Ana SayfaGIŞTÎREFERANDUM KONSEPTİ: KÜRTLERLE SAVAŞIN SÜREKLİLEŞTİRİLMESİ/MUSTAFA PEKÖZ

REFERANDUM KONSEPTİ: KÜRTLERLE SAVAŞIN SÜREKLİLEŞTİRİLMESİ/MUSTAFA PEKÖZ

Referandumdan hemen sonra Ankara’nın bölgesel stratejisinde bazı değişikliklerin gündeme gelebileceği belirtildi. Özellikle iç politik denklemi etkileyecek olan Kürt politikasında yeni bir stratejinin benimsenebileceğine dair ılımlı bir hava oluşturulmaya çalışıldı. MHP ile oluşturulan ittifakın referandumda beklenilen etkiyi yaratmadığı, tersine Kürt illerinde ‘evet’ lehine kısmi düzeyde de olsa bir artışın yaşandığı bu nedenle AKP iktidarının Kürt politikasını revize edebileceğine dikkat çekildi.

Devletin Kürt politikasının yönünü belirleyecek iki yol var:  Ya PYD ve PKK ile savaşı daha üst düzeyde sürdürme kararı alarak bölgesel krizin derinleşmesinde aktif bir oynayacak ya da küresel güçlerin Suriye stratejisine uygun olarak bir değişime gidecek ve PYD ile uyumlu bir politika izleyecektir.

MHP ile oluşturulan ittifak, referandumun çok ötesinde uzun vadeli politik bir strateji olarak benimsendi. Bu ittifak sadece politik alanda değil devletin bütün stratejik kurumları esas alınarak oluşturuldu. Ordu merkezli oluşturulan konseptin görünür yönü Gülen cemaatinin ordu içerisindeki örgütsel ağının tasfiye etmesi, ittifakın arka planında ise Kürtleri temsil eden bütün politik güçlerin savaşla yok edilmesidir.   Kürtlerin bölgesel ilişkilerde artan askeri ve politik rolünün rejimin bekası bakımından ciddi bir tehlike olarak gören devlet, Kürtlerin bölgesel bir güç olmasını engellemek için elindeki bütün olanakları kullanmaya çalışıyor.

PKK ve PYD’nin denetiminde olan alanlara yönelik hava operasyonlarının yapmasının temel nedeni ‘devletin bekası’ olarak gösterilirken aynı zamanda iç politik dengelerin savaş koşullarına uyarlanarak Erdoğan’ın zayıflayan hâkimiyetinin yeniden tesis edilmesini sağlamaktır.

Ancak Kürtlerin bölgede artan stratejik önemi ve gücü hesaplanmadan PYD’ye yönelik yapılan ve yapılabilecek saldırılar, Türkiye’yi tahmin edilenden çok daha zorlu bir süreçle karşı karşıya bırakacaktır.

Birincisi, AKP iktidarının PYD/YPG’nin denetiminde olan bölgelere yapmış olduğu hava saldırısı aynı zamanda Rusya ve ABD’nin bölgesel stratejisine yönelik bir saldırıdır.

Ankara, Suriye’de ABD ile ittifak yaparak sürecin bir halkası olmayı çok istedi ve her türlü tavizi vermeye hazır olduğunu açıkladı. Ancak Pentagon temel müttefik olarak PYD/YPG tercih etti. Menbiç’ten başlayarak Rakka’ya kadar devam eden savaş bölgesinde YPG/YPJ, stratejik bir rol üstleniyor. Ankara’nın YPG’nin denetiminde olan bölgelere yönelik yapmış olduğu hava operasyonu, koalisyon güçlerinin belirlemiş olduğu stratejiyi boşa çıkartmaya yönelik bir hamledir. Bu durumun ABD merkezli koalisyon güçlerince makul karşılanmayacağı ve gerekli askeri-politik önlemlerin alınacağı açıktır.

ABD Dışişleri’nin yapmış olduğu açıklama;  “Suriye’nin kuzeyi ve Kuzey Irak’a yönelik Türkiye’nin hava saldırılarından dolayı derin endişe duyuyoruz. Saldırılar koalisyon tarafından onaylanmadı. Endişelerimizi Türk hükümetine ilettik.”  Peki, Pentagon, bu saldırıya karşı nasıl bir tutum alacaktır. Öncelikli olarak AKP iktidarını,  uluslararası kamuoyu önünde hem politik-diplomatik ilişkiler içerisinde ciddi olarak uyaracaktır hem de YPG’yi askeri olarak çok daha fazla destekleyerek taraf olduğu mesajını net bir şekilde verecektir. ABD askeri subaylarının Türk hava kuvvetleri tarafından hedef alınan YPG mevzilerini ziyaret ederek, denetimde bulunması NATO ortağı olarak görülen Ankara’nın uluslararası prestijinin çok açık olarak sarsılmasıdır. Ayrıca AKP iktidarının yeni bir saldırıya yeltenmemesi için gerekli askeri önlemleri de alacaktır. Trump yönetimi, Türk ordusunun YPG’yi etkisizleştirme hamlelerine karşı tersine YPG’nin askeri kapasitesini çok daha fazla artıracak ve hareket alanını da genişletecektir. Örneğin savaş uçaklara karşı kullanılacak savunma sistemlerini YPG’ye vermesi sürpriz sayılmamalıdır.

Benzer durum Rusya için de geçerlidir. Rusya, İdlib operasyonunu Esad ordusu ve YPG ile birlikte sürdürme kararı aldı. Bu nedenle YPG’ye yönelik saldırılar Moskova tarafından hiçbir şekilde hoş karşılanmaz ve gerekli önlemleri alacaktır. Erdoğan’ın Suriye politikasına hiçbir şekilde güvenmeyen Putin, Radikal İslamcı örgütlerle mücadelede YPG ile kurduğu ittifakın etkisizleştirilmesine nüshama etmez.

İkincisi, Ankara’nın uluslararası hukuk kuralları çiğneyerek Irak ve Suriye topraklarına yönelik yapmış olduğu hava operasyonu, bu iki ülke ile yaşanan politik ve askeri krizin daha üst düzeyde yeniden gündemleşmesidir. Bağdat, Türkiye’nin bu saldırısını içişlerine müdahale olarak değerlendirdi ve hiçbir şeklide onaylamadığını, tekrarlanması durumunda gerekli yanıtı vereceklerini açıkladılar. Irak ordusunun koalisyon güçlerinin desteğiyle Musul’da IŞİD’e karşı elde ettiği büyük başarıları zaafa uğratmak için bütün olanaklarını kullanan Ankara’nın Şengal’e yönelik yaptığı hava operasyonu, stratejik yenilgi sürecine giren İslamcı örgütlere nefes aldırma hamlesi olarak değerlendirildi.

Üçüncüsü, Suriye’nin Rojava bölgesinde ve başkent Şam çevresinde toplumsal istikrar önemli oranda sağlanmış bulunuyor. Ankara ise tersine özellikle PYD denetiminde olan bölgelere yönelik operasyonlar yaparak istikrarsızlığı geliştirmeye ve İslamcı örgütlerle yeni alanlar açmaya çalışıyor. ABD ve Rusya’nın müttefiki konumunda olan YPG’nin denetiminde olan bölgelerin istikrarsızlaştırılmasına karşı çok daha etkin askeri önlemlerin alınacağı açıklandı. Yani Ankara’nın ‘terörist’ olarak gördüğü YPG/YPJ, ABD-Rusya için çok daha fazla önem kazanıyor. Ayrıca YPG’ye yönelik saldırıların boşa çıkartılması için Qamışlı’’dan Kobani’ye kadar olan sınır hattına Rusya ve Amerika askerlerinin yerleştirilmesi ve böylelikle Türk ordusunun hareket alanını bütünüyle kısıtlanması, kantonların doğrudan güvenceye alınması gündeme gelmiş bulunuyor.

Dördüncüsü, ABD ve Rusya, YPG’yi IŞİD ve El Nusra gibi radikal İslamcı örgütlere karşı savaşmak için ağır silahlarla donatmış bulunuyor. Yaklaşık 80 bin kişilik askeri gücüyle Türk ordusuna karşı savaşacak bir kapasiteye sahip olan YPG,  ABD’nin, kendi bölgesel politikaları için mutlak olarak ihtiyaç duyduğu bir güçtür. Eğer Türk hava güçleri, ikinci kez böylesi bir operasyon yaparsa, YPG, ABD’nin onayı ve desteğiyle çok sert bir yanıt verecektir. Hatta YPG’nin elinde bulunan ağır silahların bir kısmının PKK’ye aktarılmasına da göz yumabilir.

Beşincisi, Türkiye’nin Güney Kürdistan’a yönelik yapmış olduğu operasyonun bir başka boyutu Güney Kürdistan Yönetimine yapılan bir saldırı ve uyarıdır. Kerkük’ün Güney Kürdistan bölgesine dâhil edilmesi, bölgedeki jeo-stratejik ilişkilerin önemli oranda değişmesi anlamına gelir. Bu değişime kesin olarak karşı çıkan temel gücün jeo-politik konum kaybına uğrayan Ankara’nın olması bir tesadüf değildir. Devlet, hiçbir dönem Güney Kürdistan Bölgesinin varlığını esasen kabul etmedi, tersine geçici çıkar ilişkilerinin bir parçası olarak gördü ve değerlendirdi.  Güney’in ‘bağımsızlık’ için referanduma başvurma talebine çok net olarak karşı çıkan güç Türkiye’dir. Ankara, güç ilişkilerinin ve politik dengelerin değişmesine paralel olarak Güney Kürdistan’ın tasfiye edilmesi için bütün olanaklarını kullanacaktır. Barzani yönetimi de bu gerçeği görmesi ve politik yönelimlerinde açık bir değişime gitmesi artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Şengal’e yapılan hava operasyonu sadece YPG veya HPG’ye karşı olmayıp aynı zamanda Kerkük’ün Güney’e dâhil edilmesine karşı bir uyarı niteliğindedir.

Altıncısı, YPG karşısında askeri olarak esasen başarısız olan devlet, PKK’ye karşı çok kapsamlı bir savaş başlatmış bulunuyor. PKK ile PYD’nin kuzen olarak gören ABD, ne YPG’nin ne de HPG’nin kaybetmesini ister. Diplomatik ilişkilerde PKK’nin ‘şimdilik’ terörist olarak görülmesinin politik bir değeri ve önemi bulunmuyor.  Devletin önceliği ise PKK/HPG’nin stratejik olarak yenilgiye uğratmaktır. Mevcut veriler dikkate alındığında PKK’nin tasfiyesinin mümkün olmadığını görmek zor olmayacaktır.

Savaş stratejisini süreklileştirmek isteyen Ankara’nın esas hamlesinin Kandil’e yönelik bir kara operasyonu yapmak olduğunu birkaç hafta önce yazdım. Buna yönelik çok kapsamlı hazırlıkların yapıldığı ve hatta operasyon için Peşmerge’de destek istediği biliniyor. AK Parti’nin iç dinamikleri güçlü tutmak için PKK’ye yönelik yapacağı olası kara operasyonunun sonuçları tahmin edilenden çok daha fazla ağır sonuçlar doğuracaktır.  PKK’nin belini kırdıklarını ve bir daha asla ayağa kalkmayacağını söyleyen Genelkurmay’ın açıklamalarının pek inandırıcı olmadığı da açıktır. PKK’nin de devletin savaş stratejisine karşı aynı şekilde kapsamlı bir yanıt vereceğini tahmin etmek zor değil. PKK’nin bölgesel dengelerde artan rolü dikkate alındığında, sadece insan gücü bakımından değil aynı zamanda askeri güç olarak çok geniş olanaklara sahip olduğu biliniyor. Amerika, Rusya, İran ve hatta Bağdat yönetimi, YPG’nin kuzeni HPG’yi askeri olarak destekleyeceklerini en iyi bilen devletin kendisidir.

Askeri olarak belinin kırıldığı ve gücünü önemli oranda kaybettiği iddia edilen PKK’nin askeri alan hâkimiyeti sağlamak için çok kapsamlı stratejik saldırılara yönelmesi kimseyi şaşırtmamalıdır. Savaş stratejisini Rojava’ya göre değiştiren PKK’nin gücünü yeniden devletle yürüteceği savaşa göre organize etmesi, çatışmaların düzeyinin ne olacağına dair bir fikir sahip olmamızı sağlayacaktır. Türkiye’nin değişik illerinde gidip YPG saflarında güçlü bir savaş tecrübesi edinmiş 15 binin üzerinde olan Kürt gencinin dönme olasılığı da dikkate alındığında olası bir savaşın boyutlarının ne olacağını kimse tahmin edemez.

Meşruluğu tartışmalı olan referandumun dikkatini savaş merkezine çekerek kendisine manevra alanı sağlamaya çalışan Erdoğan merkezli devlet, Türkiye’yi çok büyük bir krizle karşı karşıya bırakacaktır. Bu kriz, çöküş süreci olarak karşımıza çıkacaktır. Bu bakımdan bölgesel küresel güç ilişkilerinde konum kaybına uğrayan Türkiye’nin önündeki temel görev savaş merkezli yürütülen Kürt politikasını değiştirmesi, demokratik çözüm siyasetinin esas alınmasıdır.

Jeopolitik ilişkilerin dışına düşmüş, bölgesel stratejilerde oynadığı denge rolünü önemli oranda kaybetmiş, askeri gücü ciddi oranda dağılmış bir devletin savaş politikasında ısrar etmesi, tasfiye etmek isteyen gücün bizzat kendisinin tasfiye olmasına yol açacaktır.

Referandumun ortaya çıkarttığı iç politik kriz en çok AK Partinin dengesini bozdu. 2019 yılında Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olacağına yüksek güven kayboldu. AKP iktidarı, savaş politikalarıyla yeniden iç politik güveni kazanmaya çalışıyor. Bunu yaparken de küresel güçlerle olan ilişkiler çok daha fazla krize yol açacaktır.

Ortaya çıkan kablo şu; Uluslararası güçlerin desteğini alan PKK ve YPG’nin tasfiyesi mümkün değil. Ekonomik, politik ve toplumsal dengeleri bozulmuş sistemin 2019 seçimlerine kadar savaş politikalarını sürdürme şansı da sıfır. Bunun anlamı, AKP’nin 2019’u kadar iktidarını sürdürmesi de oldukça zor görünüyor. Savaş politikasında ısrar bizi çok daha fazla sürprizle karşı karşıyı bırakacaktır.

Çözüm; Kürtlerle savaşmak değil politik olarak barışmak ve küresel güçlerin desteğini alan Kürtlerin bölgesel stratejisine uygun adımlar atmaktır. Tutuklu olan bütün Kürt siyasetçilerinin koşulsuz serbest bırakılması değişim için önemli bir mesaj olarak algılanır. Histerik duygular yerine politik sağduyu sürece yön vermelidir.

SİYASİ HABER

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights