Ana SayfaNIVÎSKARÊNAynı Kumaşın Farklı Desenleri; Erdoğan ve İhsanoğlu!

Aynı Kumaşın Farklı Desenleri; Erdoğan ve İhsanoğlu!

I – Irak’ta yaşananlar, Suriye, İran, Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinin iç siyasetini de köklü etkileyecek, çünkü 100 yıl öncesine dayalı anlaşmanın ürünü olan bölgesel sistem geriye dönüşsüz sarsılmakta ve Ortadoğu’yu da aşan sonuçlar doğuracağı muhakkak.

Kerkük gibi hali hazırda Kürdistan federasyonun idari yapısı dışında ki Kürt kentlerinde Peşmergenin denetim kurması; Güney Kürdistan hükümetinin, daha önce referanduma sunduğu ve % 98 destek alan bağımsızlığı yürürlüğe koyup koymamayı tartışıyor olması; Batı Kürdistan’ın statü yönündeki kimi fiili adımları kalıcılaştırma arayışı… Bu gelişmelerin de etkisiyle Kuzey’de de meselenin çözümünün yakıcılığını koruyor olması…

Türk iç siyaset dengelerinde ki değişimin de etkisiyle, Balyozcu, Ergenekoncu tutuklu ve hükümlülerin tamamıyla tahliye edildiği, hükümetin tam da cumhurbaşkanı seçimi öncesi ulusalcı, darbeci siyaset odaklarına zeytin dalını uzattığı; Ergenekoncu ile Balyozcular tahliye edilirken Kürt meselesinde, hem dengelemek hem de yeni bir “reform” havası vermek amacıyla kimi KCK tutuklularının da bırakıldığı görülüyor.

İşte Cumhurbaşkanlığı seçimi bu iç ve bölgesel gelişmelerin gölgesinde yapılıyor. Tacir-tüccar geleneğinden gelen Erdoğan/AKP hükümeti, yine bir taşla iki kuş vurmak istiyor. İç ve bölgesel gelişmelerin çözümünü dayattığı Kürt meselesinde üzerindeki baskıyı hafifletmek isterken aynı süreçte gelip kapıya dayanan cumhurbaşkanlığı seçiminde de, Kürtlerin ağzına bir parmak bal da sürmek istiyor.

Bu koşullarda hükümet, “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Gerçekleştirilmesine Dair Kanun Tasarısı” adlı yasayı hem epey bir süredir Kürdistan siyasetinden seslendirilen “çözüm sürecini yasal, anayasal zemine dayandır” çağrısına hem de “görüşmeler müzakereye evirilmeli” beklentisine yanıt olmak amacıyla meclise sundu, sunmaya da ancak çözümü hedeflenen olgu yine adıyla anılmıyor.

Güya Kürt meselesine çözüm aranıyor, halkta, siyaset odaklarında yaratılan beklenti bu, ancak meclise sunulan tasarıya “Terörün Sona Erdirilmesi” ve Kürt halkının biyolojik varlığını tehdit eden asimilasyon ile ikiz kardeşi entegrasyonu amaçlayan “Toplumsal Bütünleşmenin Gerçekleştirilmesi” adı konuluyor. Türk devleti zaten kurulduğu günden beri “terörü” bitirmek ve asimilasyon ile ikiz kardeşi entegrasyonu (bütünleşmeyi) derinleştirmek istiyor, bunun için yasaya da gerek yok!

Dağdan inip “silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ve sosyal yaşama katılım ve uyumların temini için gerekli tedbirleri alır” derken bildik rehabilitasyon masalından söz ediyor vb.

Devletin bu yönelimleri yeni de değil benzer tasarılar benzer adlar altında Şeyh Sait, Ağrı Zilan ve Dersim direnişleri sırasında da sunuldu meclise. Böyle bir tasarı neden, nasıl “ufuk açıcı tarihi adım” oluyor anlamak mümkün değil.

Anlaşılan Hükümet Kürt meselesini çözmek yerine bu mesele ile uğraşan, oyalayan, devlete/hükümete zaman kazandıran görevlilerini, “bu kanun kapsamında verilen görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari ve cezai sorumluluğu doğmaz” diyerek yasa ile dokunulmazlık getirerek korumak istiyor. Başarabilirse bir dönem de böyle idare etmek, oyalamak istiyor. Yok, eğer iç ve özellikle bölgesel gelişmeler Türk devletine, “ya bölünme (bağımsızlık) ya da federasyon” adımını attırmayı dayatırsa, o zaman da  “zaten mecliste de ele almıştık biz yeni sürece hazırlıklıyız” diyerek B planı devreye sokulacak!

Kısacası, cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde sunulan bu tasarıyla da görülüyor ki Erdoğan’ın kurmak istediği rejimde Kürlerin hakları, (eğer Kürtler dipten güçlü mücadelelerle zorlamazlarsa) halen kültürel haklar çerçevesinde tarif ediliyor.

 

II – Cumhurbaşkanlığı seçiminde en başta anti demokratik bir zorunluluk bulunuyor çünkü aday olabilmek için illa ki parlamento da grup kuracak sayı da milletvekili gerekiyor. Her ne kadar “cumhurbaşkanını millet seçiyor” denilse de, 20 milletvekilinin imzasıyla aday olabilme zorunluluğunu getirmek demek, “millet iradesini” meclisin önereceği aday/adaylarla sınırlamak demektir. Bu sınırlama ilerici, devrimci, sosyalist hareketi alternatifsiz bırakmakta.

Adayların siyasal profiline baktığımızda ise şunları görmekteyiz: HDP adayını ayrı tutarsak, Erdoğan ile İhsanoğlu’nun aynı siyasal kumaşın farklı desenleri olduğu görülür. Hatta denilebilir ki desen farkı da, cumhurbaşkanlığı seçiminde Ekmeleddin beyin CHP-MHP adayı olması nedeniyle biraz da imal edilmiştir. Her iki adayın da siyaset kumaşı ana çizgileri milliyetçi muhafazakârlıkla örülmüştür.

Devlete yaklaşımda ve özellikle devlette katı merkeziyetçiliğin belirleyici olmasında da adaylarının temelde farkları yok. Sadece milliyetçi muhafazakâr katı merkeziyetçi  devletin nasıl (başkanlıkla mı yoksa parlamenter sistemle mi) yönetileceği üzerine aralarında farklılıklar var.

Başbakan Erdoğan’ın 12 özellikle de son 3 yıllık iktidar pratiği kendisinin siyasal fotoğrafını netlikle sergiler. Daha önce Erdoğan’a ilişkin 12- 12- 2013 tarihli “Doğu Despotik İklimde Putinizmin İslami Versiyonu, Erdoğan” başlıklı yazım başta olmak üzere Newroz Gazetesi’nde üzerinde durmuştuk. Gelişmeler Erdoğan’ın, Doğu despotizmi yönelimini günümüz koşullarında derinleştirerek devlet rejimi haline getirmeyi hedeflediğini gösteriyor.

Roboski katliamı, Gezi isyanı, 1 Mayıs ve Soma’da ki (korumalar eşliğinde başbakan  kendisi ve müsteşarıyla adam kovalayıp dövmesi) polis devleti pratiği; yerel yönetimleri “güçlendiriyorum” derken bile attığı her adımladevletin merkezini daha güçlü inşa etmeyi hedeflemesi, bize günümüz Doğu despotizmi fotoğrafını yeterince vermekte yanı Murat Yetkin’in vurgusuyla “vurdu mu oturtan cumhurbaşkanı” profilini sergilemekte.  Erdoğan’ın seçilmiş partili cumhurbaşkanı olması ve sıkça dile getirdiği “başkanlık sistemini” fiilen uygulayacak olması ise bu fotoğrafı güçlendirecek ki o zaman gerçekten de “kim tutar Erdoğan’ı!

Kısacası, Erdoğan ve AKP’nin “cumhurbaşkanını millet seçsin, devlete millet egemen olsun” söylemleri demagoji ve propagandadan ibarettir, desteklenemez.

Şunu de ekleyelim; Erdoğan gerek AKP içi güçlü milliyetçi damar gerekse Türkiye’de ki genel ulusalcı atmosfer nedeniyle açıkça BDP ile seçim ittifakı yapmayı göze alamaz. Hele hele  Ergenekon ve Balyozcuların tümüyle tahliye edildiği, asker ile Cemaat karşıtı yeni ittifak aradığı evrede hiç alamaz.

Kısacası gerek Erdoğan’ın profili gerekse Meclise sunulan hükümet tasarısı, Kürt siyasetinin Erdoğan’ı desteklemesi için yeterli bir içeriğe sahip değil ancak aynı şey Kürt halkı için söylenemez çünkü ikinci turda Erdoğan ve İhsanoğu ile baş başa kaldığında Kürtler birden fazla nedenle esas Erdoğan’a oy verecekler.

Geçerken bir tespit yapalım; CHP’nin önce eski MHP’li Mansur Yavaş’ı Ankara’da aday göstermesi ve şimdi de MHP ile çatı adayı üzerinde ittifak etmesi sürpriz değil, CHP’nin gerçek yüzünü sergiler. CHP zaten ırkçı milliyetçiydi ve tam da bu tarihsel gelenek çizgisi (misyonu) gereği MHP ile ortaklaşıyor. Dolaysıyla MHP’nin CHP’lileşmesinden çok CHP’nin içinde barındırdığı MHP’yi öne çıkarması söz konusu. CHP ile MHP’yi İhsanoğlu üzerinden birleştiren ana etken; AKP karşıtlığı, özelde de başkanlık sistemini “fiilen uygularım” diyen Erdoğan’ı engelleme arayışıdır.

Eğer CHP ile MHP’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde üzerinde uzlaştıkları çatı adayları başarı kazanırsa, bu adım 2015 genel seçimlerinin bir ön provası işlevini üstlenecek ve yeni bir Milliyetçi Cephe arayışı hız kazanacaktır.

İhsanoğlu’na gelince, bürokrat kimliği ile halkın seçilmiş siyasal temsilcisi misyonunu yerine getiremez. Daha çok parlamento siyaset denklemi içerisinde seçilerek dengeleri gözetecek ve böylece devleti temsil edecek biri olarak duruyor ki zaten CHP ile MHP de böyle bir aday istiyor.

CHP İle MHP, Erdoğan ile aynı kültürel kumaşın farklı deseni olarak İhsanoğlu’nu aday göstermekle AKP’nin özelde de Erdoğan’ın değerleri zemininde onunla boğuşmayı hedefledikleri görünüyor ki işleri zor! Siyaset sahnesine çıkarak halktan oy isteyecek bir adayın halkla sıcak temas içerisinde olmayacak olması bu zorluğun başında gelir. Örneğin Erdoğan kent kent dolaşıp miting yaparken, İhsanoğlu’nun bürolarda demeçlerle yetinecek olması ya da Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin meydanlarda onun adına konuşup savunması zorlukların bir diğeri. Erdoğan, Kürt meselesi başta olmak üzere her konuda meydanlarda gürlerken, İhsanoğlu’nu destekleyen her bir partinin farklı şeyler dillendirmesi bir başka handikap. Örneğin İhsanoğlu Kürtler, Aleviler, Gayrimüslimler gibi can alıcı meseleler de ne diyecek? Yapacağı her açıklama kendisini destekleyen parti ve dinamiklerle arasını açabilir. Aynı şey tersinden de, İhsanoğlu’nu destekleyen CHP ve MHP’nin Erdoğan’a karşı yapacakları propaganda dili için geçerlidir.

 

III – Erdoğan ya da İhsanoğlu gibi milliyetçi muhafazakar adayları yurtsever, demokrat, sosyalist siyaset destekleyemez. 20 vekilin imzasıyla aday olma zorunluluğu da dikkate alındığında gözler HDP’nin göstereceği adaya çevrilmiş durumda. Yurtsever Kürtlerin, Alevilerin, muhalif devrimci siyasetin, özgürlük arayışında ki gençliğin alternatifi olarak HDP adayı öne çıkıyor ki Öcalan ve KCK’nin de, birinci turda HDP adayının alacağı oy üzerinden ikinci turda hükümetle pazarlık hesabını yaptıkları anlaşılıyor. Her nekadar Cemil Bayık “Türkiye halklarının özlemini çektiği bir cumhurbaşkanı adayı ortaya çıkabilir. İyi yürütülürse ikinci tur bile HDP ile AKP arasında olabilir. Her şey HDP’nin çalışmalarına bağlıdır. Kesinlikle birinci turda iyi çalışma yürütürse ikinci tura kalabilir” denilse de hesaplar ikinci turda HDP oylarına “muhtaç” Erdoğan (hükümet) ile pazarlık gücünü artırma üzerine kurulu ki HDP yöneticileri bunu yer yer açıkça dile de getirdiler. Bu yaklaşıma “siyaset taktiği gereğidir” denilebilir fakat HDP’nin Kürt/Kürdistan siyaseti birçok açıdan kendi içerisinde sorunlu.

Kısacası Türkiye ve Kürdistan halklarına, aynı kumaşın farklı desenleri olan Erdoğan ve İhsanoğlu karşısında alternatif sunma fırsatına rağmen HDP adayı beklenen desteği alamayacak. Çünkü;

Birincisi; Irak’ın parçalanmayla yüz yüze geldiği ve Güney Kürdistan üzerinden bağımsız Kürdistan’ın tartışıldığı evrede, KCK, BDP çizgisinin; tam gaz HDP ile “Türkiyelileşme” hedefi; 40 yıl aradan sonra yeniden başa dönülerek birlikte örgütlenmeye dönülmesi;  Kürt/Kürdistan meselesinin çözümünde ne olduğu belirsiz “demokratik modernite”, “demokratik ulus” savunuları;  KCK’nin son aylarda yeniden dile getirdiği dört parçayı kapsayacak Ulusal Kongre çağrılarına karşın kendisinin Kürdistan parçalarında kendi dışında ki Kürdistanlı parti ve örgütlerle birlikten uzak durma siyasetinin yarattığı kırılmaları ekleyelim.

İkincisi; AKP’nin tam da seçim arifesinde Öcalan’ın “ufuk açıcı tarihi adım” dediği yasa tasarısını meclise getirmesi, dün haksız yere tutuklattığı KCK tutuklularının (Hatip Dicle’nin) bırakılması gibi adımlar, AKP Genel başkan yardımcı Hüseyin Çelik’in, Irak’ın parçalanması ile paralel “Kürtler kendi kaderlerini tayin edebilir” ve Kürdistan’ı “kardeş görürüz” açıklamalarına HDP adayının ikinci tura kalamayacağı gerçeği de eklendiğinde Kürt seçmeni ağırlıkla Erdoğan’a yönlendirebilir.

Üçüncüsü; peki ya Alevi toplumu ya Gezi ruhu? HDP ve bileşenleri Alevileri ve Gezi ruhunu “çantada keklik” görürseler bir kez daha yanılacaklar, unutmayalım ki MHP ile çatı ittifakı kırılmalar yaratsa da CHP neredeyse Alevi toplumu yine ağırlıkla orada olacak. Yerel seçim öncesi Gezi isyanı üzerinden hesap yapan HDP’nin yanılacağı, Gezi ruhunun esas olarak CHP üzerinden oya dönüşeceğini belirtmiştik, öyle de olmuştu.

Sonuç olarak; Erdoğan ile İhsanoğlu arasında ya da katı merkeziyetçi üniter parlamenter demokrasi ile doğu despotik başkanlık sistemi arasında bir seçim yapmak zorunda değiliz. Ne birinci ne de ikinci turda bu iki adaydan biri desteklenemez. Şu denilebilir; “birinci turda HDP adayını destekleyelim ki hükümetle pazarlık güçleri artsın, ikinci turda da boykot yapar sandığa gitmeyiz”. Bu yaklaşım da kendi içerisinde sorunludur.

Birincisi; öncelikle ilk turda HDP adayı yüksek oy alsa bile ikinci turda AKP ve Erdoğan’ın ittifaka yöneleceği böylece pazarlık olanağının doğma ihtimali zayıftır çünkü AKP gerek içindeki gerekse dışındaki milliyetçi kitle damarını kaybetmeyi göze alamaz. Dolaysıyla dereden geçerken at değiştirmeye kalkmak misali ilk turda sandığa git ikinci turda “Erdoğan pazarlığa yanaşmıyor boykot ediyoruz” demek olmaz, etkili de olmaz.

İkincisi; birkaç cümle ile özetlediğimiz, kuruluş projesi olarak HDP ve izlediği siyaset de birçok açıdan sorunludur, başından beri eleştirel yaklaştık. Dolaysıyla yurtsever, devrimci sosyalist güçler açısında sandığa gitmemek gitmekten daha doğru bir tutum olarak görünüyor.

30 – 06 – 2014

 

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights