Ana SayfaNIVÎSKARÊNDevlet, siyasal “suç”,… -1

Devlet, siyasal “suç”,… -1

DEVLET, SİYASAL “SUÇ”, HUKUK(SUZLUK) VE TERÖR(İST)[1] -2

TEMEL DEMİRER

 

“İnsanın temel özgürlüğü, yaşamını

daha iyi kılma özgürlüğüdür.”[2]

 

 

TERÖRÜN KAYNAĞI: SINIFLI SÖMÜRÜCÜ TERÖRİST DEVLET

 

Peter Ustinov’un “Yoksulların zenginlere karşı verdiği savaşa terörizm, zenginlerin yoksullara uyguladığı terörizme de savaş denir,” notunu düştüğü yerkürede “terör/ terörizm” yaygaraları çifte standartlı kapitalizmin elinde, çıkar amacı güden bir bahaneler silsilesinin ilk maddesidir.

Terörün kaynağı her zaman sınıflı sömürücü devletken; sormadan geçmeyelim: ABD’nin Japonya’ya atom bombası atması, ayrım gözetmeksizin binlerce insanı katletmesi bir terör eylemi değil midir?

O hâlde “terör nedir”, “terörist kimdir” cidden?!

Sözü Kadir Cangızbay’a bırakalım: “Terör, tam tamına dehşet, terörizm ise tedhiş (hedefine ulaşmak üzere etrafa dehşet salma) anlamına gelir ve bu kelimeler aşağı yukarı yarım bin yıldır dilimize yerleşmiş bulunmaktadırlar; ama ne olursa olur, son 20 yıl içinde önce resmi metinlerden, sonra da günlük dilden kovulup batılı karşıtlarıyla ikame edilirler ki, her hangi bir batılı, terörist, terörizm derken işin temelinde mutlaka ve mutlaka ‘insanları dehşete düşürüp yıldırmaya yönelik bir şiddet eylemi’ bulunduğunu doğrudan doğruya anlarken, Türkçe kullanan insanlar yüzlerce yıldır sahip oldukları bu imkândan kısa sürede mahkûm kılınıp, ülkedeki egemenlerin kendi işlerine gelmeyen her şeyi ‘terör suçu’ ilan etmeleri şeklindeki alçakça bir çarpıtma/yönlendirmenin tümüyle donanımsız avları hâline getirilmiş olurlar.”

Konuyu açmayı daha önce dediklerimizi aktararak sürdürürsek:

“Etimolojik açıdan Latince kökenli olan terör, korku yaratma, dehşete düşürme, sarsıntı yaratma anlamına geliyor. Terör, sürekli korku altında tutmak amacı içeren siyasal şiddet hareketleri,[9] hükümet kararlarını ve kamu politikalarını uygulama veya bunlara karşı çıkma amacıyla kişilere ve mala yönelik fiziki bakımdan zarar verici ve yıkıcı eylemler veya eylemlerde bulunma tehdidi,[10] toplumlarda korku, heyecan ve aşırı öfke yaratarak siyasal amaçlar için insanlar arasında güvensizlik duygusunu gerçekleştirmeye yönelik eylemler[11] olarak tanımlanabiliyor. (…)

Clutterbuck’un[12] gözdağı vermenin öldürücü formu olarak nitelediği ‘terörizm’ ise, politik, ideolojik veya dinsel amaçları gerçekleştirmek için korku yayarak, gözdağı vererek veya baskı yaparak planlı şiddet veya şiddet tehdidi kullanma,[13] siyasal amaçlar için örgütlü, sistemli ve sürekli terör kullanmayı yöntem olarak benimseyen strateji anlayışı,[14] gelişmiş kitle iletişim ağından yararlanarak bir davaya ya da siyasal bir anlaşmazlığa dikkat çekmek için başvurulan radikal bir duyuru yöntemi[15] olarak açıklanabilmektedir. (…)

Şiddet, sınıflı-sömürücü iktidarın yapışık ikizidir. İktidar, şiddeti elinde tuttuğunu göstermesiyle temsiliyet kazanır ve kendini onaylatır. Yani terör burjuva iktidarın koruyucusudur. Sınıflı-sömürücü yapının ve kurumların savunma aracıdır. Foucault’nun ifadesindeki üzere, ‘Suç yasa sınırları içinde dolaşır, bazen yasanın bu yanındadır, bazen ötesindedir, üzerinde ve altındadır; suç, iktidar etrafında bulunur, bazen iktidarın karşısındadır, bir başka zaman iktidarın yanındadır.’

Ezenlerin şiddeti karşısında, ezilenler açısından sessiz kalmak, ezenlerin şiddeti ile mutabakat hâlindeki sessiz şiddettir, onaydır, suç ortaklığıdır. Çünkü modern (kapitalist) toplumun gözeneklerinden şiddet fışkırır. Ve de onun tüm örgütlenmesi şiddet dengesi üzerine kuruludur. (…)

Ancak unutulmamalıdır ki ezilenlerin şiddetinin tarihi, ezen şiddetinin örgütlenmiş biçimi devlet’in tarihiyle atbaşı yol alır. Bilindiği gibi ‘(Devletin-b.n) ayırdedici özelliği, kendini silahlı bir güç olarak örgütleyen topluluğa doğrudan denk düşmeyen bir kamu gücü’nün oluşturulmasıdır. (…) Devlet içindeki sınıf karşıtlıkları keskinleştikçe, ve komşu devletler genişleyip nüfusları arttıkça o (kamu gücü) da güçlenir.’[16]

Yetkin bir ‘terör örgütlenmesi’ olan kapitalist devlet, durmadan ‘terör’ü üretir ve uygular. Ancak uyguladığı sürekli terörü hep mazur göstermeye ve meşrulaştırmaya çalışır. Örneğin burjuvaziye göre, boksörler arasındaki yumruk dövüşü, kavga eden iki kişi arasındaki yumruk dövüşünden daha az tecavüzkârdır. İlkinde maçı kazanmak ve ekmeğini kazanmak için bir başkasına zarar verme vardır, ikincisinde ise bir başkasını ‘sadece incitmeyi istemek’ vardır. Bir cerrahın kullandığı bıçak, bir katilin kullandığı bıçaktan daha az tecavüzkârdır; polisin kullandığı zor, ‘terörist eşkıya’ ilan edilenlerin kullandığı zordan daha az tecavüzkârdır! Ancak ‘kazın ayağı hiç de böyle değil’; çünkü şiddetin iki düzeyi, karşıt kutuplarda (dikotomiler) birbirini gerektirir. Yani her biri, içkin olarak ötekini devreye sokar. Ezenler/ezilenler ya da ‘yasal’/’yasadışı’nın kutupsallığı, şiddeti, sosyal düzenin bir ürünü (aracı) olarak var eder. Kutupsallığın bir ucu (egemenlerin yasal şiddeti) bir sosyal düzenin kurulması ve sürdürülme tarzıyla ilgiliyken, aynı zamanda da egemen hukukun ihlâllerine karşılık düşer. Böylelikle öteki kutbun (yani ezilenlerin ‘yasadışı’ ilan edilen) şiddetini reddeder. Ancak ezenlerin resmi şiddet üzerinde kurulu olduğu sınıflı-sömürücü toplumda öteki, yani ezilenlerin şiddeti, kendilerini ifade etmek için kaçınılmazdır.

Toplumun sınıf gerçeğiyle tanışmasıyla, ‘şiddet araçlarına sahip siyasal iktidar’ (F. Engels) oluştu. Ve o günden beri iktidar, en gelişkin şiddet örgütlenmesidir. ‘Efendi/köle’ ayırımını üreten ve pekiştiren iktidar, Marx’ın ‘1844 El Yazmaları’nda ifade ettiği gibi, daha ‘sosyalleşmiş bir kurgulanım’ içinde, ‘yöneten/yönetilen’ ayırımını derinleştirirken irrasyonel özelliklerini pekiştirir. Gerçek karşısında gerileme ve güçsüzleşmesi insanın, diğer insanlar karşısında da korku duymasına, onları kendisine hasım olarak görmesine yol açar. Şiddet, böylelikle, yaşanan hayat tarzının dokusuna sindirilir. Yani şiddet egemen bireyin (efendinin), bağımlı bireye (köleye) uyguladığı eski zamanların basit şiddeti olmaktan çıkarak, sistem uyguladığı topyekûn şiddete dönüşür.

Ancak ‘şiddet’ veya ‘terör’ kavramları karşısında ne yönsüz, ne de yansız olmak mümkün olmadığı gibi, egemenlerin genellemeleriyle de yetinmek doğru değildir. Siyasal şiddeti yaratan ve örgütleyen sınıflı toplum iktidarıdır. Sınıflı toplumlardaki devlet, en yetkin şiddet örgütlenmesidir. İnsan(lık)ı siyasal şiddete iten, sınıflı toplum örgütlenmesidir. Toplumsal ve tarihsel zorunlulukları dıştalayan bir ‘terör’ yoktur. Siyasal şiddeti, insanları ezen, sömüren sınıflı örgütlenmeler yarattı. O günden beri ‘terör’, farklı sınıflar için farklı anlamlar kazanan siyasal bir gerçektir.

İktidarın (yani ezenlerin), haklarını elinden aldığı güçsüzlerin (yani ezilenlerin), kendilerini varetmek ve haklarını savunmak için başvurdukları (saldırgan) eylemleri meşru bulmamak mümkün değildir. ‘Terör’ kavramını, kendine ve ‘hukuk’una göre izaha gayret eden ‘YDD’nin sınıflı-sömürücü ‘hukuk’unun içinde çürüyen, aşağılık ve kirli bir şeyler vardır. Ezilenlerin özgürleşmeleri yolunda ‘kurucu şiddeti’ reddeden ve ‘suç’ ilan eden bu ‘hukuk’, aslında ‘tutucu şiddet’in kılıfından başka bir şey değildir. Sınıflı-sömürücü iktidarların örgütlü şiddetine ve tepeden tırnağa terörist konumuna yanıt vermeden, soyut bir genellemenin ‘terör ve terörist’ tanımlarıyla tarihten güncele yanıtlar vermek olanaklı değildir. Ne devletin ya da tahakküm edenlerin şiddeti ile ezilenlerin şiddeti aynı kefeye koyulabilir, ne de ezilenlerin saldırgan tarz-ı siyasetleri ‘terörizm’ olarak mahkûm edilebilir…

‘Şiddet’ bir tecavüz ise, tecavüz amaç değil, araç olabilir; kurmak için ‘yıkmak’ üzere zora başvurulabilir. Zor kullananlar, düzene zarar vermeyi değil, düzeni arındırmayı, düzeltmeyi, frenlemeyi, yeniden kurmayı veya restore etmeyi istiyor olabilirler. Şiddet içeren davranışa girme sıklıkla, hatta belki genellikle, bir yeniden kurma girişimidir. Sınıflı-sömürücü hiç bir uygarlık türü zulmü aşamamış, aksine yetkinleştirerek derinleştirmiştir. (…) Tarih ve siyaset üzerine düşünenler için, şiddetin insanlık tarihinde oynayageldiği muazzam rol inkâr edilemez. Hobbes, ‘Kılınç olmaksızın sözleşmeler sözcükten başka anlam taşımaz’, diyordu. (…)

O hâlde ‘YDD’nin dıştalayıcı terörist-otoriter devletinin küresel terörün yegâne nedeni olduğunu; ve ‘YDD’nin tekelci hükümranlık koşullarında kamuoyu ve sivil katılımı artık kocaman aldatmaca olduğunu bir an dahi göz ardı etmeden Lasson’un şu uyarısını anımsamalı/anımsatmalıyız: ‘Devlet herhangi bir hukuk düzenine tabi olamaz. Genel olarak deyimlemek gerekince de, kendi iradesinden başka bir irade ile bağlanamaz… Devlet, bencil iradenin sınırsız bir görünüşüdür.’

İşte bunun içindir ki; ‘ABD emperyalizmi = CIA + Gladio + Kontgerilla’ formülü ya da ‘T.C = Susurluk + Özel Harp Dairesi’ formülleri gerçek hayatın ta kendisidir…

Çünkü Max Weber’e göre, devlet, ‘yasal fiziki şiddet tekelini’ kontrolünde tutan bir aygıttır. Sınıflı-sömürücü devleti ayakta tutan aslî işlevsellik illegaldir. Bir ucu mafyaya, diğer ucu da CIA’ya dayanan para-militer örgütlenmelerle ayakta kalır. Tüm bunlara da ‘Raison d’Etat’ der! (…)

Basit bir saptamayla 6 milyarlık dünya nüfusunun 3’de 2’sini yani 4 milyarını 2 dolarlık yoksulluk sınırı altında yaşamaya mahkûm eden emperyalizm en yaygın ve yoğun küresel terörün baş sorumlusu olmuyor mu?

Ya küresel ısınma (iklim değişimi) ile devreye sokulan ekolojik felakete ne demeli?

Gerçek terörist, sınıflı sömürücü toplum ve onun bekasını hedefleyen şiddet örgütlenmesidir (yani devlet’tir.)!

Uzağa gitmeyin, bir an Irak’ı (Felluce’yi) düşünün… Şehirlere, hastanelere bombalar yağdırılır, sivil, yaralı, silahsız insanlar öldürülür veya hükümetlere darbe girişimleri düzenlenir. Bunları yapanlar asla egemen terör/ terörist tanımlaması kapsamına sokulmaz. Çünkü, onlar güçlüdür…”[17]

Nihayet “Şiddet kullanarak politik güç elde etmek isteyen kişi/ kurum” olarak sunulan “terörist” meselesine gelince; öncelikle Robert Fisk’in, “Terörist sözcüğü basının manipüle edilmesinde kullanılıyor. Batı’nın hiç bir medyası, İsrailli askerler için asla ‘katil’ ve ‘terörist’ sözcüklerini kullanmıyor,” saptaması unutulmamalıdır.

Bir şey daha: Dünyanın gerçek teröristleri gece yarısında karanlıklarda buluşmazlar veya bazı vahşi eylemlerden önce savaş nidalarını haykırmazlar. Dünyanın gerçek teröristleri 5.000 dolarlık takım elbiseler giyerler ve finans dünyasının, hükümetlerin ve iş hayatının en yüksek kademelerinde çalışırlar!

 

“HUKUK(SUZLUK) MU” DEDİNİZ!

 

Buraya kadar işaret ettiklerimiz ekseninde, Esra Açıkgöz’ün, “Yargı adalet değil korku salıyor!” notunu düştüğü “Türk(iye) Hukuk(suzluk)”una gelince…

Taha Akyol’un bile, “Türkiye toplum olarak sert bir kutuplaşma sürecinden geçiyor, iktidar ise gittikçe daha sertleşiyor, otoriterleşiyor. Böyle durumlarda ‘bağımsız ve tarafsız yargı’ her dönemden daha fazla önemlidir,” demek zorunda kaldığı; ya da Nurullah Öztürk’ün, Adalet ve özgürlüğün olmadığı, ya da bu iki temel insan hakkına herkesin kendi amaçları ve düşüncelerine göre şekil vermeye çalıştığı ortamlarda her türlü ‘kaos’ ve ‘terör’ eksik olmaz,” diye betimlediği tabloda hukukun temel iddiası olan temel haklar ve özgürlüklerin bireyi devlet gücüne karşı korunması yerine devlet bireyin (ve haklarının) karşısına teröristçe dikilmiştir.

Oysa “Hukuk Devleti” iddialarının iki aslî bileşeni vardır: Bunların ilki, bireyin medeni ve siyasi özgürlüklerinin korunması, güvenceye alınması; diğeri ise anayasa çerçevesinde konmuş hukuk kurallarının devlet gücünü bağlamasıdır.[18]

Ancak bunlar Roma Hukuku’ndaki “Iniquatati proxima est severitas/ Sertlik haksızlığa çok yakındır,” uyarısını “es” geçen Türk(iye) hukuk(suzluk)u için böyle değildi ve hâlâ da değildir!

Çünkü Orhan Gazi Ertekin ile Kemal Şahin ifadesiyle, “Münhasıran hukuk ve yargı tartışmalarında ciddiye alınabilir bir düşünsel geleneğimiz maalesef yok”ken; ve “Yargı, esas olarak, devletin toplum tarafından sınırlandırılması tecrübesine denk gelirken; Türkiye’de devletin, toplumu sınırlandırmasının ve denetlemesinin bir aracıdır.”[19]

Bu bağlamda “İktidarlar, bize kendi ‘adalet’lerine rıza göstermek dışında yol bırakmıyor”ken,[20]günümüzde yaşananlar hepimize Almanya örneğini anımsatmaktadır.

MIT’de kürsüsü bulunan ekonomist Prof. Dr. Daron Acemoğlu’nun, “Türkiye’de hukuk devleti yok”; Ahmet İnsel’in, “Türkiye’de serbest tartışma ortamının önündeki en büyük engel, yargının muhalif görüşlere karşı aldığı sistemli tavır,” notunu düştüğü Türkiye’de “suçu” yargı değil iktidar tanımlıyor.

Siz bakmayın Yalçın Yılmaz’ın, “Ulusalcı paradigma ve Kemalist meta anlatı iflâs etti. Hukuk, üst hukuk kurallarına yönelerek dayatmacı ahlâkın sultasından kurtuldu ve sivil toplum, toplum mühendisliği politikasına galip geldi,”[21] zırvasına!

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen törendeki 24 sayfalık konuşmasında ağırlıklı olarak dinsel vurgular yaparak, “Temel hak ve özgürlüklerle, adalet duyusunu içinde barındıran insanlık onuru, yaratıcıdan iz ve işaretler taşıması nedeniyle de ilahi dinler başta olmak üzere tüm inanç sistemlerinin ve medeniyetlerin de koruması altına alınmış en yüce değerdir,” dediği koordinatlardaki “dinsel bakış”la klasik hukuk teorisi yan yana konulabilir mi?

Elbette konulamaz; tıpkı Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) klasik hukuk teorisiyle bağdaş tutulamayacağı gibi…

Nihayetinde Türk(iye) “hukuk(suzluk)”u, olağanüstünü olağanlaştıran bir adaletsizliktir.

Egemenlerin menfaatlerini güvence altına almak için temel hak ve özgürlükleri askıya alan bu “hukuk(suzluk)”, sınıf mücadelelerinin seyr-ü seferine göre biçimlenir.

Yani toplumsal mücadeleler hukuku da şekillenir.

Cumhuriyet dönemi boyunca, toplam 25 yıl 9 ay 11 gün sıkıyönetim, 15 yıl olağanüstü hâl uygulanmıştır. Bu, 90 yıllık cumhuriyet döneminin neredeyse yarısıdır.

 

TMK: TOPLUMLA MÜCADELE KANUNU

 

Olağanüstünü olağanlaştıran Türk(iye) “hukuk(suzluk)”unun en olgun örneklerinden birisi olarak, 12 Nisan 1991’de kabul edilip Resmi Gazete’de yayınlanan TMK, ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayan; cezaları artıran; birçok fiili terör suçu kapsamına alan özellikleriyle “toplumla mücadele yasası”ndan başka bir şey değildir.

Egemen terörün kendisi olarak TMK göre: “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, anayasada belirtilen cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, türk devletinin ve cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.”

Burada söz edilen “terör suçu”, iktidarın sınıfsal egemenliği tahkim etmek için itiraz ve muhalefeti “kriminalize” edip, ötekileştirmesidir. TMK’da böylesi bir ötekileştirme ve dışlamayı, “siyasi suç” tanısıyla kurumsallaştıran aksesuarıdır.

“Siyasi suç” denilen şey de, yönetilenlerin, egemenler tarafından dayatılan düzen anlayışına karşı gelmesi, başkaldırısı, itirazı, muhalefeti olarak tanımlanabilir. Kaldı ki siyasal eylemlerin suç hâline getirilmesi çabasından başka bir şey olmayan TMK, “Terör Ne? Terörist Kim?” sorularının yanıtını gölgeleyen egemen manipülasyon değilse nedir ki?

Halkın temel taleplerini ve direnişini bastırmayı hedefleyen TMK, rejimi “korumak” adına hazırlanmıştır; ancak rejimin neden “korunması gerektiği” gerçeğini görmezden gelerek! TMK, “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle …” diye başlasa da; Haziran İsyanı’nda, devletin terörü yukarıdaki tanımın kat kat fazlasıyla halka yönelttiğini “es” geçer…

“Yasa önünde eşitlik” ilkesini tamamen ortadan kaldıran TMK sayesinde, Ethem Sarısülük ve Ali İsmail Korkmaz’ın katilleri serbest bırakılırken, eylemcileri tutuklanmıştır. O hâlde TMK’na göre, genç bir insanı döverek katleden kişi terörist değil; ama protesto hakkını kullanan, teröristtir.

-devam edecek-

19 Kasım 2013, Ankara.

 

N O T L A R

[1] 22 Kasım 2013 tarihinde Çağdaş Hukukçular Derneği’nin, 24-25-26 Aralık 2013’de Silivri’deki duruşmaya çağrı için Ankara Yüksel Caddesi’ndeki basın açıklamasında yapılan konuşma… İstanbul’da 24 Kasım 2013 tarihinde İstanbul Forumlar Koordinasyonu bünyesindeki ‘Siyasi Tutsaklara Özgürlük Çalışma Grubu’nun “Hepsi Özgürleşene Dek Hepimiz Tutsağız!” başlığıyla düzenlediği forumda “Siyasi Suç Nedir-Siyasi Suçlu Kimdir? Terör Nedir-Terörist Kimdir?” alt başlığında yapılan konuşma…

[2] Bertolt Brecht.

[10]  R. Keleş -A. Ünsal, Kent ve Siyasal Şiddet, AÜSBF Yay., 1982, s.2.

[11]  D. Tezcan, Uluslararası Terör Olayları, Uluslararası Terörizm ve Gençlik, MEB Yay., 1987, s.109.

[12]  R. Clutterbuck, Terrorism and Guerilla Warfare, Routledge Pub, London 1990, s.7.

[13]  T. İtil – G. Omay, Teröristlerin Demografik ve Psikolojik Hedefleri, Gen. Kur. Başk Yay., 1983.

[14]  M. Bozdemir, “Terör mü Terörizm mi?” AÜSBF BYYO Yay., 1982, s.526.

[15]  D. Ergil, “Terörizm Mantığı ve Hedefi”, AÜ SBF Dergisi, Ocak-Haziran, 1991, s.172.

[16]  F. Engels, Origin of the Family, Private Property and The State/Ailenin, Devletin, Özel Mülkiyetin Kökeni, Karl Marx and Frederick Engels, Selected Works in three volumes, c. 3, s.327, Moskova, Progress Publishers, Dördüncü Basım, 1977.

[17]  Temel Demirer, “Terörün Analizi”, Almanak: 2004 Analizleri, Sosyal Araştırmalar Vakfı Yay., Kasım 2005; Kavramlar Sözlüğü-Söylem ve Gerçek, Özgür Üniversite Kitaplığı: 54, Maki Yay., 2005.

[18]  Hayrettin Ökçesiz, Sivil İtaatsizlik, Legal Yay., 4. Baskı, 2011, s.114 vd.

[19]  Muzaffer Şakar, “Türkiye’de Yargı Var mı?”, Radikal İki, 8 Eylül 2013, s.6.

[20]  Orhan Gazi Ertekin, “Ergenekon Öldü, Yaşasın Ergenekon!”, Radikal İki, 11 Ağustos 2013, s.1-12.

[21] Yalçın Yılmaz, “Gezi Parkı ve Hukukun Üstünlüğü”, Yeni Şafak, 25 Eylül 2013, s.18.

 

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights