
2020 Ekim’inde Amerikan Merkez Bankası’nın açıkladığı verilere göre, ülkenin 330 milyonluk nüfusunun altta kalan yüzde 50’si kişi başına 12.600 dolar, toplam 2.08 trilyon dolar servete sahipken, en zengin yüzde1 kişi başına 10.4 milyon dolarla 34.2 trilyon dolar bir serveti kontrol ediyordu.
En zengin 50 Amerikalı şahsiyetin mal varlığı toplumun yoksul yüzde 50’sinin toplam serveti kadar. Covid-19 pandemisinin patlak vermesiyle birlikte piyasaya 3 trilyon dolar pompalanması borsaları havalara uçurdu. Salgın ortamında teknoloji şirketlerinin ürünlerine rağbetin artması da buna eklenince Amazon’un Jeff Bezos’u, Microsoft’in Bill Gates’i; Tesla’nın Elon Musk’ı gibi şahsiyetler servetlerine servet katmayı sürdürdüler.
Nüfusun yüzde 1’i doğrudan veya fonlar aracılığıyla borsanın yüzde 52.4’üne, sonraki yüzde 9’u ise yüzde 35.8’ine sahip. Dikkat çeken bir nokta da, emek piyasasına yeni katılan gençlerin ülkenin zenginliğinden pay alamamaları. Milenyum kuşağı olarak adlandırılan 1981 ile 1996 arasında doğanlar, işgücü içerisinde 72 milyon kişi ile en büyük ağırlığa sahip kesim. Buna karşın ülkedeki servetin sadece yüzde 4.6’sı onlara ait.[14]
ABD’deki durum aslında sınıf mücadelesinin sertleşeceğine işaret etmektedir. Milyonlarca insan işsiz, yoksul ve geleceksizdir; toplumsal çelişkiler giderek derinleşmektedir. Toplumun yüzde 1’i 34 trilyonluk bir servete hükmederken, toplumun yarısının toplam zenginliği yalnızca 2 trilyon dolardır. Dolayısıyla Trump gidip Biden geldiğinde de toplumsal eşitsizlikler ve sorunlar yerinde durmaya devam edecek, giderek daha da yoğunlaşacaktır.[15]
Çünkü Bernie Sanders’in, “Dokuz ayda Amerika’da 651 milyarderin serveti 1 trilyon dolardan fazla arttı. Aynı süre içerisinde işçi sınıfı, yaşlılar ve engellilere 1.200 dolarlık bir çekle hayatta kalmaları söylendi. Milyarderlere 1 trilyon. Geri kalana 1 200 dolarlık bir çek. Bu ahlâksızlıktır,”[16] notunu düştüğü tabloda coronavirüs gerekçesiyle işyerlerinin kapandığı 2020 Haziran’ında sayısı 42 milyona çıkan işsizlerin sadece 10 milyonu işine geri döndü. Buna rağmen işsiz sayısı coronavirüs salgını öncesine göre hâlâ 11.5 milyon fazla. “Büyük kapatma” geride kalmasına rağmen hâlâ her hafta 800-900 bin insan ilk kez işsizlik sigortasına başvuruyor. İşsizlik sigortasından yararlanan işsizlerin sayısı hâlihazırda 13 milyon civarında seyrediyor fakat işsizlik sigortası için yeterli kaynak aktarılmadığı ve bu nedenle işsiz kaldığı hâlde işsizlik sigortası ödeneği alanların sayısının giderek azalacağı tahmin ediliyor. İşinin yanı sıra arabasını, evini kaybeden Amerikalıların sayısında büyük bir artış yaşanıyor. 30 milyondan fazla insan hiçbir sosyal güvencesi olmadan yaşamını sürdürmeye çalışıyor.
İşçi ve emekçilerin durumu buyken dolar milyarderlerinin sayısı ve servetleriyse katlanarak artmaya devam ediyor. ABD’de 30 yılda en zengin yüzde 1’lik kesimin zenginliği 275 kat artmış, en zengin 400 kişi nüfusun en yoksul yüzde 60’ının toplam varlığından daha büyük bir zenginliğe sahip hâle gelmişti. Coronavirüs salgını nedeniyle bu eşitsizlik daha da derinleşti. En zengin yüzde 1’lik kesim içinde bulunan kimi milyarderlerin serveti her gün birkaç milyon dolar artış gösterdi. Bu milyarderlerden biri olan Amazon şirketinin sahibi Jeff Bezos’un serveti 200 milyar doları geçti. Çelişkinin daha rahat anlaşılması için şöyle bir örnek verelim: Bezos sadece bir saniyede ortalama asgari ücretli bir Amerikan işçisinin bir saat çalışarak kazandığı paranın 350 katından daha fazla para kazanıyor![17]
Yaklaşık 332 milyonluk nüfusu ile dünyanın en kalabalık üçüncü ülkesi ABD’de açlıkla mücadele eden milyonlarca insan bulunuyor. ABD’de açlık problemi yeni değil.[18] Coronavirüs salgınından önce 2019 verilerine göre 35 milyon insan açlıkla mücadele ediyordu.[19]
Kolay mı? Dünyanın en zengin ülkesi ABD’de, 2019’da “kişi başına düşmeyen (milli) gelir 62 bin 606 dolar”ken; nüfusun yüzde 58’i geçim sıkıntısı çekiyor. Birçoğu da birkaç işte çalışmadan ayın sonunu getiremiyor. 65 yaş üstü çok sayıda insan emekli maaşıyla geçinemediği için çalışmak sorunda. Amerikalıların yüzde 40’ının (yaklaşık 130 milyon kişi) acil durumlarda kullanabileceği bankada 400 doları bile yok… 80 milyon insan (nüfusun yüzde 25’i) önemli sağlık sorunuyla karşılaştığında tedavi masraflarını ödemekte zorlanıyor. Geride kalan 10 yılda 50 bin sağlıkçı kadrosu iptal edildi ve onlarca hastane ve sağlık kurumu kapandı… 1985 yılında orta düzeyde eğitimli 4 çocuklu bir ailenin, temel ihtiyaçlarını (konut, beslenme, sağlık bakımı, ulaşım, eğitim…] karşılamak için 30 hafta çalışmak yetiyordu. Bugün 53 hafta çalışmak zorunda…
Son yıllarda yetişkin nüfusta ölüm oranının yükselmekte oluşu da şaşırtıcı değil. Geride kalan 20 yılda sefalet ortamına sürüklenmenin sonucu 600.000 insan intihar etti…
Neo-liberal gerici ekonomik ve sosyal politikaların doğrudan sonucu olarak, zengin-yoksul uçurumu daha da büyüdü… Esasen kapitalizm dahilinde başka türlü olamazdı…
Nitekim en zengin binde bir [yüzde 0.1], yüzde 90’nınki kadar servete sahip. En zengin 3 kişi nüfusun yarısı kadar zenginliğin sahibi…
Bundan 40 yıl kadar önce bir şirket yöneticisi [CEO] ortalama işçi ücretinin 40 katını kazanırken, bugün fark 278 kat…
Ortalama bir beyaz aile bir siyah aileden 13 kat fazla kazanıyor…
Tabii sosyal eşitsizlik de artan şiddetle birlikte yol alıyor…
Her 15 dakikada bir kişi ateşli silahla öldürülüyor. Bu oran, diğer Batılı ülkelerin 25 katı… (ABD’de 100 kişiye 121 silah düştüğünü de unutmamak gerekir!)…
Her yıl 1 milyondan fazla cinayet, ırza geçme, hırsızlık, her türden şiddet suçu işleniyor. 6.7 milyon kişi cezai takip altında… Dünyada hapisteki tüm kadınların üçtü biri ABD’de…
İşte Rene Magritte’in, “Gördüğümüz her şey başka bir şeyi gizler, her zaman gördüklerimizin gizlediğini görmek isteriz,” uyarısını anımsatan “liberal demokrasi” modeli ya da “land of the free”nin gerçeği böyleyken; Trump mı, Biden mi nafile ikileminin seçim(sizlik) labirenti devreye girdi.
Burada bir parantez açıp; Charles Bukowski’nin, “Neden hep kötü ile daha kötü arasındaydı seçimlerimiz?”
Peter Moon’un, “Tarih boyunca hükümdarlar, ancak onları destekleyen insanların olmasına izin verdiği kadar güçlüdür.”
Max Weber’in, “Demokraside insanlar güvendikleri bir lider seçerler. Sonra seçilen lider, ‘Şimdi sus ve bana itaat et’ der. İnsanlar artık o partinin işine karışmakta özgür değildir,” uyarılarını anımsatalım!
NAFİLE İKİLEM SEÇİM(SİZLİK)İ
Hayri Kozanoğlu, “İyi ki Amerikan seçmeni değilim. Çünkü 3 Kasım’da bir oyum olsa Trump gibi pespaye bir şahsiyete karşı tavırsız kalmayı kabullenemez, buna karşı Biden gibi sağcı bir düzen figürüne destek çıkmayı da içime sindiremezdim,”[20] derken; çok önceleri, “Demokratlara ya da Cumhuriyetçilere oy veren işçi, oyunu çöpe atmaktan daha kötüsünü yapmaktadır. O bir sınıf kaçkını ve kendisinin en kötü düşmanıdır,” diye haykırmıştı Eugene Debs!
“ABD’de demokrat-ilerici seçmen seçimlere, ‘faşizm sürecini’ durdurma umuduyla, ‘demokrasiyi’ kaybetme korkusu arasında belirsizlik içinde gidiyor,”[21] notu düşülüp, “gerekçe”lendirilmeye kalkışılsa da, “Trump’a karşı Biden”ci “ehven-i şer”çi tutum(suzluk) seçmek falan değildir!
Çünkü 4 Kasım 2020 seçimde 83 binden fazla oy alan Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi’nin başkanı adayı Gloria La Riva’nın “Asıl diktatörlük kapitalizmin kendisi”[22] veya John Davis’in, “ABD seçimlerine demokrasi denebilir mi?”[23] ya da Yeşil Parti’nin başkan adayı Howie Hawkins’in, “Demokrasi değil seçim sanrısı,”[24] vurgusuyla işaret ettikleri gerçeği “es” geçmektedir.
Çünkü ABD’de tartışmalar -denize düşen yılana sarılır misali!- “Trump seçimleri kaybetmezse,” açmazına takılıp kalmıştır. Yani Trump’sız vurgusu, Biden’cılığa takılıp, onu aşmaya cüret edemeyen bir teslimiyette ifadesini bulmuştur.
WASP (Beyaz, Anglo-Sakson, Protestan) üstünlüğü anlayışı, ırkçılık, şovenizm, Evanjelizmde cisimleşen dinsel gericilik, vahşi kapitalizm, Amerikan emperyalizmi ve katıksız işçi sınıfı düşmanlığı oluşturup; üstelik, sadece ABD’de değil tüm dünyada faşist güçlerin hamiliğine soyunan bir ekibin temsilciliğini üstlenen Trump elbette büyük bir sorundu; ancak Biden da öyle! Çünkü her ikisini de ABD emperyalizminden soyut ele almak, irdelemek mümkün değildir ve olamaz da!
Trump’ın ne olduğu “sır” değilken;[25] “ABD kapitalizminin zirvesindekiler Trump’ın artık gitmesi gerektiğini söyledi”[26] ve Biden da “ABD’de Demokratik Korku”yu[27] arkasına yedekleyen liberal yaygaralar eşliğinde sahnedeki yerini ald(ırtıld)ı.
LİBERAL BIDEN Mİ?
“Ama haksızlık etmeyelim Biden liberal” mi dediniz!
“Liberalizm” dediğiniz şey, her ne ise; Yuval Noah Harari’nin, “Ordular, polisler, mahkemeler ve hapishaneler kesintisiz olarak insanların hayali düzene uygun davranmasını sağlamak için çalışır,” tanımıa uygun düşen ve Maximilien Robespierre’in, “İyi yurttaşlar sessizliğe mahkum edildiğinde, alçaklar hükmeder,” saptamasıyla betimlenen hâlden başka bir şey değildir ve “ABD çürük zeminindeki demokrasicilik oyunu”[28] da farklı olamaz! Bu bir…
İkincisine gelince; ABD Le Moyne Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden Yrd. Doçent Yunus Sözen’in, “ABD demokrasisi için sıkıntılı zamanlar başladı,”[29] vurgusu.
Üçüncüsü (ve en önemlisi): “Kapitalizm-demokrasi evliliğinin geleceğinin belirsizliği söz konusu… ABD’de de durum tam böyle,”[30] diyen Prof. Dr. Murat Somer’in saptaması!
Malum üzere: Liberal demokrasi kavramındaki “liberal” sözcüğü sermaye sınıfının devlet müdahalesinden kurtularak “serbestleşmesine”, istediği gibi üretim ve ticaret yapma, sermaye ve servet biriktirme hakkına işaret eder. Sermayenin bu haklarını koruyan devlet, bu “serbestliği” toplum çıkarı adına sınırlamayı, liberal demokrasi yerine “toplumsal demokrasiyi” koymak isteyenleri etkisizleştirir. Liberalizmin haklar ve özgürlüklere koyduğu sınırları kabul etmeyenler, bu itirazlarına siyasi biçimler kazandırmaya başladıklarında “düzenin” türlü şiddet araçlarıyla yüzleşmek zorunda kalırlar. Liberal demokrasi, karşıtlarını susturan “otoriter” bir siyasi düzendir.[31]
ABD’de olduğu iddia edilen liberal demokrasinin, aslında otoriter bir emperyalist/ kapitalist düzen olduğunu görebilmek için, soruna tarihin ışığında bakmak yararlı olabilir.[32]
Ayrıca liberal versiyonu ile “kapitalist gerçekçilik”, insanlığın “yaşam dünyasını” yalnızca kapitalizmin sınırları içinde düşünebilir: Başka bir “dünya” olanaklı değildir. Ancak yeni bir yıla girerken “kapitalist gerçekçiliği” yaşatan, liberal demokrasiyi, piyasa ekonomisini, insana ilişkin egemen ideolojik varsayımları anlatan ideoloji verimliğini hızla kaybediyorlar.[33]
‘The Financial Times’da Martin Wolf’un ‘Liberal Demokrasinin Soluklaşan Işığı’ başlığını taşıyan denemesi, dünya halklarının liberal demokrasiye ilgisinin, güveninin zayıfladığını; Oxford Üniversitesi’nden tarihçi Prof. Timothy Garton Ash’ın araştırması da XXI. yüzyılda, liberal demokratik olmayan ülkelerin sayısının, olanların sayısını geçtiğini gösteriyor.[34]
BIDEN’IN KİMLİĞİ
Joe Biden, Demokratların olduğu kadar müesses nizamın da adayı… Demokratik Parti’nin yaşı oldukça ilerlemiş bir Başkan’ın karşısına kendisinden de yaşlı bir adayla çıkması, kadro kıtlığından çok devlet geleneğine ve devlet aklına dönüş zaruretinin sembolüydü. Biden, 47 yıllık devlet adamı ve Obama döneminin başkan yardımcısı kimliğiyle Trump’ın karşısındayken; öyle görünüyor ki “Biden’ın adaylığı altında ABD müesses nizamı, bir geri dönüş savaşı veriyor”du.[35]
“David Griscom’un ifadesiyle ‘Bu, ikinci sezonunu görmek istemediğiniz bir dizi’ gibi… Trump’tan daha az kötü olmanın, Biden’ın işçi sınıfının azılı bir düşmanı olduğu gerçeğini unutturmaması gerekiyor. Yeni gelen Joe Biden yönetimi, doğru niyetlere sahip olduğu için bir onsluk krediyi ya da bir muhalif duruşuna dönmeden önce nasıl davrandığını görmek için ilericilerin sabırla bekleyeceği tek bir günü dahi hak etmiyor… O, Ocak 1973’te Delaware senatörü oldu. Ocak 2009’da Barack Obama’nın başkan yardımcısı olana kadar da bu ofiste kaldı. Bu görevi Ocak 2017’ye kadar sürdürdü ve o zamandan beri başkanlık için adaylığını yineledi. Bu da, Biden’ın kim olduğunu ve neyi temsil ettiğini görmek için kırk yedi yıllık kanıtımız olduğu anlamına geliyor… Elbette, Biden değişmiş birisi değil. Tüm kariyeri gibi hâlâ alaycı ve fırsatçı biri… Onun saf bir bukelemun olduğunu söylemek, yanlış bir tespit olacaktır.”[36]
Kolay mı? “Korkut Boratav’ın, “Orta-sağ kanadında yer alır. Kıdemli, bir hayli geleneksel bir siyasetçidir. Bernie Sanders’a karşı Demokrat Parti yönetiminin bulduğu alternatiftir. Ön-seçimlerde geride kalsaydı, on üç yıl New York Belediye Başkanlığı yapmış olan milyarder Michael Bloomberg devreye girecekti. Seçim kampanyasında da sermaye çevrelerinden Trump’tan çok daha fazla bağış topladı,”[37] notunu düştüğü Biden’ın -Prof. Dr. Cihan Tuğal’ın da ifadesiyle-, “En büyük başarısı, hiçbir şey söylemeden seçim kazanması oldu. Siyahların ve Hispaniklerin durumunu düzeltme konusunda, Biden muhtemelen sadece sembolik uygulamalarda bulunacak. Şimdiye kadar (Trump karşıtlığından başka) dişe dokunur hiç bir şey söylemediği gibi, hiç bir şey de yapmayacak. Biden tarzı Demokratlar, ırkçılık karşıtı hareketlerin sırtını sıvazlıyor ama, ana taleplerine karşı çıkıyor. Bu taleplerin merkezinde, kamu kaynaklarının polis ve hapishanelerden çekilip, siyahların ve Hispaniklerin yoğunluklu yaşadığı bölgelerdeki okullara ve sağlık merkezlerine aktarılması var. Demokratik Parti, bu kadar basit bir liberal reformu bile gerçekleştiremeyecek, belkemiğini kaybetmiş bir kuruluş”tu.[38]
Seçim sonrasında “Sert söylemi bir kenara bırakma, atmosferi sakinleştirme, birbirimize tekrardan bakma ve birbirimizi dinleme zamanı” diyen Biden, “Rakiplerimizi düşman olarak görmeyi bırakalım. Bu gece tüm dünya Amerika’yı izliyor ve Amerika’nın dünya için bir yol gösterici olduğunu düşünüyorum,” mesajı verirken; Demokratların tutacağı yol, iç politikada Cumhuriyetçi tabanla “kucaklaşmak” ve “birlik ruhu” adına solcu ve ilericileri marjinalleştirmek olacak. Dış politikada da “liberal insani müdahalecilik” hattına dönecek!
Ancak “Biden ile ABD emperyalizminin ıslah olmayacağını, sırf kendine başkan yardımcısı olarak siyah bir kadını seçti diye Amerikan devlet politikalarında sömürülen halklar lehine radikal bir değişiklik gerçekleşmeyeceğini aklı başında olan herkes biliyor”ken;[39] inkâr etmek de mümkün değil: Biden’ın seçimi sadece Amerikan seçimi değil. Dünyanın hegemon gücü olması vesilesiyle bu seçim aynı zamanda maalesef ki “dünya”nın da seçimi…
Hâliyle “küresel jandarma”lığa soyunan, dünya genelinde 800 civarında üssü Amerikan emperyalizminin dümenine kimin oturacağı sadece bir Amerikalıyı değil; aynı zamanda Tanzanya’dan Kuala Lumpur’a, Suriye’den Doğu Timor’a, İtalya’dan Baltık ülkelerine herkesi ilgilendiriyor.
En çok da “kan gölü”ne dönüştürülen Ortadoğu’yu ilgilendirecek. Biden ABD’sinin Suriye, Irak, İran, Filistin politikaları bütün bir bölgedeki her bireyin kaderini yakından ilgilendirecek.
Biden’ın ülkesinin şu anki Ortadoğu politikalarının mimarlarından, Arap Baharı, Libya, Suriye müdahalelerinin baş sorumlularından olduğu düşünüldüğünde “insancıl emperyalizm”in yeniden ısıtılıp pazara sürüleceğini kestirmek zor olmasa gerek. Dış politikada da “liberal insani müdahalecilik” hattına dönerek Amerikan militarizmini daha zarifleştirecek.
Yaklaşık kırk yıl boyunca aralıksız senatörlük yapan on yıllarca Dış İlişkiler Komisyonu’nda yer alan Biden, ABD’nin yeniden dış politikada provokatif olması gerektiğinin savunucusu. Peki bu nasıl olacak? Trump’ın tüm gelgitli, anlık kararlarına rağmen gerçekleştirmediği fiili müdahaleler yeniden sağlanacak. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yarım bıraktığı işleri tamamlamaya çalışacak. Bölgesel ve küresel jeopolitik yeniden şekillendirilmeye çalışılacak.[40]
Tam da bu güzergâhta Biden yeni hükümetini hazırlıyor. ‘The Financial Times’ başyazısında, Biden yönetimine katılacak adaylara ilişkin olarak, “Yetişkinlerin geri dönüşü” diyordu. Bu “yetişkinlerin” esas olarak iki kaynaktan devşirildiği anlaşılıyor: Finans kapital ve silah sanayi. Yellen, eski Fed Başkanı; Adewale Adeyemo ve Brian Deese dünyanın en büyük “hedge fund” yönetim şirketi BlackRock’tan geliyor. Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, Ulusal İstihbarat Direktörlüğü için adları geçen Blinken, Flournoy ve Haines, Pentagon kontratlarında uzmanlaşmış bir danışmanlık şirketi olan WestExec’ten geliyor.
Bu gelişmeleri büyük sermaye olumlu karşılıyorken;[41] Biden yönetiminin kadroları belli olmaya başladı. Belirgin biçimde, silah sanayi ve finans sektöründen gelen kadrolar, geçmişte “liberal enternasyonalizm” olarak adlandırılan “liberal demokrasi” kurallarını yaygınlaştırma politikalarını savunuyorlardı…
“Liberal enternasyonalizm”, ABD’nin şekillendirdiği uluslararası düzen içinde, uluslararası sermayenin serbestçe hareket etmesinin önündeki engelleri kaldırmayı, bu amaca uygun liderlikleri de parlamenter sistemin kuralları içinde iktidara taşımayı amaçlıyordu. Bu strateji, hedef aldığı ülkelerin ekonomik-siyasi yapılarını, bir askeri müdahaleye gerek kalmadan düzenlemeyi, yönlendirmeyi amaçladığından “modern emperyalizm” kategorisi içine giriyordu. “Liberal” sıfatı da uluslararası sermayenin değerlenme gereksinimlerine açık olmak anlamına geliyordu.
Haklar ve özgürlükler olarak demokrasinin sınırları da ülke halkının bu modeli kabul etme eğilimine göre belirleniyordu. Halk, demokrasiyi sermayenin serbestliğini sınırlamak için kullanmaya kalkarsa, haklar ve özgürlükler olarak demokrasinin sınırları daralmaya başlıyordu. Sermayenin serbestliğini korumak için özgürlükleri kısıtlamaya, hatta kimi zaman “süreç olarak faşizm” aşamasına geçmeye başlayan bir rejimi, seçimlerin varlığına bakarak “illiberal demokrasi” kavramıyla tanımlamak tam bir saçmalıktı.
Aslında haklar ve özgürlükler olarak demokrasi doğası gereği “illiberaldir”. Son yıllarda ABD’de muhafazakâr entelijansiya arasında demokrasinin liberalizmi tehlikeye attığına ilişkin bir tartışmanın başlaması da boşuna değildir.
Biden yönetimi, dış ilişkilerde ABD liderliğini restore etme projesinde “liberal enternasyonalizm” ilkesinde iki düzeltme yapmaya hazırlanıyor. “Liberal enternasyonalizm” (küreselleşme), bu kez ABD’de “orta sınıfların” refahını da hesaba katacak, gerektiğinde, ticaret ve yatırım alanlarında “korumacı” uygulamalara başvurabilecek. İkincisi: ABD liderliğinin restorasyonuna ve ABD’de orta sınıfların refahına katkı yaptığı oranda, “liberalizminin”, “demokrasisinin” sınırları daralmış ülkelerle de işbirliği yapabilecek.
Liberal enternasyonalizmin teorisyenlerinden G. John Ikenberry, Biden yönetimine yön verdiği söylenen ‘A World Safe for Democracy’ başlıklı kitabıyla ilgili olarak “Şimdi buna illiberal enternasyonalizm diyenler de olacaktır,” diyordu.
Biden, ABD liderliğini restore edeceğini, liberalizmin küresel kurallarını koruyacağını söylüyor. Biden, Avrupa Birliği, Japonya gibi geleneksel müttefikleriyle, Trump döneminde bozulan ilişkileri düzeltecek; bir “demokrasiler bloku” oluşturacak, böylece Çin’i ABD’nin kurduğu düzenin kuralları içinde kalmaya zorlayabilecek. Bu noktada “gelişmekte olan”, “bağımlı ülke” gibi ifadelerle betimlenen, büyük güçler arası paylaşım konusu olan “III. Dünya” ülkeleri büyük önem kazanıyor…
Biden yönetimi bu alanlarda Çin’le rekabete girmeye kararlı görünüyor. Böylece birilerinin iyimser biçimde “yeni soğuk savaş” dediği bir ortama değil ama yine iki bloklu, XIX. yüzyılın sonunu anımsatacak kadar patlayıcı bir emperyalist rekabet dönemine giriyor olabiliriz.[42]
“YENİ(LENEMEYEN)” GERİCİLİK
“Biden Kazanmış Sevinmeyelim mi?” sorusunu “Sevinmeyelim” diye yanıtlayan Cenk Ağcabay ekliyor: ‘The Washington Post’ müjdeyi verdi. Trump’ın “beyaz kabinesine karşı Biden Amerika’nın çeşitliliğini yansıtan bir kabine hazırlıyor. Biden tüm Amerikalıların başkanı olacağını söylemişti ve şimdi bunu yapıyor.”
Biden’ın açıkladığı ekibin Savunma Bakanlığı’ndan (Pentagon) sorumlu olan bölümünün esas olarak, savaş kışkırtıcısı “düşünce kuruluşları” ve askeri-sınai kompleksle olan bağlantıları dikkat çekiyor. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi isimli savaş kışkırtıcısı “düşünce kuruluşu” ekibe 3 üye vermiş. General Dynamics, Raytheon, Northrop Grumman, Lockheed Martin gibi silah tekellerinin sağladığı fonlarla çalışan bu “düşünce kuruluşu” emperyalist saldırganlığı gür bir sesle savunmasıyla tanınıyor.
Bu “düşünce kuruluşu” silah tekellerinin yanı sıra ABD’nin çeşitli devlet organlarından, Suudi Arabistan’ın petrol tekeli Aramco’dan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden ciddi finansman sağlıyor ve onlar için Amerika’da lobi çalışmaları yapıyor.
Yeni Amerikan Güvenliği adını taşıyan bir başka “düşünce kuruluşu” ekibe 2 üyesini verdi. Bu kuruluş savaş kışkırtıcısı faaliyetleriyle tanınıyor ve temel finansman kaynağı aynı silah tekelleri. Bu kuruluş Kamala Harris’in Başkan Yardımcılığı kampanyasına danışmanlık hizmeti sunmuş.
Pentagon ve İç Güvenlik Bakanlığı tarafından fonlanan meşhur Rand Corporation ekibe 3 üye vermiş. Biden’ın ekibini açıklamasının ardından, Biden’ın kampanyasına destek veren “sol” çevrelerde ciddi bir hayal kırıklığı yaşanmış. Küresel Adalet İttifakı’ndan Ramon Mejia, “Biden onu bu pozisyona kim getirdi, unuttu mu” diyor…
Ramon Mejia, Biden’ın tercihleri karşısında duyduğu hayal kırıklığını dile getiriyor pek çok Biden destecisi “solcu” gibi. Daha çok hayal kırıklığı yaşayacaklarını belirtmek gerekir. Finans-Kapitalin has siyasi temsilcisinin kuyruğuna takılıp, halkı sahte umutlarla aldatmanın günahı bu “solcuların” sırtındadır.
Trump Savunma Bakanı Esper’i görevden aldı. Pentagon yönetiminde önemli değişiklikler yaptı. Liberal basın ve Biden çevresi bu değişiklik üzerine çeşitli yorumlar yaptı. Trump’ın bu hamlesinin Afganistan’dan asker çekme projesini hızlandıracağı korkusunu taşıyan liberal basın ve Biden çevresi; böylesi bir hamlenin yanlışlığını anlatmaya başladı.
Şaka değil, “solcuların” desteklediği ekibin en büyük korkusu, ABD’nin dışarıdaki askeri varlığının azaltılmasıdır. Trump’ın Pentagon yönetiminde önemli iki noktaya yaptığı atamalar şikayet konusu. Atanan iki eski general, Afganistan’daki Amerikan askeri varlığına karşı çıkan isimler.
Biden, ‘Foreign Affairs’in Mart-Nisan sayısındaki ‘Neden Amerika Yeniden Öncülük Etmelidir/ Trump’tan Sonra Amerikan Dış Politikasını Kurtarmak’ başlıklı yazıyla dış politika vizyonunu açıkladı. Yani “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapmak” sloganıyla koltuğa yerleşen Trump’tan sonra Biden, “Amerika’yı Yeniden Öncü Yapacak”tı.
Biden NATO’nun Amerikan güvenliği için taşıdığı önemi anlatıyor NATO ittifakını güçlendireceğini belirtiyordu. Amerika’nın dünyanın en büyük askeri gücü olduğunu ve bunu sürdüreceğini dile getiren Biden, iktidarının ilk yılında “özgür dünyanın temsilcileriyle Küresel Demokrasi Zirvesi” düzenlemeyi vaat ediyordu. Küresel Demokrasi Zirvesi, “küresel tehditlere” karşı keskin ve sert yanıtlar vermeyi amaçlayacak. “Rusya’nın saldırganlığına karşı” koymak için “özgür dünyanın ittifakı” güçlendirilecek.
“Dünya henüz kendini yeniden organize edememişken” diyordu Biden, “Amerika 70 yıldır hem Cumhuriyetçi hem Demokrat yönetimler altında yaptığı gibi, kuralların yazılmasında öncü rolünü oynamaya tekrar dönmelidir.” Trump Amerikan emperyalizminin aşınan hegemonyasını yeniden tesis etmeyi vaat etmişti. Görüldüğü gibi, Biden da farklı ifadelerle aynı şeyi vaat ediyor.
“Rusya Kuzey Pasifik’te Provokasyonlarını Yükseltiyor” imiş. Liberal New York Times’ın anlatımına göre, Rusya Alaska kıyılarında Amerika’ya ait olan bölgede avlanan Amerikalı balıkçıları taciz ediyor, o bölgede savaş uçakları uçuyormuş. Balıkçılar, Rusya’nın tacizleri nedeniyle, “istila mı ediliyoruz” sorusunu sormaya başlamışlar.
Amerikan Ordusunun Alaska’daki birimlerini yöneten General David Krumm gazeteye yaptığı açıklamada, değişen bir iklimden söz ediyor, bölgedeki askeri birimlerin “daha fazla eğitim, ekipman ve yatırım” gereksinimi duyduğunu belirtiyor. “Yapmamız gereken” diyor, “kavgaya hazır olmak ve kendimizi savunmak.”
Alaska’daki Rusya provokasyonları iddiaları, Biden yönetiminde sık duyacağımız sözler olmaya adaydır. Savaş suçlusu Finans-Kapital hizmetkârından bir “faşizm karşıtı” çıkarmak ancak liberal solun başarabileceği bir mucize idi. Mucize başarıldı. Sonuçlarını hep birlikte göreceğiz. Amerikan emperyalizminin aşınan hegemonyasını askeri baskı yoluyla yeniden tesis etme girişimlerinin Rusya ve Çin’e odaklandığı son Amerikan Ulusal Güvenlik Belgesi’nde ifade edilmişti. Biden yönetimiyle birlikte mızrağın sivri ucunun Rusya’ya yöneleceği belirginleşiyor.[43]
Bu durumda egemen kalemlerin dahi, “ABD ve Türkiye için Trump’tan daha farklı problemler yaratacağını söyleyemeyiz,”[44] notunu düştükleri Biden’in “Denge politikaları”ndan[45] bir şeyler ummaya kalkışanların yine/ yeniden hayal kırıklıkları yaşayacakları bir “sır” değil.
“Nasıl” mı? “Öncelikle şunu ifade etmek lazım Trump kaybetti, ama Demokratlar da kazanmadı doğrusu… Ve Trump gibi açıkça ırkçı, cinsiyetçi, yabancı düşmanı bir adayın 70 milyon yakın oy alması başlı başına düşünülmesi gereken bir durum. Trump bir aktör olarak yenildi ama onun mobilize ettiği bu kitleler Amerikan siyasetinde uzun süre bir aktör olarak bulunacaklar. Trump kaybetmiş olabilir ama Cumhuriyetçiler önemli bir mobilizasyon elde ettiler,” vurgusuyla “Biden’in seçilmesi ile birlikte çok büyük değişiklikler beklememek gerektiğini” belirten Hişyar Özsoy ekliyor: “Seçimlerin galibi Joe Biden, Demokrat Parti için en statükocu noktayı ifade ediyor… Açıkçası Trump yerine Biden gelince Türkiye-Amerika ilişkilerinde çok büyük değişiklikler beklemek bizi yanılgıya götürür.”[46]
“MALÛM ZIRVALAR”
Ve böylelikle geliyoruz zurnanın “zırt” ettiği yere!
Çoğu kişi Trump’ın yenilgisinde bir siyaset tarzının yenilmesinin olanaklarını görüyor, umuyor…
Müesses nizam, emperyalist devlet aklının taktik ve stratejik hedefleriyle uyumlu bir siyaset arzuluyor. Biden, “Trumpizm”e kaymasa da “Trumpizm”in zeminini güçlendirmeyi sürdürebilir. Nasıl mı? Demokratlar, son iki seçimdir Trump’ın karşısına önce Hillary Clinton ve sonra da Biden ile çıktı. Burada asıl mesele, Demokratların (kimi Cumhuriyetçileri de kapsayarak genel olarak müesses nizamın) Trump’ın kazanması pahasına, Demokrat aday adayı Bernie Sanders’ın önünü kesmek için gösterdikleri çabada saklı. Sanders, daha halkçı bir ekonomi politikası öneriyordu ve son seçimde Trump karşısında aday olması kesinleşmek üzereyken müesses nizam onun karşısında birleşip Biden’ı aday seçtirdi.
Özetle Biden’ın adaylığı, önce Sanders’ın temsil ettiği “sol çizgi”ye karşı şekillendi, sonra da Trump’a karşı… Böylesine ruhsuz/ kirli zeminin, siyasetsizleştirilmiş merkezin temsilcisi Biden’ın emperyalist/ kapitalist siyaset açısından -nihai kertede- Trump’tan farksız olduğunu “es” geçenlere gelince; bunlardan bir kaçını kayda geçsin diye aktarıyoruz!
i) Yakup Kepenek: “Türkiye için çok önemli olan ABD seçimlerini Demokrat Parti Başkan adayı J. Biden ve yardımcısı K. Harris kazandı… Türkiye’nin en etkili ve önemli ortağında yönetim değişiyor.. Şurası bir gerçektir ki tüm eksiklerine karşın ABD düzeni işleyecek ve Biden-Harris ikilisi iş başına gelecek… ABD’nin yeni yönetimi, hukukun üstünlüğüne, kurumların güçlenmesine daha çok demokratikleşmeye önem vererek ülkesi içinde ayrımcı değil birleştirici, baskıcı değil, özgürlükçü, savaşçı değil barışçı; dinci-ırkçı değil eşitlikçi olmaya çalışacaktır. Hiç kuşku yok ki Biden-Harris ikilisi bu evrensel değerleri izlemeyi uluslararası ilişkilerinde de sürdürecektir. Bu gelişme kaçınılmaz olarak, dünyada ve ülkemizde bu değerlerin güçlenmesinde etkili olacaktır…”[47]
ii) Stawomir Sierakowski: “Trump kaybedince popülistler sahipsiz kaldı… Polonya, Macaristan ve Sırbistan gibi (ve bir ihtimal Boris Johnson’ın Birleşik Krallığı için) felaket çanları çalıyor…”[48]
iii) Sinan Çiftyürek: “Trump’tan farklı olarak Biden gelişmelere, bir telefon görüşmesiyle ‘haydi verdim gitti’ hayvan pazarında el sıkışan tüccar tarzı yerine daha dirençli Kürdistan politikası izleyebilir…”[49]
iv) Ertuğrul Kürkçü: “… ‘Hangisi seçilse farketmezdi’, ‘Amerika Amerikadır’ türünden sinizmlerle avunmaya razı değilseniz, Trump’ın ‘zaferi’nin insanlığın ufkuna bir dört yıl için daha karanlık ve belirsizliklerin çökmesi demek olacağını görmek zor değil. ABD’nin çoğunluğu ve ‘büyük insanlık’ Trump’ın ve yeryüzündeki gölgelerinin suretinde bir dünyaya rıza göstermeyecek…”[50]
v) Hüseyin Aykol: “Hangisi seçilirse seçilsin; fark etmez ama…”[51]
vi) Taylan Durmuş: “ABD seçim sonuçları: Nefes alıyoruz!”[52]
vii) Erol Katırcıoğlu: “Amerikan seçimlerini Joe Biden kazanmış görünüyor… Doğrusu biliyorsunuz birçok yerden, en son olarak da Davos’un kurucularından Klaus Schwab’dan gelen bir mesaj aslında neo-liberal düzenin sonuna gelindiğini söylüyor. Tabii neo-liberal düzenden kastedilen de çokluk ‘küreselleşme’ ile ortaya çıkan kapitalist düzenin piyasacı hâli…
Bugüne dek yaşadığımız küreselleşme, ‘elitist küreselleşme’ olarak adlandırılabilecek bir küreselleşmeydi. Yani daha çok ulus devlet elitlerinin başını çektiği bir süreçti. Ulus devlet elitlerinden kastettiğim ise ulus devleti yöneten siyasiler yanında sermaye sahiplerinin, büyük şirketlerin, CEO’ların içinde bulundukları bir küreselleşme idi. İşte Trump’la biten bu küreselleşmenin bu hâli bence.
Şimdi ise artık daha demokratik bir küreselleşme zamanı. ‘Demokratik küreselleşme’den ima ettiğim de ulus devlet içinden daha alt kesimlerin, sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların başını çekeceği yeni bir küreselleşme…
Bu gelişmeleri bizim ekonomik ve siyasi ortamımızla ilişkilendirip de yorum yapmak erken ama şimdiden söyleyebiliriz ki içinde yaşadığımız bunaltıcı ve kutuplaşmış siyaset alanı biraz daha genişleyecek ve başlangıçta az da olsa nefes alma koşullarımız değişecek…”[53]
viii) Mehmet Uğur: “Tüm dünyada, özellikle de Türkiye gibi seçilmiş diktatörlük rejimi altındaki ülkelerde, ABD deneyine bir öğrenme kaynağı olarak; otoriteryenizme karşı mücadelede nefes almayı ve umut tazelemeyi mümkün kılan bir deney olarak görmek gerekiyor…
Bir kesim, iki emperyalist kötüden birinin kazanması hiçbir şeyi değiştirmez diyor.
Bu kötümser tahminlere katılmıyorum. Bunların sorunlu olduğunu, en hafif deyimle yenilgici bir ruh hâlini yansıttığını; daha az cömert bir deyimle de gerçeklik-ötesi toplum ideolojisine uygun bir siniklik yansıttığını iddia edeceğim…
Bazıları, ABD seçimlerinden çıkacak sınırlı ama olumlu sonuçları kafalarındaki maksimalist hedeflerle karşılaştırarak küçümsüyor. Bazıları da özgürlük mücadelesinin karmaşık ve gel-gitli bir mücadele olduğunu göz ardı eden şablonlarla fikir üretiyor…
Başkan seçilen Biden’in ilerici muhalefetin taleplerini ne kadar karşılayacağı belirsiz olmakla birlikte, George Floyd’un öldürülmesinden kısa bir süre sonra Trump’ın devrilmesi ve Kamala Harris’in ilk siyah kadın başkan yardımcısı olarak seçilmesi önemli kazanımlardır. Onların deneyinin otoriter rejimlere karşı muhalefet eden ilericiler için anlamlı derslerle dolu olduğuna inanıyorum…”[54]
ix) Veysi Sarısözen: “Tüm muhalefet parti ve hareketlerine söylenmesi gereken en temel hakikât şudur: Eğer muhalefet en kısa zamanda birleşip, inandırıcı bir ‘politik alternatif’ olduğunu kanıtlayamazsa, iki ay sonra iktidara resmen gelecek olan Biden, birkaç imaj değişikliğinden sonra Erdoğan’ı ‘rögara’ süpürmek yerine kullanacaktır…
Sistem içi ‘demokratik’ bir gelişmede Biden ve ekibi olumlu bir rol elbette oynayabilir. Siz bunu ‘muhalefete destek verebilir’ şeklinde ifade edebilirsiniz, ben ‘Erdoğan’ın arkasındaki küresel desteği çekebilir’ derim. Şu şartla: Biden sizin Erdoğan sonrasına hazır olduğunuzu görmelidir. Hazır mısınız?”[55]
Biz “Hazır olmayanlar”danız; “evrensel değer”ler diye pazarlananlara prim vermeyenlerdeniz; “sinizm”le “suçlanma” pahasına doğruda durmanın felsefesine pragmatikçe yan çizmeyenlerdeniz; “Ama”lı, “Fakat”lı mantık(sızlık)ın incir yaprağına müracaat etmeyenlerdeniz; seçimler ile “Nefes almayan”laranız; “Biden’lı demokratik küreselleşme” palavralarına aldırmayanlardanız; “ABD seçimlerinden çıkacak sınırlı ama olumlu sonuçlar” retoriği ardına sığınan refomist beklentilerin uzağındayız çünkü… Ve de, 1970’lerin “Umudumuz Ecevit”inden, Yunanistan’ın SYRIZA’sına, ABD’nin “Karaoğlan”ı Barrack Obama’ya, kapitalizmin zaman zaman aktör değiştirdiğini, ama bunun rejimin sömürücü (ve de emperyalist) niteliğini değiştirmediğini, bunun için sahneye örgütlü işçi sınıfının çıkması gerektiğini bilenlerdeniz.
Hayır gereksiz, sonuçsuz polemiklerden yana değiliz ve de “Ne yazık ki hayatımız, ehven ve şer arasında sallanıp duran bir sarkaç hareketi üzerinde ilerliyor. Her seferinde birbirimize ya da kendimize, ‘ehven’ olanın ‘şer’ kısımlarını, bir daha bir daha hatırlatıp, fakat ardından ‘şer’in şirretini bir daha tekrarlayıp, kendi yuvamıza, ‘ehven’e sığınıp, yenisini bekliyoruz,” saptaması ile “Karşınızda yeni ehveniniz, güle güle kullanınız…”[56] hükümüne müthiş önem veriyoruz!
Bilmiyoruz anlatabildik mi?!
Anlamamak da ısrar edenlere Ziya Ulusoy’dan aktaralım: “Trump’ın düşmesi uluslararası arenada gerçekçi olmayan iyimser hava yarattı. Bunun büyük bir yanılgı olduğunu baştan vurgulayalım.
Biden ve partisi, ABD’nin kapitalist dünyada gerileyen hâkimiyetinin sürmesi için savaş saldırganlığını devam ettirecek. Trump döneminden farklı, Çin’le birlikte Rusya’yı da başlıca rakip hedefin içine alacak. Yine farklı olarak, Avrupa emperyalistleriyle rekabeti şimdilik şiddetlendirmekten vazgeçecek. Bunun askeri ittifakı NATO’yu emperyalist saldırganlığının aracı olarak işletecek. NATO’nun ‘beyin ölümü’nü bir süre erteleyecek…
Dünya işçi sınıfı ve ezilenleri, ABD’nin emperyalist karakteriyle çelişen temelsiz iyimserlik yerine, kendi sınıfsal amaçları yönünde mücadelesine güvenmelidir.”[57]
SEÇİM(SİZLİK) SONRASI: BİR “DARBE” KARİKATÜRÜ
Seçim(sizlik)lerin bir de “darbe” karikatürlü sonrası var ki, bu da geleceğin nasıl biçimleneceğini müthiş ilgilendiriyor.
“Nasıl” mı?
Seçimlerde aldığı yaklaşık 70 küsur milyon oyla Trump’ın ABD siyaset sahnesinde bir biçimde etkilediği ve toplumsal bölünmenin derinleşmesinde yol açtığı herkesin malumu.
Seçimlerde Biden, ABD tarihinin en yüksek oyunu aldı ama Trump da 2016 seçimlerine kıyasla oylarını 6 milyon artırarak 71.5 milyon ile tarihin ikinci yüksek oyunu aldı. Trump, Beyaz Saray’dan gitse bile bu seçmen bir yere gitmiyor.
Bu tabloda Biden yönetiminin rıza üretimi alanında zorlanacağını, hareket alanını daraltacağını öngörebiliriz. Tüm bunlar yapısal soru(n)lar ile artarak, ABD emperyalizminin içinde debelendiği belirsizliği derinleştirecek gibi duruyor.
London School of Economics’te sosyoloji profesörü Richard Sennett’ın, “Trump kaybetse bile tabanı onu terk etmeyecektir. Üzerinde ‘Amerika’yı yeniden büyük ülke yapın’ yazılı şapkalar, Trump markalı ceketler ve silah dipçiklerine yapıştırılan çıkartmalar, tahminen Amerikalıların yüzde 30’u için değerli simgeler. ‘Gerçek’ Amerika onların… 300 milyondan fazla nüfusu olan bir ülkede yüzde 30 çok sayıda aşırılıkçı demek… Trump’ın tabanı, insanların başkalarını aşağılayarak kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayan sapkın bir tür sıfır-toplamlı-oyunla harekete geçiyor. Bunun aksine başkalarının ihtiyaçları ve hakları olduğunu kabul etmek, kendini bu ihtiyaç ve haklardan yoksun bırakmak gibi görünüyor. Bana göre, Trump’ın tabanının başkalarına dönük düşmanlığını besleyen işte bu sıfır-toplamlı-oyun… Hayal kırıklığı Trump tabanını daha da aşrı uçlara itiyor… ABD yakın gelecekte iyileşmeyecek,”[58] diye betimlediği tabloya Elizabeth Drew ekliyor:
“Trump yalnızca dalavere peşinde olabilir. ABD iç savaşını kaybettikten sonra bir türlü toparlanamayan güneylilerin yazdığı masallara benzer, bir tür ‘ümitsiz’ destan yaratıyor olabilir. Bu tip destanlar önümüzdeki yıllarda Trump’ın işine yarayabilir.”[59]
Karşımızda, radikal olarak bölünmüş, başkanlık seçimlerinin bir siyasi ahlâki kriz sergilemesini önleyememiş, siyasi istikrarı bıçak sırtında bir ülke var… ABD’nin, Biden döneminde, “yönetilemeyen ülke” imajından kurtulması, küresel liderliği restore etmesi zorken;[60] Trumpçılık mikrobu, Amerika’da ekilmiştir ve öyle kolay kolay da yok edilmesi beklenmemelidir, çünkü bu mikrop siyasidir.[61]
Bunun bir semptomu, karikatür boyutlu da olsa “darbe” girişimidir.
Başka ülkelere “sözde demokrasi” taşıyan ABD emperyalizmi, şimdi demokrasi oyununun kırılganlığıyla yüzleşiyor!
Cumhuriyetçi Kongre üyesi Adam Kinzinger, Twitter hesabından paylaştığı mesajda, “Bu bir darbe teşebbüsü” ifadesini kullandı.
Başkan Yardımcısı Mike Pence, “Kongre Binamıza yapılan bu saldırı hoş karşılanmayacak ve olaya karışanlar kanun önünde sonuna kadar yargılanacaktır” dedi.
Eski ABD Savunma Bakanı Jim Mattis, Kongre binasını hedef alan saldırının, Amerikan demokrasisine çete yöntemiyle boyun eğdirme girişimi olduğunu ve yaşananların Trump tarafından kışkırtıldığını söyledi.
Senato Çoğunluk Lideri Mitch McConnell, “ABD ve Kongre, bugün gördüğümüz rahatsız edici kalabalıktan çok daha büyük tehditlerle karşı karşıya kaldı” dedi.
Eski ABD Başkanı Barack Obama, ABD Kongre binasını işgal eden göstericilerin Başkan Donald Trump tarafından kışkırtıldığını söyledi.
Temsilciler Meclisi’nde Başkan Trump’ı destekleyen Cumhuriyetçi üyelerden Mike Gallagher, protestocuların Kongre binasının camlarını kırdığı sırada Twitter’dan yaptığı açıklamada, “Şu anda ABD Kongresi’nde tam bir muz cumhuriyetçi saçmalığına tanık oluyoruz. Donald Trump, bunun bitirilmesi için çağrıda bulunmalısınız” diye yazdı.
Kongre’deki oylamaların tamamına yakınında Trump’tan yana oy kullanan diğer bir Temsilciler Meclisi üyesi James French Hill de CNBC kanalına yaptığı açıklamada, “Gerginlikte Başkanın da sorumluluğu var,” ifadesini kullandı.
Trump’ı en çok eleştiren Cumhuriyetçi senatörlerden Mitt Romney ise, “Bugün burada olanlar, ABD Başkanı tarafından teşvik edilen bir isyandı. Meşru, demokratik bir seçimin sonuçlarına itiraz ederek onun bu tehlikeli oyununu desteklemeye devam edenler, demokrasimize karşı eşi görülmemiş bir saldırıda suç ortakları olarak daima hatırlanacaklar,” dedi.
Kongrenin basılması ile ilgili Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Bu olaylar, kutsal bir zaferin, çok uzun zamandır kötü ve adaletsiz davranılan müthiş vatanseverlerin elinden bu derece kabaca ve zalimce alındığı zaman yaşanan olaylar” değerlendirmesi yapan Trump daha sonrada “Sorunsuz şekilde görevi teslim edeceğini” belirtti.
ABD demokrasisi ve hukukun üstünlüğüne yönelik “görülmemiş saldırılara” son verilmesi çağrısında bulunan Biden, “Başkan Trump’ı TV’ye çıkarak ettiği yemini yerine getirmesi, Anayasa’yı savunması ve bu kuşatmaya son verilmesini talep etmeye çağırıyorum” dedi.
Biden, “Kongredeki kaos, gerçek Amerika’yı yansıtmıyor. Biz bu değiliz. Gördüklerimiz, kendilerini kanunsuzluğa adamış radikal küçük bir grup. Bu muhalefet değil kargaşa, kaos isyan sınırında. Bu bir kalkışmadır. Bu duruma şu an itibarıyla son verilmeli. Bu kalabalığı geri çekilmeye ve demokrasinin işlemesine izin vermeye çağırıyorum” diye konuştu.
Ve nihayet Kongre’ye düzenlenen saldırı sonrası şiddet olaylarını tahrik etmekle ve bölücü söylem kullanmakla suçlanan Donald Trump’ın başkanlık dönemi böyle sona erdi. Sessizce değil, şiddetle…
Ancak BBC Kuzey Amerika Muhabiri Anthony Zurcher’e göre Trump, Florida’daki yeni evine yerleştiğinde, hesaplaşmak ve belki de mahvolmuş mirasını inşa etmek amacıyla yeniden iktidara gelmek için planlar yapabilir.
Çünkü Trump’ın en büyük oğlu Donald Trump Jr’ın, başkanları için “dövüşecek” parti üyelerine bir mesajı vardı. “Bu onların Cumhuriyetçi Partisi değil artık” dedi ve ekledi: “Bu Donald Trump’ın Cumhuriyetçi Partisi”.
Seçimin “çalındığı” iddialarının arasında destekçilerine “evinize gidin, sizi seviyoruz, siz çok özelsiniz” diyen Trump da, “Asla vazgeçmeyeceğiz. Asla yenilgiyi kabul etmeyeceğiz. Ülkemiz usandı. Artık buna katlanmayacağız,” ifadesini kullanıyordu.[62]
Ve de olup da bit(mey)enin tümü emperyalist ABD gerçeğinden kaynaklanıyordu!
EMPERALİST SALDIRGANLIK
Evet, evet emperyalist ABD gerçeğinin saldırganlığından soyut ele alınması mümkün olmayan söz konusu hâli, “Kendisini insanların çobanı olarak gören… despot devlet, daha fazla koyunun kendisine itaat etmesini ister,” diyen Eric Hoffer gibi tanımlamak mümkün iken bir kez daha altını çizerek, hatırlatalım: ABD Trump sonrası yeni “liberal müdahaleciliğe” hazırlanıyor. “Önce Amerika” diyerek içe kapanan Trump’ın yerine “ABD düzen kurmada liderlik yapmalıdır. Bu sorumluluğundan vazgeçemez,” diyen Biden’ın gelişi bunun işareti.
Dizginlenemeyen neo-liberal kapitalist hırs, emperyalist yağmacılıkla birleşince dünyanın da payına hâliyle kaos ve kriz düşecek. Samir Amin ‘Liberal Virüs’[63] başlıklı yapıtında ABD’nin dünyayı militer olarak denetim altına alma tercihinin tüm halklara yönelik bir tehdit olduğunu vurgularken bunun Hitler’in yapmak istediğinin bir devamı niteliğinde olduğunu ifade ederken “liberal virüs”e dikkat…[64]
Çünkü bazıları Biden’ın Washington’daki en deneyimli politikacı ve “sistemin adamı” olduğu gerçeğini unuturken; Moskova Devlet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İkbal Düre ekliyor: “Yeni bir ‘soğuk savaş’ dönemi başlıyor. Soğuk savaş dönemleri turnusol kâğıdı gibidir. Saflar netleşir. Herkesin işine gelmez. Başkan Biden, eşittir ikinci soğuk savaş”…[65]
Kolay mı? Seçim sonrası dönemde işlerin farklı gideceğini düşünenlerin aksine, çevresi yeni muhafazakâr savaş çığırtkanlarıyla çevrili Biden da Rusya, Çin[66] ve Kuzey Kore için sık sık düşmanca laflar ediyor.
Ve unutulmaması gerekmektedir ki Biden, Obama yönetiminin attığı birçok dış politika adımının arkasındaki mimarken; bu adımlardan öne çıkan bazıları şunlardı:
i) ABD ile İslâm dünyasının 11 Eylülden sonra açılan arasını yeniden düzeltme adına Obama’nın Mısır’dan verdiği mesaj. Obama, basın toplantısına el ele çıktığı Mısır lideri Mübarek’i birkaç yıl sonra diktatör olarak ilan edecek ve iktidardan düşürülmesini sağlayacaktır.
ii) 2010’da Ortadoğu’da baş gösteren ve hâlen farklı bir şekilde devam eden Arap Baharı süreci.
iii) El Kaide’nin tasfiye edilmesi, IŞİD’in ortaya çıkması.
iv) ABD’nin Asya Pasifik bölgesine yönünü dönmesi.
v) AB-Ukrayna çatışması.
vi) Suriye’nin bugün içine düştüğü durum.
Özetle ABD başkanlarının dünyaya “çekidüzen verme” amaçlı doktrinleri, diğer ülkelere acı, kaos ve ölüm getirirken, Biden ile de bu durum değişmeyecek. Çünkü “Biden ‘Çok taraflı Amerika’nın dünyaya dönüşü’dür,”[67] Ceyda Karan’ın haklı ifadesiyle!
Hatırlayın: “Yakın geçmişin hemen tüm ABD yönetimleri Ortadoğu’da çok fazla insanın canına mal olmuş işler yaptılar.[68] Rejimleri devirmeye kalkışıp, kontrol edemeyecekleri iç savaşlarla sığınmacılar yaratıp, uluslararası terörizmi besleyip savunma sanayine çalıştılar, hegemonyayı devam ettirdiler. Şimdi Biden geliyor diye memnun olanlar, aynı dönemlerde kendisinin başkan yardımcısı olarak yer aldığı, tüm bu icraatlarda payı olanları da şimdi kabine görevleriyle ‘ödüllendirdiğini’ dikkate almıyorlar.”[69]
Hatırlasalar çok iyi olur. Çünkü “Biden’ın ‘Foreign Affairs’ ile CNN’e yazdığı makalelerde şu ana vurgular var: “ABD demokrasisini yenilemek, Çin’e karşı ekonomik/teknolojik üstünlüğü ve dünyaya liderliğini yeniden tesis etmek”… “Yabancı liderlere konuştuğum zaman onlara şunu söylüyorum: Amerika geri dönecek. Oyuna geri döneceğiz,” diyen Biden ile işlerin eskiye döneceği, Amerikan neo-liberal modelinin sivil görünümlü militarizmi eşliğinde dünyayı hibrit savaşlarla kasıp kavuracağını öngörmek mümkün.”[70]
Bizden bir kere daha hatırlatması!
Hem de Bertolt Brecht’in, “Eski güzel günleri özlemeyi bırakın, yeni kötü zamanlarla başlayın işe”; Walter Benjamin’in, “İnsanları devrim yapmaya iten şey; özgürleşecek torunlarının hayalleri değil, köleleştirilmiş atalarının hatıralarıdır,” uyarıları eşliğinde…
11 Ocak 2021 17:21:50, İstanbul.
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:235, Şubat 2021…
[1] Rita Levi-Montalcini.
[2] David North, “Dünya Tarihindeki İki Amerikan Devrimi”, Yeni Yaşam, 29 Temmuz 2020, s.9.
[3] “Dünya Cezaevleri Nüfus Listesi” başlıklı rapor, dünya genelinde 10 milyon 350 binden fazla hükümlü ve tutuklu olduğunu söylüyor. Aynı raporun verilerine göre ABD, 2 milyon 200 binden fazla mahkûm ve tutuklu sayısıyla dünyanın cezaevi nüfusu en kalabalık ülkesi konumunda. “Hayaller Ülkesi” imajıyla kitlelerin bilincini bulandıran ABD, dünya nüfusunun yüzde 5’ine sahipken, hapishanelerindeki insan sayısı bakımından dünya genelindeki hapishane nüfusunun yüzde 25’ini barındırmaktadır. Bugün ABD’de ortalama rakamlarla her 100 yetişkinden 1’i hapistedir ve ırkçı uygulamalar neticesinde bu insanların çoğunluğunu Siyahîler (yüzde 36) ve Latinolar (yüzde 20) oluşturmaktadır. (Yılmaz Seyhan, “Cezaevleri ve Yüce Amerikan Demokrasisi!”, 2 Aralık 2016… https://marksist.net/yilmaz-seyhan/cezaevleri-ve-yuce-amerikan-demokrasisi )
[4] Mehmet Ali Çelebi, “Işıkara: Ana Akım Siyasetin Merkezi Çöküyor”, Yeni Yaşam, 22 Ekim 2020, s.9.
[5] Johanna Roth, “Amerika’da Genç ve Beyaz Olmamak Ne Demek?”, Birgün, 12 Haziran 2020, s.5.
[6] Güray Öz, “ABD’nin Hafızası”, Birgün, 3 Haziran 2020, s.9.
[7] Rahila Gupta, “… ‘Polisin Feshi’ Toplumsal Devrim Olmaksızın Çözüm Değil”, Yeni Yaşam, 29 Temmuz 2020, s.10.
[8] “Wisconsin’de Protestolar Devam Ediyor: İki Kişi Öldürüldü”, Yeni Yaşam, 28 Ağustos 2020, s.7.
[9] “Polisten Cinayet Trump’tan Destek”, Yeni Yaşam, 3 Eylül 2020, s.7.
[10] “Siyah Amerikalıyı Öldüren Şerif Yardımcısının Ses Kaydı Ortaya Çıktı: İnsan Avlıyorum, Bu Harika Bir İş”, 31 Aralık 2020… https://direnisteyiz28.org/siyah-amerikaliyi-olduren-serif-yardimcisinin-ses-kaydi-ortaya-cikti-insan-avliyorum-bu-harika-bir-is
[11] Ergin Yıldızoğlu, “ABD’de Faşizm Sokağa İndi”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2020, s.11.
[12] “ABD’de Göçmen Trajedisi: Çocukların Aileleri Kayıp”, Birgün, 23 Ekim 2020, s.5.
[13] Fikret Başkaya, “… ‘Özgürlük ve Demokrasi Cennetinden’ Sevgilerle…”, 1 Aralık 2020… https://iscigazetesi.org/ozgurluk-ve-demokrasi-cennetinden-sevgilerle-fikret-baskaya
[14] Hayri Kozanoğlu, “Bidenomics Trumponomics’e Karşı”, Birgün, 27 Ekim 2020, s.5.
[15] Kerem Dağlı, “ABD Seçimleri Ne Anlatıyor?”, 8 Kasım 2020… https://marksist.net/kerem-dagli/abd-secimleri-ne-anlatiyor
[16] Bernie Sanders on Twitter, 20 Aralık 2020… https://twitter.com/SenSanders/status/1340427267579781126?s=20
[17] Ezgi Şanlı, “Amerika’da Neler Oluyor?”, 4 Ekim 2020… https://marksist.net/ezgi-sanli/amerikada-neler-oluyor
[18] Zenginle yoksul arasındaki uçurum derinleşiyor. Gıda güvensizliği olarak belirtilen yeterli gıdaya erişememenin çocuklarda yetişkinlere oranla daha fazla olduğu görülüyor. 2008 krizi öncesi yüzde 11.1 olan gıda güvensizliği oranı 2016’da yüzde 12.3 seviyesine çıkmış. 12.9 milyon çocuk gıda güvensizliği olan hanelerde yaşıyor. 12.9 milyon çocuk, çocukların anneleri, babaları, varsa ağabeyleri, ablaları yeterli gıdaya erişemiyorlar, yani açlar. (“… ‘Rüyalar Ülkesi’nde Milyonlar Aç!”, 25 Temmuz 2018… https://marksist.net/okurlarimizdan/ruyalar-ulkesinde-milyonlar-ac )
Biraz gerilere gidelim: 2008 yılında ise Amerika’da 20 milyona yakın insan işsiz ve 25 milyon kişi de geçici işlerde hiçbir sosyal güvencesi olmadan çalışıyor. Yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı 40 milyonu aştı. Yine 40 milyondan fazla Amerikalı sağlık sigortası olmadan yaşıyor. Bush döneminde, sadece imalat sanayiinde 2.5 milyon kişi işini kaybetti. Ücretler sürekli bir gerileme içinde. Ortalama bir işçi, geçimini sağlayabilmek için çalışma süresini her yıl dört hafta arttırmak zorunda. İşçi sınıfının borcu, gelirinin yüzde 110’una ulaşmış durumda. Kapitalistlerden her yıl yapılan 1-1.5 trilyon dolarlık vergi indirimi, işçi sınıfının sırtına ek yük olarak bindirildi. Devletin sosyal harcamaları ise alabildiğine kısıldı. Şirketler ve devlet bürokrasisi, gırtlağına kadar rüşvete ve dolandırıcılığa batmış hâlde.
“Rüyalar ülkesi” ABD, emperyalist ülkeler içinde sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik gibi konularda en geri ülke konumunda. Ayrıca siyasal gericiliğin, ırkçılığın, milliyetçiliğin, yabancı düşmanlığının, dini fanatizmin ve tutuculuğun da en yaygın olduğu toplum. Dünyanın hegemon gücü ve en gelişkin kapitalist ülkesi olmakla beraber, aynı zamanda her 1.5 saatte 18 yaşından küçük bir çocuğun ateşli silahlarla vurularak öldürüldüğü, kadına yönelik şiddetin son derece yaygın olduğu, her 6 kadından birisinin tecavüze uğradığı ve 6 milyon uyuşturucu bağımlısını barındıran bir ülke. Her yıl 30 bin cinayet işleniyor, her 2 saniyede bir gasp olayı yaşanıyor, 10 saniyede bir hırsızlık yapılıyor, 46 saniyede bir soygun gerçekleşiyor, cezaevlerinde 2.5 milyon mahkûm bulunuyor. On binden fazla gençlik çetesi mevcut ve 100 binden fazla orta öğrenim öğrencisi ateşli silah taşıyor. (Kerem Dağlı, “Amerikan Demokrasisi!”, Nisan 2008… https://marksist.net/kerem_dagli/amerikan_demokrasisi.htm )
[19] “Kapitalizmin Yüzü Amerika, Amerika’nın Yüzü Açlık”, 28 Aralık 2020… https://marksist.net/okurlarimizdan/kapitalizmin-yuzu-amerika-amerikanin-yuzu-aclik
[20] Hayri Kozanoğlu, “Bidenomics Trumponomics’e Karşı”, Birgün, 27 Ekim 2020, s.5.
[21] Ergin Yıldızoğlu, “ABD: Faşizmden Önce Son Çıkış”, Cumhuriyet, 2 Kasım 2020, s.9.
[22] Ömür Şahin Keyif, “Gloria La Riva: Asıl Diktatörlük Kapitalizmin Kendisi”, Birgün, 26 Kasım 2020, s.5.
[23] John Davis, “ABD Seçimlerine Demokrasi Denebilir mi?”, Birgün, 21 Aralık 2020, s.13.
[24] Ömür Şahin Keyif, “Yeşil Parti’nin Başkan Adayı: Demokrasi Değil Seçim Sanrısı”, Birgün, 21 Ekim 2020, s.5.
[25] Bağdat’ta 14 sivilin ölümüne neden olan Blackwater çalışanı 4 eski paralı askeri affeden ABD Başkanı Donald Trump tartışmalı bir karara daha imza attı. Trump, bu kez de Rusya soruşturmasında suçlu bulunan Paul Manafort ve Roger Stone ile damadı Jared Kushner’in babası Charles Kusher’in de aralarında yer aldığı 26 kişiye daha özel af çıkardı. (“Giderayak Katil Askerlere Af”, Yeni Yaşam, 25 Aralık 2020, s.5.)
16 Eylül 2007’de Bağdat’da gerçekleşen olay dünyada büyük yankı uyandırmış, yapılan yargılamalar sonucu olayın baş sorumlusu Nicholas Slatten ömür boyu hapis, Paul Slough, Evan Liberty ve Dustin Heard ise 30’ar yıl hapis cezası almıştı. Blackwater çalışanları kalabalık Nisoor Meydanı’nda herhangi bir provokasyon olmadığı hâlde ateş açarak sivilleri katletmekle suçlanmıştı. Katliamın ardından Blackwater’ın Irak’taki çalışma izni sonlandırılmış, şirket ise ismini değiştirmek zorunda kalmıştı. (“Blackewater Affı Tepki Çekti”, Cumhuriyet, 24 Aralık 2020, s.7.)
[26] Ergin Yıldızoğlu, “Trump Dersleri – II”, Cumhuriyet, 26 Kasım 2020, s.11.
[27] Thomas Frank, “ABD’de Demokratik Korku”, Le Monde Diplomatique Türkiye, No:7, 10 Ağustos 2020, s.1-6.
[28] “ABD: Çürük Zeminde Demokrasicilik Oyunu”, Atılım, Yıl:7, No:452, 13 Kasım 2020, s.18.
[29] Şerif Karataş, “Yrd. Doç. Sözen: Trump’ın Kaybetmesi Otoriterleşme Dalgasını Etkileyebilir”, Evrensel, 7 Kasım 2020, s.9.
[30] Mehmet Ali Çelebi, “Prof. Dr. Murat Somer: Trump Çizgisine Karşı Modeller Üretilmeli”, Yeni Yaşam, 8 Eylül 2020, s.9.
[31] Ergin Yıldızoğlu, “Liberal Demokrasi ve Otoriterlik”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2020, s.11.
[32] Tarihte ne var? Yerlileri bire kadar kırmış, övüle övüle bitirilemeyen “Amerikan demokrasisi” var. Başka ne var? Kuzey – Güney savaşı var. Köleliği savunan Güneye karşı köleliğin kaldırılmasını “savunan” Kuzey iç savaşı kazanıyor. Kölelik kaldırılıyor ama varlığını kıyıma, kırıma borçlu muhafazakâr bunu hiç bir zaman hazmetmeyecektir. Uzlaşma siyahların ve Latinlerin kapitalizmin bu yenilmez Armada’sının “özgür köleleri” olarak tanınmalarını onaylayan gizli yasasıyla sonuca bağlanıyor. (Güray Öz, “ABD’nin Hafızası”, Birgün, 3 Haziran 2020, s.9.)
[33] Monmount Üniversitesi’nin araştırmasın göre, ankete katılanların yüzde 34’ü “Trump’ın yenilgisine sevindiğini” belirtirken yalnızca yüzde 25’i Biden’ın zaferini olumlu karşıladığını ifade etti. Biden için oy kullanan seçmenlerin yüzde 73’ü ise “Trump kaybettiği için mutlu olduğunu” ifade ederken Trump’a oy veren seçmenlerin yüzde 26’sı ise Trump’ın kaybetmesinden dolayı, yüzde 36’sı ise Biden’ın kazanmasından dolayı mutsuz olduğunu belirtti. Ayrıca ankete katılanların yüzde 60’ı “Biden’ın seçimleri hakkıyla kazandığına inandığını” belirtirken, yüzde 32’si de “Trump’ın seçimlerdeki hile iddialarına inandığını” söyledi. (“Biden’ın Zaferi Değil Trump’ın Yenilgisi Sevindirdi”, Birgün, 20 Kasım 2020, s.5.)
[34] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Kapitalist Gerçekçilik’ Demokratik Dayanaklarını Yitiriyor”, Cumhuriyet, 31 Aralık 2020, s.11.
[35] Zafer Yörük, “ABD Müesses Nizamının Geri Dönüşü: Çanlar Sağ-Popülizm İçin Çalıyor”, Yeni Yaşam, 4 Ekim 2020, s.6.
[36] Ben Burgis, “Joe Biden İçin Cicim Ayları Yok”, Birgün, 9 Kasım 2020, s.13.
[37] “Korkut Boratav: Sol Güçlenmezse Neo-Faşizm Yeniden İktidar Seçeneği Olur”, 27 Aralık 2020… https://www.birgun.net/haber/hocalarin-hocasi-korkut-boratav-sol-guclenmezse-neofasizm-yeniden-iktidar-secenegi-olur-328130
[38] Şerif Karataş, “Prof. Dr. Cihan Tuğal: ABD’de Taban Örgütlenmeden Aşırı Sağcı Dönem Bitmez”, Evrensel, 14 Kasım 2020, s.9.
[39] Güven Gürkan Öztan, “… ‘Trump Reis’in Gidişine Sevinsek mi?”, Birgün, 9 Kasım 2020, s.3.
[40] İbrahim Varlı, “İnsancıl Emperyalizmin Yeni Neo-Liberal Prensi”, Birgün, 10 Kasım 2020, s.7.
[41] Ergin Yıldızoğlu, “Weimar Amerika”, Cumhuriyet, 3 Aralık 2020, s.11.
[42] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Liberal’ Emperyalizm”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2020, s.11.
[43] Cenk Ağcabay, “Biden Kazanmış Sevinmeyelim mi?”, 13 Kasım 2020… https://kritik.reviews/biden-kazanmis-sevinmeyelim-mi/
[44] İlber Ortaylı, “ABD Seçimleri”, Hürriyet, 8 Kasım 2020, s.4.
[45] Hüseyin Kalkan, “Yusuf Karataş: Fazla Beklenti Yanılgıdır”, Yeni Yaşam, 10 Kasım 2020, s.9.
[46] Hüseyin Kalkan, “Hişyar Özsoy: Fazla Beklenti Yanılgıdır”, Yeni Yaşam, 10 Kasım 2020, s.9.
[47] Yakup Kepenek, “ABD’nin Seçimi ve Türkiye”, Birgün, 8 Kasım 2020, s.4.
[48] Stawomir Sierakowski, “Trump Kaybedince Popülistler Sahipsiz Kaldı”, Birgün, 30 Kasım 2020, s.5.
[49] Sinan Çiftyürek, “ABD’nin Avrasya Stratejisi, Biden ve Kürdistan Siyaseti”, Yeni Yaşam, 20 Kasım 2020, s.8.
[50] Ertuğrul Kürkçü, “İnsanlık Trump Suretinde Bir Dünya İstemiyor”, Yeni Yaşam, 5 Kasım 2020, s.5.
[51] Hüseyin Aykol, “Hangisi Seçilirse Seçilsin; Fark Etmez Ama…”, Yeni Yaşam, 2 Kasım 2020, s.5.
[52] Taylan Durmuş, “ABD Seçim Sonuçları: Nefes Alıyoruz!”, Yeni Yaşam, 11 Kasım 2020, s.9.
[53] Erol Katırcıoğlu, “Amerikan Seçimlerinin Anlamı Üzerine”, Yeni Yaşam, 8 Kasım 2020, s.10.
[54] Mehmet Uğur, “ABD’deki Seçimler Üzerine”, 9 Kasım 2020… http://siyasihaber5.org/abddeki-secimler-uzerine
[55] Veysi Sarısözen, “Muhalefet Alternatif Olmazsa, Biden Erdoğan’ı Kullanacaktır”, Yeni Yaşam, 25 Kasım 2020, s.5.
[56] Metin Yeğin, “ABD, Seçim ve Ötesi”, Yeni Yaşam, 12 Kasım 2020, s.7.
[57] Ziya Ulusoy, “ABD’de Değişim Beklentisi ve Gerçek”, Atılım, Yıl:7, No:453, 20 Kasım 2020, s.20.
[58] Richard Sennett, “Donald Trump Seçimleri Kaybetse Bile ABD Yakın Gelecekte İyileşmeyecek”, Yeni Yaşam, 10 Kasım 2020, s.7.
[59] Elizabeth Drew, “Trumpokrasi’nin Çöküşü”, Birgün, 16 Kasım 2020, s.5.
[60] Ergin Yıldızoğlu, “Absürdistan Birleşik Devletleri”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2020, s.11.
[61] Orhan Bursalı, “… ‘İyileşme Zamanı’.. Bölünen ve Hasta Edilen Toplumlar”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2020, s.6.
[62] “ABD’ye Demokrasi Çağrısı”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2021, s.7.
[63] Samir Amin, Liberal Virüs: Sürekli Savaş ve Dünyanın Amerikanlaştırılması, çev: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Kitaplığı, 2004
[64] İbrahim Varlı, “Liberal Virüs”, Birgün, 17 Kasım 2020, s.4.
[65] İkbal Düre, “Başkan Biden, Eşittir İkinci Soğuk Savaş”, Birgün, 13 Kasım 2020, s.5.
[66] ABD Temsilciler Meclisi Daimi İstihbarat Komitesi’nin, 2020 Eylül’ünde, kısmen sansürleyerek yayımladığı 37 sayfalık raporda, “ABD’nin 30 yıl sonra ilk kez bir küresel rakiple karşı karşıya olduğunu” saptıyor, “geride kalma riskinden” söz ediyordu. Rapora göre ABD, 11 Eylül’den sonra El-Kaide ve ISIS ile meşgul olduğu sırada, Çin ekonomik olarak güçlendikçe, teknolojik ve askeri olarak da güçlenmeye, finansal kriz yıllarında “Tek Kuşak Tek Yol” projesiyle, stratejik ticaret anlaşmaları ve kredilerle siyasi etkisini dünya çapında artırmaya başladı.
Teknolojik gelişmelerin getirdiği istihbarat, gözetleme olanaklarıyla kendi halkı üzerinde sıkı bir denetim sistemi kuran Çin devleti, bu “dijital otoriterleşme” sistemlerini diğer “otoriter devletlere” de ihraç etmeye başladı. Çin özellikle finansal krizden sonraki dönemde, küresel çapta, yerel medya kurumlarının işbirliğini de sağlayarak büyük bir propaganda ağı kurmayı başardı. Rapor, bu propaganda ağının etkilerinin Covid-19 krizi sırasında belirgin biçimde hissedildiğini de vurguluyor. Rapora göre, “Böylece Çin 20 yıl içinde, kendini potansiyel olarak dünyada lider ulus olarak ABD’nin yerine geçebilecek konumuna getirdi”. (Ergin Yıldızoğlu, “ABD’de Ne Oluyor?-II”, Cumhuriyet, 8 Ekim 2020, s.7.)
[67] Ceyda Karan, “ABD’nin İran Yenilgisinin Anlattıkları”, Birgün, 24 Ağustos 2020, s.4.
[68] ABD dış politikasının uzun yıllara dayanan askerileştirilmiş bir politika olduğunu bilmeyen yok. ABD, 120 yılı aşkın bir süredir önemli bir güç. Her seçilen başkan, elbette tek başına verdiği bir karar değilse de kendi doktrini doğrultusunda, “ABD güvenliği” ya da “çıkarı” için askeri güç kullanarak ülkelerin iç işlerine karıştı, hükümetler devirdi, kurdu. Sıkıcı gelebilir ama sıralayayım örneklerini: Trablusgarp’la savaş (1801-1805), Meksika ile savaş (1846-1848), bu savaştan sonra aynı ülkeye 1853, 1859,1876, 1913, 1914, 1915, 1916, 1923 müdahaleleri.
Meşhur Monreo Doktrini uyarınca ABD Güney Amerika ülkelerine de müdahalelerde bulundu. Kıtadaki en büyük ülkelerden Arjantin’e 1831’den başlayarak (20 yıl öncesine kadar) hep ABD müdahaleleri oldu. Latin Amerika ülkesi Nikaragua’ya, başına getirdiği kukla hükümetlere destek amacıyla 1855’ten itibaren, yakın bir tarihe kadar müdahalelerde bulundu. Küba’ya hâlâ süren dolaylı/dolaysız müdahaleleri var. Paraguay’a 1855, 1858, 1868, 1947,1973 yıllarında müdahale etti. 1948’de başkan adaylarından Jorge Eliecer Gaitan’ı öldürerek Kolombiya iç politikasına da el attı. 1948-1957 kesitinde ABD yanlısı diktatörlerin yönettiği bu ülkede 300 bini aşkın insan öldürüldü. ABD, 1856’da Panama’ya ilk müdahalesini yaptı. Bunu 1898, (ülkenin Kolombiya’ya karşı bağımsızlık mücadelesini destekleme adına) 1903 müdahalesi takip etti. Bu ülke 1918’de, 1925’te iki kez, 1989’dan 1990’a kadar da üçüncü kez işgal edildi. Aynı ülkede 1941’de, 1968’de darbe gerçekleştirdi. 1981’de halkçı cumhurbaşkanı Albay Omar Torrijos Herrera CIA parmağı olan bir uçak kazasında ölünce CIA memuru Panamalı General Manuel Noriega başkanlığa getirildi. Şimdi Tayvan olarak bildiğimiz, XIX. yüzyılda Çin’e bağlı olan Formoza’ya 1867’de asker çıkardı.
Japonya’nın tüm tarihini etkilemiş olan ABD bu ülkeye iki kez (1853-1858 ve 1939-1945) askeri müdahalede bulundu. Fiji’ye müdahaleleri, 1840, 1855, 1858’de gerçekleşti. Hawaii Adaları önce bir deniz gücü yollanarak (1893) ardından da (1898) herhangi bir resmi anlaşma olmadan ABD’ye bağlandı.
1950-1953 arasında Kuzey Kore ile Güney Kore savaşına askeri müdahalede bulundu. 1956 Süveyş Kanalı krizini bahane ederek Mısır’a asker yolladı. Haiti’ye 1881, 1891, 1914-1934, 1994, 2004 -2005 yıllarında, Samoa Adaları’na 1898’de müdahale etti. 1891’de Şili’ye, 1898-1910 ve 1989 (askeri) Filipinler’e, 1898-1902, 1906-1909, 1912, 1917-1933, 1962 yıllarında Küba’ya askeri müdahalelerde bulundu. 1898, 1950 Porto Riko, 1898, 1944 Guam askeri müdahaleleri de var. Honduras, Dominik Cumhuriyeti müdahaleleri, Guatemala’ya 1920, 1954, 1966-1967, 1980 müdahaleleri, El Salvador’a 1932, 1981-1992 müdahaleleri, Almanya’ya 1948, 1961, Vietnam’a 60 bin ABD askerinin öldüğü 1963’den 1973’e kadar süren müdahale, Lübnan’a 1958, 1982-1984 askeri müdahaleleri; Laos’a, Kamboçya’ya müdahaleleri, Grenada’ya, Libya’ya müdahaleleri, Bolivya’ya 1986, Liberya’ya askeri müdahalesi, Irak’a 1990-1991 ve 2003-2004 askeri müdahaleleri, Somali’ye asker çıkarma, Bosna’ya 1995 askeri müdahalesi, Afganistan’a 80’lerden bu yana süren müdahale. (ABD’nin Askeri Müdahaleleri: 1801’den Günümüze, editor:Haydar Çakmak, Kaynak Yay., 2013.)
[69] Ceyda Karan, “… ‘Topal Ördeğin’ İran İşleri…”, Birgün, 30 Kasım 2020, s.4.
[70] Ceyda Karan, “Sonsuz Savaşların Getirdiği ABD Demokrasisi ve Trump Şakası”, Birgün, 16 Kasım 2020, s.4.