Erdoğan’ın resmen de parti başkanlığına döneceği kongrede; AB ile ilişkiler, içeride kimi yeni reformların yapılması, Kürt meselesinde yeni bir sürecin başlatılması, OHAL’in kaldırılmasıyla temel hak ve özgürlükler üzerindeki baskıların kaldırılması…konularında yeni mesajların verileceği beklentisi içerisinde olanlar az değildi. Ancak yanıldılar! TÜSİAD, AB, liberaller, Kürt muhafazakar kesimi hayal kırıklığına uğradı. İşte Erdoğan’ın mesajları:
Sinan Çiftyürek / Yazarın tüm yazıları için buraya tıklayın
Peş peşe iki partinin olağanüstü kongreleri yapıldı. Biri Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP), ikincisi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin(AKP). Her ikisinde de olağanüstü olmasının esas nedeni genel başkan seçimi idi.
HDP’de, Eş Genel Başkan Figen Yüksekdağı’ın önce haksız-hukuksuz tutuklanması, ardından aynı hukuksuzlukla vekilliğinin düşürülüp ceza verilmesiyle kanunen Eş Genel Başkanlığının sonlanmış olmasının zorunlu kıldığı eş genel başkanlık seçimiydi.
AKP’de ise, 16 Nisan’da hukuksuz ve hile yüklü elde edilen sonuçla ilan edilen başkanlık sistemi gereği, Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın partinin genel başkanlığına resmen dönüşü amacıyla olağanüstü kongre gerçekleştirildi. İki kongrenin verdiği siyasal mesajlar nelerdi? Önce AKP kongresinde Erdoğan’ın verdiği mesajlara bakalım.
Kongrede Erdoğan, “bana güvenin gerisini merak etmeyin” demekle yetindi!
Erdoğan’ın resmen de parti başkanlığına döneceği kongrede; AB ile ilişkiler, içeride kimi yeni reformların yapılması, Kürt meselesinde yeni bir sürecin başlatılması, OHAL’in kaldırılmasıyla temel hak ve özgürlükler üzerindeki baskıların kaldırılması…konularında yeni mesajların verileceği beklentisi içerisinde olanlar az değildi. Ancak yanıldılar! TÜSİAD, AB, liberaller, Kürt muhafazakar kesimi hayal kırıklığına uğradı. İşte Erdoğan’ın mesajları:
Birincisi; Kürtlere, Kürt/Kürdistan meselesine dair hem içeriye hem de dışarıya ilişkin mesajlar verdi. Özellikle içeride Kürt meselesinde yeni bir yol haritası benzeri yaklaşım bekleyenlere Erdoğan yanıtı kısa oldu; “Şimdi bundan sonraki süreç bunları tamamen yok etme sürecidir” diyerek özetledi. İçeri “yok etme” tehdidiyle yetinmeyerek sınır ötesine somutta Rojava’ya ilişkinde; “Ülkemizin güney sınırları boyunca bir terör organizasyonu inşa etmek isteyenler ülkemizin neler yapabileceğini görmek istiyorsa tarihe baksınlar” diyerek “ansızın gelebiliriz” tehdidini tekrarladı.
İkincisi; temel hak ve özgürlüklere ilişkin verdiği mesajlardır. “Bu ülkede bir daha kimsenin farklılıkları yüzünden horlanmasına, ötekileştirilmesine, cezalandırılmasına kesinlikle izin vermeyeceğiz”, devamında “demokratik kazanımlarımızı daha ileri götüreceğiz, kimse özgürlük alanını tehdit altında görmesin” dedi ama aynı konuşmasının devamında net bir tutumla “OHAL kalkmayacak” diye de ekledi. Erdoğan, “OHAL ne zaman kalkacak diyorlar. Ya siz ne yüzle soruyorsunuz? Ülke huzura ve refaha kavuşuncaya kadar kalkmayacak” demek, OHAL kalıcılığını ilan etmektir!
Hem “kimse özgürlük alanını tehdit altında görmesin” diyeceksin hem de; açlık grevinin 75. gününde Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın evi basılacak, gözaltına alınacaklar ve vekillerin destek amaçlı sessiz oturmalarına bile polis saldıracak!
Kürtler içeride ve dışarıda açıkça “yok edilmekle” tehdit edilirken, ve özgürlükler alanında Cumhuriyet, Sözcü Gazeteleri gibi rejimin has savunucularına bile tahammül edilmezken; sokaklarda sivil itaatsizlik eylemlerini yapanları polis toplarken…Erdoğan’ın “6 aylık bir yol haritası açıklayacağız” demesinin hiçbir karşılığı yoktur!
Üçüncüsü; Gülen Cemaatine dönük verdiği mesajlardır. Erdoğan “tabanı ibadet ortası ticaret tavanı ihanet olan FETOcularla ilişkinizi kesin dedik” diyerek tabana seslendi ama tabi on yıl iktidar ortaklığından sonra! Gülen Cemaatine dönük diğer bir mesaj ise, muhalefet partilerinin 15 Temmuz’dan bu yana “Hani FETÖ’nün siyasi ayağı?” basıncına yanıt niteliğindeydi. FETOcülere yönelik tasfiyenin AKP içerisinde de yapılacağının işaretlerini verdi. Başta belediyeler olmak üzere.
Dördüncüsü; AB’ye ilişkin verdiği mesajlardır. Erdoğan 25 Eylül’de Brüksel’de NATO yetkilileriyle görüşmenin yanı sıra AB yetkilileriyle de görüşecektir. Zaten bir süreden beri “ilişkileri düzeltmek istiyoruz” mealinde mesajları eleştirileriyle birlikte kongrede tekrarladı.
Peki ama AKP bu yükü taşıyabilir mi?
Referandumda “evet” diyen bileşen “hayır” diyen bileşenle kıyaslandığında “Devletin bekası ile AKP ve Erdoğan geleceğine” odaklı kitle daha birleşik görünürken; Hayır diyen bileşen ise Kürtler ve MHP muhalefeti gibi karşıt siyasal dinamikleri içeriyor. Fakat, Erdoğan/AKP’nin geleceği, arkasındaki çekirdek kitlesine rağmen aşağıdaki nedenlerle dikenli tellerle örülü.
Bir; AKP/Erdoğan, kendini iktidara taşıyan kitlenin belli başlı referanslarından kopuyor. Dahası AKP, çekirdek kitlesini çevreden merkeze taşıdıkça yeni çevre ile karşı karşıya gelmenin sorunlarıyla yüzleşti, yüzleşecek. Zaten Ankara, İstanbul başta olmak üzere büyük metropollerde kaybetmesini bu nedenlerde aramak lazım.
İki; OHAL, temel hak ve özgürlüklere dönük basınç toplumu ve halkları olabildiğince geriyor. Öyle ki TC’nin kurucu ruhunun taşıyıcısı Cumhuriyet Gazetesi internet site yöneticisinin bile gözaltına alınması, yani “Artık kelimeler izleniyor, manşetler gözaltına alınıyor” hale getirilmesi. Kısacası TÜSİAD’ın bile karşı çıkmasını tetikleyecek kadar despotlaşma …
Üç; sandıklarda çıkan “hayır”ı, hile ve YSK hukuksuzluğuyla engellemesinin dünya da görülmesinin yarattığı büyük sıkışma. Referandumun iptal edilmesi için CHP’nin yaptığı başvuruyu YSK reddettiğinin gerekçeli kararını açıklarken, “tam kanunsuzluk koşullarının oluşmadığını” söylemesi bunun en tipik kanıtı.
Dört; AB ve Batı ile ilişkilerin gerilmesi ve Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin “Türkiye’yi yeniden denetim sürecine alması”nın yarattığı gerilimin, başta büyük sermaye olmak üzere içeride de tepkilere neden olması.
Beş; Batı ile ilişkilerin başta Kürt/Kürdistan meselesi üzerinden gerilmesi; özelde de Rojavaya yaklaşım üzerinden, ABD ile sınırın iki yakasında karşı karşıya gelmenin yarattığı büyük sorunların 16 Mayıs Washington ziyaretiyle de aşılması bir yana tersine ağırlaşması. Kısacası içerisiyle, dışarısıyla Kürdistan meselesi, “atsan atamazsın, tutsan tutamazsın” ağırlığıyla AKP/Erdoğan kucağında olmasının önüne diktiği ağır sorunlar.
Altı; Kongre öncesi ve kongrede, “Bugüne kadar bu davaya, bu partiye sırtını dönüp de iflah olan kimse görmedim” söylemini tekrarlamakla Abdullah Gül gibi ilk kuruculara gönderme de bulmasının açığa vurduğu parti içi rahatsızlığın önümüzdeki süreçte büyücek olması.
Yedi ve önemlisi; ekonomik krizin göstergeleri olarak; enflasyonun ve işsizliğin son 8 yılın zirvesine çıkması; büyümenin ise son 7 yılın en düşük seviyesinde seyretmesi; Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının, Türkiye bankacılık sistemi için negatif görünümünü sürdürdüğünü açıklaması ve notunu düşürmeleri…
Sadece başlıklar halinde özetlediğim sorunların toplamında, Erdoğan/AKP, artık toplumun bu yükünü taşıyamaz, tabii iktidara talip muhalefet olursa, yani muhalefetsizlik imdadına yeniden yetişmezse!
HDP kongresi ve “Cumhuriyet’in demokratik değerlerine sahip çıkmak, eksiklerini gidererek, yanlışlarını düzeltme” hedefi
HDP olağanüstü kongre sonuç bildirisi iki temel mesaj verdi kamuoyuna.
Birincisi; “Yeni bir toplumsal sözleşmenin hazırlanması; demokratik bir anayasa hareketinin, demokratik ve çoğulcu bir cumhuriyet mücadelesi ile buluşturulması önümüzdeki dönemin asli görevlerindendir.” Devamla “Savaş, çatışma ve gerginlik, ayrıştırıcı ve düşmanlaştırıcı üslup bu iktidarın ayakta durmasının koşuludur” deyip “Demokrasi ve Barış Mücadelesi Planı” hazırlanması acil görevimizdir” diyor.
Asli görev olarak; yeni bir anayasanın hazırlanması, barışçıl-demokratik çözüm ve sivil mücadelenin öne çıkarılması yani “yeni bir toplumsal sözleşme” ile Türkiye demokrasinin geliştirilmesi hedeflenirken; Kürdün ana dilde eğitimi başta olmak üzere UKTH’dan kaynaklı talep ve hedefleri ile birlikte ele alınırsa doğrudur desteklenmelidir. Yok sadece Türkiye’nin demokratikleşmesi ve “Cumhuriyetin demokratikleşmesi” çerçevesinde Kürt/Kürdistan meselesine çözüm aranması çözüm değildir yanlış buluyoruz.
İkincisi; bu çerçevede tutuklu Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş’ın kongreye gönderdiği mesajında; “Cumhuriyet’in demokratik değerlerine sahip çıkmak, eksiklerini gidererek, yanlışlarını düzelterek, Cumhuriyeti demokratikleştirerek mümkün olur” önermesine katılmıyoruz. Böyle bir önerme CHP’nin, Perinçek’in Vatan Partisi’nin olabilir ama Kürtlerin olamaz! Böyle bir önermeyi yine CHP, VP iktidar partisi AKP’ye yapabilir ama Kürt siyaset kadrosunun yapması yanlıştır.
Kürt siyasetinin esas meselesi Türkiye Cumhuriyet’in “eksiklerini giderme, yanlışlarını düzeltme, Cumhuriyeti demokratikleştirmek” değildir. Kaldı ki HDP hatta Türkiye devrimci hareketi bile eğer “Yeni Yaşam ve Radikal Demokrasi mücadelesini sürdürmekte kararlı”ysalar bunu “Cumhuriyet’in demokratik değerlerine sahip çıkmak, eksiklerini gidererek yanlışlarını düzeltmek”le yapamazlar. Radikal demokrasi bile yeni bir Cumhuriyetle mümkün olabilir.
Üçüncüsü; Kürt siyaseti özelde de DTK, HDP; Kürt meselesi, halklar-özgürlükler konusunda CHP’nin, AKP’den ileri yanı olmadığını bilerek CHP’den 2019a odaklı gelen, gelecek alkışlara dikkat etmelidir. Sayısız pratik deney ve ağır bedel üzerinden Kürtler olarak şunu öğrendik; mesele Kürtler/Kürdistan olunca Türk rejiminin tüm partileri birleşir!
Sonuç olarak; demokratikleşme, barışçıl çözüm bunları en çok ağır baskı altındaki halkımız ister-istiyor ama Türkiye’ye demokrasi Kürde nasihatle sınırlı olmamak kaydıyla!