Ana Sayfa“İÇ GÜVENLİK” İLE ZİNDANLAR: OLAĞANÜSTÜNÜN OLAĞANLAŞ(TIRIL)MASI! / TEMEL DEMİRER

“İÇ GÜVENLİK” İLE ZİNDANLAR: OLAĞANÜSTÜNÜN OLAĞANLAŞ(TIRIL)MASI! / TEMEL DEMİRER

Sözü uzatmadan ifade edelim: “iç güvenlik paketi”nden zindanlara uzanan totaliter müdahale olağanüstünün olağanlaş(tırıl)masından başka bir şey değildir.

AKP’nin devletleşmesi süreci aynı zamanda otoriterleşmeden totaliterleşmeye yönelik Panoptikon[2] hikâyesidir de.

Bunda şaşırtıcı bir şey yoktu; çünkü Türkiye’de otoriterleşip totaliterleşmeden devlet olma imkânı yoktur.

 

“İÇ GÜVENLİK” İLE ZİNDANLAR: OLAĞANÜSTÜNÜN OLAĞANLAŞ(TIRIL)MASI![*] / TEMEL DEMİRER

 

“İçinde yaşadığımız dünyanın

durumunu göremeyenin

o dünya üzerine yazacak

hemen hiçbir şeyi yoktur…”[1]

 

Sözü uzatmadan ifade edelim: “iç güvenlik paketi”nden zindanlara uzanan totaliter müdahale olağanüstünün olağanlaş(tırıl)masından başka bir şey değildir.

AKP’nin devletleşmesi süreci aynı zamanda otoriterleşmeden totaliterleşmeye yönelik Panoptikon[2] hikâyesidir de.

Bunda şaşırtıcı bir şey yoktu; çünkü Türkiye’de otoriterleşip totaliterleşmeden devlet olma imkânı yoktur.

Erdoğan’ın  “Yeni Türkiye”(?!) diye lanse ettiği hikâye ile AKP, İslâmı politikleştirip, ideolojikleştirerek dinî bir vesayet rejiminin inşasına yönelmiştir.[3]

Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk devleti olma özelliğinin hızla kaybolduğuna ve güçlü olanın, yasaları dilediği gibi uygulamasının otoriter rejimlerin bir ürünü olduğuna dikkat çektiği güzergâhta; Zbigniew Brzezinski’nin, “Erdoğan’ın adım adım İslâm dininin belirleyici olduğu bir restorasyona yöneldiği”nden; Ross Wilson’un, “Türkiye’deki otoriterliğin kendileri için endişe kaynağı” olduğundan söz ettiğini de anımsatmadan geçmeyelim.

Özetle ‘İnsan Hakları İzleme Örgütü/ Human Rights Watch’ın “Türkiye’nin İnsan Hakları Alanındaki Gerilemesi ve Reform Önerileri” başlıklı raporunda Türkiye’nin otoriterleştiği vurgulandığı tabloda; Hükümetin Meclis’e sunduğu ‘Kişisel Verilerin Korunması Yasa Tasarısı’ başlıklı düzenlemeye göre MİT, Jandarma ve Emniyet “Irk, etnik köken, siyasi düşünce, din, mezhep, dernek ve sendika üyeliği, sağlık ve cinsel hayatla ilgili veriler” dahil her türlü fişlemeyi yapabilecek!

Bunlar devletin monolitik, toplumun korporatif örgütlenmesine denk düşerken; olağanüstüyü olağanlaştıran devlet terörünü de devreye sokuyor…

 

DEVLET TERÖRÜ

 

Devlet terörü, egemenlerin çeşitli biçimlerdeki şiddet tekelini “olağanlaştırması” yani “yasallaştırması”dır.

Erdoğan’ın ‘asayişi sağlamakla’ görevlendirdiği esnafın, kartopu oynayan gazeteci Nuh Köklü’yü öldürdüğü; Mazlum-Der Başkanı Mehmet Ali Devecioğlu’nun, Meclis’teki iç güvenlik paketiyle ilgili açıklamasında, ‘Polis kurşunuyla ölenlerin sayısının 7 yılda 183’e çıktığı”na dikkat çektiği; ‘Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın araştırmasına göre 11 yıldır 241 çocuğun devlet eliyle öldürüldüğü, bu sayının başka STK’ların çalışmalarında 477’ye kadar çıktığına işaret edildiği; “Doğuda (Kürt illerinde-yn.) yatırımların devlet güvencesi altında olduğunu söyleyen dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın, fabrikaların jandarma tarafından korunacağını açıkladığı”[4] Türkiye’yi en iyi betimleyen, militarist/polisiye özellikleriyle totaliter devlet terörüdür.

Örneğin 2014 yılında 16.5 milyon TL bütçe ayrılan Emniyet’e 2015’te, 17.6; 2016’da 19 ve nihayet 2017’ye gelindiğinde 20.5 milyar TL ödenek ayrılacak olması, iktidarın güvenlik odaklı bakışı hakkında güçlü fikir veriyor. Davutoğlu hükümeti, iki sonraki Emniyet bütçe hedefini şimdiden yüzde 25 zamlı planlamış bile…

Sözün özü, Başbakan’ın “Bir TOMA’ya 10 TOMA” derken bir bildiği var elbet!

Hatırlanacağı üzere Başbakan Ahmet Davutoğlu, Kobanê protestolarını kastederek, “Talimat verdim, yakılan her TOMA’nın yerine 5, gerekirse 10 TOMA alınacak,” demişti.

Açıklama tarihi olan 17 Ekim 2014’de gerçekten kamuya açıklanmamış özel bir durum yoktu belki. Ne var ki Davutoğlu’nun talimatının, Emniyet’çe hızla hayata geçirildiğini ve 65 TOMA alımı için ihaleye çıkıldığını duyduk. Gizli ihale 40.6 milyon TL değerindeydi.

Türkiye’de silaha ve savunmaya harcanan bütçe her geçen gün artıyorken; en çok silah ithalatı yapan ilk 10 ülke arasında yer alan Türkiye’nin 2014 yılındaki ithalatı yüzde 67 arttı.

2014 yılında silah ithalatı 2013 yılına göre yüzde 67 artan ülkenin savunma ve güvenlik bütçesinin de 59 milyar lirayı aştığı ortaya çıktı. ‘IHS Group’ tarafından yayınlanan rakamlara göre 2013’te 921 milyon dolarlık ithalat yapan Türkiye’nin harcaması 2014’te yüzde 67 arttı.

Ayrıca, İsveç’teki ‘Barış Araştırmaları Enstitüsü’ SIPRI’nin verilerine göre de Türkiye en çok silah alan 10 ülke arasında yer alıyor. AKP Hükümeti, 2015 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nde nüfusu 72 milyon kişiyi aşan ülkede sağlık için Sağlık bakanlığına 2 milyar 762 milyon lira ayırdı. Milli Savunma Bakanlığı’na ise; 22 milyar 704 milyon, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne de 17 milyar 623 milyon liralık bütçe belirledi.

Savunma ve güvenlik teşkilâtlarının ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla faaliyette bulunan Savunma Sanayii Müsteşarlığının yönettiği bütçe 59 milyar liraya ulaştı. Savunma Sanayii Müsteşarlığı verilerine göre, savunma ve havacılık ürünleri ihracatı 2013’e oranla yüzde 20 artış göstererek 1.65 milyar dolara ulaştı.

2014 yılının ilk 10 ayını kapsayan Ocak-Ekim döneminde merkezi bütçe harcamalarından “güvenlik hizmetleri” başlığıyla polis harcamaları yüzde 5.1 pay aldı ve harcamalar 18.5 milyar TL’yi geçti. Polis bütçesinde yılın tamamında daha harcanacak 5 milyar TL’ye yakın ödenek var.

Polis harcamaları için yaklaşık 19 milyar TL kaynak bütçeden kullanılırken tüm toplumu ilgilendiren sağlık harcamaları için ise kullanılan kaynak 17 milyar TL’nin altında kaldı. Böylece polis harcamaları sağlık harcamalarını 2 milyar TL geride bıraktı.

AKP hükümetleri döneminde hızla artırılan polis harcamaları 2014 yılının ilk 10 ayında da 2013 yılına göre yüzde 12.5 artış gösterdi. 2013’ün ilk 10 ayında polis için bütçeden 16.4 milyar TL kullanılmışken 2014 yılında 18.5 milyar TL kullanıldı, böylece artış yüzde 12.5’u bularak yüzde 9’luk enflasyonun üstüne çıktı ve polis harcamaları 3.5 puan reel artış gösterdi.

Öte yandan merkezi bütçeden asker harcamaları için ise 2014 yılının ilk 10 ayında 15.5 milyar TL kullanıldı. 2013 yılının aynı döneminde 14.2 milyar TL kullanılmıştı. Böylece asker harcamaları ilk 10 ayda enflasyon boyutunda, yani yüzde 9 artış gösterdi. Sonuçta bütçeden polis harcamalarının aldığı pay yüzde 5.1’i bulurken asker harcamaları yüzde 4.4’te kaldı.

Ayrıca 2014 yılının ilk 10 ayında mahkeme hizmetleri için ise bütçeden yüzde 1.4 oranında yaklaşık 5 milyar TL’lik kaynak kullanıldı. Cezaevi idaresi hizmetleri için ise bütçeden kullandırılan kaynak 1.4 milyar TL’de kaldı ve cezaevleri idare hizmetleri bütçeden yüzde 0.7 pay alabildi.

Bunlara ek olarak: Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2013 yılı performans programında, Emniyet birimlerinde toplam görevli sayısı 243 bin 112 olarak açıklanmıştı. Diğer hizmetler sınıfı başlığı altında toplanan 13 bin 127 kişi de bu sayıya eklendiğinde Emniyet teşkilâtında toplam 256 bin 239 kişinin istihdam edildiği görülmektedir.

Özel Güvenlik Federasyonu’nun 2012 yılında yayımladığı Türkiye Özel Güvenlik Hizmetleri Meclisi Sektör Raporu’na bir göz atalım. “Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre polis görev bölgesinde özel güvenlik faaliyeti için izin verilen şirket sayısı 1375, özel güvenlik eğitimi veren kurum sayısı 727, kendi güvenliğini sağlamak üzere özel güvenlik izni alan yer sayısı 53 bin 635’tir.

Jandarma Genel Komutanlığı kayıtlarına göre ise jandarma bölgesinde özel güvenlik faaliyeti için izin verilen şirket sayısı 6, özel güvenlik eğitimi veren kurum sayısı 2, kendi güvenliğini sağlamak üzere özel güvenlik izni alan yer sayısı 9 bin 247’dir.”

“Ülkemizde 2011 yılı sonu itibarı ile polis bölgesinde 832 bin 813 kişi özel güvenlik görevlisi sertifikası, 541 bin 642 kişi özel güvenlik kimliği almış olup 187 bin 467 özel güvenlik görevlisi mevcuttur. Jandarma bölgesinde ise 14 bin 78 kişi özel güvenlik sertifikası, 98 bin 170 kişi özel kimliği almış olup 35 bin 251 özel güvenlik görevlisi mevcuttur. Böylece ülkemizde sertifika alan özel güvenlik görevlisi sayısı 846 bin 891, özel güvenlik kimliği alan görevli sayısı 639 bin 812, özel güvenlik görevlisi sayısı 213 bin 718 kişidir. 1 milyon 155 bin 389 kişi özel güvenlik görevlisi olmak üzere sınava girmiş, bunların 780 bin 955’i sınavda başarılı olmuştur. Bu veriler sektörün ve hizmet alanının büyüklüğü hakkında bize yeterli bilgiyi vermektedir.”[5]

Özetle AKP iktidarı, “devletin meşru şiddet tekeli”ni, beş yıldır özel güvenlik şirketleriyle paylaşıyorken; Maliye’nin bütçe verilerine göre, devlet, kasım ayında özel güvenlik şirketlerine 76.3 milyon TL ihale bedeli ödemiştir.

Bu tutarla birlikte, devletin 2014 yılı özel güvenlik harcaması 11 ayda 706.5 milyon TL’ye ulaşıyor. Bu tutarla birlikte 2009 yılından itibaren, devletin “özel güvenlik hizmeti” için yaptığı harcama, 2 milyar 762 milyon TL’ye ulaştı.

2009-2013 döneminde genel bütçe gelirleri iki kat bile artmazken, bütçeden özel güvenlik hizmetleri için yapılan harcama dört kat artış gösteriyor. Başka bir ifadeyle, özel güvenliğe harcanan kaynağın artış hızı, genel bütçe gelirlerindeki artış hızının iki katıdır.

Konuyla ilintili bir şey daha: Polise ve valilere aşırı yetki veren İç Güvenlik Paketi’yle ilgili tartışmalar sürerken Türkiye, Güney Kore’den gaz bombası siparişlerini teslim almaya başladı. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Kasım 2014’te Güney Kore’ye 1 milyon 900 bin adet gaz bombası sipariş vermişti.[6]

Güney Koreli DaeKwang’ın, Türkiye’nin 2014’ün kasım ayında verdiği 1 milyon 900 bin adet biber gazı kapsülü siparişinin 100 bin adedini havayoluyla 19 Ocak 2015’de teslim ettiği ortaya çıktı. Konuya yakın kaynaklara göre 650 bin adet gaz bombası ise 9 Şubat 2015’de Güney Kore’den Türkiye’ye doğru yola çıktı.

Öte yandan Türkiye’ye 19 Ocak’ta teslim edilen ve yakın zamanda teslim edilecek gaz bombalarının fiyatlarının kapsül başına 11-13 dolar arasında olduğu ifade edildi. Buna göre 1 milyon 10 bin adet gaz bombası için yapılan ödeme ortalama 12 milyon 625 bin dolar yani 31 milyon 436 bin lirayı buluyor. Kaynaklar 750 bin adet için ödemenin yapıldığını belirtti.

 

“İÇ GÜVENLİK PAKETİ”

 

Avukat Ayhan Erdoğan’ın, “Herkesi haklı bir telaş sardı. ‘Polis devletine mi gidiyoruz’ soruları yine gündemde. Oysa sokak ortasında insanları vuran, gaz fişeğini insanları yaralamak için kullanan, trafik kavgalarında bile biber gazı sıkan polislerimiz olduğu düşünülürse bu soru için çok geç,” notunu düştüğü “iç güvenlik paketi”,[7] egemenlerin çeşitli biçimlerdeki şiddet tekelini yani militarist/polisiye totaliter devlet terörünü “olağanlaştırması” yani “yasallaştırması” için devreye sokulan bir düzenlemedir.

“Nasıl” mı?

“Çürümüş iç barış anlayışı”[8] diye tanımlanan karşı-devrimci müdahaleyle, mesela Ankara’daki Gezi eylemlerinde polis kurşunladığı Ethem Sarısülük’ün katledildiği Haziran 2013’te, iç güvenlik paketi yürürlükte olsaydı, o polis memuru yargılanmayacaktı!

Gerçekten de Turgut Kazan’ın, polise molotof atanı öldürme yetkisi verilmesini Uğur Kurt’un öldürülmesi üzerinden örneklendirdiği; her türlü öldürmenin “meşru müdafaa” sayılacağına dikkat çektiği; polise sınırsız yetki veren yasa tasarısına ilişkin olarak, “AKP dönemi, tekçi Kemalist rejimin ikinci restorasyon dönemidir” vurgusuyla, söz konusu durumu “olağanüstünün olağanlaştırılması” olarak değerlendirirken şunları demiştim:

“Örneğin, makul şüpheli kavramının altında yatan gerçek bir öznelliktir. Bu öyle bir öznelliktir ki; sizi makul şüpheli görenin nasıl yorumladığı sizin hayatınıza mal olabilecek. Bu durumda çok açık söylüyorum, sizi vuran bir polisin, ‘Ben onu makul şüpheli olarak gördüm’ demesi yeterli olacaktır. Bu neye yol açacaktır? Basit bir yanıt verelim: ABD’nin Cleveland kentinde 12 yaşındaki bir çocuğun polis tarafından vurularak katledilmesinin ardında yatan gerçeklik şudur; onu katleden polis, ‘Çocuğun elindeki sandviçi silah zannettim ve öldürdüm’ demiştir. Demek ki polisin sandviçi silah olarak addetmesi makul bir şüphedir. Bu durumda, söz konusu tasarı yasallaştıktan sonra Türkiye’de herkesin can güvenliği tehdit altındadır.

