İŞBİRLİKÇİ KÜRT TİPİNİN YARATILMASINDA II. ABDÜLHAMİD’İN ROLÜ-1
Resmi Türk tarih tezlerinin iddia ettiği gibi Kürdistan 1514 yıllında Çaldıran savaşıyla Osmanlı Hükümdarı Sultan I. Selim tarafından işgal edilip Osmanlı ülkesine katılmadı. Ya ne yapıldı? Kürdistan mirlikleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında İdiris-i Bitlisi aracılığıyla bir ittifak kuruldu, tıpkı günümüzde iki bağımsız devlet arasında kurulan ittifaklar gibi. Bu ittifak antlaşmasına göre Sultan, Kürt mirlik ve beyliklerini bir iç veya dış saldırı karşısında koruyacaktır. Burada iç saldırı, bir mirliğin güçlenip, diğer mirlik ve beylikleri üzerinde egemenlik kurmasını önlemek amacını taşır. Amaç, Kürtlerin birliğini önlemek ve parçalanmış güçsüz beyliklerin varlığını korumaktır. Her güçsüz parça, mirlik olsun, beylik olsun ya da aşiret olsun varlığının teminatını sultanın himayesi altında bir güvenceye kavuşturmuştu. Bu teminat tarihi süreç içerisinde oluşan çok olumlu şartlara rağmen, Kürt birliğinin oluşmasını engellemiş, etkileri XX. yüzyıla kadar gelmiştir. Sultan, o güne kadar Osmanlı geleneğinden olmayan miras hakkını da Kürt mirlik ve beyliklerine tanıyarak, onların güvenini iyice kazanır. Buna karşılık Kürt mirlik ve beylikleri de bir savaş anında ordularıyla beraber sultanın yardımına koşacaklardır. Bu ittifak açıkladığımız gibi Kürt birliğinin oluşmasını engellediği için Kürtlerin aleyhinde gelişirken, Osmanlı doğu sınırlarını önceleri İran şahlarına karşı, daha sonra Ruslara karşı koruyup güvenceye aldığı için Türklerin lehinde gelişti. Kürtler, bu coğrafyada kendilerinin taraftar olmadığı savaşlarda asırlarca çarpışacak ve yüz binlerce evladını yitirecek, ülkeleri talan edilerek viraneye çevrilecektir.
Yavuz Sultan Selim, Osmanlılara gönül rızası ile katılan beyliklere yukarıda açıkladığımız gibi geniş bir özerklik tanıdı. Ne var ki, Kürtlere adil davranılacağı yönünde Osmanlılar tarafından İdris-i Bitlisi aracılığıyla verilen söz kısa süre içerisinde çiğnendi. Daha anlaşmanın mürekkebi kurumadan bizzat Sultan Selim’in saltanatının (1512-1520) son dönemlerinde çok sayıda Kürt zorla Orta ve Kuzey Anadolu’ya, hatta Bulgaristan’a sürüldü. Bu sürgünler de gösteriyordu ki bu ittifakın uzun sürmeyeceği kesindi. Osmanlılar bu antlaşma metinlerine asla uymadılar ve Kürtlerin kendi kendilerini yönetmelerini önlemek için her türlü tedbiri almaktan da sakınmadılar. Buna rağmen Kürt mirlik ve beylikleri varlıklarını uzun yıllar koruyacaklardır. Kürdistan sınırlarında oluşturulan valiliklere, usulen Kürt beylikleri bağlanmıştı. Savaş hallerinde Kürt beyleri ya bizzat ordularının başlarında ya da belli sayıda askeri birliği Osmanlı ordusuna katılması için gönderiyorlardı. Kürdistan’ın sınırlarındaki Osmanlı eyalet valileri, Kürt beylerinin üstünde gösterilmelerine karşılık, beylerin güçlü iktidarları nedeniyle ya onların içişlerine hiç karışmamışlar ya da çok ender olarak ve belli bazı hallerde onlara müdahale etmişlerdir. (*1) Beylikler Osmanlı İmparatorluğu ile zaman zaman sorunlar yaşasalar da varlıklarını ve bağımsızlıklarını XIX. yüzyılın başlarına kadar taşıyabildiler.
BEYLİKLERİN ORTADAN KALDIRILMASI VE KÜRDİSTAN’NIN İŞGALİ ( 1800-1850.)
XIX. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu bir yandan hızla gerileyerek çöküşün eşiğine gelirken, aynı zamanda İngiliz kapitalizminin de yarı sömürgesi haline geldi. Diğer yandan ise emperyalist İngilizlerin desteğiyle hızla merkezileşiyordu. Denilebilir ki aynı anda, hem merkezkaç hem de merkeziyetçilik eğilimleri güçlendirmeye çalışılırken, İmparatorluk da hızla sömürgeleşerek içten içe çöküyordu. Batıda ulusalcı fikirlerin etkisinde kalan halklar, Batılı ülkelerin ve Çarlık Rusya’nın desteğiyle hızla İmparatorluktan koparak ulus devletlerini kurmak istiyorlardı. Doğuda ise tersi bir durum işleniyordu. İngilizler çıkarları gereği Osmanlı merkezi yönetimini, özerk Kürt beyliklerine karşı güçlendiriyordu. Beylikler merkezi yönetimin ayak bağı olmuşlardı. Çünkü kapitalizm batıdan başlayarak adım adım Osmanlı ülkesine girmekteydi. Biriken ticari sermayeye beylikler değil, devlet kendisi el koymak istiyordu. Güçlenen merkezi yönetim, zorunlu askerlik hizmetini getirdiği gibi, artan giderlerini karşılamak için de vergileri bizzat kendisi toplamak istiyordu. Ancak Kürt beylikleri ticaretin gelişmesi ve pazarın genişlemesi önünde engel teşkil ediyorlardı. Bunun yanında Kürdistan’dan geçen ticari yolların sürekli Kürt tehdidi altında oluşu, bu beyliklerin dizginlenmesini zorunlu hale getirmişti. Böylece Kürt beyliklerin çıkarları ile Osmanlı İmparatorluğunun çıkarları çelişiyordu. Aynı şekilde İran da İngiliz kapitalizminin etkisine girmişti ve Doğu’da bir tehdit unsuru olmaktan çıkmıştı. Artık Kürt beyliklerine ihtiyaç kalmamıştı. Üstelik zorunlu askerliğe ve vergi toplamaya muhalefet ediyorlar, ticaret yollarını da tehdit ediyorlardı. Merkezi hükümet beylikleri kaldırıp, otoritesini bölgeye hâkim kılmak için, var gücüyle Kürdistan’a yüklendi. Kürdistan’ın işgali anlamına gelen bu devlet tehdidine karşı beylikler de direnmeye çalıştı. Ama ilkesizlik, bilinçsizlik, ulusal değerlerde yoksunluk bu beyliklerin birleşip güç birliği etmesini önlüyordu. Kapitalist devletler de ticaret yollarının güvenliği nedeniyle hükümeti kışkırtıp, Osmanlı sultanının yanında yer aldılar. “Batılı kapitalist devletler, ticaret güvenliğini en çok Kürtler bozduğundan, Asya ve Ortadoğu ticaret yolunun güvence altına alınması için isyanların bastırılmasında sultanları desteklediler. Batının bu konuda sürekli uyarıları olmuş, nitekim Bağdat, Erzurum ve Diyarbakır’a yerleşen batılı konsoloslar, İmparatorluktan bu beyliklerin susturulmasını istemişlerdir. Sultan Mahmut’un yaptığı da bu isteğin yerine getirilmesinden başka bir şey değildir”(*2 ) Böylece beyliklerin ortadan kaldırılması zorunlu oldu. Kürdistan’da da merkezi hükümete bağlı bir sömürgeleştirme ve ulusal baskı altına alma dönemi başladı.
Mevcut beylikler ve mirlikler, merkezi hükümetten gelebilecek tehlikenin farkına varmışlardı. Yine de ilkesizliği bırakıp güç birliğine gidemediler. Zaten mevcut sistemde bu birlikteliği önleyecek şekilde kurgulanmıştı. Biraz güçleneni de Osmanlı içeride çökertiyordu. Bazılarını dini kullanarak, Halifeye karşı gelmenin kâfirlikle eşanlamlı olduğunu, kimini de satın alarak (Yezdan Şêr Beg gibi) güçten düşürüyordu. Güç birliği oluşturmayan Kürt beylikleri birer birer ya Osmanlı’ya ya da İran şahına av oluyorlardı. Av olacaklarını bildikleri halde ilkesizlik ve ulusal bilinçsizliğin yanı sıra, beyliklerin birleşmemelerinin birçok başka nedeni daha vardı. Bunlardan birinci ve en önemlisi, Osmanlı’yla imzalanan antlaşma ile Kürt toplum yapısının paramparça edilmesi; en küçük parçanın varlığının garantisinin dahi sultanın himayesine bağlanmasıydı. Osmanlı da bu ayrışmanın derinleşmesi için her türlü imkânı kullanıyorlardı. Bu bölünmüşlük, karabasan gibi Kürtlerin üzerine çökerek onların birliği engelledi. İkinci nedeni; İslam’ın ümmetçi anlayışıdır. Çünkü İslam’da dinsel bilinç, ulusal bilinçten önde gelir ve İslam, her türlü ırk kavramının üstündedir. Bu iki önemli neden, yani “aşiretlerin coğrafi dağınıklığı, reislerinin daha geniş bir çıkar anlayışına yükselemeyişi, disiplin ve birlik yokluğu, ortak bir Kürt bilincin bulunmayışı ve özellikle İslamlığın ulusallıktan uzaklaştırıcı etkisi, şimdiye değin Kürtleri ulusal devletlerini kurmaktan alıkoymuştur.” (*3) Tarih boyunca İslam dini Kürt ulusal birliğin gelişmesine hep engel olmuştur, oysa dinsel inanç Kürtlerle aynı coğrafyayı paylaşan Ermeni ve Gürcü halklarının varlık nedeni olmuştur. 21. yüzyılda bile Kürtler, dini bilinçten, ulusal bilince geçişin sancılarını yaşamaktadırlar.
Soran-Rewanduz Prensi Mir Muhammed Paşa (Prens Muhammed) 1830 yıllarında bağımsız bir Kürdistan kurmanın peşindeydi. Mısırlı Mehmet Ali Paşa’yı kendisine örnek aldı. Atölyeler açıp, ateşli silahlar üretti. Osmanlılarla girişilen çarpışmalarda 1834 yıllında beklenmedik bir zafer elde etti. Hatta Osmanlı ordusunda görevli Alman subayı olan Helmuth Von Moltke’de Kürtlerin savaşkanlıklarına ve kahramanlıklarına hayran kalır. Bu subay daha sonra Prusya-Fransız savaşında (1870-71) Fransızları yenen ve mareşallik payesini alan zattır. Mir Muhammed adil yönetimi ile gün geçtikçe güçleniyordu. Silahlı mücadele ile prensi yenemeyeceğini anlayan Osmanlı yönetimi, Kürtleri en zayıf noktasında vurarak, dinsel şahsiyetleri kullanmaya başladı. 1836 yıllında önde gelen yerel bir şeyhi ayartarak, Müslüman Kürtlerin Prens Muhammed komutası altında, Halife’nin mukabili olan Osmanlı Sultanına karşı savaşmalarını yasaklayan bir fetva çıkarmasını sağladı. Bu fetvada “Halife ordusuyla kim savaşırsa kâfirdir” der. Yüzüstü bırakılan Prens Muhammed teslim olur ve bir yıl sonra tutuklu bulunduğu Trabzon’da katledilir.(*4) İslam kardeşliği bir kez daha Kürtlerin aleyhinde işlemeye başlar. Aynı şekilde Bohti (Botan) Beyliğinin son prensi Bedirhan Bey (1802-1868) yeğeni Yezdan Şer’in ihanetiyle yenilgiye uğratılır.
OSMANLI SARAYI VE İŞBİRLİKÇİ BEYLİKLER TALANDA ORTAKTI
Kürt beyliklerin kendi aralarında güç birliği etmeyişlerinin bir başka sebebi de işbirlikçi beyliklerin Osmanlı sarayı ile olan ilişkilerinde aramak gerekir. Bu tür beylikler, yönetimi altında ki Müslüman olmayan halkları iliklerine kadar sömürürdü. Bazen de bu halklara karşı güç kullanır; katliamlara girişler ve mallarını, mülklerini talan ederlerdi. Talandan elde edilen ganimetin büyük kısmını “Sultanın hakkı “diye İstanbul’a yollarlardı. Ganimet geldiği müddetçe de Sultan bu talan ve soykırımı görmezlikten gelirdi, hatta el altından teşvik de ederdi. Bunun en güzel örneğini Bedirhan Bey’in hareketinde görürüz. İlk başlarda Osmanlı’nın isteği doğrultusunda hareket eden Bedirhan Bey, Kürdistan’da farklı inançta bulunan ırkdaşlarına karşı tamamen bir soykırım uygular. Hüküm sürdüğü 1832-1846 yılları arasında çoğunluğu Kızılbaş ve Êzidi Kürdü olmak üzere 150 binden fazla Kürdü ve Hıristiyan’ı katlettirir. Tarihi kayıtlara göre, sadece 1832’de katlettiği savunmasız Êzidi ve Kızılbaş Kürt sayısı 120 bini aşmaktadır. Katliamdan Nesturi Kürtleri de nasiplerine düşenin fazlasını alırlar.(**dip nota bak) Bedirxan Bey, Osmanlı’ya bağlıdır. Osmanlı’nın istemlerini yerine getirir. Farklı inançlara sahip olan insanlara kendi toprakları üzerinde yaşama hakkı tanımaz. Onları din değiştirmeye zorlar. Özgürlüklere karşıdır. İslam olmak istemeyenlerin bütün üretimlerine, ürünlerine “vergi” adı altında el koyar. Osmanlı’nın istediği yıllık vergileri vermek için bölge insanını fazlasıyla ezer; zulüm uygular. Osmanlı’ya ters düşünce de isyan eder. Yeğeninin ihanetiyle yenilir. Girit’e Candie’ye sürgün edilir. Gelişen Yunan ulusal hareketini bastırmakla görevlendirilir. Başarılarından dolayı af edilir, önce İstanbul’a ardından Şam’a yerleşmesine izin verilir. 1868 yıllında öldüğünde geriye 14 eş, 90 çocuk bırakır. Bunlardan 42’si yaşar. Aynı şekilde Şemdinanlı Şeyh Ubeydullah, Mahabad’da, Kürt ama Müslüman olmayan halktan 3 bin kişiyi katleder. Bu katliamlar Kürtler arasında kapanmayan yaralar açar. Kürtler arasında oluşan bu güvensiz ortam ancak XX. yüzyılın ikinci yarısından sonra ulusal uyanış hareketinin gelişimiyle kırılır.
BEYLİKLERİN KALDIRILMASI, KÜRDİSTAN ORTAMINDA KÜLTÜREL BOŞLUK VE KAOS YARATTI
Kürt beyliklerinin birer ikişer ortadan kaldırılışı, Kürdistan’ın sosyal-siyasal evrimleşmesini geciktirdi. Çünkü Beylikler binlerce yıllık bir geçmişe ve kültürel mirasa sahiptiler. Bu beylikler Kürdistan’da kültürün gelişmesinde, yeni fikirlerin oluşumunda, teknolojik gelişmelere açık ve öncü konumundaydılar. Bu hanedan aileleri aynı zamanda yüksek eğitimli, birikimli ve kültürlü bireylerden oluşurdu ki, Kürtlerin geçmişindeki kültürel başarıların büyük kısmı onların eseridir. Örneğin derli toplu ilk Kürt tarihi yazarı Şerefhan Bitlisi, yine Latin alfabesini temel alarak, modern Kürtçenin yazım sistemini kuran Bedirhaniler ailesinden Celadet Ali Bedirhan Bey, İlk Kürtçe gazetesi olan “Kürdistan”ı 1898’de çıkaran, Mithat Bedirhan Bey, hep bu hanedan ailelerinden gelmekteydiler.
Kürt Beylikleri, dönemlerine göre oldukça iyi eğitim de veriyorlardı. Eğitim medreselerde, Kürtçe-Arapça dillerinde yapılıyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda, medreselerin en yoğun olduğu bölge Kürdistan’dı. Kürtlerin ünlü düşün adamları Şerefhan, Ehmedê Xani, Feqiyê Teyran, Cigerxûn gibi düşünür ve şairler bu medreselerde yetişmişlerdi. Medreselerin, Kemalist rejimce kapatılmalarına rağmen etkileri günümüze kadar devam etti. Kürt dilini en düzgün ve doğru kullananlar bu medrese eğitimlileri olmuşlardır. Kürt dilinin bunca baskıya rağmen yok olmayıp direnmesinin başlıca sebebi bu medreselerde verilen eğitime borçludur.
-devam edecek-
Kaynakça:
*1– W. Köhler, Kürt Şehri Bitlis,
*2– M. Erener, Ulusal Sorun ve Kürdistan
*3–B. Nikitin, Kürtler.
*4—M. R. İzady, Kürtler, bir el kitabı.