Ana SayfaGIŞTÎÖLÜMÜ TİLİLİ KARŞILAYAN HALKIMIZIN SESSİZLİĞİ VE ULUSAL İTTİFAK?

ÖLÜMÜ TİLİLİ KARŞILAYAN HALKIMIZIN SESSİZLİĞİ VE ULUSAL İTTİFAK?

AKP iktidarı bir süredir içeride ve dışarıda, seçimlere odaklı siyasi hamleler yapıyor. Bu hamleler, ister normal süresinde, ister erkene alınmış olsun, seçim yatırımlarıdır. Elbet normal süredeki seçimlere daha iki yıla yakın zaman varken akla erken seçimleri getiriyor. Ve geçerken not edelim, şayet ekonomik durumda kötüleşme devam ederse (ki ediyor) o zaman Erdoğan erken seçimi gündeme getirebilir.

Sinan Çiftyürek / Yazarın diğer makaleleri  için tıklayınız

İçeride ve başta AB ile dış ilişkilerde seçim odaklı geliştirilen belli başlı adımlar nelerdir?

I – Dış ilişkilerde AB ile yumuşama adımları dikkat çekici

Daha kısa süre önce Almanya, Hollanda başta olmak üzere Avrupa ülkeleri ile kanlı bıçaklı iken şimdi ilişkiler de karşılıklı yumuşa yaşanıyor. Türk dışişleri bakanının iki gün önce Alman mevkidaşının evinde birlikte çay içmesi ve Avusturya dışişleri bakanını ailece Adalar’da ağırlayacak olması bu yumuşamanın ilk görünen yüzü!

AKP hükümeti açısından, AB ve özellikle AB patronları Alman-Fransa’yla yumuşama da ikili bir amaç var. Bir yandan yaklaşan 2019 seçimlerinde AB üzerinden Türkiye liberal kesime mesaj vermek isteniyor. AKP nasıl ki 2019 seçimlerine dönük Kürde “çözüm süreci” oyunuyla tekrar göz kırpıyorsa aynı amaçla AB ile yumuşama sinyalleriyle de Türkiye liberallere mesaj vermek istiyor! Ancak AKP’nin, Kürtlere ve Liberallere verdiği mesaj bu kez karşılık bulmayacak.

Diğeri ve önemlisi, ABD ile gerilimli dış ilişkileri ve özellikle NATO ortaklığında yaşanan kimi sorunları, AB (Almanya-Fransa-Avusturya) ile peş peşe gelen karşılıklı “ilişkileri iyileştirelim” beyanları ve takip eden kimi adımlarla dengelemek istiyor. Örneğin Türkiye, Fransa-İtalya ile ortak hava ve füze savunma sistemleri olan EUROSAM anlaşması ile “bak gördünüz mü NATO’da kalıcıyım” mesajını ABD’ye veriyor! ABD ile ilişkilerin birden fazla nedenle gerilimli olduğu evrede, AB ile ilişkileri bilinçli olarak iyileştirmek isteniyor ki bunda Türk sermayesinin de basıncı olduğunu ekleyelim.

II – İçerde de 2019 odaklı adımlar atılıyor

Birincisi; Erdoğan “Kürt koridoru meselesinde koydum mu oturturum” kabadayı siyasetini izlerken; aynı süreçte dışişleri bakanı Çavuşoğlu, Alman haber ajansı DPA’ya “PKK ile yeniden barış sürecinin başlatılmasının ön şartı örgütün silah bırakması” açıklamasını yapıyor! “Bir terörist kalıncaya kadar savaşa devam” edebiyatının en üst düzeyde yani Cumhurbaşkanınca sürdürüldüğü; öyle ki “asker-polis-korucu-jandarma-F16’larla ve ATAK’larla inlerine girdiler, kaçıyorlar, biz kovalıyoruz” propagandasının meşhur tekerleme “tek millet, tek devlet…” eşliğinde yürütüldüğü süreçte, eski şarkıyı (çözüm süreci) yeni notalarla çalma mesajı neden veriliyor?

Çünkü seçimlerde özellikle iktidar için esas olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kesinleşen AKP+MHP+BBP ittifakı %51 için yetmiyor. Kürdün oyuna ihtiyaç var! Kürtlere içeride ve dışarıda yaşam hakkı tanımayacağını ilan eden; tıpkı İran rejimi gibi Güney Kürdistan bağımsızlık referandumunu engelledik” diye övünen; Efrin’i hatta tüm Roava’yı yeni işgallerle tehdit eden AKP ve Erdoğan, Kürtlerden yeniden oy almanın hesapları içerisinde. Bu amaçla yeni “çözüm süreci” oyununa başvurabilir. Bunu bilelim ve öyle davranalım.

İkincisi; üzerinden büyük propaganda yürütülen taşeron işçinin kadroya alınacağı meselesi bir diğer adımdır. Gerçi 750 bini kamuda toplam 2 milyon civarında ki taşeron işçiden ancak 450 bini kadroya alınacak, üstelik onlar da sınava tabi tutulacak yani AKP’li ve yandaş olmayan kadroya alınmayacak! Ayrıca muhtarlara sigorta pirimi ve “mağduriyete” yol açan haksız-hukuksuz tutuklamalarda suçu FETÖ’cülere yükleyerek yumuşama gündeme geliyor gelebilir.

Üçüncüsü; Hükümetin kaçak/imara aykırı yapılanma affını da seçime yatırım olarak okumak lazım. Çevre ve Şehircilik Bakanı Özhaseki yeni düzenlemeyle maksat “kaçak yapıları kayıt altına almaktır” diyor ve ekliyor bu “af değil imar barışı”dır! İlginç, değil mi? Yıllardan beri ne kadar kaçak ve imara aykırı yapılanma varsa bunları “kayıt altına alacak” düzenleme yap yani hepsini yasal statüye kavuştur sonra da hepimizin aklıyla alay edercesine “bu af değil kayıt altına alarak imar barışını sağlamaktır” diye konuş! Bunu ancak rızkın “%95’i ticaretten gelir” diye fetva veren tacir-tüccarlar, yüzü kızarmadan söyleyebilir!

Dördüncüsü; aynı seçim hesaplarıyla başta Demirtaş, Kürt siyaset kadrosunun tepesinde Demoklesin Kılıcı misali ağır cezalarla tehdit etmeleridir. Bu nedenle Demirtaş, HDP kongresinde eş genel başkanlığa aday olmadığını açıkladı! Çünkü Baluken’e siyaset yaptığı için verilen haksız-hukuksuz cezayla Demirtaş’a da mesaj verildi! Elbette Demirtaş siyaseti bırakmadı ama yapılanlar kendisini hukuksuz hukuk zorbalığıyla siyaset dışında tutmaktır!

Beşincisi ve önemlisi; denilebilir ki Erdoğan son ve keskin 2019 virajını geçebilmek için her şeyi göze almış davranıyor. Katı bir polisiye rejimi eşliğinde ekonomik, sosyal kimi adımlarla son dönemeç seçimlerine hazırlanıyor. Kısacası Erdoğan “bir haftaya kalmaz” dediği Efrin işgali dahil tüm kartlarını açıp ya herro ya da merro diyerek hareket ediyor!

III – Gelelim esas meselemiz olan, Kürdistan siyasetinin ne yapacağına…

Asıl meselemizin özeti; 2015 Haziran’ından bu yana sivil demokratik siyasette taş çatlatan sessizlik nasıl aşılacak ve buna da hizmet edecek olan kalıcı ulusal ittifak nasıl kurulacak?

“İnsanın ilk görevi korkuya boyun eğdirmektir. Korkudan kurtulmadan hiçbir şey yapamayız. Ayağının altında korku olduğu sürece insanın eylemleri adıdır, gerçek değil sahtedir, düşünceleri hatalıdır, bir köle ve bir ödlek gibi düşünür” diyor tarihçi Thomas Carlyle!

Yukarıda ki alıntıyı Kuzey Kürdistan’da halklarımızın duruşlarını tarif etmek için almadım çünkü halkımızın, taş çatlatan sessizliğinin altında yatan asıl neden ırkçı rejimin tank-TOMAlarının saldığı korku olmadığı açık. Halkımız korkuyu sokaklarda, meydanlarda yeneli yıllar oldu. O halde mesele nedir? Esasta iki temel meselemiz var;

Birincisi; ulusal demokratik hareketlerimizin (siyasal parti ve örgütlerimizin) izledikleri ve sonuçları ağır olan yanlış politikalarıdır. Burada halkımız/halklarımız açısından mesele şudur; partilerimizin doğru veya yanlış izlediği politikalarının bütün ağır sonuçlarına katlanırken, siyasetin oluşum aşamasında müdahil olmaması/olamamasıdır! İki yıl önce yaşanan kent merkezli barikat savaşı bunun tipik örneğidir. Kentleri yerle bir ederek halkın başına evlerini yıkan elbette devlettir ama buna zemin sunan da PKK’nin izlediği yanlış siyasettir.

Bu meseleyi daha önce başta şu dört makalem (“Dayatılan savaşa yanıt; sivil itaatsizlik temelinde geliştirilmeli!” 09.09.2015; “Taş çatlatan sessizliğin Mart eylemliliği ile aşılması için…!” 28.02.2016; “Tanklar Gever’e ulaşırken, Kürt ulusal hareketinin pozisyonu!” 13.03.2016; “Diyarbakır öfkeli ve şimdilik suskun!” 24.09.2016) olmak üzere yazdığım yedi-sekiz uzun makalede ele aldım. Yani bugün tekrar gündeme gelen Kürdistan’daki sivil demokratik siyasetin suskunluğunun nedenlerini irdelemiştim. Bugün de o tespitlerimin arkasındayım.

İkincisi ise siyasal parti ve örgütlerimizin onca çabalara rağmen ulusal demokratik ittifakın kurulmasında halen kalıcı adımlar geliştirememeleridir. Ulusal ittifak meselesini yapılan bir anket üzerinden bazı yönleriyle irdeleyelim.

“29 Ekim – 7 Kasım 2017 tarihleri arasında 12 Kürt kent merkezinde 1100 hanede gerçekleştirilen araştırmanın sonuçları özet halinde 24 Aralık 2017 tarihinde Diyarbakır’da yapılan “Kürtler Süreci Tartışıyor” toplantı açılışında katılımcılara sinevizyonla gösterildi.

a – Yapılan araştırmanın birinci çarpıcı sonucu, ulusal ittifaka ihtiyaç var deniliyor ama ulusal ittifakın kurulabileceğine olan inanç oldukça zayıf! Örneğin;

“Çalışmamızın en önemli yanlarından biri; Ulusal birliğe ihtiyaç ve inanç konusundaki çelişkiyi tespit etmiş olmasıdır.  Zira“Kürtlerin Ulusal Birliğe İhtiyacı Var Mı?” sorusuna katılımcıların %64,3’ü ‘Evet’ yanıtını verirken; ‘Kürtlerin Ulusal Birlik Kurabileceğine İnanıyor Musunuz?’ sorusuna ‘Evet’ yanıtını verenler %34,1 oranında kalmıştır. Katılımcıların %47’si bu soruya ‘Hayır’ yanıtını verirken,  %18,9’luk bir kesim fikir belirtmemiştir” deniyor. Aynı araştırmada;

“Kürt Ulusal Birliği’nin, Kürt ulusal özgürlük sorununun çözümünü ‘olumlu’ etkileyeceğini düşünen toplamda %65,5 gibi yüksek oran tespit eden çalışma;  toplamda %15’lik bir kesim ise birlik halinin çözümde etkisinin ‘olumsuz’ olacağını belirtir”.

Dikkat edilirse, halk %64. 3 gibi yüksek oranda ulusal birliğe ihtiyaç var diyor! Ve yine %65.5 gibi yüksek oranla ittifakın Kürt ulusal özgürlük meselesinin çözümünü olumlu etkileyeceğini de söyler ama aynı halk, Kürt siyasetinin ulusal birlik kurmasına gelince bu kez tersine çoğunluk inanmaz! Ancak % 34.1 yani üçte bir gibi düşük bir oran Kürtlerin ulusal ittifak kurabileceğine inanır!

Araştırmada düşündürücü olan birinci mesele, ulusal ittifakın gerekliliğine olan inanç yüksek, çözüme katkı koyacağını düşünenler daha da yüksek, fakat ulusal ittifakın kurulacağına inanç oldukça zayıf! Üzerinde düşünülmesi gereken önemli sonuç.

b -“Kürtlerin Ulusal Birlik Kurabileceğine İnanıyor Musunuz? sorusuna ‘Hayır’ yanıtını veren katılımcılara ikinci bir soru olarak ‘Neden Hayır?’ sorusunu yönelttiğimizde ise bu soruya yanıt veren katılımcıların;

%36,6’sı Kürtlerin Birlik Olabileceğine İnancım Yok;

%19,2’si (çatışmalı süreçlere vurgu yaparak) Bu şartlarda Zor;

%15,9’u Kürtlerin Kendi Aralarındaki Güç ve Çıkar Çatışmaları;

%12,3’ü Kürtlerin Kendi Aralarındaki Husumet;

%11,7’si Kürtlerin Kendi Aralarındaki İdeolojik Farklılık yanıtını vermişlerdir.

Bu grafiğe baktığımızda katılımcıların toplamda %76,5’i Kürtlerin Kendi Aralarında Bir Ulusal Birlik kuramamalarının nedeni olarak Kürtlerin Kendisini görmektedir” deniliyor.

Görüldüğü gibi halkımız ulusal birlik ihtiyacına inanır. Ulusal birliğin Kürt ulusal sorununun çözümüne olumlu katkısının altını çizer ama %76.5 ezici çoğunlukla Kürtlerin ulusal birlik kurabileceğine ya inanmaz ya da güvenmez. NEDEN? Siyaset kadrosu-aydınlar sorunun çözümüne köklü odaklanmalı!

c – Aynı araştırma da; “Ulusal Birlik Çalışmalarını hangi kesimin yürütmesi gerektiğine dair soruya katılımcıların %37,7 ‘si “Siyasi partiler” , %28,8’i ise  “Sivil toplum temsilcileri” demişlerdir.  %10,7’lik bir kesim ise Ulusal Birlik çalışmalarının siyasi, sivil tüm aktörlerce yürütülmesi gerektiğini düşünmektedir. HDP seçmeni ağırlıklı olarak “Siyasi partiler” derken HÜDA-PAR seçmeni ağırlıklı dini cemaatlere işaret etmiştir” deniyor.

Burada dikkat çeken asıl nokta, Türk devrimci yapılarıyla ittifak partisi olan HDP seçmenin Kürtlerin Ulusal Birlik çalışmalarına ilişkin kendi partisine verdiği mesajdır. Yani HDP seçmeni HDP’ye “dışındaki Kürt partileriyle ittifak kur” diyor! Şurası da ilginç; Kürt siyasetinin ulusal ittifak kurabileceğine çoğunlukla inanmayan halk kimin ulusal ittifakı yürütmesi gerektiğine ise %37.7 ile topu yine siyasete atar ve adres doğrudur!

d – “Sizce Kürt sorunu Nasıl Çözülür? sorusuna;  %34,9’u Eşit Yurttaşlık yanıtını verirken, %15,9’u Demokratik Özerklik %12,7’si Bağımsızlık, %1,7’si Diyalog ve %1,5’i Federasyon yanıtını vermişlerdir. Bu araştırmada yeni bir durum olarak karşımıza çıkan iki grup olmuştur. Bunlardan ilki  %20,8’ gibi hatırı sayılır bir kesimi kapsayan ‘Sorunun çözülebileceğine inanmadığını’ belirten grup iken;  ikincisi  %9,6’ile  ‘Kürt sorununun olmadığını’ belirten gruptur. Özellikle çözülebileceğine dair inançsızlık oranı ilk defa bu kadar açık ve nispeten yüksek oranda beyan edilmiştir. Bu da politika üreticilerinin çözüm kapasitelerine ve yeteneklerine ilişkin toplumsal bir beklentisizliğin giderek arttığına hatta kırılmanın varlığına işarettir…”

Bu verilerde, “Eşit yurttaşlık” diyen %34,5 ile “Sorunun çözülebileceğine inanmadığını” belirten %20,8’lik oranlar elbette düşündürücü ama bu oranların konjonktürel olduğuna inanıyorum. Bu araştırma eğer 16 Ekim 2017 öncesi yani Kerkük ve tartışmalı bölgelerin İranca planlanmış ve Irak’ın uyguladığı diğer sömürgecilerin de desteklediği bağımsızlığı engelleme saldırısından önce yapılsaydı kesinlikle sonuçlar farklı olacaktı. Başta “eşit yurttaşlık” diyen oranın yok denecek kadar düşük ve buna karşın özerklik-federasyon-bağımsızlık tercihlerinin oldukça yüksek çıkacağı kesindi.

Sonuç olarak:

Bir; Kuzey’de taş çatlatan sessizliğin nasıl aşılacağı yani sivil demokratik hareketin yeniden diriltilmesi ana gündemken ve de partilerimiz ulusal ittifak arayışındayken, başta DBP, HDP, DTK olmak üzere tüm partilerimiz, kent merkezli savaş siyasetini yol açtığı ağır sonuçları ile birlikte sivil demokratik hareketin sessizliğinin nedenlerini derinlikli irdelemeli.

Sivil demokratik hareket nasıl ayağa kalkar diyenler önce neden bu duruma düşürüldüğünü irdelenmeli.16 Ekim’de nasıl ki Güney Kürdistan siyasetinin eksilerine aynayı tuttuk, Haziran 2015 sonrasında da Kuzey siyasetine özellikle de barikat savaşı siyasetine de ayna tutalım.

İki; aynı araştırma da “Ulusal birliğe ihtiyaç olduğunu en fazla HDP seçmeninin beyan ettiği” ve HDP seçmeninin “Kürt ulusal birliğini siyasi partiler yürütmeli” dediği doğruysa o zaman HDP başta Ankara’da SYRİZA, Diyarbakır’da ise Sinn Fein işlevi gibi ikili durumu ya da kimliğini aynı süreçte yürütmeyi sorgulamalı. Ayrıca DTK-DBP-HDP ulusal ittifaka geçmişten özellikle 2013 pratiğinden çıkarılmış derslerle yöneldiğini sergilemeli.

Üç; ee altıyüzyıllık Osmanlı ve yüzyıllık cumhuriyetin varlığı ile övünen MHP eğer esas Kürt/Kürdistan üzerinden algıladığı tehditle Erdoğan’ı desteklemek için “cumhur ittifakı” diyerek AKP ile ittifak yapıyorsa; dahası AKP-MHP-BBP ırkçı-şoven ittifak olarak “yerli ve milli cephe” kuruyorlarsa; Kürt siyaseti, halkının varlığının bile tanınmadığı, “sınır ötesi” kazanımlarına bile saldırı üstüne saldırı geliştirdiği koşullarda neden ulusal demokratik ittifak kurmasınlar?

Not; Yaklaşan seçimlerde ne yapılmalı sorusuna ilişkin daha önce ayrıntılı olarak görüşlerimizi 05.12.2017 tarihli ve “2019 seçimleri, ulusal ittifak ve ‘demokrasi cephesi’ arayışları!” başlıklı yazıda dile getirmiştik.  13.01.2018

[email protected]

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights