Sermayeyi sarsan gerilimler bir ileri bir geri ilerliyorken; Macaristan’da Viktor Orbán, Polonya’da Donald Tusk, Hindistan’da Narendra Modi ve Türkiye’de Recep Tayip Erdoğan, Arap ve Ortadoğu ülkelerinin kadim diktatörlük sistemleri de eklendiğinde dünyanın başlıca faşizan çehrelerini oluşturuyor.
Küresel iklim krizi ya da felaket(ler)iyle karşı karşıya olduğumuz tabloda Karl Marx’ın kapitalizme yönelik ekolojik eleştiri ve değerlendirmelerinin önemi her zamankinden çok daha net biçimde ortaya çıkıyor.
Evet ahlâkı/ etiği var eden de, yok sayan da insan(lar)dır. Ya da İnsan(lık)ın ilerlemesinin önündeki engel bazen yine insan(lık) iken; insan(lık) için en zor olan, her gün insan kalabilmektir.
Kürtçe, “Ez ezım tû tuyé/ Ben benim sen sensin,” vurgusuyla hatırlatmalıyım: Coğrafyamız tarihinden asla ayrı ele alınmaması gereken Bizans yıkılırken, keşişler meleklerin cinsiyetini tartışıyorlardı ve Max Horkheimer’ın, “Teori ancak pratiğe hizmet ediyorsa gerçek anlamda teoridir,” uyarısından bihaberdiler.
Bilim insanları, dili sadece bir iletişim aracı olarak görmez. Çünkü dil aynı zamanda bir düşünme aracıdır da. Bir toplumu, bir halkı bir araya getiren kültürel ve tarihsel bir zenginliktir.
Kapitalizmin yerküresinde para ekonomi bir değiş tokuş aracı olmanın ötesinde, efendidir. O kapitalizmin dini paradır. Hâliyle başkaca bir dini, imanı, milliyeti, aidiyeti olmaz.