“Dünün şurubunu iç,
yarını göreceksin.”[1]
Bertolt Brecht’n, “Ne yazık o ülkeye ki kahramanlara ihtiyacı var!” sözü ‘Galileo Galilei’ başlıklı oyundaki repliktir ve hikâyesi de şudur:
Kiliseden gelen işkence tehditlerinin ardından Galilei korkar ve pişmanlık belgesini imzalar. Bu yüzden hocasına çok kızan öğrencisi Andrea, karşılaştıklarında hocasına şöyle der: “Ne yazık o ülkeye ki, kahramanları yoktur.” Galilei”nin ona yanıtı da, “Ne yazık o ülkeye ki, kahramanlara muhtaçtır.”
Bertolt Brecht’in kaleme aldığı bu diyalog, insan(lık) durumuna dairdir…
Ve kim ne derse desin, yerküre hâlâ kahramanlara muhtaçtır.
“İyi de kahraman(lık) nedir” mi?
Mesela Murray Bookchin deyişindeki üzere, “Tinsel arınma yerine, temel bir toplumsal değişimin sesi olmak…”
Mesela Can Yücel’in, “Sen kasırgalara dayanmışsın,/ rüzgârla mı yıkılacaksın!/ Başka çaren yok yüreğim,/ dosta düşmana karşı ayakta kalacaksın,” dizelerini ısrarla haykırmak…
Ya da Thiago de Mello, “Bu yasaya göre yasaklanmıştır/ özgürlük sözcüğünü kullanmak,/ ağzın aldatıcı pisliğinden ve sözcüklerden kaldırılacaktır./ Bu yasanın yürürlüğe girmesiyle/ birlikte diri ve saydam bir şey olacaktır özgürlük…/ Ateş gibi, ırmak gibi, bir buğday tanesi gibi/ ve insan yüreğine yerleşecektir,” dizelerindeki ütopyasının cüretiyle dünyaya meydan okumak, başkaldırmaktır…
* * * * *
Geronimo’dan Bobby Sands’a uzanan kahraman(lık)ın mutlaka tarihsel-toplumsal bir zemini vardır; yani kahraman(lık)lar durduk yere “gökten” inmez!
Örneğin Kuzey Amerikalı beyazların sömürgeci-soykırımcı zulmü olmasaydı Geronimo olur muydu?
Kuşaklar boyunca hem İspanyol, Kuzey Amerikalı Beyaz yerleşimcilere direnmek zorunda kalan Apaçiler’in önderi Geronimo (1829-1909) ya da yerli adıyla “Goyathlay/ Esneyen Adam”, beyaz Amerikalıların “en çok korktuğu ve en çok nefret ettiği” bir savaşçıydı. Yaptığı “yurdunu, halkını ve yaşam tarzını” savunmaktı…
Özgürce yaşamak uğruna, karısı ve çocukları ile halkı katledilen Geronimo’nun yaşadıkları bir tragedya değil midir?[2]
Veya kahraman(lık)larla trajedyalar Prometheus’tan beri hep yan yana durmazlar mı?
Tıpkı “Tarla Kuşu” Bobby Sands’ın öyküsündeki gibi…
Sands, 9 Mart 1954’te Kuzey İrlanda’da, Belfast’ın kuzeyindeki Newtownabbey bölgesinde dünyaya gelir. Çocukluğu boyunca kraliyet yanlısı Protestanların (loyalist) tehditleri dolayısıyla ailesiyle birlikte bir kaç kez ev değiştirmek zorunda kalırlar. 1969 yılında on beş yaşındayken okulu bırakarak tamirci çıraklığı yapmaya başlar, ne var ki bu işte de yalnız üç yıl çalışabilir, çünkü loyalistlerin silahlı tehditleri sonucu işinden ve kaldığı evden ayrılmak zorunda kalmıştır. 1972 yılında ailecek Belfast’a taşınırlar.
Sands, Belfast’a taşındıktan sonra IRA’ya (İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu) katılır; ancak kısa bir süre sonra yakalanır. Kaldığı evde dört tabanca bulunduğundan, çıkarıldığı mahkemece beş yıl hapse mahkûm edilir.
Hapishane yıllarını sürekli okuyarak geçiren Sands için İrlandalı yazar Danny Morrison şöyle diyor: “Bobby, cezaevi yıllarını yalnızca İrlanda’ya dair değil tüm dünya tarihine dair doymak bilmez okumalar yaparak geçirdi ve 1976 Martında cezaevinden, kendini Sosyalist İrlanda Cumhuriyeti’ne adamış bir radikal cumhuriyetçi olarak çıktı.”
Sands cezaevinden çıktıktan yaklaşık altı ay sonra IRA bir bombalı eylem gerçekleştirir ve eylem sonrasında RUC (Royal Ulster Constabulary, Kraliyet Kuzey İrlanda Polis Teşkilâtı) güçleriyle IRA arasında çatışma çıkar. Daha sonra çatışmada kullanıldığı iddia edilen silahlardan biri Sands’in bulunduğu arabada yakalanır. Sands tanımadığı İngiliz mahkemelerince on dört yıl hapis cezasına çarptırılır ve cezasının infazı için Long Kesh cezaevine gönderilir.
Sands 1980’e kadar devam eden tüm bu süreç boyunca Long Kesh Cezaevi H-Blokları’ndadır. 1980 yılında Sands, IRA’nın cezaevi sorumlusu olur. Aynı yılın ekim ayında işler iyice içinden çıkılmaz bir hâle geldiğinden, H-Blok tutsakları açlık grevine başlarlar. Thatcher hükümeti ilk başta geri adım atar, ancak açlık grevi sonlanınca tekrar baskılarını artırır. Bunun üzerine Sands 1 Mart 1981’de ölüm orucuna başlar.
Ölüm orucu sırasında Fermanagh ve Güney Tyrone bölgesinden İngiliz parlamentosuna milletvekili seçilir; ancak hükümet, halkın bu desteği karşısında tutsakların taleplerini görüşmek yerine, politik tutsakların milletvekili seçilmesini engellemenin yollarını aramaya başlar.
Sands, 5 Mayıs 1981’de, ölüm orucunun altmış altıncı gününde öldüğünde henüz yirmi yedi yaşındaydı. Onu, IRA’lılardan Francis Hughes, Raymond McCreesh, Joe McDonnell, Martin Hurson, Kieran Doherty, Thomas McElwee; INLA’lılardan (İrlanda Ulusal Kurtuluş Ordusu) Patsy O’Hara, Kevin Lynch ve Micky Devine takip etti. 1981 Ekiminde ölüm oruçları son buldu;[3] İrlanda’nın özgürlük mücadelesi için…
* * * * *
Kahraman(lık)ların trajedyalarla yan yanalığından söz etmiştik; ya zindanlarla iç içeliğini unutmak mümkün müdür?
Örneğin 2002’den beri ve çoğu tecritte olmak üzere, İsrail hapishanelerinde yatan Mervan Berguti…
Berguti, ilk kez 18 yaşında “terör örgütüne üye olma” suçundan hapse girdi. ‘El Fetih’in gençlik örgütü ‘Şabiba’yı kurmuştu. Hapiste, şimdi çok iyi konuştuğu İbranice’yi öğrenip üniversite eğitimine başladı. Hapisten çıkınca, Birzeit Üniversitesi öğrenci birliği başkanlığına seçildi.
Birinci İntifada’da ön planda yer aldı. İsrail ordusu aynı yıl Berguti’yi tutuklayıp Ürdün’e sınırdışı etti. Berguti Batı Şeria’ya yeniden, Oslo görüşmeleri sonrasında, 1994’te dönebildi. El Fetih’in Batı Şeria’da genel sekreteri oldu. Bu arada El Fetih’in gençler arasında daha popüler olan bir kolu, ‘Tanzim’in kurucuları arasında yer aldı. Dini referansları kullanmayan ‘Tanzim’in içinde İsrail ordusuna karşı ve İsrail içinde silahlı eylemler yapma taraflısı bir grup da vardı.
Ariel Şaron’un 2000’deki meşum provokasyonu sonrası başlayan İkinci İntifada’nın da yöneticilerinden olan Berguti, silahlı mücadelenin Filistin halkı üzerinde oluşan o büyük baskı ve aşağılamanın karşısında birincil değil ama destek yöntemi olduğunu savunuyordu.
2001’de bir suikastten sağ çıktı. 2002’de ise İsrail ordusu onu Ramallah’ta tutukladı. ‘Tanzim’in yaptığı iddia edilen sivillere yönelik suikast eyleminde ölen üç İsrailli sivil için beş kez müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Çıkarıldığı mahkemeyi gayrimeşru bulduğunu ilan ederek, savunma yapmayı reddetti. Mahkemeyi İsrail’in işgal politikasını ve yaptırımlarını teşhir etme kürsüsü olarak kullandı.[4]
Ancak her şeye karşın hâlâ mücadelenin içindedir…
Tıpkı “Çakal Carlos” lakaplı Ilich Ramirez Sanchez (Ilich) gibi…
Biliyorum, şu an hemen birisi “O terörist değil mi?” deyiverecek!
“Terör ne, terörist kim?” sorusu bu tür “ucuz yanıt(sızlık)lar” vermekten imtina ederek, gerçek teröristin şiddet örgütlenmesinden başka bir anlam taşımayan devlet olduğunu “es” geçmeden; söz konusu terör karşısında ezilenlerin direnme hakkının meşru olduğunu bir an dahi unutmamalı/ unutturmamalıyız…
Anımsanır ise 68’ler ruhunun ana ikonu tüm dünyada Che Guevara’yken; Ortadoğu ve Filistin için bir iki isim sayılacak olursa bunlardan biri hiç kuşkusuz Carlos olurdu.
70 ve 80’lerdeki silahlı eylemler nedeniyle Batı tarafından dünyanın en tehlikeli “terörist”lerinden biri ilan edilen, XX. yüzyılın en çok arananlar listesinin başında gelen Carlos’a (Ilich) ismi, bir Lenin hayranı olan babası Jose Altagracia Ramirez Navas tarafından verilmişti. Ve Güney Amerika ve Orta Doğu’da 70 ve 80’lerde kendisi de bir idole dönüşen Çakal Carlos’un idolü de, Che Guevara’ydı.
Tüm dünyada istihbarat servislerini 25 yıl boyunca peşinden koşturan Carlos 1994’te CIA, MOSSAD ve Fransa Gizli Servisi’nin gerçekleştirdiği yasadışı bir operasyonla -Sudan Hükümeti ile varılan anlaşma sonucunda- kaçırılarak Fransa’ya teslim edilmiştir. O tarihten beri Fransa’daki cezaevlerinde kötü koşullarda yatmaktadır.
O; en son çıkarıldığı mahkemede, “Ben uluslararası bir savaşçıyım. Kiminle konuştuğuna ve hareketlerine dikkat et (…)Sizler beni yargılama hakkına sahip değilsiniz. Fransız mahkemelerini tanımıyorum. Asıl ben sizi sömürdüğünüz, fakir bıraktığınız halklar adına yargılıyorum. Benim vatanım bütün yeryüzüdür. Kardeşlerim de ezilen, sömürülen bütün halklardır,”[5] diye haykırıyordu hâkimin suratına…
-devam edecek-
29 Aralık 2014, Ankara.
N O T L A R
[1] Zerdüşt.
[2] Geçerken anımsatalım: “En iyi Kızılderili ölü Kızılderilidir” demiş Amerika’nın yeni sakinleri. Yerlileri sürmüşler, katletmişler, lakin isimlerine dokunmamışlar. Amerika’da dağ, taş, tepe Kızılderili adları… Amerika tarihsizleştirerek tarihi unutturuyorlar. İsimlerin yeni anlamlarıyla geçmişi anlamsızlaştırıyorlar. Soykırıma uğratılan Cheerokee, otomobil markası. Beş millete bölünmüş Iroquis’ları XVI. yüzyılda tek devlette birleştiren Hiawatha, Boğaz’da seyreden ABD Başkonsolusu’nun teknesi, Irak işgali öncesi Mezopotamya’yı yerle bir eden füzelerinin adı Tomahawk. Apache, askerî helikopterleri. Beyazların Boston dediği Shawmut, bu günlerde banka.
Amerikalı paraşütçülerin düşman toprağına atlarken ‘Geronimo!’ diye haykırdıklarını da yazmayı unutmayalım. Sonra Pakistan’da yatak odasında vurulan Bin Ladin’i Apache savaşçısı Geronimo yaptılar… ABD Başkanı’nın, askerlerinin Bin Ladin’i vurma operasyonunu Beyaz Saray’da izlerkenki gerginliği, CIA şefinin açıklamalarına göre ‘Geronimo EKIA’ (Enemy killed in action-Düşman harekâtta öldürüldü) sözleriyle dağılmış. (Gündüz Vassaf, “Geronimo Pakistan’da”, Radikal, 8 Mayıs 2011, s.41.)
[3] “Bobby Sands: Şair ve Devrimci”, http://gundogusu.net/bobby-sands/zamanin-ritmi.html
[4] Ahmet İnsel, “Filistin’in Mandelası”, Radikal İki, 15 Aralık 2013, s.2.
[5] John Follain, Çakal Carlos’un Gizli Savaşları, Çev: Pelin Ünker, Karşı Yay., 2012.