Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Angela Merkel’in Almanya’sını Nazilere benzetmesi son derece yakışıksız. Berlin’in Türk politikacıların gösterilerini yasaklaması sonrasında Almanya’da “Nazi uygulamaları” olduğunu söylemişti Erdoğan. Kendisi bunu sürekli yapıyor. Mesele sırf, İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’nın Yahudilerini imhası için Almanya’nın her gün nedamet getirmesi değil. Merkel’in Ortadoğu’dan mültecilerin ülkesine girişine izin veren sıra dışı ve insancıl, üstelik kendisine siyaseten kaybettiren kararının Hitler’in suçları için en samimi pişmanlık göstergesi olması da değil. Yakışıksızlık, Erdoğan’ın kendi ulusunun İkinci Dünya Savaşı sırasında ne yapıp edip tarafsız kalmayı başarmış olmasında.
Robert Fisk / independent.co.uk
İngilizler 1940’ta Türk pilotların eğitimine yardımcı olsa da, Erdoğan’ın daha diplomatik olan o dönemki mevkidaşı İsmet İnönü, Türk subaylarını Nazilerin misafiri olarak işgal altındaki Avrupa’ya, Doğu Cephesi’ni ve Britanya’nın karşısındaki Atlantik Duvarı’nı gezmeye göndermişti. Türk ziyaretçilerin daha sonra raporlarında bildirdiğine göre, son derece saygın muamele gördükleri ve Wehrmacht askeri planlayıcıları ile ummadıkları şekilde bir araya gelebildikleri mutlu bir gezi. Şükür ki Türkiye’de bu gibi yararlı küçük tarihi bilgileri yazan tarihçiler var hala, tabi eğer Erdoğan’ın hapishanelerinde tutuklu değilseler.
Erdoğan’ın nefret ediyormuş gibi yaptığı Naziler aslında Türkiye’yi pek severlerdi. Türkiye’nin savaş sırasında tarafsız kalmasının yanı sıra, Nazi gazetesi Volkischer Beobachter ile diğer günlük gazeteler de 1930’lardan itibaren, Birinci Dünya Savaşı’nın enkazından yükselmiş olan bu “Türkleştirilmiş” devlete övgüler düzüyorlardı. Bu, 1915’te Hıristiyan azınlıktan bir buçuk milyon insan soykırıma uğratıldıktan sonra, Osmanlı Türkiye’sinin ulaştığı “ırksal saflığa” bir gönderme idi—Hitler’in Avrupa’nın Yahudilerini imha kararını derin şekilde etkilemiş bir Holokost.
Savaştan önceki sayısız gazete röportajında Hitler, Avrupa’nın Ermeni katliamlarını nasıl da unuttuğuna değiniyordu. Hatta bir keresinde, 1939’da Polonya’yı işgal etmeden önce generalleriyle yaptığı bir toplantıda, “Şimdi onları kim hatırlıyor ki?” diye sormuştu—O zamanlar sadece Varşova’nın nüfusunun bile yüzde 30’unu teşkil eden Yahudilerin öldürülmesine açık bir davetti bu.
Hitler’in sayısız diplomatı ve Wehrmacht subayı daha önce Osmanlı Türklerine danışmanlık yapmış ve 1915’teki Ermeni katliamlarına tanık olmuşlardı. Ardından 1941 Haziran’ı sonrasında, Einsatzgruppen’in on binlerce Yahudi’yi katlettiği işgal altındaki Sovyetler Birliği’nde Alman subayları olarak ortaya çıkacaklardı.
Merkel’in Almanya’sı Yahudi Holokostu konusunda pişmanlığını sürekli olarak ifade ederken, Erdoğan, Türkiye’nin 1915’te kendi Ermeni yurttaşlarına yönelik Holokostunu kabul bile etmez. Soykırım tarihindeki bu korkunç öncülü dile getiren günümüz Türkleri, Türk devletince hapse atılmakla tehdit edilmiştir. Bugün bile, Gaziantep’teki büyük Ermeni katedrali cami olarak kullanılmakta—“İslami” restorasyonunu birkaç hafta önce gördüm—oysa Merkel’in Almanya’sı Nazilerin Kasım 1938’de Kristallnacht’da yıktığı Yahudi sinagogunu restore etti.
Tamamen tesadüfi olarak, ABD’de bu yaz, askerleri kendi halkını katlederken—hatta kendi ailesini—Türk ordusunda görev yapmış genç bir Ermeni’nin şu ana kadar duyulmamış hikayesini anlatan bir kitap yayınlanacak. Forced into Genocide (Soykırıma Zorlanmış), Yervant Alexanian’ın kendi halkının çektiği acılara dair kendi dehşetli tanıklığı ve doğruluğundan şüphe edilmez belgelere dayanıyor—olağan Türk “soykırım inkarcılarının” (Avrupalı Yahudi Holokostu ‘inkarcılarının’ ikizleri) kitabı sahtekarlıkla suçlamasına izin vermeyecek miktarda belge. İsrail’in soykırım konusundaki en önde gelen bilim insanı Israel Charny’nin uzun bir önsözü ile başlıyor ve editörlüğünü 1938’de hayatını kaybeden Yervant’ın kızı Adrianne Alexanian yapmış.
Erdoğan’ın tam şu an okuyor—ve yaygınlaştırıyor—olması gereken bir hikâye, çünkü İstanbul’un yeni sultanının kabul etmek isteyeceğinden çok daha fazla “Nazi uygulaması” içeriyor. Yervant sonrasında kurtulup ABD’ye göç ediyor ve Amerika’da kongre üyelerine mektuplar yazarak Türkiye’nin kendi halkının katlini tanımayı reddetmesine karşı kampanya yürütüyor.
Onun kendi sözleriyle anlattığı kendi hikayesi hem kahramanca hem de derinden etkileyici. Ermeniler Türk ordusundan ayıklanıp atılıyor ve 1915’te kendileri de katlediliyorlar ama aralarından birkaçı dostlarının ve kimi zaman da onurlu Türk subaylarının yardımıyla hayatta kalıyor. Yervant bile sonunda hayatta kalmak için İslam’ı kabul etmek zorunda kalıyor. Kitap tüm askeri dokümanlarını içeriyor ancak onun nihayetinde kurtulmasını sağlayan şey borazan çalabiliyor olması. İçinde bulunduğu Türk ordu birliğinde bu enstrümanı çalabilen tek kişi o. Yervant’ın Türk Osmanlı üniforması içinde elinde kıymetli borazanıyla bir fotoğrafı bile var. Ama Sultan Erdoğan’ı utandırması gereken şey Ermeni Holokostu’na tanıklığı.
Ailesi Türklerin onu gönderecekleri ölüm yürüyüşünden kaçınarak hayatta kalabilecekse Sivas’ta tek başına kalması gerektiğini kabul etmiş. İşte onun bu son güne dair anlatımı:
“Hayatımın en kötü günü 3 Temmuz 1915’ti. Ailemin 51 üyesinin tepenin üzerinde gözden kayboluşunu izledim. Dün gibi hatırlıyorum—geceyi Kızılırmak kıyısında geçirdikten sonra, ailemin de dahil olduğu koca kafile uyandı ve Kardeşler Yokuşu Tepesi’ni çıktılar. Ermeni Golgotası’nı tırmanıyorlardı. Orada dikildim ve annemle tüm sülalemin bir daha hiç kavuşmamak üzere o tepeyi tırmanışını izledim. O gün toplamda ailemin 51 üyesini kaybettim.”
Yervant’ın şehri Sivas’ta Ermeni erkeklerinin birçoğu tüfekle veya—IŞİD tarzında—bıçaklarla katledildiler. Kadınlar ve çocuklar tecavüz edilip öldürülecekleri çöllere sürüldüler.
Çeviri: Serap Şen
dunyadanceviri.wordpress.com