Ana SayfaNIVÎSKARÊNECDAT(INIZ)IN VUKUAT(LAR)I

ECDAT(INIZ)IN VUKUAT(LAR)I[*]

“İşte bir sürü olay sana.

Ve bir sürü soru.”[1]

 

Hepimize Stephen Hawking’in, “Bilginin en büyük düşmanı bilgisizlik değildir, bildiğini zannetmektir,” sözünü anımsatan bir “Ecdat” yaygarası aldı başını gidiyor…

Semih Gümüş’ün, “Tarihi anlar yaratamaz”; Giorgio Agamben’in, “Tarih asla anda yakalanamaz, sadece bütüncül süreç olarak yakalanabilir,”[2] uyarılarını kavrayamayan “ecdat körlüğü” dört yanı sarıp sarmalıyor…

Örneğin TÜBİTAK Bilim Fuarları Destekleme Programı kapsamında Adana Bahtiyar Vahapzade Sosyal Bilimler Lisesi’nde düzenlenen “Bilim Fuarı”ndaki “Emr-i Ferman Yerini Bulmuştur Hünkarım” başlıklı projede Osmanlı Hukuk Sistemindeki “ürkünç” cezaları, “övgü”yle anlatılıyor.

“Zina yapana testislerinin yedirilmesi, suçlunun derisinin yüzülerek vücuda tuz basılması” gibi cezaların ayrıntıları ile anlatıldığı öğretmen danışmanlığında hazırlanan projede, “Osmanlı ceza politikası sadistçe değil zekicedir” sonucuna varılıyor!

Emr-i Ferman Yerini Bulmuştur adlı projede yer alan ifadelerin bazıları şöyle:

“Testislerini Yedirmek: Zina yapan adamın cinsel organı kesilir ve adama yedirilir.

İbret Taşı: İdam edilecek kişi İstanbul dışındaysa kesilen başın bozulmaması için bal dolu torbaya konulur, sultanın huzuruna getirilirdi. Tepsi içinde padişaha gösterilip ibret taşına konur, üç gün teşhir edilirdi. Bunun en bilinen örneği Viyana kuşatmasındaki başarısızlığı sebebiyle başı kesilen ve bal torbasına konulan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa.

Recm (Taşa Tutma): Genelde bir Müslüman bir Hıristiyan ile ilişki kurarsa bu kişi cezaya çarptırılırdı. Bu ceza Müslüman ve evli bir kadınla Hıristiyan bir erkeğin ilişki yaşadığı öğrenilince uygulanmıştır. Cellatlar, Müslümanların kesik başlarını infazdan sonra cesedi sırt üstü yatırarak koltuğunun altına koyarlardı. Bu yüzden devletin üst düzey görevlileri, “kelle koltukta geziyoruz” ifadesini çok terennüm ederlerdi. Müslüman olmayanlar yüzükoyun yatırılarak başları kıçlarının üstüne konurdu.”[3]

Durum bu ve bu kadar yüz kızartıcı…

“Ecdatları”yla çok övünürler; oysa “Övmeyeceksin. Göklere çıkarmak övdüğünden kopmak ayrılmak demektir,” uyarısını unuturlar Eugene Guillevic’in…

Aslı sorulursa “Övme, asıl fikirlerini gizleyenlerin söyledikleri bir yalandır,” Platon’un da işaret ettiği üzere…

Kolay mı?

Hepimize, “Tarihin yanlış yazılması bir millet olmanın parçasıdır,” gerçeğini hatırlatır Ernest Renan…

Gerçekten de egemen(ler)in tarihi herkesin sorduğu soruları bastırmak için kimsenin sormadığı soruları yanıtlayıp duran sağırlara benzerken; resmî tarihin yazıldığı mürekkep, akışkan bir önyargıdan başka bir şey değildir aslında.

Oysa tarih, resmî tarihçilere bırakılmayacak kadar ciddi bir şeyken; resmî tarih imtiyazlı bir azınlığın yani egemenlerindir.

 

VUKUAT(LAR)I

 

Bilinir, Türk(iye) milliyetçilerinde, İslâmcılarında yoğun bir Osmanlı İmparatorluğu özlemi vardır. Söz konusu Osmanlı sevdasını resmî ideoloji körüklerken, Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA) onların kahramanlıkları yalanına sarılır.

Söz konusu “şanlı mirasla” övünenler, eceliyle ölen Osmanlı padişahının çok az olduğunu görmezden gelir.

Kaldı ki Fatih Sultan Mehmet’in, ‘Kanunname’siyle “devletin bekası için” baba, kardeş, amca, anne vs. akrabaları katletmenin “yasallaştırıldığı” geleneğin kökeninde İmparatorluğun kurucusu Osman Bey’e dayanan, aile içi cinayetler vardır.

Mesela Osman Bey, öz amcası Dündar Bey’i kendi elleriyle boğarak öldürdü ve cesedini sergiler.

Mesela I. Murat, babadan büyük evlada geçen saltanat geleneğini bozar ve padişah olması gereken ağabeyi Halil’i öldürüp tahta geçer. Sonra da diğer kardeşi İbrahim’i de öldürtür. Ardından da, öz oğlu Savcıbey’i öldürüp cesedini şehrin merkezine asar.

Yıldırım Bayezid’in ise tahta geçtikten sonra yaptığı ilk iş, on kardeşini vahşice boğazlatmak olmuştur.

Yıldırım Bayezid İran’a esir düşünce, kısa bir süreliğine onun yerine geçen oğlu Çelebi Mehmet, kardeşi İsa’yı boğdurtur.

  1. Murat’a gelince, tahta geçtiğinde Osmanlı cinayet geleneğini sürecektir. Kardeşi Mustafa’yı öldürtür, diğer kardeşlerinin gözlerine “mil” çektirir. Amcası Mustafa’yı kendi elleriyle öldürüp, ibret olsun diye cesedini Edirne surlarına astırır. Daha sonra alelacele bir ferman yayınlayarak ahaliyi amcasının cesedini izlemeye zorlar. Ceset, asıldığı yerde çürümüştür.

İstanbul’u fethiyle ünlenen, İslâmcılar ile milliyetçilerin “kutsal bir aziz” olarak sundukları Fatih Sultan Mehmet’in kundaktaki kardeşini boğdurarak öldürttüğünü biliyor muydunuz?

Ki Fatih, saltanat ailesi cinayetlerini yasallaştırmasıyla ünlenmişti.

Fatih öldükten sonra iki oğlu hayatta kaldı. II. Bayezid ve Cem Sultan. Tahtı II. Bayezid alınca, Cem İtalya’ya kaçtı. Bayezid İtalya’ya kaçan kardeşinin peşini bırakmadı. Önce Cem’in ülkede kalan çocukları Oğuz, Han, Ahmet ve Paşa’yı öldürttü. Daha sonra rüşvet ödeyerek İtalya’da yaşayan kardeşi Cem’i zehirletti.

Sadrazamının kellesini kendi elleriyle kestikten sonra kanlı kelleyi aylarca yanındaki heybesinde taşıyan Yavuz Sultan Selim de işe kardeşleri Şah, Alem Şah, Mahmut ve Mahmut’un oğulları Mehmet, Musa, Emin, Orhan ve Osman’ı boğdurtmakla başlamıştı.

Sonra büyük ağabeyi Korkut’u öldürdü. Kardeşi Ahmet’le yaptığı Yenişehir savaşını kazanınca kardeşini işkence ederek öldürttü, ölüsünü sergiledi.

Amcasının Bursa’da bulunan beş oğlunu İstanbul’a getirterek öldürttü ve böylece kendisinden başka soyunda insan bırakmadı. Yavuz ayrıca binlerce Alevi’yi öldürtmekle de nam salmıştı.

Siz bakmayın Taha Akyol’un, “Selim-İsmail kavgası, Bizans-Sasani kavgasına kadar uzanan bir jeopolitiğin devamıydı. Çarpışan bütün değerlerin keskinleşmesi gibi bir tarafta Sünnilik keskinleşti, esef verici fetvalar yazıldı. Diğer tarafta, Türkmenlere dayalı Safevi devleti Alevilikten keskin bir Şiiliğe ve Fars geleneklerine sarıldı. Savaş yıllarında Osmanlı ulemasından İbn Kemal’in verdiği fetva ile Safevi ulemasından Molla Muhammed Bâkir’in verdiği fetvayı yan yana koyun, mezhep adlarını kapatın, neredeyse aynıdır,”[4] demesine…

Unutmayın: Yavuz Sultan Selim’in 40.000 Alevi’yi katlettiğini yazar, Yavuz’un memurlarından tarihçi İdris-i Bitlisi!

  1. Süleyman (Kanunî) kendisinden önceki padişah babası bütün soyunu yok ettiği için ancak Rodos adasında yaşayan Fatih’in torununu (yani Cem’in oğlunu) bulup, öldürttü. Öldürecek akraba bulamama konusunda en şanssız padişahtır Kanunî Sultan Süleyman ama daha sonraki yıllarda kendi oğlu Mustafa’yı öldürdü.

Kanunî Sultan Süleyman öz oğlu Mustafa’nın boğulmasını izlemiştir.

İran’a kaçan Kanunî’nin ikinci oğlu Bayezid ise, İran’a rüşvet verilerek boğduruldu. Bununla yetinmeyen Kanunî İran’da yaşayan Bayezid’in dört çocuğunu da (yani torunlarını) öldürttü.

III. Murat da tahta geçer geçmez 5 kardeşini öldürttü. Ama kardeş cinayetleri rekoru III. Murat’ta değildir; III. Murat’ın yerine tahta geçen oğlu III. Ahmet, babasının öldüğü gün tam 19 kardeşini de boğazlattı. Öldürecek kardeş, akraba kalmayınca kendi öz oğlunu uykuda boğdu.

  1. Murat ise, 4 kardeşini öldürttükten sonra, öldürülecek akraba bulamayınca annesi Kösem Sultan’ı öldürttü.
  2. Murat’ın yerine geçen IV. Mustafa ise önceki padişah olan III. Selim’i öldürdü.
  3. Mustafa III. Selim’i sarayda vücudunu kılıçla parça parça doğrayıp öldürdükten sonra, tahtta uzun süre kalamadı. Onun yerine geçen II. Mahmut Osmanlı geleneğini sürdürdü. Tahta geçer geçmez IV. Mustafa’yı öldürmekle siftah etti. Sonra IV. Mustafa’nın annesini zehirletti. Bursa’da sürgünde ölen III. Mustafa’nın karısını ve çocuklarını İstanbul’a getirterek boğdurdu.

Cinayetler sürüp gitti. Bu cinayetler zincirine Yedikule zindanlarında Yeniçeriler tarafından tecavüz edildikten sonra işkenceyle öldürülen Genç Osman’ı, zehirlenerek öldürülen Sultan II. Ahmet’i ve yüzlerce veziri de ekleyebiliriz.[5]

İşte “ecdat mirası”nın bir yönü de budur. (İster “sahip çıkın”, ister reddedin!)

Bu tabloda bizden neyi unutmamızı isteyebilirler! Neyi unutturabilirler bize! Hele Osmanlı’nın cinayetleri hanedan içi boğazlaşmalarla sınırlı değilken!

Örneğin 1420 yılında daha insanca, özgürce ve paylaşımcı bir dünya özlemiyle “yarin yanağından gayri/ her şeyde-her yerde/ hep beraber” diyebilmek için yola çıkıp da Mehmet Çelebi tarafından idam edilen Şeyh Bedreddin ve arkadaşlarının katledilmesini mi unutalım?

Ya da II. Murat’ın 1427 yılında Amasya-Tokat-Çorum bölgesinde 400 kişiyi katletmesini; 1511 yılında II. Bayezid’in Şah Kulu Baba Tekeli İsyanında 3.000 Alevi Kızılbaşı öldürmüş olmasını ve Şah Kulu’nu idam etmesini mi; yoksa 1512 yılında Tokat ve çevresinde Nur Ali Halife’nin öldürülmesini mi kaşımayalım?

1514 yılında Çaldıran Savaşında Yavuz Selim’in İdrisi Bitlisi’nin de marifetiyle binlerce Alevi Kızılbaş’ı katletmesini nasıl unutacağız? Nasıl inkâr edeceğiz?

Hadi, 1517 yılında Yozgat-Tokat bölgesinde Bozoklu Celal’in, 1519 yılında Tokat-Zile’ de Şah Veli’nin, 1525 yılında Süklün Koca ve Baba Zünnun Bozok’un, 1526 yılında Kırşehir-Ankara yöresinde Kalender Çelebi’nin, 1527 yılında Tokat’ta Zünnünoğlu Halil ve Hubyar Baba isyanlarında yüzlerce-binlerce Alevi-Kızılbaşın katledilmesini kaşımayalım diyelim.

Peki XVI. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı’nın adaletsizliğini şiirleriyle, bağlamasıyla haykıran, padişahın kadılarının haramı helâli bilmediği; buna karşın itlerimizin bile haram yemediğini ispat ettiği için ve Osmanlının düzenine karşı çıktığı için Hızır Paşa tarafından darağacına gönderilen; darağacında “Yürü bire Hızır Paşa/ Senin de çarkın kırılır/ Güvendiğin padişahın/ O da bir gün devrilir” diyen Pir Sultan Abdal’ın idam edilmesini kim unutun diyebilir bize?

1606 yılında Kuyucu Murat Paşa’nı 155 bin Alevi’yi özel olarak kazdırdığı kuyularda canlı canlı katletmesini unutmamızı söylemek kimin haddinedir? 1656-1661 yılları arasında Köprülü Mehmet Paşa’nın Celalî ayaklanmalarını bastırmak bahanesiyle Anadolu’da binlerce Alevi Türkmen’i katletmesini kim kabul edebilir, unutabilir?

“Yedi Kızılbaş öldüren cennete gider” diyen, yetmezmiş gibi “Kızılbaşların canı da, malı da, namusu da helâldir” diyen Çorum İskilipli Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’yi nasıl unutabiliriz?

Ya da 1915 yılında kadim Anadolu topraklarının önemli uluslarından olan yaklaşık 1.5 milyon Ermeni’nin soykırıma uğradığını kim unutabilir, unutturabilir? 1915 soykırımında Dersim’e sığınan 20-30 bin Ermeni’nin Osmanlıya teslim edilmesi talep edildiğinde devlete “Biz yaralı kartalları avcılara teslim etmeyiz” diyen Seyit Rıza’nın babası Seyit İbrahim’in sözlerini kim bize unutturmak gafletinde bulunabilir ki?

Üstelik “ecdat”larının marifetleri Osmanlı’yla sınırlı değildir. 1920-1921’de Koçgiri bölgesinde Alevi-Kürt katliamını mı unutalım?

Veya 1926 Koçuşağı Katliamı, 1930 Zilan Katliamı, 1934 Trakya Yahudi Katliamı ya da 1937-1938’de Dersimde binlerce Alevinin katledilmesini, binlercesinin hizmetçi ve evlatlık verilmesini, Dersim Pirlerinin mezar yerlerinin bile gizlenmesini mi unutacağız? 1938 Zini Katliamını mı unutalım?

1943’de 33 Kurşun, 1955’de 6-7 Eylül Pogromu, 5 Haziran 1966’da Ortaca, 11 Haziran 1967’de Elbistan, 5 Mart 1971’de Kırıkhan,  18 Nisan 1978’de Malatya, 1-4 Eylül 1978’de Sivas Ali Baba Mahallesi katliamlarını mı unutmamızı istiyorlar?

Hamile kadınların karınlarının deşilip ceninlerin öldürüldüğü, 9-10 yaşlarında çocukların canlı canlı kazanlara atıldığı; kimisinin kafalarından ağaçlara çivilendiği yüzlerce Alevi, Kızılbaş, Kürt, solcu, sosyalistin katledildiği 24 Aralık 1978 Maraş katliamını mı unutalım?

27 Mayıs-4 Temmuz tarihleri arasında aylarca süren 1980 Çorum katliamını mı; yoksa devletin polisi, askeri ve hükümetinin gözlerinin önünde 8 saatlik bir kuşatma sonucu 12 yaşındaki Koray’ın da içlerinde olduğu 33 sanatçı, şair, ozan, semahçı, yani Pir Sultan Abdal dostlarını yitirdiğimiz 2 Temmuz 1993 Sivas Madımak katliamını mı unutacağız?

12 Mart 1995 Gazi ve Ümraniye katliamları mı, ya da 2000 Hapishaneler katliamları? Hangi birisini sayalım?

Nihayet, bir parça ekmek uğruna kaçağa giden ve TSK savaş uçakları tarafından bombalanan 34 Kürt gencinin anıları ve Roboskî’deki ölümlerini mi unutalım?[6]

Hasılı “ecdat(ınız)ın vukuat(lar)ı”nı nasıl unutup, unutturabiliriz ki?

 

TARİH(İMİZ) Mİ DEDİNİZ!

 

Siz bakmayın “Tarih karşımıza bizim istediğimiz gibi değil, kendi olabildiği gibi çıkıyor. ‘Sen bizim istediğimizden değilmişsin,’ deme lüksümüz yok,”[7] diyen liberal Murat Belge’nin her şeyi sineye çeken tarih anlayış(sızlığ)ına…

Osmanlıperest köşemenlerinden, televizyon münazaracılarından kimileri Fatih, Yavuz ve Muhteşem Kanunî’den başkasından çok söz etmezler.

Oysa Timur’a esir düşen II. Beyazıt var, Sarhoş Sarı (II.) Selim var; beş erkek kardeşini boğduran III. Murad, bütün erkek kardeşlerini öldürten III. Mehmet var; Deli (I.) Mustafa ve Deli (I.) İbrahim var. Bunları ve öteki padişahları, Vahidettin hariç, nedense ata yerine koymazlar…

Millet, Muhteşem Süleyman ve öteki sultanların aşklarına meraklı. Bu nedenle, biri çıkıp Kanunî’nin muhteşem döneminde halkın açlıktan ot yediğini yazdığı zaman, öfkeleniyorlar…

Anadolu’nun hangi kentinde ve kasabasında bu yüzyıllardan kalma mahalleler var?

Bunun yanıtını Çetin Yetkin’in üç ciltlik iktidara karşı ‘Türk Direniş ve Devrimleri’[8] başlıklı yapıtında bulabilirsiniz.

Kitaplar elbette kentçilik ve mimari üzerine değil. Anadolu halkı neden kentler kuramamış, sivil mimari yaratamamış, bunun siyasal, ekonomik ve toplumsal nedenleri üzerine. Çünkü Türk, Osmanlı’ya durmadan isyan etmek zorunda kalmış, yaptığı evi de Osmanlı yakıp yıkmış![9]

Evet Osmanlı ceberut bir talan ve yıkım makinesi…

Tekrar pahasına anımsatalım:

  1. Süleyman, mahdumu Şehzade Mustafa’yı öldürttü…

III. Murad, III. Mehmed ve Deli İbrahim aşırı kadın düşkünü idi…

  1. Beyazıd, I. Süleyman, II. Selim, IV. Murad, Abdülmecid, V. Murad ayyaş denilecek kadar içki düşkünü idi…
  2. Mustafa doğuşundan tımarhanelik mecnun idi…

Kardeşlerini öldürten padişahlar: II. Murad, Yavuz Selim, III. Murad (19 kardeşini boğdurtarak alanında rekor kırdı) …

Oğlunu öldürten: I. “Kanunî” Süleyman, III. Mehmed idi…[10]

Sultan İbrahim’in kızı 1642 yılında doğdu. Üç yaşındayken Derya Kaptanı Muhasip Yusuf Paşa’ya verildi. Çok görkemli törenlerle Topkapı Sarayı’ndan Yusuf Paşa’ya tahsis edilen saraya götürüldü (1645). Fakat, Yusuf Paşa bir yıl sonra Sultan İbrahim tarafından öldürüldüğünden 4 yaşındaki Fatma Sultan dul kaldı (1646). Aynı yıl, kaptan-ı derya olan Fazlı (Fazlullah) Paşa’ya nikâh edildi. Gelin alayı mutantan (tantanalı, debdebeli, haşmetli) oldu. Topkapı Sarayı’ndan Fazlı Paşa’nın Binbirdirek’teki sarayına götürüldü. Fazlı Paşa, Fatma Sultan’ın erişkin yaşa girmesini bekledi. Belki de visaline ulaşmadan 1657 yılında öldü.[11] 15 yaşında dul kalan Fatma Sultan’ın daha sonra ne yaptığı bilinmiyor…

Şimdilerde bu ve benzeri olguları “es” geçen kimileri “Osmanlılık taslıyorlar”(!) ama ne Osmanlı tarihini biliyorlar ne de dünyanın bugünkü hâlinden haberleri var…

Bu dönemin tarihi okunduğunda Osmanlı İmparatorluğu denen gayya kuyusundaki gerçeklerin ne kadar utanç verici olduğu ortaya çıkar.

 

“PADİŞAH ANALARI!”[12]
I. Padişah Osman Gazi’nin karısı Moğol soylu Bâlâ Hatun.
II. Padişah Orhan Gazi’nin annesi Moğol Bâlâ Hatun.
III. Padişah Birinci Murat’ın annesi Rum Horofira (Nilüfer Hatun).
IV. Padişah Yıldırım Bayezid’in annesi Bulgar Maria (Gülçiçek Hatun).
V. Padişah Mehmet Çelebi’nin annesi Bulgar Prensesi Olga.
VI. Padişah İkinci Murat’ın annesi Veronika (bir iddiaya göre Dulkadir Beyi’nin kızı Emine).
VII. Padişah Fatih Sultan Mehmet’in annesi Çandaroğlu Tacettin Bey’in kızı Hüma Hatun. Bazı yabancı tarihçilerin iddiasına göre de Sırp Kralı Brankoviç’in kızı Prenses Despina (Mara Hatun).
VIII. Padişah İkinci Bayezid’ın annesi Rum Kornelya (Zağanos Paşa’nın kızı).
IX. Padişah Yavuz Sultan Selim’in annesi Beti adlı cariye (Bülbül Hatun).
X. Padişah Kanunî Sultan Süleyman’ın annesi Polonya Yahudisi Helga (Hafsa Sultan).
XI. Padişah İkinci Selim’in annesi Ukraynalı Roksalan (Hürrem Sultan).
XII. Padişah Üçüncü Murat’ın annesi Yahudi Raşel (Nurbanu Sultan).
XIII. Padişah Üçüncü Mehmet’in annesi Venedikli Bafo (Safiye Sultan).
IV. Padişah Birinci Ahmet’in annesi Yunanlı Helen (Handan Sultan).
XV. Padişah Birinci Mustafa’nın annesi İspanyol Violetta (Mahpeyker Sultan).
XVI. Padişah Genç Osman’ın annesi Rum Evdoksiya (Mahfiruz Sultan).
XVII. Padişah Dördüncü Murat’ın annesi Rum Anastasya (Kösem Sultan).
XVIII. Padişah Deli İbrahim’in annesi Rum Anastasya (Kösem Sultan).
XIX. Padişah Avcı Mehmet’in annesi Rus Nadya (Turhan Sultan).
XX. Padişah İkinci Süleyman’ın annesi Sırp kızı Katrin (Dilaşup Sultan).
XXI. Padişah İkinci Ahmet’in annesi Yahudi kızı Eva (Hatice Muazzez Sultan).
XXII. Padişah İkinci Mustafa’nın annesi Rum Evemia (Emetullah Gülnuş Sultan).
XXIII. Padişah Üçüncü Ahmet’in annesi Rum Evemia (Gülnuş Sultan).
XXIV. Padişah Birinci Mahmut’un annesi Rum Aleksandra (Saliha Sultan).
XXV. Padişah Üçüncü Osman’ın annesi Sırp Mari (Şehsuvar Sultan).
XXVI. Padişah Üçüncü Mustafa’nın annesi Fransız Janet (Mihrişah Sultan).
XXVII. Padişah Birinci Abdülhamid’in annesi Fransız cariye İda (Rabia Sultan).
XXVIII. Padişah Üçüncü Selim’in annesi Cenevizli Agnes (II. Mihrişah Sultan).
XXIX. Padişah Dördüncü Mustafa’nın annesi Bulgar Sonya (Ayşe Sultan).
XXX. Padişah İkinci Mahmud’un annesi Fransız Nache de la Bazari (Nakşidil Sultan).
XXXI. Padişah Abdülmecid’in annesi Rus Yahudisi Suzi (Bezmialem Sultan).
XXXII. Padişah Abdülaziz’in annesi Megrelli Gürcü Besime (Pertevniyal Sultan).
XXXIII. Padişah Beşinci Murad’ın annesi Fransız Vilma (Sevkefza Sultan).
XXXIV. Padişah İkinci Abdülhamid’in annesi Ermeni Virjin (Tirimüjgan Sultan).
XXXV. Padişah Mehmet Reşat’ın annesi Rum Karolin (Gülcemal Hatun).
XXXVI. son Padişah Vahdettin’in annesi İngiliz Henriet (Gülûstu Hatun).

 

Yine tekrar pahasına hatırlatalım: III. Mehmet 29 yaşında Saruhan Sancak Beyliği’nden gelip tahta çıkmış, 1603’de 38 yaşında ölmüştür. Saraya geldiği ilk günün gecesinde en büyüğü 13 yaşında olan 19 erkek kardeşini Nizam-ı Âlem ve Kanunname’yi Âl-i Osman adına boğdurtmuştur. Aslında III. Murad’ın bu sevgili oğlu çok iyi yetiştirilmiş ve tahta valilikten gelen son şehzadedir.

Fakat nizam-ı âlem adına olduğu için ertesi gün on dokuz şehzade ciddi bir törenle Ayasofya bahçesinde büyükbabaları III. Murad’ın mezarı yanına gömülmüşlerdir. Devlet büyüklerinin katıldıkları bir merasimle sultan olan ağabeylerinin öldürttüğü bu küçük şehzadelerin devlet töreni ile gömülmesi de bizim bugün anlamamıza olanak olmayan bir garip davranıştır: önce cinayet sonra tören.

Peçevi, Naima, Selaniki bu 19 şehzadenin cenaze törenlerini yazar ama birlikte nasıl öldürüldüklerini yazacak kadar gerçekçi olamazlar. Onlar resmî tarihçilerdir.

Bu cinayetlerin çevresinde başkaları da vardı. III. Murat&rsq

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights