Ana SayfaNIVÎSKARÊNUzun bir yürüyüş: Dibistana Marksîst Li Amedê!

Uzun bir yürüyüş: Dibistana Marksîst Li Amedê!

Sinan Çiftyürek / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

Dibistana Marksîst Li Amedê (DMA); uzun bir yürüyüş olarak Amed’den yola çıktı. Kim/kimler yola çıkıyor? Dar anlamıyla farklı etnik kökenlerden gelme Kürdistanlı-Mezopotamyalı Marksistler! Geniş anlamıyla ise, DMA “Çağrı metnini savunan dolayısıyla Amed’den dünyaya bakarak sürekli yeniden üretimi hedefleyen her Marksist”!

I – Her yeni yürüyüş gibi DMA’da kendi yolunu açarak yürümeli

Elbette bu alanda sıfırdan başlamıyoruz, Dünya ve Kürdistan’ın zengin deneyimi var. Halkların ilk komünal deneyim ve son 200 yıllık çağdaş komünist hareketin teorik-pratik birikimi var. Yakın tarihin 75 yıllık sosyalist toplum denemeleri var. Dünya ve Kürdistan’da zengin Marksist okul-akademi deneyleri var. Bunlardan yararlanmalıyız ama herhangi birinin tekrarı olmamalıyız. Marksizm’in Amed merkezli yeniden üretiminde yolumuzdan yürüyerek kendi yoğurt yiyişimizi esas almalıyız. Bunu başarırsak tarih yağmacılığına düşmeden taş üstüne taş koymayı başarabiliriz. Genel kuraldır, her yeni yol açma girişimi sağıyla-soluyla sürtünerek yol alır yani sancılıdır. DMA’da Marksizm zemininde bir adım sağıyla ve soluyla ilişki içinde etkileyip etkilenerek yol almalı. Ayrıca DMA bu uzun yürüyüşte arkasına bakmayı, yürüdüğü yolda doğru ve yanlışlarına ayna tutabilme cesaretini gösterebilmeli yoksa ilerleyemezler.

DMA açısından diğer önemli konu bürokratikleşmeye karşı sürekli panzehir üreten iç işleyişini canlı tutabilmesidir. Zaten DMA da çağrı metninde, “bürokratikleşme ve kendini tekrar ile mücadeleyi varlık nedeni sayar! Kendi içerisinde de bununla sürekli mücadele eder” diyor. Bu tespit önemli çünkü ancak böyle bir işleyişle hem ucu yeniye açık doğruların üretimine odaklı içten motorlu yapı olmayı hem de kireçlenmeye karşı korunaklı olmayı başarabilir.

II – DMA, bir siyasi parti projesi değil

Doğrudan siyaset yapmak ile siyasete analitik veri sunmak farklıdır. DMA doğrudan günlük siyaset üretmeyecek ama Kürdistan’dan evrensele ekonomik, siyasal, felsefi, sanatsal günlük gelişmeleri izleyerek gerektiğinde tutum alacak ve verilere dayalı üretimle siyaset ve sanata katkı sunmaya odaklanacak.

Sömürgeci-ırkçı siyasetin ve kapitalist sistemin partileri hariç DMA, “kendini herhangi bir parti-kurum karşıtlığı üzerinden tarif etmez. Kendini, bağlayıcı belgeleri üzerinden” tanıtır tarif eder. Zaten DMA da ilk andan itibaren kendini herhangi bir siyasi parti yakınlığı veya karşıtlığı üzerinden kurmadı, yoluna böyle devam etmeli. Bununla birlikte DMA, “suyu tarlaya salıp nereye giderse gitsin” şeklinde bir yaklaşıma da sahip olmamalı. Çünkü kamuoyuna açıkladığı Çağrı belgesinde yer aldığı gibi DMA tarafsız değil; sömürgeciliğe, ırkçılığa ve kapitalist sömürü düzenine karşı duruşuyla taraftır. Dolayısıyla ideolojik-teorik yeniden üretimi, praksisi ve yeni aydınlanma hedefiyle Kürdistan ve bölgede Marksist-materyalist bakış ve iklimi güçlendirmeyi hedeflemeli.

III – DMA; ideolojik birliği değil yeniden üretimi esas almalı…

*Bütün süreçleri, olguları, üretilmiş tıkaçları, ambargoları, “dokunulmaz doğruları”, Marksizm’in radarından mercek altına alan düşünsel-teorik-ideolojik yeniden üretim, çoktandır ilgili herkesin kapısını adeta tokmakla çalıp duruyorsa;

*Kapitalizmin, canlı emek ile yapay zekâ (robot) arasında sıkışması derinleşiyorsa;

*Küreselleşme ve emperyalizm alanında da yeni gelişmeler yaşanıyorsa;

*Günümüz ulusal bağımsızlık mücadeleleri yeni bir içerik kazanıyorlarsa;

*Sanat ve edebiyatta da tıkanmayı aşmak için toprağın yeniden sürülmesi kendini dayatıyorsa;

*Demokratik merkeziyetçilikte bu kez ağırlık merkezine demokrasi alınarak; özgürlük-disiplin dengesi ise bu kez ağırlık merkezine özgürlük alınarak kurulmayı bekliyorsa;

*Fikirler, doğru fikirler de gelişir, olgunlaşır, yaşlanır ve gün gelir aşılıyorsa, yanı dün doğru olan görüş ve düşünceler bugün yanlış olduğu için değil ama yaşlanmış ve değişen sosyolojisiyle paralel yeniden gözden geçirilmesi gerekiyorsa;

*Yani felsefe-sanat-ekonomi-devlet-aile-ulus-siyaset-örgüt… Hepsinin varoluş sosyolojisindeki değişmelerle paralel “Düşünmenin eylemle ilişkisi de sürekli değişiyorsa.”

*Dünya komünist hareketinde teorik üretim alanında uzun yıllardır yaşanan “Lenin, Mao, Trosky…yoldaş şöyle dedi” ile sınırlı kendini tekrarlama dogmatizmi sürüyorsa;

*Ve önemlisi DMA bir siyasi parti değil, düşünce üretme platformuysa… İdeolojik birlik değil yeniden üretimi hedeflemeli. Geçmişin tekrarı olan dogmatizmin aşılması amacıyla DMA; “Marksizm’in Rusyayi, Afrikani, Amerikani, Avrupayi, Asyayi yeniden üretimle etkileşim içerisinde Kürdistani yeniden üretime” odaklanmalı.

Eğer dünyayı yeniden kurmak istiyorsak başta ideolojik-teorik olarak kendini tekrarı aşmalıyız. Dikkat edilirse 20. yy devrimci dinamikleri; 19. Yüzyılı birebir tekrarlamadan taş üstüne taş koydular. Lenin ve kuşağı; Marks-Engels’i tekrarlamadan yeniden üretimi başardılar. 21. yy devrimci dinamikleri de Lenin ve yoldaşlarına öyle yaklaşmalı! Marksizm temelinde süreklilik içindeki kopuşlarla ve çatışma değil tamamlayıcılıkla yeniden üretim hedeflenmeli!

Özetle DMA’da ideolojik-teorik birlik ön koşul değil. Zaten DMA da “Marksizm içi ideolojik, teorik farklılıklar ön kabulümüzdür. İlkesel duruşumuz, ‘görüşünüze katılmam ama görüşünü açıklama hakkını savunurum’! Bu perspektifle İdeolojik teorik üretimde farklılıkların demokratik tartışmasını kendi içinde savunur ve toplumda geliştirir” diyor! DMA, tam da bu çerçevede Kürdistan-Bölge-Dünyadaki antikapitalist, anti sömürgeci devrimci kalkışmalarla ilişki içerisinde yeniden üretimin Amed düşünce formu olmayı başarabilmeli.

IV – DMA, aydın-siyaset ilişkisine yeniden içerik kazandırmalı

Toplumları uzun zaman diliminde değişime hazırlayan sanat ve edebiyattır. Siyaset (parti) ise değişim isteyen toplumda taktik-strateji ve örgütle değişimi/devrimi gerçekleştirendir. Halklar hapishanesi Çarlık Rusya’sında toplumu uzun yıllar değişime hazırlayan hümanist, devrimci, demokrat edebiyat ve sanattı. 1900’lü yılların başına gelince Çarlık yıkılacaktı çünkü Rus toplumu ve ezilen halklar artık değişim istiyordu. Siyasetin (Bolşeviklerin) rolü, değişim isteyen topluma hedef olarak kapitalizm değil sosyalizmi göstermek ve değişim isteyen işçileri, halkları örgütleyerek devrime hazırlamak idi.

Siyaset-Aydın ilişkisinin bir başka boyutu; tarih boyunca hep sorunlu olmaları. Sanat-edebiyat dinamiği olan aydın ve sanatçılar, özgün alan ve özgür duruşlarıyla siyasetin yapısından gelen sınırlama, disiplin vb. ile hep sorunlar yaşadı, yaşamakta. Aydınların üretimine siyaset gözlüğü ile sınırlama getirmek, aydının özgür üretim alanını daraltır. Elbette aydın-sanatçı cephesinden de sorunlar var. Bu konuda Aydınlanma ve Örgüt adlı kitabımdan bir bölüm aktaracağım.

“Siyaset ile aydınların ilişkisinin sorunlu bir ilişki olduğu bilinir. Bu, Lenin’in partisinde de yaşanmıştı. Picasso’nun MK üyeliğini yaptığı Fransız Komünist Partisi’nde de yaşanmıştı. Sorunlar tek başına ne siyasetten (partiden) ne de aydın-sanatçıdan kaynaklanıyor. İlişkinin kendisi sorunlu bir alanı içeriyor. Aydın ve sanatçının önceliği ile siyasetin önceliği çoğu kez çatışır. Aydının özgürlüğe düşkün genel yapısı ile siyasetin disiplini ve daha başka sorunlar… Siyaset ile aydın/sanat ilişkisi sorunludur diye tarihte büyük edebi yapıtların öyle ki kendi alanında devrim yapan yapıtların yaratıcısı olan büyük sanatçı-aydınlar siyaset ve ideolojiye sırt çevirmediler.

Her zaman (her partide) Lenin ile Gorki gibi siyaset ve edebiyatta iki büyük ismin geliştirdikleri ilişkiyi bulamayız. Bu açıdan siyaset ile aydınların ilişkisini, tarihi kişiliklerin ortak yürüyüş kültürlerinden de çıkaracağımız derslerle belirli bir çerçeveye oturtma mücadelesini vermeliyiz. Bu mücadelede hem siyasetçiye hem de sanatçıya görevler düşer. Siyaset ile aydın arasında ortak alanın yanı sıra akışkan farklılıkların da bulunabileceğinin iki cepheden kabul görmesini ve bunların sürekli yaşatılmasını temel yaklaşım olarak kabul etmeliyiz…

Aydın-sanatçı üretiminde özgürdür ama bundan hareketle ürettiği her şeyin doğru olduğu sonucu çıkarılamaz. Siyaset de aydının üretimi karşısında özgürdür, kendi bakışıyla doğrusuna doğru, yanlışına yanlış deme hakkına sahiptir” demiştim.” (S. Çiftyürek, Aydınlanma ve Örgüt, sy 83 Gün Yayıncılık 2003)

DMA, genelde siyasetin, özelde devletçi siyasetin kültür-sanatın özgür, yaratıcı gelişimini engelleyen politikalarına hayır demeli. Bununla birlikte, sermayenin ve sömürge rejiminin ideolojik kodları ve kültürünün taşıyıcısı olan “sanat sanat içindir” bakışı da mahkum edilmeli. Kısacası DMA’nın yeniden üretim konusu yapacağı alanlardan biri de aydın-sanat-siyasetin hem toplumsal değişimdeki rolleri hem de kendi aralarındaki ilişki olmalı. Bu yaklaşımla Aydın-Siyaset ilişkisinin karşılıklı özgürlük hukuku içerisinde yeniden kurulmasına katkı sunmalı.

V – Aklın yeniden hurafelerden özgürleşmesi mücadelesi…

DMA yeni bir aydınlanmayı; bilim ve kültürün ilk beşiği Kürdistan-Mezopotamya’nın merkezinde yer aldığı Kafkasya’dan Bağdat ve Kahire’ye uzanan coğrafyadan hedeflemeli. Bu üretimde aklın yeniden özgürleştirilmesi kilit önemde.

18. yüzyıl aydınlanması aynı zamanda akıl çağı idi. Bireyin aklını, eleştirel bilincini yeniden özgürce kullanmasıyla aklın özgürleşmesi güçlendi. Akıl hurafelerden özgürleşti ancak kısa sürede bu kez yaratıcı aklın yerini modernist yasalar aldıkça ve akıl iktisadi akla dönüştükçe eleştirel, yaratıcı gücünü kaybetti.

Başka açıdan Modernizm, kul insandan “özgür” birey yaratıp insanı köle olmaktan çıkarttı fakat “özgür” birey kısa sürede kendini siyasal (devlet) ve sivil (sermaye) toplumun derin labirentlerinde kıstırılmış olarak buldu. Aklın yerini yasaların alması yani aklın yasaların gücünde devletleşmesi ve eleştirel aklın, başkaldırı ruhunun yerini dışsal olan yasaların işlevsel devletine bırakması ve nihayet insanların nesnelerin yönetimine girmesi…

Bunlar sanayi uygarlığının ve modernizmin bunalımının doruğudur. Akıl devletleşmiş, devlet ise sermaye yasalarının özlü ifadesi! Halen kendi ulusal devletini kuramamış Kürt halkı ve benzeri halkların; modernizm ve onun politik, ekonomik, sosyal kurum ve disiplininden alacağı yani yaşayıp aşacakları evreler olacak. Fakat Batı’da ve giderek Doğu’da da insanlığın modernist doku-disiplin-felsefeyle sorunu büyüyor. 20. yüzyıl boyunca; komünistlerden, liberallere, muhafazakarlardan milliyetçilere kadar tüm siyasal disiplinler ve hatta genelde 20. yüzyılın siyasal rejimleri, özelde tekçi ırkçı ulus devletler modernistti. Enternasyonalisti de milliyetçisi de hatta muhafazakârı da modernistti. Felsefi açıdan bakıldığında fütüristi, nihilisti, romantiği, devrimcisi, liberali ve kısmen klasisti de dahil modernizmden beslendi.

Yüzleştiğimiz sorun, kapitalist modernizmin bu karmaşık hatta karşıt felsefi, ideolojik, politik doku ve yapısıyla 21. yy’da insanlığın yükünü artık taşıyamayacak olması. Taşıyamadığından dolayı modernizm, felsefi olarak eski ile yeninin kolajı olan post-modernizmi; emek rejiminde fordizmi aşma hamlesi olan ve bir ucu Ortaçağ vahşi kapitalizmine diğer ucu kapitalizm sonrasına açılan postfordizmi üretti, üretiyor.

Aklın eleştirel yaklaşımı ve verilere dayalı analitik çözümlemenin, yerini kanaatlere, önyargılara, inanç ve duygulara güvene bıraktığı; hileli akıl yürütmelerin, “İkna gücü yüksek” yalan ve hilenin hakikatin yerini aldığı günümüz postmodernizm ve iktisadi kuşatıcılıktan aklın yeniden özgürleşmesi mücadelesi DMA’nın önünde duruyor. Kısacası, 21. yy aydınlanması her alanda; sermaye egemen, ırk egemen, erkek egemen, doğa egemen, din egemen düşünce sisteminden kopuş geliştirilmeli.

VI – Dolaysıyla siyasetin sınırlarını belirlediği ‘Rönesans’ ölü doğar!

Hâkim değil aydınlatan kültürü geliştirme; entelektüel emekçi kuşağının yaratılması; sanat-edebiyata yeniden ideolojik aşı; fakiri olduğumuz alan işçi edebiyatının geliştirilmesi; Kürdistan-Mezopotamya halklarının ulusal demokratik kültürlerinin derinliklerine inilmesi yolunda DMA; sanat-edebiyatta da toprağın yeniden işlenmesini hedeflemeli. Kürdistan özelinde sanat-edebiyatta; Ehmedê Xani ile simgeleşen ulusal demokratik değerleri sahiplenmeli ve Feqiyê Teyran ile başlayan E. Şemo, Cegerxwun, Y. Güney, A. Arif…ler ile devam eden sol emekçi, sosyalist (toplumsal) gerçekçiliğin günümüzde Diyarbakır, Antep, Van, Hewlêr, Mahabat… yani kent ve işçi-emekçi merkezli olarak yeni zeminlerde yeniden üretilip derinleştirilmesini hedeflemeli. Kısacası sanat-edebiyatta da tekrar yükselebilmek için derinleşmek gerekiyor. Yoksa yamacı yeniden tırmanamayız! Ve Boal’den ufuk açıcı bir alıntı;

“Başlangıçta, tiyatro dithyrambos şarkısıydı. Özgür insanların açık havada söyledikleri şarkı. Karnaval. Şenlik. Sonra egemen sınıflar tiyatroya sahip oldular ve ayırıcı duvarlarını ördüler. Önce, oyuncuyu seyirciden ayırarak insanları böldüler: Seyredenler ve oynayanlar. Şenlik bitmişti! İkinci olarak oyuncular iyi kahramanı kitleden ayırdılar. Islahçı doktrinleştirme başlamıştı.

Şimdi ezilen insanlar kendilerini yeniden özgürleştiriyorlar. Bir kez daha, kendi tiyatrolarını yapıyorlar. Duvarların yıkılması zorunludur. İlk önce seyirci eyleme geçiyor: Görünmez Tiyatro, Forum Tiyatrosu, İmge Tiyatrosu. İkincil olarak karakterlerin özel mülkiyetini birey-aktör’le dışlamak gerekiyor: Bu da ‘joker’ sistemidir.” (Augusto Boal, Peru’da Halk Tiyatrosu ile Denemeler. Aktaran Yeni İnsan, Politik Eylem, Sanat Dergisi, sayı 21, sy. 21)    

VII – Küremizde ekonomik krizin ötesinde, kapitalizmin yapısından gelen ve birbirini besleyen üç katmanlı krizin derinleşmesi Marksistlere çok yönlü yeniden üretimi dayatıyor!

İlki; kapitalizm 21. yy’la girerken, varoluşsal olgularıyla yaşadığı iki arada bir derede kalmanın krizidir. Varoluş nedeni olan olgularıyla ne birlikte ilerleyebiliyor ne de yollarını ayırabiliyor! Buna kapitalizmin Varoluşsal Krizi diyelim.

İkincisi; kapitalizmin, işçi sınıfı ve ezilenlerin yanı sıra doğa ve çevre ile de büyüyen çelişkisidir. Buna kapitalizmin ürettiği Ekolojik Kriz diyelim.

Üçüncüsü; ulaştığı teknolojik düzeyle maddi zenginlik üretebilme kapasitesini olağanüstü büyüten kapitalizm aynı süreçte toplumlarda açlık ve yoksulluğu da hızla büyüttü. Buna zenginlik içerisinde yoksulluğun derinleşmesi olarak kapitalizmin Uygarlık krizi diyelim.

Dördüncü kriz; Dünya komünist hareketinin teorik-ideolojik yeniden üretim Krizidir. Kapitalizm tarihi boyunca nesnel olarak hiç bu kadar komünizme yakın olmamıştı. Fakat Dünya komünist hareketi de teorik, ideolojik, politik ve örgütsel olarak hiç bu kadar zayıf düşmemişti. İşte yeniden üretimi dayatan dev alan!

Sonuç; “Dünya giderek küçük bir köye dönüşüyor. Küremizde uzak, yakın, büyük, küçük, metropol-taşra ayrımı giderek önemini yitiriyor. Gelişen iletişim ve etkileşim ağı sayesinde artık yeryüzünün her noktası Dünyanın merkezi konumundadır. Dünyayı… değiştirmek isteyenler nerede olurlarsa olsunlar orada yeni bir bütünlük kurabilme olanağına sahiptirler. Artık bulunduğumuz noktadan Dünyayı anlayabiliyor, tanımlayabiliyor ve yorumlayabiliyoruz.” (DMA çağrı metni) Dolayısıyla Dünyanın yeniden üretim eksenlerinden biri de Amed olabilir. Olmalıdır. “10.  Amed’den başlayarak ülkeyi, bölgeyi, Dünyayı algılamak, yorumlamak, değiştirmek isteyen herkesi, AMEP ile doğrudan ya da dolaylı olarak iletişime geçmeye ve katkı sunmaya çağırıyoruz” diyor DMA. 30.11.2022

[email protected]

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights