Sinan Çiftyürek / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Yeni bir Anayasa neden tartışılıyor? Çünkü halklara, kültürlere giydirilen deli gömleği 1982 Anayasası altında halklar nefes alamıyor. Hak ve özgürlükler kuşatma altında. Devlet, birey ve toplum için değil “birey ve toplum devletin bekası için vardır” felsefesini esas alan Türk-İslam sentezi tıkandı. Kürdistan ve Anadolu’nun sosyo-ekonomik şartları ve siyaset iklimi olarak sosyolojisi değişti, değişiyor. Bu koşullarda yeni Anayasayı tartışmaya açan Erdoğan’ın derdi birey ve toplumun, ezilen halkların özgürlükleri değil kendisinin geleceğini ve eşi benzeri olmayan ucube başkanlık sistemini kurtarmak! Kurtarabilir mi? Çok zor!
Türk siyasetinde Kemalizm ile siyasal İslam tahterevallisi yüz yıldır sürüyor. Toplum, Kemalizm ile siyasal İslam ikileminden çıkamıyor. Bir taraf “Mustafa Kemalin askerleriyiz” diğeri ise “Muhammedin askerleriyiz” diyor! Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze, komünist hareket, Kürt ulusal demokratik hareketi ya da burjuva demokratik siyaset bu ikilemi aşarak alternatif olamadı! Cumhuriyet kuruluş sürecinde İslam-Türk sentezi, sonrasında ise Türk-İslam sentezi siyasetinin hedefi aynı öncelikleri farklıydı! Hedef; Anadolu ve Kürdistan’ı önce Müslüman olmayan halklardan, sonra Türk olmayan halklardan “temizlemek”! Dolayısıyla Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında da Türk milliyetçiliği vardı ancak rejim bilinçli Müslüman milliyetçiliği önde tutuyordu çünkü o yıllarda ana hedef Müslüman olmayan halkların tasfiyesiydi. Hıristiyan halkların tasfiyesi ile birlikte Türk milliyetçiliği belirleyici hale getirildi. Böylece Cumhuriyet rejiminde İslam-Türk sentezi yerini Türk-İslam sentezine bıraktı ama Türk-İslam sentezi de esas Kürdistan nedeniyle gerek içeride gerekse dışarıda ciddi çıkmazda! Sosyoloji söylettiriyor, politikada reddediyor konusuna dönersek.
A – Sosyoloji neleri içeriyor? Özetle;
Selçuklulardan Cumhuriyete Türk siyaset kadrosu, Kürt/Kürdistan gerçekliği ile iç içe yaşadı. Örneğin;
1 – Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı Prof. Metin Hülagü; “1071’de gelmişiz Anadolu’ya geldiğimizde Kürtler de bu coğrafya da vardı”. Sosyolojinin söylettiği Kürdistan gerçekliği bu!
2 – Kürdistan’ın, Türklerin Anadolu’ya giriş kapısı olduğu, Malazgirt savaşında Bizans İmp. Diogenes’in yenilmesinde Kürtlerin önemli rolünün kabul edilmesi…
3 – Çanakkale savaşının kazanılmasında Kürt, Türk ve diğer halkların birlikte savaştığı gerçeği!
4 – Kürdistan ve Kürt halk gerçekliği nedeniyle, Mustafa Kemal’in Kurtuluş savaşında öncelikle Kürtlerle ittifakı araması. Erzurum ve Sivas Kongreleri.
5 – Elbette bu gerçekliğe siyasal içerik katan, Kürt halkının aralıksız 170 yıl sürdürdüğü ulusal kurtuluş mücadelesini ekleyelim. Bu uzun mücadelede siyaseten de Kürt/Kürdistan sosyolojisi oluştu. Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Özerk Rojava, biçimsel de olsa İran’da Kürdistan Eyaleti gerçeği, on milyonlarca Kürdün ulusal özgürlük bilinciyle donanması ve artık Kürdistan’da sporun da ulusal özgürlük bilinciyle buluşması… Kürdistan sosyolojisinin siyasal boyutu! İşte Türk siyasetine Kürdistan gerçekliğini kabul ettiren Kürt siyaset boyutu.
Başlıklar halinde özetlediğimiz bu sosyoloji, Türk siyasetine neleri söyletti dahası yaptırdı? Yine kısa başlıklar halinde özetleyelim.
*Yavuz Sultan Selim’in Amasya’da Kürt beylikleri ile görüşüp yerel özerklik tanıması…
*Kanuni Sultan Süleyman’ın “ben ki Akdeniz’in, Karadeniz’in Anadolu’nun… Diyarbakır’ın Kürdistan’ın… nice memleketlerin sultanıyım…” beyanı.
*Mustafa Kemal’in hem Nutuk’ta hem Kürt ve diğer yetkililerle yazışmalarında hem de Meclis kayıtlarında Kürt, Kürdistan kelimesini defalarca kullanması…
*İstanbul Hükümeti ile Heyet-i Temsiliye arasında 22 Ekim 1919’da yapılan protokolde; “Kürtler, Amasya Protokollerinin tarafı değillerdir. Lakin Osmanlı Hükümeti ile Temsil Heyeti arasında akdedilen hükümler Kürtler için üç noktada önem taşır.
Her iki taraf da: Bir, Kürtleri Osmanlı camiasının temel bir unsuru sayar. İki, Osmanlı memleketinin Kürtler ve Türklerden meskûn olduğunu kabul eder. Ve üç, Kürtlerin serbestçe gelişim hakkının tanınacağını kayıt altına alır” gerçekliği…
*İsmet İnönü Lozan’da “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir; çünkü, Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri Millet Meclisine girmiştir ve Türk temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin hükümetine ve yönetimine katılmaktadırlar” beyanı…
*Turgut Özal “1992’de Başdanışmanı Kaya Toperi ve Başyaveri Albay Arslan Güney’e Kürt raporu hazırlatıp MGK gündemine getirtti. Sorunun çözümünde siyasi aktörlerin rol alması gerektiğini askeri-güvenlik önlemelerle çözülemeyeceğini belirtti. “Federasyonu tartışabiliriz” demesi… (İsmail Göldaş, Lozan, ‘Biz Türkler ve Kürtler’, Avesta Yayınları 2000 sy 106)
*Tansu Çiller, 10 Ekim 1993′te Viyana’da basına verdiği demeçte “İspanya’nın tecrübesinden biz de yararlanacağız” diyerek çözüm için ‘Bask Modeli’ni işaret etmesi…
*Cumhurbaşkanı Erdoğan; 19.11.2013’te Meclis’te “Osmanlı’ya gittikleri zaman doğu, güneydoğunun, Kürdistan eyaleti olduğunu görecekler. Doğu Karadeniz’in Lazistan eyaleti olduğunu görecekler. Bunlar bizim tarihimizin, bize devrettiği mirastır” demiş ve devamında; “Bize ne diyorlar, ‘şu kavramı kullan’; bölücü… Peki Mustafa Kemal de mi bölücü? ‘Kürdistan’ kelimesini kullanan, o zamanın bütün Meclis mebusları da mı bölücüydü?” diye sorması…
*MHP lideri Bahçeli’nin, HDP Batman …… kadın vekilin yemini sırasında gülerek “ilk meclisteki renkler tamamlansın” beyanı! İlk Meclisteki renkler neydi? Kürdistan ve Lazistan mebuslarının ulusal kıyafetleriyle Mecliste yer almalarıydı.
Peki tekçi üniter Cumhuriyet rejimi yüz yıldır bu gerçekliklerin gereklerini yerine getirdi mi? HAYIR! İstanbul Hükümeti ile Heyet-i Temsiliye arasında 22 Ekim 1919’da yapılan protokolde akdedilen hükümleri Kemalist rejim yerine getirdi mi? HAYIR! İşte Kürdistan ve Anadolu sosyolojisinin söylettirdiği ama Türk siyaset kadrosunun ırkçı tekçi politikalarla reddettiği Kürdistan gerçekliği özetle budur.
Gelin sosyolojinin gerçekliği ile siyaset tekçiliği arasındaki çelişkiyi birlikte açalım.
Öncelikle Kürt siyaseti, belirttiğimiz sosyolojik gerçeklik ile tekçi siyaset arasındaki çelişkiyi bölünme değil çözümden yana aşmak istedi hep. Bugün de Öcalan’ın “devlet istemiyoruz” diyerek özerklik, otonomu vb. statüye dayalı çözümü öne çıkarması; diğer Kürt siyaset kadrolarının yıllardır federasyon çözümünü savunmaları aynı sosyolojinin Kürdistan siyasetine yansımasıdır. Kürt siyaseti, Türkiye devleti ile Kürdistan ilişkisinin Fransa ile Cezayir, Portekiz ile Angola ilişkisi olmadığını biliyor. Hem tarihsel olarak Kürdistan ve Anadolu sosyolojisinin etkileşimi hem de Türkiye metropollerindeki 15 milyon Kürt gerçekliğinin oluşturduğu yeni sosyolojik öğeler Kürt siyasetinin politikasını da etkiliyor. Çözüm ise üniter devlet yapısının federal statüye dayalı yeni bir sözleşme ile aşılmasıyla mümkündür. Çünkü Erdoğan’ın 3 Haziran 2018’de “Kimse Kürtlere devlet araması, Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti devletidir” demesi gerçeği yansıtmıyor. Kürtler ayrı devlet aramıyor ama mevcut tekçi ırkçı öyle ki bir bayrağı bile Kürt halkına tanımaya yanaşmayan Türk rejimle de yol alınamaz.
Yüz yıldan beri Kürtler, Cumhuriyetin eşit vatandaşı ya da kurucu unsuru değil. Varlığı bile resmen kabul edilmeyen, bir bayrağı bile olmayan Kürtler böyle kardeşliği de asla kabul etmez. Bilinmelidir ki Türk halkı da ulus devlet ile doğmadı ve her ulus devlet gibi Türk üniter ulus devletinin de bir ömrü vardır yani doğar-büyür-yaşlanır ve yerini yeni bir yapılanmaya bırakır. Bu yapılanma federal yapılanma olmalı. Ayrıca başta Rusya, İspanya, Britanya, İsviçre, ABD, Brezilya hatta Fransa dahil onlarca federal, konfederal devlet bulunmaktadır. Ve federalizm ayrışma değil birliğin perçini.
B – Çözüm Türk Devletinin “Bekası” Kürt Milletinin Bekası ile birlikte ele alınmasında!
Bu konuda peş peşe dört alıntıyı okuyucuya sunacağım;
1 – Mesud Pezeşkiyan “Eğer Allah göstermesin ülkede bir olay olsa Azerbaycan kendi başına devlet olur, Kürdistan kendi başına devlet olur, Huzistan başka, Beluçistan başka, yani artık İran kalmaz. Bu kaosa dönüşür. Biz ülkemizde kaos istemiyoruz. Biz ülkede birlik sağlamak istiyoruz.” ifadelerini kullandı.
2 – Pezeşkiyan’ın bugün İran için söylediği “tehlikeyi” MİT başkanı Emre Taner 2008 yılında kamuoyuyla da paylaştığı raporunda Türkiye için belirtmişti. Şöyle ki; Neşe Düzel 13 Şubat 2012’de Taraf Gazetesinde Avni Özgürel yaptığı röportajında “MİT’in Devlet analizi nedir” diye sorar. Özgürel’in yanıtı çarpıcıdır.
“Daha da önemlisi, dört yıl önce Emre Taner, örgütün kuruluş yıldönümünde kamuoyuna bir devlet analizi yayımladı… Bu analizde dendi ki eğer Türkiye demokratikleşmezse, bu yolda değişimini tamamlamazsa ve Kürt sorununu çözmezse, 21. yüzyılın ikinci çeyreğini bütünlük halinde göremez. Parçalanır. Milletler topluluğunda da ikinci kümede kalır. Kürt sorununun çözümünü demokratikleşmede gören bir analiz bu. ‘Bu sorunu ya çözersin ya da bölünürsün’ diyor MİT. Dolayısıyla siyaseti ve askeri, bu istikamette zihnen hazırlamaya başladı MİT. Öyle ki pek çok muhafazakâr ve aydın, geçmişte zihinlerinin reddettiği ya da ağızlarına almayı cesaret edemedikleri şeyleri savunmaya başladılar” diyor.
3 – MHP lideri Bahçeli 1 Ekim 2024 MHP Grup toplantısında; “Başka Türkiye yoktur. Gideceğimiz bir yurt köşesi yoktur. Bölgesel tehdit dalgaları kıyımıza vuruyor. Türk milleti birbirine sımsıkı sarılmakla mükelleftir” deyip devamla yeni Anayasaya ilişkin “12 Eylül Anayasası yırtılıp atılmalı” diyor.
4 – Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Hatay- Lübnan sınırı 170 kilometre tehlike kapımıza dayandı. İsrail Lübnan’dan sonra gözünü topraklarımıza dikecek”. “Coğrafyamızın yeni bir Sykes-Picot taksimiyle tekrar lime lime edilmesine göz yummayacağız” diyor! (Türkiye için özellikle NATO üyesi Türkiye için İsrail tehdidi iddiasının karşılığı yoktur bunun içe dönük propagandadan ibaret olduğunu düşünüyorum. Bunu ayrı bir yazıda ele alacağım.
İran için tehdit algısı Kürdistan’ın yanı sıra Azerbaycan, Huzistan, Belucistan’da var ama Türk siyaset kadrosu iç ve dış tehdidi tamamıyla Kürdistan üzerinden okuyor. Mesele şudur, Mesut Pezeşkiyan çözüm olarak İran eyalet sistemini güçlendirecek mi yoksa tersine daraltacak mı? Daraltamayacağını biliyor peki genişletebilir mi? Bunu sadece Fars egemen İran rejimi değil aynı zamanda halkların vereceği mücadele belirleyecek.
Türkiye’de ise Bahçeli “Başka Türkiye yoktur. Gideceğimiz, bir yurt köşesi yoktur” derken doğru söylüyor ama “Türk milleti birbirine sımsıkı sarılmakla mükelleftir” demesi çözüm getirmez çünkü tıkanan yüz yıllık ısrarı sürdürüyor. Türkiye’de sadece Türk milleti yok, başta Kürtler ezilen başka milletler, halklar ve inançlar vardır. Meclis Genel Kurulunda Dem Parti Eşbaşkanlarıyla el sıkışmıştı ki bu olması gereken bir el sıkışma. Bahçeli basının konu ile ilgili sorusu üzerine de “Dünyada barış isterken, kendi ülkemizde barışı sağlamamız lazım” ifadelerini kullandı. Bahçeli, Kürt meselesinin çözümüne de elini uzattı mı? Hayır! “Türk milleti birbirine sımsıkı sarılmalı” derken Kürtleri dışlayarak tek millette ısrar ediyor. MİT’in gördüğü ve devlete rapor ettiği analizi Bahçeli ve diğer Türk milliyetçileri de görüyor görmeye de fakat Kürt meselesinin demokratik çözümünden korkuyorlar!
C – Hani sivil yeni Anayasa yapacaktınız?
Erdoğan, “Bize ne diyorlar, ‘şu kavramı kullan’; bölücü… Peki Mustafa Kemal de mi bölücü? ‘Kürdistan’ kelimesini kullanan, o zamanın bütün Meclis mebusları da mı bölücüydü?” derken tartışmaya getirilen sınır ya da ambargoyu eleştiriyor. Fakat şimdi gündeme getirdikleri yeni anayasa tartışmasında benzer bir durum hata daha beteri dayatılıyor. Nedir beter olan? Hem “Yeni anayasa yapalım” diye topluma çağrıda bulunacaksınız hem de 1982 Askeri darbe anayasasının başta 4. Maddesi olmak üzere “şu şu maddelerini tartışamazsınız” diyecek ve beterin beteri bu maddeler “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” diyerek halklara ültimatom veren maddeye ayet gibi sarılacaksınız! “Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” demek kökten saçmadır ve işin mantığına aykırıdır. İnsan eseri olan her şey özelde de 4. Madde dahil 1982 Anayasası tartışılır ve yeni gelişmeler ışığında değiştirilir. Ayrıca dün “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” dayatmasını yazdırmanın bugün ona sımsıkı sarılmanın altında yine Kürdistan meselesinden algılanan korkudur! Bu korkunun ürettiği iklimde Kürdün yanı sıra Türk de nefes alamıyor! Kısacası eski yani 1982 Anayasası bütün yönleriyle eleştirilip tartışılmadan Yenisini kim nasıl üretecek? Burnundan soluyanlar dahil herkes gardını indirerek konuşup tartışmalı. Halklara ve Meclisteki bütün partilere çağrımız budur.
Sonuç olarak; yerelleşme ve desantralizasyon yüz yılı olan 21. yy’da Kürt halkının varlığı ile ulusal demokratik taleplerini; işçi emekçilerinin siyasal demokrasi ve sosyal taleplerini; Alevi halkı ile diğer baskı altındaki inanç gruplarının taleplerini; demokratik üniversite; kadınların talep ve hedeflerini içerecek ve devlet karşısında birey ve toplumu koruyacak bir sivil demokratik Anayasa üretmeliyiz hep birlikte. Yoksa 1982 Anayasasının “Madde 66 – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür” kalacaksa… Yani “Ne Mutlu Türküm diyene” denilmeye devam edilecekse; kuvvetler ayrımını ve hukukun bağımsızlığını güçlendirip güvenceye alınmayacaksa… Yeni Anayasa nasıl “sivil” ve “demokrat” olacak? Böylesi bir Anayasa ne sivil ne de demokratik olamaz!
Son cümle; Türk siyasetini kafasını kumdan çıkarıp Kürdistan’ın tarihsel ve güncel gerçekliğini görüp çözüm üretmeye çağırıyoruz!
7 Ekim 2024