Ana SayfaNIVÎSKARÊNPKK-KDP gerilimi aşılmalı-II

PKK-KDP gerilimi aşılmalı-II

2 Kasım 2013 tarihli birinci yazımda aşağıdaki paragrafın altını çizmiştim:

“İkincisi; genelde Kürdistan ulusal demokratik hareketinin Doğu-Batı ekseninde yarılmasına giderek basın üzerinden dozu artan PKK-KDP siyasal gerilimi eklendi ki bu gerilim dört parçasıyla Kürdistan ulusal demokratik hareketini olumsuz etkiliyor, etkileyecektir.

Sıkça belirttiğim gibi Kürdistan ulusal demokratik hareketi parça ve parçalar arası Doğu-Batı ekseninde ayrışırsa, bu ayrışma yarın devletleşmeye yansırsa, bunun sorumlusu sadece emperyalist güçler ve bölgedeki yandaşları olmayacak, yanı sıra Kürt siyasal parti ve örgütlerinin kendileri de sorumlu olacaklardır.”

Yukarıda söylediklerimin üzerinden 5 ay gibi bir süre geçti, bu sürede gerilim düşeceğine ağırlaşarak Batı Kürdistan merkezli ama bölgesel girdileri de bulunan sorunlar üzerinden derinleşti, derinleşiyor. Birden fazla olan Arap ulus-devletleri, bazen birbirlerine düşman olabiliyorlar, hatta savaştıklarını da gördük. Bizimkiler ise devletleşme bir yana, daha en büyük iki parçada anadilde eğitim-öğretim hakkını bile elde etmeden birbirlerine kılıçlarını çektiler.

Türk şoven rejimi ve Aydınlık geleneği gibi ulusalcılar, “PKK Rojava’da üç kanton kurdu. Cizre, Kobani ve Afrin, aralarındaki bölgeleri de Selefiler kontrol ediyor. Bir tek Lazkiye bölgesi kalmıştı Kürt Koridoru’nun Akdeniz’e ulaşması için, Kesep düşünce bu da tamamlandı” diye korkuyorladı. Korktukları şudur: Güney Kürdistan, Batı Kürdistan ile birleşirse Akdeniz’e ulaşılacak ve böylece bağımsız Kürdistan devleti için uluslararası sulara ulaşmanın yolu açılmış olacak… Fakat bir süredir yaşanan ve giderek ağırlaşan gerilimi görünce eminim rahatlamışlardır, çünkü Kürtler hem birbirlerini yediklerinden birleşmeye halleri yok hem de PKK devlet kurmayı zaten geri bir adım olarak görüyor artık.

Devam eden gerilimde PKK ve KDP yöneticileri daha itidallı bir dil, üslub kullanırken, denetimlerindeki yayınları ise birbirlerine ateş püskürüyor. Özellikle de PKK yanlısı yayınların KDP ve Barzani’ye dönük kullandığı dil, Kürdistan ulusal demokratik hareketinin farklı yapılarının birbirlerine karşı kullanabileceği bir dil olamaz. Örneğin:“KDP mezar kazıyıcılığına terfi etti”, “Rojava’ya karşı KDP-AKP kirli işbirliği”, KDP ve AKP “Rojava’ya eşgüdümlü düşmanlık” içinde, “KDP ihanet içinde”, “KDP, TC ile Rojava’yı işgalde ittifak halindedir” (Özgür Gündem).

KDP yayınlarını ise Rudaw dışında pek takip edemiyorum. Rudaw’da takip ettiğim kadarıyla PKK’ye dönük hakaret diline en azından ben rastlamadım, fakat KDP adına PYD’ye gelen politik yanıtlar da oldukça ağır. Mesele ile ilgili yayınlanan KDP bildirisinde, “Batı Kürdistan halkının kaderi ile ihmalkar bir şekilde oynayan ve diktatörün nefesi, tekçilik ve silah zoru ile kendini Batı Kürdistan üzerinde dayatan, yurtsever halkın taleplerini kulak ardı eden böylesi bir hareketten yalan ve iftiralarını PDK’ye yöneltmesini bekliyorduk” denilerek PYD sert şekilde eleştirildi. Derken, Federal Kürdistan Zerevani Genel Komutanı General Aziz Weysi’nin, “Anlaşılan Maliki ordusuyla başaramadığını şimdi PKK üzerinden yarattığı provokasyon ile sonuca götürmek istemektedir. PKK’nin Maliki ile görüşmesinden hemen sonra hendek sorununun gündeme taşırılması bizde bu kuşkuyu yaratmaktadır” şeklinde gerilimi tırmandıracak açıklaması geldi.

Yapılan ağır eleştiriler ve kullanılan gerilim artırıcı dil, PKK ile KDP’nin çok ötesinde Kürdistan genelinde ulusal demokratik siyaseti derin bir şekilde ayrıştırıyor, hatta karşıtlaştırıyor. Olup bitenlere ilişkin “neden” sorusu çokça soruluyor. Öyle ya; PKK ile KDP arasındaki bu gerilimin temelinde neler bulunuyor?

 

Hendek Kazılması Savunulamaz

 

Güney Kürdistan Hükümeti’nin, -gerekçesi ne olursa olsun- iki Kürdistan parçası arasında hendek kazması yanlış. “Halen her gün, ortalama 5 bin-7 bin insan Rojava’yı terkedip Federe Kürdistan’a geçiyor. Bu bir felaket, Kürdistan’ın Rojava’sı boşalıyor, Arabistanlaşıyor!” ya da “Federe Kürdistan IŞİD ve EL-KAİDE gibi terörist örgütlere katılmaya gidenlere karşı, sınırda tedbir alıyor”, “kaçakçılığı önlüyoruz” gibi gerekçeler hendek kazmanın nedeni olamaz. Bu gerekçeler ciddidir, önemsenmelidir ama çözüm hendek değildir. Ayrıca topu topuna 25 km uzunluğu olan sınırı çeteci gruplara karşı kontrol etmenin başka yol ve yöntemleri illa ki vardır, hele de sınırın iki yakasında Kürdistan güvenlik güçleri varsa!..

Batı Kürdistanlıların hendeği protesto eylemlerinde haykırıp taşıdıkları “Kürdistan yeke, parçe neke!” yazılı dövizler anlamlıdır, önemsiyoruz. Ancak bu sloganı Güney Kürdistan Hükümeti ve özelde de KDP’ye/Barzani’ye karşı haykıranlar, aynı zamanda ve hatta esasen PKK ile PYD’nin kanton siyasetine karşı da haykırmalıdırlar. Batı ve Kuzey Kürdistan’daki kantonlaşma siyaseti ile birlikte devletsizlik tezinin de parçalı Kürdistanı birleştirip birleştirmediği sorgulanmalıdır.

Hendek kazmak, parçalı olan Kürdistan’da yeni yaralar açar, doğrudur. Peki ya kantonlaşama? Kantonlar Kürdistan’ı birleştiriyor mu? Hendek konusunda KDP, somutta da Neçirvan Barzani’nin ısrarı eleştirilmeli, peki PKK ve PYD’nin kanton siyasetine ne denilmeli?

Diyelim ki Batı Kürdistan’daki kantonlaşmaya Qamişlo, Kobanî ve Efrîn’nin coğrafik kopukluğu nedeniyle “zorunlu olarak gidildi”, olabilir. Peki ama Urfa, Diyarbakır, Mardin ve Van arasında da “Arap kemeri” veya başka bir coğrafik kopukluk mu vardı ki Kuzey’de de “dört büyükşehir merkezli kantonlaşma”ya dayalı “demokratik özerklik” savunuluyor?

 

PKK-KDP Geriliminde Arka Planın Ana Hatları

 

Güney Kürdistan Hükümeti’nin “terörist sızmasını ve kaçakçı girişini engelleme” gerekçesi kazılan handeğin gerekçesi olamayacağı gibi, PKK-PYD kaynaklarının “kazılan hendek, Rojava’yı ekonomik ablukaya alıp tecrit etmek içindir” demeleri de mantıki değildir. Zaten topu topuna 17 kilometrelik hendek söz konusu iddiaların nedeni olamaz. Gerilimin temelinde başka nedenler aramak lazım.

 

I – PKK ile KDP’nin Kürdistan üzerinde hegemonya kurma hesapları, aralarındaki rekabet ve yaşanan gerilimin ana nedenlerinin başında gelir. Her iki partinin doğum yerleri olan parçanın dışında diğer parçalarda da iktidar amaçlı seksiyon örgütlenmelerine gittikleri, Batı Kürdistan’ın diğer parçaların coğrafik uzantıları olması nedeniyle seksiyon örgütlenmelerinin etkili olduğu biliniyor.

İki partinin Kürdistan’da hegemonya yönelimlerine, bölgesel ittifak ve ilişkilerini de ekleyelim. İran ve Türkiye gibi bölgesel emperyal hedefleri bulunan devletler başta olmak üzere, Batı-Doğu eksenli güç merkezlerinin kendi aralarındaki gerilimin bugün Suriye üzerinden derinleşmesi, beraberinde PKK ile KDP ilişkilerini de zehirleyebiliyor. Ulusal kurtuluş hareketlerinin her bölgesel ittifak ve bağlantılarının ulusal harakete bir dönüşü olduğu/olacağı genel bir doğru olup, bunu en iyi de PKK ile KDP yaşayarak biliyor.

Tam da burada, Güney hükümetinin Türkiye ile ekonomik-ticari ilişkilerini ayrı tutarak, KDP- Türkiye, özelde de KDP-AKP siyasal ilişkileri Kürdistan davası açısından ne kadar eleştirilmeye muhtaç ise, bir o kadar da PKK-BAAS ve PKK-İran rejimi ilişkileri de (YKN ve Goran’ın da özellikle İran ile ilişkileri) o kadar eleştirilmeye muhtaçtır.

Bu açıdan kimi Türk yazar ve aydınlarının yaptığı gibi KDP’ye tek yanlı yüklenip PKK, Goran ve YNK’ye dokunmamak, kendi içerisinde tutarsızdır.

 

II – İki partinin farklı ideolojik-politik yapısı diğer bir gerilim nedenidir. İki partinin ideoloik-politik dokusu dün temelde farklı, hatta karşıttı denilebilir. KDP kurulduğundan beri milliyetçi-muhafazakar çizgisiyle “Irak’a demokrasi, Kürdistan’a özerklik”i savunurken, PKK kurulduğunda Marksist-Leninist parti olarak “bağımsız birleşik sosyalist Kürdistan”ı savunuyordu. Aradan geçen yıllar sonrasında halen ciddi farklılıkları olsa da ayrımlar zayıfladı.

KDP milliyetçi-muhafazakar çizgisini korurken, Bağdat ile gerilimlerde yer yer “bağımsız Kürdistan’ı ilan edebiliriz” kartını kullanmakta. PKK ise, ideolojik olarak Marksizm-Leninizm’den kopmanın yanı sıra “demokratik özerklik” yani “Türkiye’ye demokrasi, Kürdistan’a özerklik” savunusuyla KDP çizgisine yaklaşmış oldu. Buna rağmen PKK ile KDP’nin kumaşının politik dokusu belirli farklılıklarını koruyor ve bu durum hegemonya kavgasını kızıştıran bir diğer unsur.

Burada yeri gelmişken bir çifte standarda işaret edelim:

Radikal yazarı Fehim Taştekin, “Kürt hendeği; kâh siper kâh mezar” başlıklı yazısında hendek meselesini irdelerken, “Bölgesel ülkelerle kurulan ittifakların getirdiği dayatmaların Kürtler arasındaki bölücü etkisinin yanı sıra, aşiret bağlarına dayalı geleneksel siyasetle ideolojik temelde geleneksel sınırları aşan siyasetin yüzleşmesi bu” diyor. “KDP geleneksel ve dolayısıyla ideoloji dışı, PKK ise ideolojik bir hareket” ayrımı yanlış, çünkü KDP’nin savunduğu milliyetçi-muhafazakarlık da bir ideolojiye dayanır.

Sadece Taştekin değil, sol ve liberal yazarlar, Kemalist sosyalistler, PKK-KDP geriliminde PKK’nin yanında duruyorlar. Bu tutumlarında KDP’nin milliyetçi-muhafazakar çizgisinin rolü vardır elbette, ama esas olarak PKK’nin “UKTH artık geride kalmış, devlet kötüdür” diyerek devletsizlik savunusuna dayanarak mevcut sınırlar içerisinde “demokratik özerklik”i ve somutlaşmış haliyle kantonlar siyasetini izlemesinin rolü büyüktür. Çünkü bu yazarların Güney’i ve özellikle de KDP’yi “geri, ilkel” diye eleştirirken, PKK’nin “Ortadoğu için yeni model” dediği Rojava’yı övmeleri de aynı ideolojik kodlamanın ürünü.

KDP, başından beri milliyetçi-muhafazakar çizgisini değiştirmedi ve biz komünistlerin eleştiri hedefinde yer aldı daima. Peki dönün Maoist sosyalisti Noşirvan Mustafa liderliğindeki Goran’ın ve Marksist-Leninist PKK’nin evirildikleri yere ne demeli? Buna ne diyor bu aydın ve yazarlar!?

*KDP milliyetçi-muhafazakar tamam da,Rojava’nın kabul ettiği Toplumsal Sözleşme’nin 7. Bölüm 85. Maddesi- Demokratik Özerklik Yönetiminin Hukuki Yemini’nde “Tanrı (Allah) adına yemin ederim ki bu Toplumsal Sözleşmeye ve yasalarına saygı duyacağım” demek sosyalistlik mi? Bu yemin Güney’in yemininden çok mu ileri?  Hayır! Burada Rojava Toplumsal Sözleşmesi hukuki yemini neden Tanrı adıyla başlıyor diye eleştirmiyorum, eleştirdiğim şey şu: Rojava’daki uygulamaya “yaşamın gerçekliği adına zorunlu bir uygulama” diyorsak, aynı şey Güney ve KDP söz konusu olunca neden “geleneksel, gerici” deniliyor? Neden bu çifte stardart?

*KDP’nin Kutlu Doğum Haftası’nı anması gibi etkinlikler, “Nakşiliğinden gelen dini ve geleneksel yapısı gereği” görülüp eleştirilir, peki ama PKK’nin aynı şeyi hem de büyük eylemlerle Diyarbakır’dan Van’a gerçekleştirmesi neden “siyasi taktik gereği” görülüp alkışlanır? Ben bir ulusal kurtuluş hareketinin, somutta da AKP ile alan mücadelesi içerisinde olan PKK’nin Kutlu Doğum etkinliğine karşı değilim, karşı olduğum şey şudur: KDP yapınca “geleneksel, ideoloji dışı yapısının gereği oluyor”, ama PKK yapınca “demokratik modernite siyasetinin” yansıması olarak görülüyor. İşte çifte standart!

*Güney Hükümeti, PYD lideri S. Müslim’e geçiş izni vermeyince haklı olarak eleştirilirken (biz de eleştirdik), Kürdistan Demokrat Partisi-Suriye’nin 132 delegesi birlik kongresi için Güney’e geçmek isterken PYD’nin Cizîre Kantonu sorumluları tarafından izin verilmeyince ve sonra dönüşte kimilerini tutuklayınca Taştekin ve benzerleri neden bunu eleştirmiyor?

*Güney Hükümeti, Hewlêr ve Süleymaniye başta olmak üzere yerleşim yerlerinde kutu kutu modern bina ve gökdelenler inşa edince bu kapitalist modernite oluyor da, Viranşehir, Kızıltepe, Nusaybin, Hakkari, Van, Diyarbakır’ın beton bloklarla dolup taşması ve TÜSİAD’ın Cizre, Batman toplantıları ile Ciner Grubu’nun Şırnak’ta 800 milyon dolarlık termik santral kurması bizzat BDP’ilerce “Kürdistan’a sermaye geliyor, yeni iş imkanları doğuyor” denilerek alkışlanmasına rağmen neden bunun adı kapitalist değil de “demokratik modernite” oluyor?

 

III – M. Barzani’nin, “PYD, Suriye rejimiyle işbirliği içerisinde bölgeye silah zoruyla el koydu”açıklaması hem aralarındaki gerilimi derinleştirmiş hem de hegemonya hesaplarını da açığa çıkarmış oluyor.

Bu konuda öncelikle şunun altını çizmekte yarar vardır: KDP’ye yakın politik çizgide olan Batı Kürdistanlı parti ve örgütler, Suriye savaşı patlak verdiğinde, daha çok bekle-gör politikasıyla Batı yanlısı tutum alırken, PKK ve PYD ise Suriye rejiminin “düşman cephesini daraltmak” politikasıyla iki büyük Kürdistan kenti Qamişlo ve Hasekî’deki varlığını küçültmeye paralel  Kürdistan genelinde kendiliğinden çekilmesinin yarattığı fırsatı zamanında değerlendirmiş ve askeri etkinlik sağlamayı başarmıştır.

PKK’nin fırsatı değerlendiren hamlesini değerlendirmek, ama kendi dışındaki Batı Kürdistanlı parti ve örgütlerle ekonomik ve askeri olarak ortaklaşmamasını eleştirmek gerekir ki esasen iki parti arasındaki gerilim de bu noktada ortaya çıkıyor. PKK Batı Kürdistan’da iktidarı eline geçirmiş ve paylaşmak istemiyor. Her ne kadar PKK ve PYD yetkilileri  KDP’ye yanıt olarak, “Batı Kürdistan’da biz iktidar değiliz ki iktidarı paylaşalım, iktidar halkta” deseler de, iktidar özü itibariyle paylaşmaşaya değil hegemonyaya yönelimlidir daima.

KDP yanlısı partilerin geç de olsa Güney’in desteğiyle eğitilen askeri güçlerinin kendi bayrak ve flamalarıyla Batı Kürdistan’a geçmek istemesine, YPG’nin önlerine geçip “bırakmayız, ya gelip YGP saflarına katılırsınız ya da ayrı bir askeri güç olarak kabuletmeyiz, ısrar ederseniz savaş çıkar” şeklindeki tekçiliği dayatan tutumu gerilimi doruğa çıkaran gelişmelerin başında geliyor ve kabul edilemez. Kısacası, PYD “buranın idari gücü benim” derken, KDP ve yakın duran partilerin bunu kabul etmemesi gerilimin bir diğer nedenidir.

Suriye’de iç ayaklanma ve savaş başladığından bu yana PYD’nin, BAAS rejimine karşı savaşmadığı kendi beyanlarıdır. YPG, Batı Kürdistan’da ilk başlarda ÖSO ile kısmen savaşsa da esas olarak El Nusra ve IŞİD gibi İslami cihatçılarla savaştı.

Dikkat edilirse PYD’nin savaştığı bu güçler aynı zamanda Suriye rejiminin de Kuzey cephesinde savaştığı güçlerdir. Kuzey’deki bu paralellik, kendiliğinden yan yana gelişin ürünü mü, yoksa işbirliğini içeren bir anlaşmaya mı dayanıyor? Sorunun yanıtına ilişkin birden fazla iddia var.  Kesin olan ise son üç yılı aşkındır PYD ile Suriye rejiminin çatışma içerisinde olmadığıdır. Yine net olan şey: Cizîre Kantonu kurulmasına rağmen, Suriye rejiminin Qamişlo ve Haseki’de askeri-idari yapısını sürdürdüğü, halen Qamişlo-Nusaybin gümrük kapısı ve Qamişlo hava alanının Suriye rejiminin elinde olduğudur.

 

IV – Eğer derinleşen gerilim önlemezse, iki partinin bölge denklemindeki yerleri de dikkate alındığında, zayıf ihtimal de olsa çatışmaya dönüşebilir. Muhtemel bir çatışma sadece PKK ile KDP arasında sınırlı kalmayabilir, hem Kürdistan’ın dört parçası buna dahil olabilir hem de İran, Irak, Suriye ve Türkiye’yi de dolaylı da olsa savaşın tarafları haline getirebilir. Bu dört sömürgeci devlet, “bırakın Kürtler birbirlerini yesinler, ikisi de güçten düşsün” politikasında da gizlice ortaklaşabilir. Tıpkı 8 yıl süren İran-Irak savaşında Batılı güçlerin takındığı tutum benzeri bir politikayı işgalci devletler PKK-KDP geriliminde de izleyebilirler. Zayıf bir ihtimaldir ama ciddiye alınması gereken bir ihtimaldir.

 

Sonuç olarak; bütün bunlar dikkate alındığında, Kürdistan ulusal demokratik hareketinin genelini etkisi altına alan PKK-KDP geriliminin aşılması için etkin ve duyarlı siyasal yapılar, aydınlar bir an evvel harekete geçmelidir. Başta PKK ve KDP yetkilileri ile Güney Hükümeti olmak üzere herkesle görüşülerek meselenin diyaloğ yoluyla aşılması için çaba harcanmalıdır. Düşman rejimlerle “barışçıl demokratik çözüm” arayan Kürt siyaseti kendi içerisinde de bunu başarmalı, başarabilir de. Rojava’daki ulusal demokratik parti ve örgütler de, Kuzey ve Güney’in doğrudan müdahaleleri olmadan, kendi çullarını kendileri sudan çıkarmayı başabilirlerse çözümde etkin bir rol oynayabilirler.

23.04.2014

[email protected]

 

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights