Abuzer Bali Han / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Dersim coğrafyasının yetiştirdiği büyük önderlerden biri de Seyid Rıza’dır. O’nun ataları aileden gelen bir saygı ve sevgiyi ocaklarında barındırıyorlardı. Her ailenin içinde çıktığı gibi bu ailenin içinde de halkına ve ailesine ihanet edenler de olmamış değil! Fakat Seyid Rıza ve yakın çevresi örnek kişilikleriyle Dersim’de ünlenmişler. Seyid Rıza’nın doğum tarihi her eski Dersimli gibi pek de belli değil. Doğum tarihi için değişik tarihler verilir. Çoğu araştırmacı doğum tarihi olarak 1862, bazıları da 1863 tarihini O’nun doğum yılı olarak verirler.
Seyid Rıza ile Rus işgaline karşı Osmanlıların saflarında yer alarak ve ortak mevzilerde çarpışan Demenanlı Aşiret önderi Cebrail Ağa, son kez olarak Elazığ’ın mahkeme ve mahpushanelerinde mahkumiyetini Seyid Rıza ile bölüşür. Cebrail Ağa’nın yaş olarak 20 yaşa yakın Seyid Rıza’dan daha küçük olduğu, aldığı idam cezası da yaşlılığı nedeniyle ömür boyu hapise çevrildiği hesaba katıldığında ve Seyid Rıza ise büyük oğlundan iki yaş daha küçük olan Mazgirt Muhundu köyünde ikamet eden Seyid Hüseyin Doğan adlı bir dedenin o dönemde yalancı şahitliği ile yaşı 81’den 57’ye indirilerek asılması, Seyid Rıza’nın gerçek doğum tarihini verir. Cebrail Ağa’nın bu tarihi anımsaması ve Seyid Rıza’nın yaşının 81’den 57’ye indirilerek asılması sonucu ortaya çıkan tarih, Seyid Rıza’nın gerçek doğum tarihini gösterir. Bu bilgilere dayanarak Seyid Rıza’nın 1856 tarihinde doğduğu söylenir!
Elazığ’daki mahkeme tutanaklarında Seyid Rıza’dan şöyle bahsedilir: „Seyid Rıza, Hozat’ın Sin nahiyesine bağlı Ağdat Köyü’nde ikamet etmektedir.“ Cumhuriyet Savcısı Hatemi Şahanoğlu tarafından okunan iddianamede: „Seyid Rıza, Viyalık (Viyalıke) ve Sosenkale’de (Sesenkale) adındaki yerlerde oturmaktadır. Viyalıke, Sin Nahiyesi’ne yakın olan bir yerleşim yeridir.“ diye yazar.
Seyid Rıza’nın ortanca oğlu ve kendisinin yerine geçecek olan Bava İbrahim’in Kırganlılar tarafından öldürülmesinden sonra, Seyid Rıza, bu mıntıkada bir de konak yaptırır. O, halk arasında “Sey Rızoyê Xaçeliye” (Haçelili Seyid Rıza) diye de tanınırdı. Haçeli (Xaçeli, yeni adı Dikenli) Seyid Rıza’nın aşiretinin Yukarı Abasanların yerleşim köylerinden biriydi. Adından da anlaşıldığı gibi Zaza ve Türklerin „Haçlıların yani Hiristiyanların yaşadıkları yer“ diye adlandırdıkları „Haçlı Eli, Haçeli“ ya da bölgenin en büyük kilisesinin olduğu yerden dolayı bu bölgeye bu ad verilmişti. Seyid Ağa ve Seyid Rıza kardeştiler. Babaları Seyid Baba (Bava) İbrahim ve O’nun babası Seyid Musa da zamanında burada ikamet etmişlerdi. Haçeli çok eski bir Ermeni yerleşim yeriydi. Bu köy Dersim’de ulaşılması zor olan köylerden biriydi. Bir kez buraya tekerlekli vasıtaların hiç birinin tekerlek izi değmemişti. Sadece hayvanlarla orman ve dağlık bölgelerden geçerek buraya ulaşılırdı. Buraya yerleşenler kendilerini hep güvende his ediyorlardı.
Birçok köy ve yerleşim mezralarından geçerek Haçeli’ye ulaşılırdı. Haçeli yolu üzerindeki yerleşim birimleri, bunlar sanki Haçeli’yi korumak için oralara nöbetçi dikilmişlerdi. Buralarda oturanların tümü birbirlerine akraba insanlardı. Darboğaz ve engebeli patikalardan sonra Haçeli’ye ulaşıldığında, en çok da köyün sarp dağlık kayalıklar üzerinde kurulmuş olduğu gözden kaçmıyordu! Doğal haliyle sanki köy surlarla çevrilmiş gibiydi. Buralara ne devlet ve ne de eşkiya ayağı değmemişti. Ayağı değenlerin ise geri dönüşleri olmamış! Sonraları Haçeli’nin bu özelliğini keşf eden başta Abbasanlar olmak üzere bazı kızılbaş aileleri de gelip köye yerleştikleri bilinir. Ermeni kırımları sonunda bölgede Ermeni kalmayınca, köy tamamen Abbasanlara kalır. Seyid Rıza’nın abisi Seyid Ağa, Abbasanların en yaşlısı olarak bu bölgede büyük saygı ve hürmet görüyordu. Aşiretin yönetiminden ise Seyid Rıza sorumluydu. Haçeli Köyü’nde oturan Seyid Ağa’nın Ali Haydar, Şükrü, Rayber ve İbrahim adlarında oğlları vardı. Bunlar da aşiretin en ileri gelenleri arasında yer alıyordu. Bunlar içinde Rayber yaptıkları kötülüklerle ön plana geçmişti! Seyid Rıza, ağabeyisinin ölümünden sonra Haçeli’yi ağabeyisinin oğlu olan Rayber’e bırakarak, Derê Arey Köyü’ne, sonraları da ailece Ağdad‘a gelir, yerleşirler.
Abbasanların en çok dost olarak geçindikleri aşiretler arasında Kırgınlar ile Yukarı Karaballılar yer alırdı. Abbasanlar, Kalan, Demenan ve Bahtiyarlarla bazan sürtüşmeli, bazan da iyi geçinmeye gayret sarf ediyorlardı…Halk arasında, Dersim ve çevresinde Seyid Rıza, ilk önce Haçeli’de yaşadığı için O’na “Sey Rızayê Xaçeliye” (Haçelili Seyid Rıza) diye tanınırdı. Seyid Rıza’nın abisi Seyid Ağa’nın oğlu Rayber küçük yaştan itibaren yaramaz ve çevresinde sevilmiyen bir karektere sahipti. Seyid Rıza’nın oğulları ile amcalarının oğlu Rayber’in araları hep açıktı. Böylesi olumsuzluklar Seyid Rıza’yı Haçeli’den başka bir yere göç etmeye zorladı. Seyid Rıza, Tujik Dağı eteğindeki Ağdat Köyü’nü kendisine ve ailesine yeni bir mekan olarak seçtikten sonra, oraya bir de büyükçe bir ev yaparak yerleşir.
Tujik Dağı’na halk arasında „Sultan Baba Dağı“ da denirdi. Bir çok dağ gibi, bu dağ da Dersim halkınca kutsal sayılırdı. Ağdat, bu kutsal dağın eteklerinde, kutsal bir köy olarak gittikçe ünlenmişti. Köy, sırtını yıkılmaz, sağlam ve güvenilir bir dağa yaslamıştı. Bu yüce dağ, görkemli ve kutsal heybetiyle Ağdatlılara güç, kuvvet ve heybet veriyordu. Köyün sakinlerinin mert ve savaşçı bir ruh ile Dersim’de tanınmasında bu kutsal dağın gizeminin yattığı söylenir. Halkın Ağdat’a olan saygının kaynağını, yöre halkının Ağdatlılara olan güvenini artırtıkça, Ağdatlılar da hak ve adaletten ayrılmayan, doğruyu eğriden ayıran, insanlar konumuna getirmişti. Dersim’de çözüm bulamayan aşiret davalarının son uğrak yeri Ağdat’tı. Ağdat’ta kurulan halk divanında, davalara son çözüm bulunurdu. Verilen kararlara herkes uyardı. Çünkü orada adam kayırma, yanlış karar verme gibi düşüncelere kimsenin kaygısı yoktu. Ceza alan da cezasına razıydı. Hak ve adalet terazisi Seyid Rıza’nın divanında asla yanlış tartmazdı…
Seyid Rıza’nın insana bakış açısı evrenseldi. O’nun nezdinde herkes eşit ve özgürdü. İnsanları öldürmek bir yana, onları yaşatmak O’nun için esastı. Bu nedenle O, hayatı boyunca savaşa karşı çıkarak, hep barışı savunmuş ve kendini hep savunmada bulmuştu!..
Seyid Rıza, Ağdat’ta kişi olarak Sultan Baba Dağı kadar yüce idi. O, büyük bir saygınlık kazanmış, herkese eşit mesafede duruyordu. Zamanla bu yüce kişiliği hazmedemiyen aşiret ve ocak önderleri de olmamış değil! Devlet, Seyid Rıza’nın bu saygın kişiliğinden korkup, O’nu halk arasında dedi koduya dayalı bilgilerle yıpratmak isterken, buna bazı ocakların dede ve pirleri de O’nu yıpratmaktaydı! „Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz!” derler. Seyid Rıza’nın da aynası yaptığı işleriydi. Halkın da bunlara güveni tamdı. O’nun seyitliğinden çok, „Seyid“ gibi bir yaşantıyı kendisine ve yöresine kabul ettirmişti. O’nu yücelten bu özelliği, O’nun en etkili yönüydü. Yaşarken „İnsanı Kamil“ olarak yaşamasını bilmiş, büyük bir saygıya hak kazanmıştı. Seyid Rıza’yı ölümsüzleştiren ve O’nu günümüze taşıyan da O’nun bu kamil ve bilge kişiliğiydi…
Hazreti Musa, Sina Dağı’nda Tanrı ile konuşurken ve insanlığı yönetecek olan, onlara ahlakı öğreten on temel emiri aldığı söylenir. Hazreti Muhammed, Hıra Dağı’nda insanlığa yön veren bilgi ve emirleri Tanrı’dan alırken O, kendinden çok insanları düşünür. Yaratan Tanrı, acıyan ve bağışlayandır. Bu nedenledir ki Tanrı tüm halkları eşit ve kardeş yaratmıştır. Hiç bir halkın diğerinden ne bir üstün yanı ve ne de bir ayırcaklı tarafı var! Dersim’de Dersimliler bu bakış açısıyla tüm dünya insanlarını seyrederken, o topraklarda bir Seyid Rıza, güne ve zamana merhaba diyerek yaşamla buluşmuştu. Bu yaşamın temelinde hak ve adalet vardı. Merkezinde ise „insan“ denen kutsal canlı oturtulmuştu…
Seyid Bava İbrahim ve oğlu Seyid Rıza, Dersim’de gün geçtikçe büyük bir itibar kazanıyordu. Devlet ise boş durmuyor, onların itibarına gölge düşürmek için o dönemde devlet şu propağandayı yapıyordu:“ Seyid Rıza’nın soyu olan Şeyh Hasenanlılar bir pirlik ocağına mensup olmayıp, pirden el alıp, görev alan bir „tikme dedeydi“ denilmekteydi. Dini etkisini kırmak için O’nun bir „Pir“ ailesinden olmayıp „tikme dede“ dede olduğu söylentilerini yayarak, etkisini kırmak istiyordu. Bu yalan propağandaya bugün bile bazı ocakların dedelerinin halen inandıkları söylenir!..
Yukardaki söylenti tamamen doğru olmayan bir anlayışa dayanmaktaydı. Kızılbaşlıkta ocakzade olmayan biri, yani ailesi bir ocağı temsil etmiyorsa, o kişi bir pir veya rayber olamazdı. Ancak bir pirden kendisine el verilirse „tikme dede“ adıyla dedenin olmadığı cemlerde dini görevleri yerine getirebilirdi. Seyid Rıza, Abbasan (Avasu) pirlerinden el aldığı anlayışı O’nun sonradan bölgeye göç etmiş bir aileden olduğundan kaynaklanır. Geldiği yeni yerde görev alabilmesi için oranın ocağından destur alması, bu Alevilik inancının saygı ve sevgi geleneğinden kaynaklanıyordu. Kendi aşireti içinde Kızılbaş inancına göre bir pir veya dede cemde yoksa cemi bir „tikme dede“ de yönetebilir. „Tikme Dede“ dini ve aşiretsel ilşkilari çözme yetkisine de sahipti. Kendi dini görevini aşiret önderliğiyle birleştiren Seyid Rıza, Dersim Aşiretleri arasında hatırı sayılan en önemli bir mevkiye ulaşmıştı. Bu yukardaki yanlış görüşler yerleşik eski köklü ocakların ve biraz da Dersim’de hükümetin Seyid Rıza ailesinin etkisini kırmaya yönelik anti propağanda kaynaklanıyordu!..
Alevi ve Bektaşilikte dede, pir ve mürşid ocakları Ehli Beyt soyundan geldiklerine inandıkları için kendilerine „Seyid“ derler. Hz. Muhammed ve Hz. Ali soyundan gelen seyidlere Alevi toplumu büyük bir hürmet ve saygı gösterir. Fakat bazan ocaklar arasında birbirinden büyüklük taslama, birbirini küçük düşürmeye çalışmalara da rastlanılır. Ayrıca tarih boyunca birçok ocağın secerelerinde bilgi karışıklığı da oluşmuş. Devlet Aleviler arası dayanışma ve birliği bozmak için bazı dede ocaklarını kendi yanına alarak, onları diğer ocaklara karşı kullanmıştır. Bu kullanma işini devlet Dersim’de Seyid Rıza asılırken de uygulamış. Dersim’in en büyük dede ocaklarından birisinin dedesini yalancı şahitlik yapmaya mecbur ederek, başka ocaktan olan Pir Seyid Rıza’yı astırmış! Bununla da yetinmeyen devlet Seyid Rıza’nın bağlı olduğu ocağın tüm dedelerini „Tikme Dede“ olarak etrafa yaymış ve bu ocağı itibarsızlaştırmak istemiştir!..
Günümüzde devletin bu yıkıcı ve yok edici faaliyetleri tüm Aleviler arasında ve özellikle de Dersim’de daha da yoğunlaştırılmış, Dersim köyleri tamamen boşaltılarak, güzelim kutsal vadiler barajlarla gölleştirilmek istenmektedir. Devlet, Dersim’de Dersimlilerin kendi nesline yabancı olan bir nesili yetiştirmeyi de hedeflemektedir. Eskisi kadar olmasa da halen günümüzde ihanetçilerin günden güne çoğalmaları yurtsever Dersimlilerin işini daha da zorlaştırmaktadır!..
Dersimlileri bir kısım Türkler, onları Türk olarak, bazı Ermeniler de onları Ermeni göstermeye gayret ederken, dilleri olan Zazacayı (Kırdki) de kendi dillerinin birer lehçesi olarak göstermeye çalışmaktalar. Dersimlilerin bir kısmı kendilerini Zaza veya Dımıli olarak adlandırırken, büyük bir bölümü de Kürt olma bilinciyle ulusal davalarına sahip çıkarak, verilen özgürlük mücadelesinde öncülük etmekteler. Öte yanda Zaza ve Şafi olan Şeyh Seid ile Zaza, Kızılbaş-Alevi olan Pir Seyid Rıza’yı Kürtler kendilerinin tarihi önderleri olarak vurgular ve her yıl onları büyük bir hayranlıkla anarlar!.. Böylesi karışık, çelişki ve devletin topyekün ortadan kaldırma anlayışı içinde olan Zazaların kendine gelmeleri elbette kolay değildir! Ama Zazaların kahramanlıkları inkara gelmez! Onlar teke tek dövüşende her zaman kahramandırlar!..
Zaza-Alevi dede ocakları kendilerini Evladı Resul soyundan geldiklerini söyler. Yine bunun yanında bazıları kendilerini bir de Türk soyundan sayarlar. Böylesi bir düşünce tamamen insanın kendi kendini inkarı anlamına gelir. Zira Türkmenler arasında Şeyh Hesen Ocağı’na yakın olan ocaklar arasında Sultan Onar Ocağı, Şeyh Ahmet Dede Ocağı, Şeyh Bahşi Ocağı ve Seyidan Ocağı da yer alır. Sultan Onar Ocağı olarak bilinen, Şeyh Hesen’ın Piri Baba’nın kızıyla evliliklerinden olan çocuklarının Malatya Arapgir ilçesine bağlı Onar Köyü’nde kurdukları bir dede ocağı daha var. Şeyh Ahmet Dede Ocağı olarak bilinen ocak, Şeyh Hesen’ın kardeşi ve Şeyh Hesen oymağının ikinci adamı olan Şeyh Ahmet’in çocuklarının Elazığ, Baskil’e bağlı Tabanbükü (Şeyh Hesen) Köyü’nde kurdukları bir dede ocağıdır. Şeyh Bahşi Ocağı, yine Şeyh Hesen’ın evlatlarının Elazığ, Baskil’e bağlı Kumlutarla (Adaf) Köyü’nde kurdukları diğer bir ocağın adıdır. Seyidan Dede Ocağı ise Şeyh Hesen’ın torunlarından olan Pir Seyid adlı dedenin Dersim’de Bodik Köyü’nde kurduğu diğer bir ocağın adıdır. Şeyh Hesen’ın oğlunun diğer torunlarından adı yine Şeyh Hesen olan Dersim’in Ağdat Köyü’nde Şeyh Hesen Ocağı’nı kurmuş. Ataları Şeyh Hesen’ın ocağına “Büyük Şeyh Hesen Ocağı” ya da sadece “Büyük Ocak” da derler. Malatya’nın Arapgir’e bağlı Onar Köyü bunların yerleşim yeridir. Torun Şeyh Hesen’ın Ağdat’taki ocağına ise Küçük Şeyh Hesen Ocağı diye adlandırılır. Bunlar Arap soyundan geldiklerini kabul etmezler. Kendilerini seyid ve Ehli Beyit’ten geldiklerini söyliyen dedelerin tümü de Hz. Muhammeddin torunu olan, kızı Hz. Fatma Ana’dan doğan, babası Hz. Ali olan Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edildikten sonra tek kurtulan oğlu Hz. Zeynel Abidin’e soylarını dayandırırlar. Aksi taktirde dedelikte bir seyidlik soyu olmaz! Hesenanlıları götürüp Ortaasya’daki Türk ırkına bağlamak kadar yanlış bir düşünce olamaz. Çünkü Türkler 11. yüzyılda Karahanlılar döneminde İslam ile tanışıp, ancak bu dini o dönemde kabul etmişler. Halbuki Dersim Aleviliğinin kökleri daha derinlerdedir..
Halk bir ocağa saygı duyuyorsa, o ocağı tartışmanın, ona inananlar açısında da hiç bir değeri yok. Seyid Rıza’nın babası Seyid İbrahim ve O’nun da babası olan Seyid Musa, büyük Abbasan (Avasu) pirleriydi. Aile süreç içerisinde halk arasında „Seyid Ailesi“ olarak ünlenmiş, büyük bir sevgi ve saygıya layık görülmüştü. Kendi aşireti içinde Kızılbaş inancına göre, dini inancı yerine getirme ve aşiret sorunlarını çözmede, bu aile hep en önde yetkili bir aile olmuş ve büyük bir rol de üstlenmişti. Ailenin hak ve adalet dağıtımında tarafsız karar vermeleri komşu aşiretler arasında dahi konuşulur olmuştu. Zor davaların çözümünde karar ve danışma meclislerinde Seyid Rıza yer aldığında, alınan kararlar çözüme en yakın ve en yatkın olan adil kararlardı…
Seyid Rıza’nın saymakla bitmeyen özelliklerini daha küçük yaştan itibaren Babası Seyid Bava İbrahim tarafından da keşfedilmişti. Seyid Rıza, okula başlayacak yaşa gelinceye kadar aile içinde örf, adet ve insan ilişkilerinde çok şey öğrenir. O, sanki çocukluğunu yaşamamış bir delikanlı davranışlarını sergileyerek büyür. Hatta bazan da babası Seyid Bava İbrahim’in yanı başında oturarak, görülmekte olan aşiret sorunlarını çözmede sessiz ve sedasız olarak dikkatlice olanları izler ve konuşulanları dinliyerek zamanını geçirirdi. Deneyimlerini daha çocuk yaşta iken geliştirmişti. Bu çocuksu olmayan davranış biçimi, O’nda bir alışkanlığa dönüşmüştü. Bu da ilerde geleceğin lideri olan Küçük Seyid Rıza’ya çok şey kazandırmıştı. O’nun pratik zeka ve davranışlarından babasının yanı sıra herkes hoşnuttu.
Seyid Rıza, ilk eğitim ve öğrenimini Qeri Sıleman Ocağı’nda yapar. Babası O’nu yörenin ve adı geçen ocağın en büyük öğretmeni ve alimi olan Mehmet Ali Efendi’nin yanında eğitir. Baytar Nuri Dersimi, Seyid Rıza’nın babası Seyit Bava İbrahim tarafından eğitildiğini aktatırken, Nuri Dersimi, babası Mıla İbrahim’in Seyit İbrahim’in yanında katiplik yaptığı yıllarda çocuklarının eğitimi ile de yakından ilgilendiğini O, anılarında belirtir. Bu konuda Nuri Dersimi şunları yazar:“Seyid Bava İbrahim, tahsilini dedem Colikzade Mehmet Ali Efendi’den görmüştü. Seyid Bava İbrahim oğlu Rıza’yı babam yurtseverlik bilinciyle yetiştirmişti.’’ diye yazar.
Seyid Rıza’nın babası Seyid Bava İbrahim’in ölümünden sonra Seyid Rıza, babasının vasiyetine uygun olarak aşiretinin liderliğini üstlenir. Bu liderliği hem aşiret önderleri, hem de kendisinden büyük olan kardeşleri destekler ve O’nun her başarısına katkı sunarlar. Seyid Rıza genç yaşta yakınlarından tam destek alan bir lider ve seyid olarak aşiretini yönetmeye başlar..
Seyid Rıza’nın ağabeyi Seyid Ağa’nın ölümünden sonra oğlu Raybere Kop babasının yerine aileyi yönetir. Kirliliği ile Dersim’de ün yapan Raybere Kop, Seyid Rıza’nın oğlu Bava İbrahim’in öldürülmesine adı karışır. Bu adam Ali Şêr ve eşi Zarife’nin de başlarını kestiren celattı. Ne yazık ki o da seyid sülalesindendi!..
Oğlunun öldürülmesi, Dersim’de yapılmakta olan 1937 askeri katliamlar Seyid Rıza’yı günden güne sarsmaktaydı. Bu olanlara bir çözüm ararken Erzincan’da devlet O’nu barış görüşmelerine çağırmıştı. Bu görüşmelere umutla bakmamakla beraber, başka da bir yolu yok diye yönünü Erzincan’a verir. Daha Erzincan’a varmadan devlet O’nu şaki diye yakalıyarak Elazığ’a gönderir. Elazığ’da yapmacık bir yargılama ile bir ay içerisinde O’nu ve yakını olan 11 yoldaşını idam cezasına çarptırırlar. Onlardan 7’sini infaz ederek ve dördünün cezasını da ömür boyu hapise çevirirler.
Asılmalar gerçekleşirken, Seyid Rıza’nın sadık dava arkadaşı Demenan Aşireti lideri, Qemerê Boli’nin torunu, Usênê Hırancıkê’nin oğlu Cebrail Ağa (Cıvê Hese Kheji) hapisteki odasında bir bu yana, bir o yana gidip gelerek, içi içine sığmıyor, bağırıp, kükrüyordu!:“N’olaydı, n’olaydı! Onların yerine ben asılaydım! N’olaydı, Seyid Rıza’nın Mustafa Kemal Paşa’yı ortadan kaldırma fikrini ortaya attığında, aldığım bu emri, zamanında yapaydım. Aldığım görevi yerine getirmiş olsaydım, bugün ne dava arkadaşlarım asılırlardı, ne de bir ömür boyu hapis cezasını alırdım! Ne desem, ne yapsam boşuna! Olanlar oldu! Düşmanlar güldü! Felek bir daha biz Dersimlilere yar olmadı!“ diyerek feryat ediyordu! Feryatları hapishane duvarlarına çarparak gerisin geri kendisine dönüyordu!..
Sonuç olarak birkaç saat içinde idamların tümü de tamamlanmıştı. Yazılan resmi raporda:“ 15 Kasım 1937 Pazartesi tüm gün Seyid Rıza ve arkadaşlarının cesetleri sephalarda asılı olarak halka teşhir edildi. 16 Kasım ise tüm cesetler Elazığ içinde dolaştırılarak halka bir daha gösterildiler!.“ şeklinde yazılan gizli rapor bir telgrafla Ankara’ya bildirildiği, bu raporun yıllar sonrası devlet arşivinde çıkarılarak, iş başındaki hükümeti güçlendirmek için de olsa, onu kamuoyunda kullandılar. Geç de olsa, karanlıkta kalan tarihi bir olaya, adı geçen rapor ışık tuttuğu için, büyük bir anlam taşıyordu!..
Ertesi gün resmi ve resmi olmayan gazetelerde:„Seyid Rıza, oğlu ve avenesi dün sabah Elaziz’de idam edildiler. Tunceli hadisesine ait muhakeme son bulmuştur. Tunçeli’de isyan eden 58 suçluya ait karar tefhim edilmiştir. Bu karara göre suçlulardan 11’i idama mahkûm olmuş, fakat içlerinden dördü hakkında idam cezası yaşların geçkin olmalarından dolayı 30 sene ağır hapse tahvil edilmiştir. İdam edillen mahkümlar şunlardır: Seyid Rıza, Abasan Aşireti Reisi, Reşik Hüseyin (Seyid Rıza’nın oğlu), Seyid Wuşên (Seyid Hüseyin, Kureyşan-Sêxan/Seyhan Aşireti Reisi), Fındık Ağa (Yusufan Aşireti Reisi, Kamer Ağa’nın oğlu), Hasan Ağa, Demenan Aşireti Reisi, Cebrail Ağa’nın oğlu, Hasan (Kureyşan aşiretinden Ulkiye oğlu Hasan), Ali Ağa (Mirza Ali oğlu Ali Ağa). İdam hükümlüleri bu sabah infaz edilmişlerdir. 14 Suçlu hakkında beraat kararı verilmiştir. Diğer suçlular da muhtelif ağır cezalara mahkûm olmuşlardır.
İdam kararı verilip de yaş haddinden ötürü infaz edilmeyen dört kişinin adları: Kamer Ağa (Yusufan Aşireti Reisi), Cebrail Ağa (Demanan Aşireti Reisi), Kamer Ağa (Haydaran Aşireti Reisi) ve Keko Ağa’dır. İdam cezası alıp infaz edilmeyenler içinde iki ayrı Kamer Ağa olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan biri Yusufan Aşireti Reisi Kamer Ağa ve diğeri de Haydaran Aşireti Reisi Kamer Ağa’dır.
Cesetler gaz ile yakıldı
Yine o dönemde devletin resmi görevlisinin yazdığı MAH (Milli Amele Hizmetleri) yani bugünkü Milli İstihbarat Teşkilatı’nın istihbarat raporunda: „İhsan Sabri Bey saat 12’de valiliğe toplantıya çağırdı. 12’de valilikte Şefik Bey, Elazığ Emniyet Müdürü İbrahim Bey oradaydılar. İhsan Sabri Bey, bizlere:“Seyid Rıza’nın alelacele idam edilmesi efkarı umumiyede merak hasıl olacağı muhakkaktır. Bizim devlet olarak Ankara’nın da talimatıyla herkese Seyid Rıza’nın Reisicumhur Elazığ’a gelmeden önce idam edilmesi mecburiydi. Çünkü Reisicumhur’un, Seyid Rıza’yı affetmesi ihtimali mevcuttu. Ayrıca cesetlerin yakılarak gizli bir yere azami gizlilik kurallarına riayet edilerek gömülmesi sağlanacak, bu görevi de MAH bünyesindeki arkadaşlar gerçekleştirecek!“ denilerek toplantının bittiğini yazar. Resmi görevlinin anlatımında:“Cesetler alınarak boş bir araziye gaz dökülerek yakıldı. Kalan kırıntılar da çuvallara konularak Elazığ Merkez Tren İstasyonu ile Yolçatı Tren İstasyonu arasında çukur kazılarak defn edildi. Gömülen yerin haritası ve tutanakları, trendeki konuşmalar, ses kaydı ile birlikte harita ile, İhsan Sabri Bey’e teslim edildiler. İş bu rapor iki nüsha hazırlanmıştı. Bir nüshası Başvekalet, bir nüshası İhsan Sabri Bey’e teslim edilmiştir.“ denilmekteydi. Tüm bu bilgilere bakıldığında hem Demokrat Parti’nin kurucuları arasında adı geçeen ve hem de daha sonraları Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanlığı’nı yapan İhsan Sabri Çağlayangil’in de bu gizli istihbaratla ilişkili olduğu ve Mustafa Kemal’in Osmanlı hükümetindeki istihbarat elemanlığının görevinin yeni Cumhuriyet rejiminde de bir çeşit değişik şekliyle sürdürüldüğü anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nın hem resmi görevi, hem de bu görevin yanı sıra Atatürk’e gizliden bağlı olan istihbarat görevi, halen açıklama bekleyen cumhuriyetin karanlıkta kalan gizli yönlerinden biridir. Cumhurbaşkanlığı Koruma Alayı’nın gizlice Dersim’e gönderilerek, görevlendirilmesi Alay’ın bu ikinci görevinin varlığının nedenleri arasında görmek gerekmektedir.
O günkü hükümete yakın olan gazeteler Mustafa Kemal’in “Doğu Gezisi” kapsamında Elazığ’a ikinci gelişini ilk tarih olarak 17 Kasım 1937 Çarşamba günü olarak bildirmekteydi. Oysa Mustafa Kemal o tarihten önce, yani Malatya’dan ayrıldıktan sonra 14 Kasım 1937 Pazar günü Elazığ’a varmıştı. Elazığ il merkezine hemen girmez. Fakat 14 Kasım akşamı Yolçatı İstasyonu’ndan Elazığ merkez tren istasyonu’na Beyaz Özel Tren’iyle gizli tutulmak kaydiyle gelir, yerleşir. Atatürk, özel treninden dışarı çıkmaz. Trendeki odasını bir karargah gibi kullanır. Trenin kaldığı bölge Milli Amele Hizmetleri (MAH) adlı bugünkü Milli İstihbarat Teşkilatı elemanları tarafından sıkıca korunmaya alınır. Yukarda anlatılan asılma olayları, bizzat Atatürk’ün yakın emir ve talimatlarıyla gerçekleştirilir… Sonra da O, Dersimlere baş tacı yapılacak şekilde devletçe itibarlaştırılarak, sevdirilir!..
İhsan Sabri Çağlayangil bu konuda anılarında:“Yıl 1937 Şükrü Sökmensüer, Atatürk döneminin ünlü emniyet müdürlerinden, birgün beni çağırdı ve şöyle dedi:“Atatürk Diyarbakır’da, Soyungeç Köprüsü’nü açmaya gidecek!“ dedi. O tarihte Seyit Rıza, Dersim’in Kürt lideri. Aynı zamanda Peygamber sülalesinden geliyor kendisi. Seyit Rıza’nın bir de dini vasfı var.“ diye bahseder.
Dersim ilinden Pertek ilçesine doğru akan Hozat Deresi üzerindeki köprüye eskide adına „Şeytan Köprüsü“ denirmiş. Şeytan köprüsü denen mevkide dört metreye kadar su daralarak iki kaya arasına bir derme çatma köprü yapılmış. Daralan suyun derinliği ise ilkbahar ve sonbaharda metrelerce derinlikte. Bu nedenle de halk bu köprüye „Şeytan Köprüsü“ adını vermiş. Bu köprü başındaki askeri karakolu Dersimliler basıp 33 Türk askerini öldürmüş. Bu olay da Dersim kırımına sebep olarak gösterilir. Aslında böyle bir olayın Genel Kurmay tutanaklarında olmayışı, bu olayı tartışmalı bırakmıştır. Karakolda 33 askerlerin başında ise İsmail Hakkı adında bir yedek teğmenin olduğu söylenir.
İhsan Sabri Çağlayangil anılarında:“İşte bu olay Dersim isyanının başlamasıdır. Atatürk olayla ilgileniyor ve ilgililere kesin talimat veriyor. “Bu meseleyi kökünden hallediniz” diye. Elazığ’da o dönem Muffetişi Umum-i Abdurahman Doğan paşa var. Malatya Emniyet müdürlüğünden bir buçuk ay kadar önce Ankara’ya tayin edilmiştim. Ankara Valisi İbrahim Etem Akıncı, şovalye çeteci bir adam. Demirci Efe ile birlikte kurtuluş savaşında çete kurmuş biri. Vali vekalete şifre çekmiş. “emniyet müdürüm Ankara’ya tayin edildi, biz Elazığa gidip Dersim harekatını birlikte görmek istiyoruz diye. O zaman bu isyan olayı ile ilgili türlü rivayetler var.“ diyerek anılarında yazar…
Bu dönemde sadece Dersim’de Ankara valisi olan ve adam kellesi kesmekle bilinen Vali İbrahim Etem Akıncı’nın yanı sıra Cumhurbaşkanı Koruma Alayı da Dersim’deki yakıp, yıkma ve toplu öldürme işlerini gizlice yürütüyordu. Cumhurbaşkanı Koruma Alayı’nın ilk komutanı olan çeteci Topal Osman’a sonradan yarbay rütbesi verilerek alay komutanı yapılmıştı. Topal Osman’ın Koçgiri’deki katliamları ise halk halen bugün bile unutmuş değil!
Dersimliler kendi aralarında kurdukları küçük bir direniş gücü ile aldıkları bir kararda şayet Atatürk Elazığ veya Tunceli’ye ayak basarsa öldüreceklerine namus üstüne yemin etmişlerdi. Bu kararı Ankara Hükümeti ve Atatürk de biliyordu. Bu nedenle de olsa Atatürk bölgeye yapacağı ziyaretlerini hep erteliyordu.
Atatürk, Pertek’te köprüsünün açılışını tam da Seyid Rıza’nın asılmasının ertesine denk getirmek istiyordu! Ergani Bakır Madeni İşletmesi’nde Müdür Emin Zincirkıran’la birlikte 16 Kasım 1937 günü, yanında Celal Bayar, içişleri bakanı Şükrü Kaya, Sabiha Gökçen ve daha başkaları ile birlikte özel treniyle Elazığ’a tekrar döner. İlk gelişten habersiz olan Elazığlılar günlerden beri Atatürk’ün yolunu beklerken, iki gece önce konaklamadan habersiz olarak ilk geliyormuş gibi O’na istasyondan şehre kadar yollara halılar döşeyerek parlak bir karşılama töreni hazırlarlar.
Dördüncü Genel Müfettiş General Abdullah Alpdoğan, Vali Şefik Bicioğlu, Belediye Başkanı Hürrem Müftügil, Maden’den beri Atatürk’ü izliyorlardı. 17 Kasım 1937 sabahı Atatürk, önce Dördüncü Genel Müfettişliğe gelerek General Abdullah Alpdoğan’dan Elazığ ve sorunları hakkında bilgi aldı. Bir süre sonra da Dersim’e bağlı Pertek ilçesi’ne hareket etti. Buradan Murat Suyu’nu geçerek Hozat Deresi üzerinde yeni yapılmış olan Soyungeç (Singeç) köprüsünün açılışına katılmak üzere yoluna devam eder.
Açılışı yapılacak olan beton köprü, gerçekten de o döneme göre yapılmış olan gösterişli bir yapıydı. Çevrenin yıllardan beri süregelen ulaşım sorununu nispeten çözmüştü. Atatürk, köprünün açılışını yaptıktan ve kurdeleyi kestikten sonra: „Daha önce soyunup suya girdikten sonra geçilen ırmağa „Soyungeç“ denilmiş. Şimdi ise buna lüzum görülmeden „Sinerek“ geçiliyor. Köprüye bundan böyle „Singeç Köprüsü“ diyelim“ der. (18 Kasım 1937, Ulus Gazetesi)
Dersim tarihi bir nevi acıklı olaylar tarihidir. Tarih, bizlere olayların yer, zaman ve kişi üçgeninde gerçek anlatıldığında bir bilim dalı olur. Yalan üzerine kurulan tarihler, tarih niteliğini taşımaz! Bugün Dersim için devletin yazdığı tarih gerçekleri yansıtmıyor. Halbuki aslında tarih tekerrür etmiyor, sadece yapılan hatalar tekerrürden ibarettir!..
Nisan 2024
*Abuzer Bali Han
(Araştırmacı yazar)