Açıkça, ‘Biz polis devletini tahkim ediyoruz’ demiyorlar. Köpeksiz köyde değneksiz geziyorlar. Bu paket polis devleti yaratma paketidir. Polise geniş yetki vermeyi ön gören paket ile birlikte faşizmin tanımına uygun bir manzara çıkıyor ortaya. İstediği zaman seni vurur, tutuklar. Bu rejimin gidebileceği normal rota budur zaten.”[9]

Gerçekten de İç güvenlik paketiyle; polisin herkesi dinleyebileceği, savcı kararı olmadan insanları gözaltına alabileceği ve arayabileceği, ‘cebinde taş vardı, bana atacaktı’ bahanesiyle bile silah kullanabileceği, sırf yüzünüzü kapatmanız nedeniyle hapis cezası alacağınız, valinin sıkıyönetim yetkilerine kavuştuğu, parmak ve damar izinizi vermek zorunda kalacağınız yeni bir dönemi başlatıyor.

 

POLİSİN ARAMA YETKİSİ ARTIYOR Mevcut düzenlemede polis, hâkim ve savcı kararı olmadan arama yapamıyordu. Yeni düzenleme ile birlikte hâkim ve savcı kararı olmadan istediği kişinin üstü, eşyası ve aracını arayabilecek.
POLİSE TANIMI MUĞLAK YENİ YETKİLER TANINIYOR Polis, yeni düzenleme ile birlikte kapattığı Gezi Parkı’na girmek istemeniz, evinize giden yolda yasak olmasına rağmen yürümekte ısrar etmeniz durumunda sizi oradan uzaklaştırma veya koruma adı altında kapalı bir yerde tutma veya gözaltına alma yetkisine sahip olacak.
TOPLUMSAL OLAYLARDA ÇIKMAYAN BOYALI SU KULLANILACAK Kanunda yer almamasına rağmen toplumsal olaylarda polis boyalı su kullanıyordu. Yeni düzenleme ile polis bu eksikliğini gideriyor ve üzerimizden 2-3 gün kadar çıkmayacak yeni boyalarla tanışacağımız bir dönem başlıyor.
KANUNA AYKIRI TOPLANTI GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ TANIMI GENİŞLİYOR Kanuna aykırı toplantı tanımında güvenliğimizi tehdit eden çok önemli bir eksiklik gideriliyor ve “demir bilye ve sapan” ekleniyor.
POLİSİN SİLAH KULLANMA YETKİSİ ARTIYOR Her ne kadar uymasa da polisin meşru savunma, suçüstü durumlarıyla sınırlı silah kullanma yetkisi “cebinde bilye vardı, bana atacaktı” şeklinde bir savunmanın yeterli göreceği ölçüde genişletiliyor. Gerekçesi, “silah kullanımdan dolayı açılan soruşturmalar nedeniyle polisin mağdur olmasının önüne geçilmesi.”
YARGI DENETİMİ OLMADAN TELEFON DİNLEME YETKİSİ GENİŞLİYOR Denetim tek bir hâkime bırakılıyor Yargı denetimi olmadan emniyetin yaptığı telefon dinlemelerinde süre 48 saate çıkarılıyor. Mevcut düzenlemede telefon dinlemesi nerede yapıldıysa o ilin hâkimine gider maddesi de Türkiye’deki tüm dinlemelere Ankara Ağır Ceza Hâkimi bakar şeklinde değiştiriliyor. Böylece farklı illerde önceden tahmin edilemeyen hâkimlere dosyanın düşmesi yerine bilindik ve tek bir isme dosyaların gitmesi ve onay alınması sağlanacak.
TOPLANTI GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİNE İLİŞKİN CEZALAR ARTTIRILIYOR Mevcut düzenlemede 6 ay olan alt sınır yeni düzenleme ile birlikte 2 yıl 6 aya çıkarılıyor. Bu değişiklikle 2 yılın üstü cezalarda erteleme, paraya çevrilme mümkün olmadığından toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılanlara doğrudan hapis cezası uygulanmasının yolu açılıyor.
TOPLANTI GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİNDE YÜZÜ KISMEN KAPATMAK SUÇ KAPSAMINA ALINIYOR Yalnızca gösterinin terör propagandasına dönüşmüş olduğu durumlar için alt sınırı 1 yıl olmak üzere uygulanan yasak, tüm toplantı gösteri yürüyüşlerini kapsayacak şekilde genişletiliyor ve kısmen de olsa yüzü kapatmanın cezası 5 yıla kadar çıkıyor.
TOPLANTI GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİNDE KANUNA AYKIRI DÖVİZ TAŞIMAK ARTIK SUÇ Mevcut düzenlemede olmayan bu suç tipi taslak ile birlikte kanuna giriyor ve cezası 3 yıla kadar hapis olarak düzenleniyor. Cumhurbaşkanlığı’na hakaret vb. birçok başlık kanuna aykırı kapsamında değerlendirilip hapis cezası gerekçesi olabilecek.
POLİSE GÖZALTINA ALMA YETKİSİ VERİLİYOR Polis savcı kararı olmadan kişiyi gözaltına alacak ve 48 saat boyunca gözaltında tutabilecek. 48 saat sonunda savcıya bilgi verecek. Bu süre öncesinde bilgi verme yükümlülüğü bulunmuyor. Mevcut düzenlemede savcının emri olmadan gözaltı yapılamıyor ve tüm gözaltı süreci savcı denetiminde yürüyor. Değişiklik gerekçesi, “Faillerin sadece ifadelerinin alınarak serbest bırakılması ve evrakın savcılığa gönderilmesi toplumda infial yaratmaktadır.”
VALİNİN EMRİNE UYMAMANIN CEZASI 1 YIL HAPİS Kabahatler kanunu uyarınca para cezası olarak düzenlenen fiil taslak ile 1 yıl hapis cezasına dönüştürülüyor. Valinin ilan ettiği herhangi bir yasağa uymamanız durumunda artık 1 yıllık hapis cezası tehdidi ile karşı karşıya kalınacak.
SIKIYÖNETİM YETKİLERİNE SAHİP VALİ DÖNEMİ BAŞLIYOR Vali, toplumsal olaylarda belediye ve diğer kuruluşların araç ve gereçlerine el koyabilecek, kurum personeline gerektiğinde polis zoruyla görev verebilecek, savcı yetkilerini kullanabilecek. Belediyeler, vali emrine direnmesi durumunda toplumsal olaylarda meydana gelen zararlardan sorumlu olacak.
ARAÇ KİRALAYANLARA İLİŞKİN BİLGİLERİN TÜMÜ POLİS TARAFINDAN ANINDA GÖRÜNTÜLENEBİLECEK Taslak yasalaştığında; araç kiralama şirketlerine araç rotalarını da içerir her türlü bilgiyi bilgisayar ortamında tutacak ve bir terminal vasıtasıyla anlık olarak polis bilgileri kendi sisteminde görüntüleyebilecek. Gerekçe; kamu düzeninin sağlanması.
HERKESİN PARMAK İZİ, DAMAR İZİ VE EL AYASI VERMEK ZORUNDA KALACAĞI BİR DÖNEM BAŞLAYACAK Kimlik tespit ve doğrulama işlemleri ve yeni çıkarılacak nüfus cüzdanları için herkesten biyometrik veri olarak adlandırılan parmak izi, el ayası ve damar izi alınacak. Bu bilgiler elektronik kimlik kartlarında da yer alacak. Yeni çıkarılacak kimlik kartları için bu kişisel verilerin yanı sıra vatandaş kimlik başına 15 TL kimlik bedeli ödeyecek.

 

‘İç Güvenlik Yasası’nın getireceklerini -tekrarlamak pahasına- sıralarsak: 1-) Herkesin telefonu hâkim izni olmadan 48 saat dinlenecek; 2-) TC’deki tüm dinlemeler Ankara’da görevli tek hâkim tarafından denetlenecek; 3-) Toplumsal olaylarda 3 gün çıkmayacak boyalı su kullanılacak; 4-) Polis, savcı kararı olmadan ve kimseye haber vermeden 48 saat gözaltında tutabilecek; 5-) Yüzünüzü kısmen bile kapatacak şekilde toplantı ve gösterilere katılırsanız 5 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılabileceksiniz; 6-) Valinin ilan ettiği yasaklara uymayanlar 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılacak; 7-) Vali toplumsal olaylarda belediyenin araç ve gereçlerine el koyabilecek; 😎 Hâkim, savcı kararı olmadan üstünüz, eşyanız, arabanız aranabilecek; 9-) Polis toplumsal olaylarda cebinde taş vardı diyerek bile silah kullanabilecek.

Sonuç olarak: i) Savcının yetkilerini valilere ve polise devrederek kuvvetler aykırılığı ilkesine aykırı bir sistem oluşturuluyor; ii) Polis bir yandan iktidara bağlanırken bir yandan yetkileri genişletiliyor; iii) Temel hak ve özgürlüklerin alanı daraltılıyor, yeni insan hakları ihlâllerinin kapısını açıyor.

Bu yasayla kuvvetler ayrılığı temel ilkesine aykırı olarak savcılık makamının yürütmenin eline geçmesi sağlanıyor, bir kısım yargı yetkileri yürütmeye devrediliyor. Yürütme organının, polisin, keyfi uygulaması yaygınlaşıp hukuki hâle geliyor. Sıkıyönetim uygulamalarına geçiliyor.

Görülmesi gerek: AKP yeni bir dikta hamlesi hazırlığında, hamlenin adı: “İç Güvenlik Paketi”yken; örgütlü yağmacı ve dinci bir iktidar olarak AKP, kurduğu rejimi Saray merkezli olarak yapılandırıyor. Bu yapılandırmayı seçimden sonra yeni bir anayasa ile taçlandırmak istedikleri; adına “başkanlık” deseler de sultancı bir dikta rejimini anayasal-kurumsal güvence altına almayı amaçladıkları açık. Bunun içinse dikensiz gül bahçesine ihtiyaç duyuyorlar. Halkın bir bölümünü dinle itirazsızlaştırmak; bir bölümünü de polisle bastırmak istiyorlar. Dinin yetişemediği yere polis yetişecek, yeni rejimin özeti bu…[10]

“Neden” mi?

AKP-Cemaat iktidarının tamamen çözülmesiyle beraber Erdoğan, içine girdiği iktidar krizinden adına “iç güvenlik paketi” denilen bir “yeni anayasa” ile çıkmaya çabalıyor. Tıpkı 1925 tarihli Takrir-i Sükûn Yasası gibi, bu yasa da yeni bir iktidar inşasının ürünüdür. Mevcut anayasaları rafa kaldırmanın bilinen tarihsel yöntemlerinden biri de zaten budur. Diğer yöntemi de tercih edebilirdi. Örneğin Almanya’da Nazizm, despot bir yasa çıkararak değil, liberal bir yasanın açtığı yoldan ilerleyerek yükselmişti. Tıpkı Abdülhamit’in Kanuni Esasinin maddesinden yararlanarak meclisi feshetmesi gibi yeni bir siyasal düzen eskinin “olağanüstü hâl” tanımlarına dayanarak da geliştirilebilirdi…

İç Güvenlik Tasarısı, gerçekte bir yasa değil bir “talimatname” veya “kararname”dir ve bu niteliğiyle bir yandan diktaya dönük operatif ve işlevsel bir uygulamalar alanının önünü açmaktadır.

Bu dışarıdaki ‘İç Güvenlik’ ya zindanlardaki mi?

 

ZİNDANLARDA “İÇ GÜVENLİK”

 

Özetle Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı, (İç Güvenlik Paketi’yle aynı gün) 15 Ocak 2013’te Meclis Başkanlığına sunuldu, 27 Haziran 2014’te Adalet Komisyonundan geçti, şimdi Meclis Genel Kurul gündeminde, 19 maddesi kabul edildi bile.

AKP, cezaevlerine yönelik bir düzenlemeyi sessiz sedasız TBMM’ye getirdiği tasarıyla gardiyanlara cezaevi içinde eğitimli köpekler, biber gazı ve ateşli silah kullanma yetkisi veriliyor.

Evet, evet “AKP’nin yeni Ceza İnfaz Sistemi, gardiyanların da silahlandırılmasını öngörüyor. Sadece bu da değil; ‘uyarı ateşi’, ‘duraksamadan ateş’ ile silah kullanma yetkisi getiriyor. Soruşturma boyunca, şüpheli kimlik bilgilerinin gizli tutması da yasa hâline getiriyor.”[11]

Hapishanelerde kurulması planlanan “iç güvenlikte” de başrol, sokaktaki gibi biber gazında. Yalnız kapalı alanda sıkılacağı göz önünde bulundurulursa daha etkili, hatta ölümcül. Bu düzenlemeyle hapishanede işkencenin kurumsallaşması pekiştiriliyor, mahpusun beden bütünlüğü bile hiçe sayılıyor.

Böylelikle, Hayata Dönüş Harekâtı ile 12 Eylül 1980’de Diyarbakır Cezaevi’ndeki hak ihlâllerinin yeniden yaşanması muhtemel.

Tasarıyla ilgili “genel gerekçe” bölümünde, yasanın çıkarılma nedeni “…toplumsal yaşama karşı uyumsuzluk göstermiş kişilerin iç dünyalarına nüfuz ederek iyileştirilmeleri…” şeklinde özetlendi. Tasarıya göre eğitimli köpekler, kapalı alanda kullanımı yasak olan biber gazı, basınçlı su ve ateşli silah temel müdahale aracı olarak karşımıza çıkıyor. Güvenlik görevlileri, isyan, direniş, firar, firara teşebbüs veya asayişi bozan olayları önlerken veya “kanuna uygun bir emrin ifası sırasında aktif veya pasif direniş gösterilmesi” hâlinde zor kullanmaya yetkili olacak. Direnişin niteliğine göre uyarı yapılmadan da “zor” kullanılabilecek.

Müdahale birimi ve dış güvenlik görevlileri, cezaevi içine ateşli silahla girebilecek. “Karşı koymaya elverişli eşyaların teslim edilmesi istendiği hâlde teslim edilmemesi” bile silahlı müdahaleye neden olabilecek. Uyarı amacıyla ateş edilecek. Kişinin eylemine son vermemesi hâlinde “ölçülü” ve “orantılı” şekilde ateş edilebilecek. Dış güvenlik görevlilerine saldırı teşebbüsünde “duraksamadan” ateşli silah kullanılacak.

Hücrelerde, koğuşlarda, nakil aracı ve hatta hastanelerdeki mahkûm koğuşlarına sınırsız arama yetkisi getirilirken, örgütü temsil ettiği gerekçesiyle her türlü afiş, yazı, resim nedeniyle hapis cezası öngörülecek. Ziyaretçi görüşmeleri kayıt altına alınacak. Hastanelere sevk dahil kelepçeli sevk ve nakil uygulaması esas hâle gelecek. Tasarı, cezaevlerinin dış koruma görevini, Jandarmadan alarak Adalet Bakanlığı’na devrediyor. Cezaevindeki olaylara müdahale eden güvenlik görevlileri ile kolluk kuvvetlerinin kimlik bilgileri gizli tutulacak. Direniş gibi olayların yaygınlığına göre, mülki amirin talimatıyla kolluk güçleri de müdahalede bulunacak.

Tasarının gerekçesinde, hapishanelerin içinde “müdahale yetkisi bulunanların” silahının olmamasından şikâyet ediliyor. Ve bu yasayla biber gazı ve basınçlı suyun yanı sıra ateşli silahlar temel müdahale ekipmanı hâline geliyor. Zaten tasarının gerekçesinde de tüm bu önlemlerin, hapishanedeki olası bir direnişe karşı gerçekleştirildiği ifade ediliyor:

“Asayişi bozan tutum ve davranışların ya da direnmenin mahiyetine göre, dış güvenlik görevlilerinin zor kullanmadan önce uyarı yapması esas olmakla birlikte, asayişi bozan tutum ve davranışlar ile direnişin niteliği, kapsam ve derecesi itibarıyla bazı durumlarda, görevlilerin uyarı yapmadan da derhâl müdahale etmesi ve gerekli tedbirleri alması gerekebilir. Dikkat edilmelidir ki; durumun tehlikelilik arz etmesi ve derhâl karşı tedbir alınmadığı takdirde ağır sonuçlar meydana gelmesi söz konusu olduğunda, uyarı yapmadan da zor kullanılabilecektir.”

Bu arada direnişten kasıt illa da ölüm orucu değil. Duvara poster/afiş/fotoğraf asmak hatta sadece “durmak” bile direniş sayılıyor ve en ağır cezayı gerektiriyor: “Suç örgütlerini temsil eden yayın, afiş, pankart, resim, sembol, işaret, doküman ve benzeri malzemeleri” hapishaneye sokmak, bulundurmak veya kullanmaya hapis cezası getiriliyor.

Cezaevinde “asayiş ve düzeni önemli ölçüde bozan yaygın direniş ve şiddet hareketleri veya benzeri ciddi tehlike yaratan hâllerde”, kolluk kuvvetlerinin de görevlendirileceği düzenleniyor. Yani, olası hapishane operasyonlarının yasal zemini hazırlanıyor.

Böylece dış güvenlik görevlileri, hapishane içine ateşli silahla girebilecek. “Silahla müdahale gerektiren olaylar” için tanınan bu yetki, “karşı koymaya elverişli eşyaların teslim edilmesi istendiği hâlde teslim edilmemesi” de dahil olmak üzere her an mahpusların yaşamlarını tehdit edecek bir yetkiyi yasal hâle getiriyor.

Uyarı amacıyla ateş edileceği, kişinin eylemine son vermemesi hâlinde “ölçülü ve orantılı” şekilde ateş edilebileceği, dış güvenlik görevlilerinin kendilerine karşı silahlı saldırıya teşebbüs edilmesi hâlinde “duraksamadan” ateşli silah kullanabileceği düzenleniyor.

“Acil hâllerde” güvenlik görevlisinin hangi aracı ne dereceye kadar kullanacağına dair takdir hakkı yine güvenlik görevlisine ait. Türkçesi, jandarmanın keyfine kalmış.

1996’da Diyarbakır, 1999’da Ulucanlar ve 2000’de 20 hapishanede katliam yapıldı. Sonuncusunun adını Hayata Dönüş koydular. Tüm katliamların gerekçesi aynıydı: Mahpuslar direniyordu. Mahpusun elinde direnmekten başka ne var ki?[12]

 

ZİNDANLAR(IN)DAKİ DURUM

 

Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, cezaevlerindeki kalabalık koğuşların “insanlık dışı” düzeye geldiğini tespit etti.

Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre cezaevleri, 163 bin 129 kişilik kapasitelerini yeniden aştı. 2008’de kısmi afla sağlanan kapasite uyumu sona erdi. 2 Mart itibariyle 142 bin 114 hükümlü, 22 bin 919 tutuklu olmak üzere 165 bin 33 kişi bulunuyor. Rapordan bazı tespitler şöyle:

“En üst kattaki ranzanın neredeyse tavana değdiği ve buna karşılık hâlâ yerlerde de yatanların olduğu görülmüştür. Banyo ve mutfak alanlarının bir arada olması hijyen sorunları doğurmaktadır. Yemeklerini kalabalık nedeniyle yataklarında yediklerini iletmişlerdir. Bir odada 7 ranza ve diğerinde 7 yer yatağının duvar boyunca yerleştirildiği görülmüştür. Bazı koğuşlarda 18 kişi kalması gerekirken 25 kişi kalmaktadır. Sıcak su haftada 2 kez 40 dakikadan verilebilmektedir. Soyunma ve giyinme aşamaları da göz önünde bulundurulduğunda yetersiz olduğu anlaşılmaktadır.”[13]

İşte bu hâldeki zindanlara ilişkin birkaç veri:

  1. i) Şakran Çocuk Cezaevi’nde kalan çocuklar, hem “güçlülerden” hem de “görevlilerden” çekiyor. Şakran Çocuk Cezaevi’ndeki kurum içi yazışma, çocukların kendilerinden daha büyük çocuklardan gördüğü cinsel istismar ve şiddeti ortaya koydu. Müdür Hamit Karslıoğlu’nun imzasını taşıyan kurum içi yazışmada yer alan bilgilere göre, zayıf çocukların büyüklerce cinsel istismara uğradığı, bu suçlardan ötürü cezaevine düşenlerin içeride de küçüklere tecavüz ettikleri ve bunu topluca yaptıkları belirtildi…[14]
  2. ii) Onur Önal, Maltepe Çocuk ve Gençlik Cezaevi’nde koğuş arkadaşları tarafından dövülerek öldürüldü… TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun raporuna göre Maltepe Çocuk ve Gençlik Cezaevi’nde tutuklu 15 yaşındaki Onur Önal’ın ölümüne, infaz koruma memurlarının dikkatsizliği ve idarenin ihmali neden oldu… [15]

iii) Çocuk cezaevinde yaşanan şiddet, cinsel istismar, taciz olaylarının duyulduğu mekânlardan birisi de, Van M Tipi Cezaevi; çocuklar dipçikle, tabanca kabzasıyla dövüldüklerini, cinsel tacize maruz kaldıklarını anlattılar…[16]

  1. iv) Muğla E Tipi Kapalı Cezaevi Sübyan Koğuşu’nda, yaşları 12 ile 15 arasındaki 4 çocuğa işkence yapılıp, tecavüz edildi. CHP Muğla Milletvekili ve aynı zamanda TBMM Cezaevleri İnceleme Komisyonu Üyesi Nurettin Demir, “Yapılan bir insanlık suçudur. Çocuklara cinsel tacizde bulunulmuş. Vücutlarında sigara söndürülmüş. Doktor raporlarıyla her şey ortada,” dedi…[17]
  2. v) Antalya L tipi Cezaevi’ndeki genç mahkûm, başka bir mahkûmun tecavüzüne uğradı. Tecavüzü cezaevi yönetimine anlattı, dayak yedi… Türkiye İnsan Hakları Kurumu, İnsan Hakları Derneği’nin başvurusuyla, Antalya L Tipi Cezaevi’nde banyoda tecavüze uğradığını belirten genç S. Ö. ve tecavüzle suçlanan 40 yaşındaki Z. Y. ile yüz yüze görüştü. TİHK tarafından hazırlanan rapora göre, S. Ö. tecavüzü anlattığı cezaevi yetkililerinin kendisini dövdüğünü belirterek, “Başefendi, dedi. İntihara teşebbüs ettim,” dedi…[18]
  3. vi) Şakran Kadın Cezaevi’nde ‘A Takımı’ denilen gardiyan grubu kadınlara çıplak işkence yapıyor…[19]

vii) Şiddete maruz kalanlardan MKP davası hükümlüsü Özlem Aydın, “Saçlarım yolundu, yere yatırıldım, kafam iki defa beton zemine vuruldu, tacizde bulundular. Bu hapishanede kadına şiddet var” diye haykırdı. Aydın’ın avukatı Meral Hanbayat, 1.5 aydır Gebze Cezaevi’nden birçok tutuklu ve hükümlüden benzer şikâyetlerin geldiğini belirterek “Mahkûmlar yasadışı asker aramasına dayatılıyor. İtiraz edildiğinde de işkenceye maruz kalıyorlar,” dedi… Ayrıca TKP/ ML davası tutuklusu Serda Göçer’in kazağının ters çevrilerek başına kapatıldığı ve yerlere vurularak darp edildiği, Kader Fındık’ın ise saçlarıyla boğulurcasına darp edildiği bildirildi…[20]

viii) Van M Tipi Kapalı Cezaevi’nde çocuk tutsaklara yönelik taciz ve işkence yapılmasıyla ilgili savcılık soruşturma başlatırken, cezaevi yönetimi çocuk tutsakları sürgü etti… Taciz, işkence ve insanlık dışı uygulamalarla sık sık gündeme gelen Van M Tipi Kapalı Cezaevi’ndeki 5 tutsak çocuk Rize ve Ankara’ya sürgün edildi. Van’dan Ankara’ya gönderilen çocuklara işkence ve kötü muamele uygulayan gardiyanlar, “Biz IŞİD’iz, hepinizin kökünü kazıyacağız,” dedi.  ‘Çocuk Cezaevleri Kapatılsın Girişimi’ üyesi Avukat Hasan Erdoğan, çocuklarla yaptığı görüşmede edindiği şu bilgileri aktardı: “Van’da 10 Mart’ta ortak alanda spor yaparken biz siyasi çocuklara, adli çocuklar küfrettiler. Sonrasında koğuşlarına geçtiklerinde üstte bize sandalye ve taş attılar. Biz slogan atınca bir çocuk gardiyanla gelip mazgalı açıp hepimize uzun uzun küfretti. Bizde içerden sloganlar ile karşılık verirken A takımından oluşan 50-60 kişilik gardiyan grubu ellerimizi arkadan bağlayıp koridora yatırarak, sopa ve coplarla saldırdı. Gardiyanlar bize ‘demek cezaevinde IŞİD propagandası yapılıyor’ diye bağırdılar bizi döverken en ‘büyük IŞİD biziz, hepinizin kökünü kazıyacağız’ dediler. Hepimizin yüzünde gözünde sırtında morluklar var. Daha sonra bizi hücrelere kapattılar ve sürgün ettiler…”[21]

  1. ix) F tipi cezaevlerindeki siyasi tutukluların sıklıkla dile getirdiği haberleşme hakkı ihlâli aralıksız sürüyor… Kocaeli F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Cihan Kirsiz’in 4 Ağustos 2014’de ‘Cumhuriyet’ gazetesine yazdığı mektubun cezaevi yönetimi tarafından tam 85 gün sonra postaya verilmesi de bu ihlâlin somut delili oldu. Yaklaşık 100 gün sonra 2014’ün Kasım ayında gazeteye ulaşan mektupta Temmuz ayına ait hak ihlâlleri sıralanırken, haberleşmenin engellendiğine, avukat görüş kabinlerinin dinlendiğine ve keyfi cezalar verildiğine dikkat çekildi…[22]

Sözün özü: Belirtilen hâldeki zindanlar konusunda Adalet Bakanlığı verilerine göre, hapishanede çocuk tutuklu ve hükümlü sayısı 3 bin 493. Fakat bu rakamlara 18 yaşındaki çocuklar dahil edilmediği için gerçek rakamlara ulaşılamıyor. 2009 yılında disiplin cezası alarak kapalı hapishaneye gönderilen çocuk sayısı 26 iken, bu sayı 2014 yılında 263’e yükseldi. 2015 yılının sadece Ocak ayında 19 çocuk disiplin cezası alarak kapalı hapishaneye gönderildi.[23]

Zindanların hâl-i pür melaline ilişkin bir not daha: Türkiye’de 330 cezaevinde, 240 psikolog görev yapıyor. Yani, her cezaevine bir psikolog bile düşmüyor. ‘Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’ Genel Başkanı Zafer Kıraç’a göre, devlet cezaevlerinde sanat atölyeleri kapatılarak, yerine kadrolu imamlar atıyor![24]

 

HASTA TUTSAKLAR BAHSİ

 

“Cezaevleri hasta ediyor, öldürüyor…”[25]

Kolay mı? 247’si ağır olmak üzere toplam 649 hasta tutuklu, Adli Tıp Kurumu ve savcılık bürokrasisi kıskacında her an ölümü bekliyor. Bir yılda 40 tabutun çıktığı cezaevlerinde ölüm eşiğine gelmesinin ardından tahliye edilen bazı hasta tutuklular ise geç kalındığı için hayatını kaybediyor![26]

“Neden, nasıl” mı?

2014 yılı bütçe sonuçlarına göre, milletvekillerinin tedavi ve sağlık hizmetleri için 12 ayda harcanan para 7 milyon 229 bin TL’ye ulaştı! Bu tutara ilaç dahil değil. 695 bin TL’lik ilaç harcamasını da eklediğinizde, TBMM’nin 2014 bütçesine fatura ettiği toplam sağlık harcaması, 8 milyon TL’ye yaklaşıyor.

Peki bir 2013 yılında ne olmuş, ona bakalım: Vekillerin 2013’te bütçeye sağlık faturası toplamı ise 6 milyon 345 bin TL. (414 bin TL’si ilaca harcanmış.)

İki yılı karşılaştırdığımızda toplam tutar, bir önceki yıla göre yüzde 25 oranında bir artışa karşılık geliyor. İlaç harcamalarındaki artış oranı ise çok daha yüksek: Milletvekillerinin ilaç faturası 2014’te, 2013’e göre yüzde 90 oranında artmış. Yani 8 milyon TL yıllık toplam harcama üzerinden, bütçeden her bir milletvekili için yılda ortalama 14 bin 545; ayda ise 1212 TL harcama yapıldığı sonucuna ulaşıyoruz…

Şimdi gelelim, tedavi hizmetleri ve ilaç harcamalarının en dramatik kalemine. Tutuklu ve hükümlülere…

Bütçeden 2014 yılında, tedavi hizmetleri ve ilaç başlıkları altında yapılan harcamaların yüzde 60’ı tutuklu ve hükümlüler içindi. 152.2 milyon TL’si tedavi ve sağlık malzemesi, 58 milyon TL’si de ilaç olmak üzere toplam 210 milyon TL’lik bir cezaevi sağlık faturası hepimizin yüzüne bir tokat gibi çarpıyor.

Bu bilgiyi, Adalet Bakanlığı’nın yeni açıkladığı 159 bin 396 tutuklu ve hükümlü sayısıyla birlikte değerlendirmek kaçınılmaz… Aynı harcamanın 2013’te 196.3 milyon TL olduğunu da belirtelim.

Türkiye’nin cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüler için yapılan sağlık, tedavi ve ilaç harcamalarının, 2014 yılına göre yaklaşık 14 milyon TL artmış olması Yeni Türkiye için yeni bir fikir vermektedir…[27]

Sadece bu kadar mı? Elbette değil; işte hasta tutsaklara ilişkin birkaç veri daha:

  1. i) Vücudunun yüzde 64’ünü kullanamayan hasta tutsak Azin Bayın ile kemik erimesi hastası Mahmut Aslan’a ilişkin Haseki Hastanesi’nde kasıtlı olarak “cezaevinde kalabilir” raporu verildi…[28]
  2. ii) Kocaeli Devlet Hastanesi ve Adli Tıp Kurumu’nun “Cezaevinde kalabilir, cezasının ertelenmesine gerek yoktur” yönünde raporlar verdiği ve bir aydan bu yana yoğun bakım servisinde yaşam mücadelesi veren ağır hasta tutuklu Mehmet Canpolat (48) 12 Ocak 2015’de hayatını kaybetti…[29]

iii) Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, hasta tutuklu Abdullah Kalay hakkında Kocaeli Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nce verilen ‘cezaevinde kalamaz’ raporunu, aksi yöndeki Adli Tıp raporlarıyla çürütmeye çalıştı. Ancak Bozdağ, cezaevindeki panoda “tutuklunun sağlık durumu hakkında hassas davranılması” talimatı bulunduğunu belirterek de kendisiyle çelişti…[30]

 

“SONUÇ YERİNE”

 

Diyeceklerimi toparlıyorum: İçinde yaşadığımız dünya ile yaşadığımız coğrafyanın durumunu görebilmek için sadece bakmak yetmez!

Bakmak, gözün gerçekleştirdiği ve görmek eyleminden dikkatle ayrı tutmamız gereken mekanik bir eylem; görme eyleminin başlatıcısı, ama kesinlikle bütünü değil. Zihinselliğe, bakmadan bilince uzanan köprü. Eski Yunancada “görmek” fiilinin aynı zamanda bakılan şey üzerinde egemenlik kurmak, onu ele geçirmek anlamına gelmesi bir rastlantı değil…

Ancak “Bilmediğin şeyi göremezsin!” diyen ressam, boşa konuşmamış. Dolmakalemin ne olduğunu bilmeyen, masadaki dolmakalemi dolmakalem olarak göremez. Özgürlüğün, demokrasinin, insanlığın, faşizmin, diktatörlüğün ne olduğunu bilmeyen, bütün bunların varlığını ve yokluğunu da bilemez, bu bağlamda bir bilinç geliştiremez. Bunların karşısında yalnızca bir bakar-kör konumundadır.

O hâlde “iç güvenlik yasası”ndan, zindanlardaki uzantısına dek karşı-devrimci her şeye ilişkin bilinçli/ katılımcı bir duruşun duyarlılığına muhtacız.

Çünkü AKP hükümeti, birden fazla iç ve bölgesel gelişmeler nedeniyle yeni bir “iç güvenlik yasası” çıkarmak istiyor.

Birincisi; AKP, toplum ve rejimin geleceğini değil kendi geleceğini esas alıyor…

İkincisi; sokakların ısınması üzerinden Hükümet yeni bir Gezi direnişi tehdidini algılıyor. Hak ve özgürlükleri merkezine alan Gezi benzeri yeni bir direnişten ürküyor….

Üçüncüsü; “Kürt sorunu benim sorunumdur”, “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun”, “Milli Birlik ve Kardeşlik Süreci”, “Çözüm süreci”, “görüşme-müzakere” vb. adlandırmalara rağmen somut adımların atılmamasının Kürtlerde yarattığı tepkiden de tehdit algılıyor…

Dördüncüsü; Alevî meselesi çözümsüzlüğünü korurken; bu sorunu hem kendisinden hem de yukarıdaki şıklarla geçişli karakterinden ciddi ürküyor…

Beşincisi; siyasal ortamın, muhtemel bir ekonomik kriz ile yukarıda belirttiğimiz tüm dinamikleri hareketlendirebilecek kırılganlıkta olması…

Altıncısı; Ortadoğu’nun ve özelde de Kürdistan’ın savaş alanı olma hâlinin daha yıllarca devam edecek olması…[31]

Bu altı nedenle devreye sokulan “iç güvenlik yasası”ndan, zindanlardaki uzantısına yönelik müdahale ile artık “istikrarlı istikrarsızlık” bozuluyorken; bu zeminde, Türkiye’de öngörülebilirlik hızla ortadan kalkıyor.

Ve görünen odur ki, “iç güvenlik” hamleleri de -bu ülkedeki ölümlerin, acıların katlanmasına yol açsa da- dikiş tutmayacaktır!

 

24 Mart 2015 14:16:33, Ankara.

 

N O T L A R

[*] DHF’nin 28 Mart 2015 tarihinde Ankara’da düzenlediği “Ovacık ve Mazgirt Belediyeleri ile Dayanışma Etkinliği”nde yapılan konuşma… 30 Mart 2015 tarihinde İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu’nun Güvenlik Hizmeti Kanun Tasarısı’yla ilgili toplantısında yapılan konuşma… Kaldıraç, No:166, Nisan 2015…

[1] Elias Canetti.

[2] Panoptikon, İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham’ın 1785’de tasarlamış olduğu hapishane inşa modelidir. Tasarımın konsepti, birkaç katlık tek odalı hücrelerden oluşan bir halka üzerine kurulu ve gözetlemeye izin veriyor. Halkanın ortasında mahpuslardan tamamen saklanmış konumdaki gözlemcilerin kaldığı bir nöbet kulesi var. Panoptikon’un temelinde yatan ilke, tek odalı hücrenin içindekine saklanacak hiçbir yer bırakmaması, buna karşılık kuledeki nöbetçilere mahpusun her hareketini izleme olanağı sağlaması. Bentham’a göre, gözlemlenen her yanlış davranışının ceza getireceğini bilen, ama davranışlarının aslında ne zaman gözlemlendiğini bilmeyen mahpusun, her zaman izleniyormuşçasına davranmaktan başka seçeneği yok. Böylece mahkûm bizzat kendi hareketlerini kollamak durumunda kalacak.

[3] “Erdoğan’ın esnafın işlevlerine ilişkin olarak söyledikleri, Gezi cinayetlerine göndermeler ışığında ele alındı. Bu arada, Mussolini İtalyası’nın ‘Kara Gömlekliler’ine ve Hitler Almanyası’nın SA’larına atıfta bulunanlar da oldu. Bu yaklaşımlar kuşkusuz son derece isabetli perspektifler içermekteydiler ama gündemin akıcılığı içinde daha fazla geliştirilemeden kaldılar.

Oysa, Yeni Türkiye’ye ilişkin yaşamsal önemde ipuçları verdiğinden, bu konu üzerinde daha fazla durmak gerekiyor.

Önce Erdoğan’ın söylediklerini anımsayalım: ‘Bizim medeniyetimizde esnaf gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti sağlayan hâkimdir hakemdir, gerektiğinde de şefkatli kardeştir.’

‘Eski Türkiye’nin ‘sivillerle bırakılamayacak önemde’ki tepeden inme resmi üniformalı faşizminde, vurucu derin güç, devlet içinde hiyerarşik olarak örgütlenmiş ‘Özel Harp Dairesi’ (Gladio) idi. Siviller, kışkırtma amaçlı olarak toplumsal olaylarda kullanılır, sonra gerektiğinde tasfiye edilirlerdi. Bu manada, ‘Kanlı Pazar’lar, tepeden inme faşizmin, buz kıran gemiler gibi, ‘yol açıcı’ araçları işlevi görürdü. Bunların elemanları da geçici hizmet personeli olarak salt kışkırtıcı işlevleriyle ele alınır, ‘çapulcu ayaktakımı’ mertebesinde değerlendirilirlerdi. ‘Sokak hâkimiyeti’ de, nihayetinde, devletin kolluk kuvvetlerinin uhdesine alınırdı.

Aşağıdan neşet eden faşizmlerde ise, durum farklıdır. Bu versiyonda, toplumsal katmanların vurucu güçleri çeşitli organizasyonlarla sürekli asayiş ve tedhiş görevleriyle yapılandırılırlar. Onların ‘sokak eylemlilik ve hâkimiyetleri’ süreklilik arzeder, projenin temel payandalarından biri olarak ele alınır. Sadece iktidara yürüyüşte bir araç olarak kullanılmazlar, bizzat iktidardayken yönetim erkinin organik parçası sayılırlar.

Sivil versiyonda, bu yapılanmaların şiddete dayalı ‘mahalle/semt baskısı’, faşizmin kolluk kuvvetleri düzeninin candamarı sayılırlar…

Faşizm, kapitalizmin kriz koşullarında, bir yandan esnafın proletarya saflarına kaymasını önlemeye yönelir, bir yandan da işlevsel olarak lümpenleşmesini, deklase bir katmana indirgenerek çürütülmesini hedefler; bu hâliyle de, onun faşizmin vurucu gücüne dönüşmesi sağlanmış olur.

Bugün faşizmin/kapitalizmin evrensel yasalarının bir de Türkiye’ye özgü özelliklerle sentezlenerek daha da etkinleştirilmesi söz konusu…

‘Yeni Türkiye’, şimdi inşa sürecinin bu yeni aşamasında, Anadolu Muhafazakârlığı’nın temel ögelerinden olan, evrensel ve kendine özgü özelliklerle sentezlenmiş ‘Gericilik’ gerçekliğini, düzeninin bir ‘vurucu güç’ unsuruna dönüştürmek; yaygın-paralel-sivil ‘tetikçi örgütlenme’nin tabanı yapmak; ‘sokakların efendisi’ olarak hayatın efendisi sermayenin hizmetinde yapılandırmak; ‘terör ağası’ rolünde yetkilendirmek peşinde.

Gericiliğin ve faşizmin mahalle/semt bazındaki paramiliter örgütlenmesi projesindeki muhayyel esnaf rolü, yıkıcı Zihniyet’in ardındaki Yeni Türkiye tasavvurunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.

Faşizmin simgelere verdiği özel önem malum. ‘Yeni Türkiye’nin karanlık dehlizlerinde satırlar, şişler, döner bıçakları, yeni hayatımızı karartacak simgeler olarak tarihteki yerlerini almaya bileniyorlar.

Yeni Türkiye inşa ediliyor, rejimiyle, yasalarıyla, toplumsal altyapısıyla, ideolojisiyle, kurumlarıyla, şiddet araçlarıyla, simgeleriyle.” (Haluk Gerger, “… ‘Yeni Türkiye’ İnşa Edilirken Esnaf”, 19 Şubat 2015… http://www.yonhaber.com/guncel/erdogan-turkyesnde-esnafn-rolu)

[4] “Efkan Ala: Fabrikaları Jandarma Koruyacak”, Sabah, 5 Kasım 2014, s.12.

[5] Deniz Kavukçuoğlu, “Özel Güvenlik Terörü”, Cumhuriyet, 15 Kasım 2014, s.15.

[6] Bir şey daha: Kore’den 2 milyon adete yakın biber gazı fişeği ithalatı yapacağı ortaya çıkan Meydan Av Malzemeleri San. ve Tic. şirketi, biber gazı kullanılmazsa ölümlerin kaçınılmaz olacağını belirterek gaz fişeklerinin haksız yere dehşet verici gösterildiğini, bunun bir eylemi zararsız bir şekilde bastırmanın en yaygın yöntemi olduğunu savundu.

Oysa 2006-2014 arasında Türkiye’de 8 çocuk biber gazından öldü. 146 çocuk yaralandı. Türk Tabipler Birliği tarafından verilen bilgilere göre de, sadece Gezi Parkı eylemleri sırasında 8 bin kişi yaralanırken, 104 kişi ciddi kafa travması geçirdi, 11 kişi gözünü kaybetti ve Berkin Elvan, Ahmet Atakan ve Abdullah Cömert yaşamlarını yitirdi. Tek bir eylemcinin ölümü üzerine Fransa’da yüksek basınçlı gaz bombası 2014’ün Kasım başında yasaklandı. (“İthalatçıdan İlginç Açıklama: Biber Gazı Ölümleri Engelliyormuş”, Cumhuriyet, 24 Kasım 2014, s.11.)

[7] İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer, ‘İç Güvenlik Paketi’yle polise verilen yetkilerin çok sayıda keyfi uygulamaya neden olacağını vurgulayıp, “Hak ihlâl edildikten sonra kolluğu şikâyet etmenin, dava açmanın hiçbir etkisinin olmadığı herkesin malumudur. Örneğin, bu ülkede on binlerce şikâyet yapılmıştır ama birkaç kişi mahkûm olmuştur… Şu anda da kolluğun durdurma ve kaba üst arama yetkisi var. Ama kişiyi çırılçıplak soyup arayacağım dediğinizde karar lazım. İç Güvenlik Paketi’ndeki arama maddesiyle, kolluk amirinin sözlü talimatı ile kişinin donunu bile çıkarttırarak arama yapılabilecek,” uyarısında bulunuyor. (“Dekandan ‘Don’ Uyarısı”, Cumhuriyet, 25 Şubat 2015, s.4.)

[8] “… ‘İç Barış’ Çabasının Faşist Ürünü; İç Güvenlik Paketi”, Özgür Gelecek, No:27, 19-25 Şubat 2015, s.8.

[9] “Temel Demirer: Ülkede Kimsenin Can Güvencesi Yok”, 5 Kasım 2014… http://www.gelecekgazetesi.org/demirer-ulkede-kimsenin-can-guvencesi-yok/

[10] Deniz Yıldırım, “AKPolis Devleti”, Birgün Pazar, Yıl:11, No:413, 8 Şubat 2015, s.17.

[11] “Hapishanelere Yeni ‘İnfaz’ Sistemi Geliyor”, Atılım, Yıl:2, No:164, 11 2-20 Şubat 2015, s.23.

[12] Ayça Söylemez, “Hapishaneye Operasyon Hazırlığı”, Birgün, 10 Mart 2015, s.9.

[13] Bülent Sarıoğlu , “Türkiye’de 2014 Yılında Cezaevlerinde Kaç Kişi Bulunuyor?”, Hürriyet, 23 Mart 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28526428.asp

[14] “Şakran Cezaevi’nde ‘Tecavüz Skandalı’… Kan Donduran Detaylar”, Taraf, 25 Şubat 2015, s.2.

[15] Hilal Köse, “Kameraların Görmediği Noktada Şiddet Var”, Cumhuriyet, 21 Mart 2015, s.11.

[16] Esra Açıkgöz, “Çocuk Cezaevinde IŞİD Propagandası”, Cumhuriyet, 27 Şubat 2015, s.6.

[17] Özgür Can, “Muğla Cezaevi’nde Çocuk Tutuklulara İşkence”, Cumhuriyet, 28 Şubat 2015, s.6.

[18] İklim Öngel, “Bana As Kendini Kurtul Dediler”, Cumhuriyet, 4 Mart 2015, s. 3.

[19] Hakan Dirik, “Şakran Cezaevi’nde Kadınlara Çıplak İşkence”, Cumhuriyet, 26 Şubat 2015, s.13.

[20] Sibel Bahçetepe, “… ‘Başbakan’a Nasıl Hırsız Dersin’ Tacizi”, Cumhuriyet, 3 Mart 2015, s. 7.

[21] “Gardiyanlar ‘Biz IŞİD’iz’ Diyerek Saldırmış”, Evrensel, 24 Mart 2015, s.3.

[22] “Tutuklu Mektubu 100 Günde Ulaştı”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2014, s.4.

[23] “Cezaevlerinde 120 Bin Çocuk Var; Çocuklara Kıymayın Efendiler!”, 15 Mart 2015… https://direnisteyiz.org/haber/cezaevlerinde-120-bin-cocuk-var-cocuklara-kiymayin-efendiler/

[24] Hilal Köse, “Cezaevlerinde İmamla Rehabilitasyon Dönemi”, Cumhuriyet, 11 Mart 2015, s.13.

[25] “Cezaevleri Hasta Ediyor, Öldürüyor…”, Politika, Yıl:1, No:7, 1 Mart 2015, s.18.

[26] “Hasta Tutuklular Ölümün Eşiğinde”, Evrensel, 21 Şubat 2015, s.4.

[27] Çiğdem Toker, “Vekiller Ayrı Hasta, Mahpuslar Ayrı”, Cumhuriyet, 17 Ocak 2015, s.10.

[28] “Hasta Tutsağa Kasıtlı Rapor”, Gündem, 4 Mart 2015, s.6.

[29] Sibel Bahçetepe, “Elbirliğiyle Öldürdüler”, Cumhuriyet, 13 Ocak 2015, s.7.

[30] Sebahat Karakoyun, “Hastaya Tahliye Yok”, Birgün, 5 Şubat 2015, s.10.

[31] Sinan Çiftyürek, “AKP’nin Tehdit Algısı Büyüdükçe, Daha Fazla Sopaya Sarılıyor!”, 12 Aralık 2014… http://www.ilkehaber.com/yazi/akpnin-tehdit-algisi-buyudukce,-daha-fazla-sopaya-sariliyor–12397.htm

 

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights