DOĞU DESPOTİK İKLİMİNDE
PUTİNİZMİN İSLAM VERSİYONU ERDOĞAN
- ÇİFTYÜREK
Siyasette bağlantılı iki gelişme yaşanıyor. Biri, devrimci sosyalist hareketin kestirmeden “faşizm” dediği AKP hükümetinin özelde de Erdoğan’ın Doğu despotizminin neoliberal otoriterlikle harmanlanmasında yol alması. Diğeri ise, derinleşen Cemaat-AKP özelde de Gülen-Erdoğan kavgası.
“İçki içilmesi üzerinde baskı kurulması ve kimi yasal düzenlemelerin yapılması,
Gezi isyanında halka ve özelde de gençlere yönelik sergilenen polis devleti pratiği,
öğrenci evleri meselesinde “evinizin içini de denetlerim” saldırganlığı, hükümetin, özelde de Erdoğan’ın öğrenci protestolarını demokratik muhalefet olarak değil iç düşman olarak algılayıp güvenlik güçlerini yönlendirmesi, Kürt ulusal demokratik güçlerine karşı sonu gelmeyen operasyon ve tutuklamalar, Kürtlerin sivil kitle eylemlerine karşı alınan polis devleti tutumu, günümüzde “fişleniyorum, gözetleniyorum, dinleniyorum” tepkilerinin doruğa çıkması, Fethullah Gülen’in bile, “Firavun” diyerek hükümetin baskılarından dert yanar hale gelmesi, bu ve benzeri pratikten hareketle, AKP hükümeti uygulamalarına faşizm, Erdoğan’a da Hitler, Mussolini benzetmesi sıklıkla Türkiye devrimci harekette yapılmaya başlandı.
Ben AKP hükümeti için “faşizm” adlandırmasını ve Erdoğan’ın klasik faşist liderlere mukayese edilmesi yerine Doğu despotizmi ve günümüzdeki liderleri Putin, A. Lukaşenko İran dini lideri Hameney vb. liderlerle anılmasının daha doğru olacağı kanaatindeyim.
Kısacası, AKP/Erdoğan iktidarı, toplumda polis devleti algısını somut adımlar üzerinden derinleştiriyor olmasından hareketle hükümete faşist demek yerine Neo liberal çizgileri de içeren Doğu despotizmi demek daha iyi ifade eder.
Erdoğan/ AKP, modern doğu despotizminin temsilcisi
AKP’nin özelde de Recep Tayyip Erdoğan’ın 10 yılı aşkın iktidarının klasik bir hükümetten öteye özgün rejim kurma hedefleri bulunduğunu belirtelim.
Hedeflenen rejimi en genel hatlarıyla Doğu despotizmi olarak tanımlayabiliriz. Daha özelde de Erdoğan’ın hedeflediği Doğu despotizmine dayalı dikta rejimini, Rus Putinizminin İslam versiyonu olarak da adlandırabiliriz. Hatta belki biraz Putinizm birazcık da Chavezim karışımı Doğu despotizmi demek daha doğru bir tarif olabilir. Putin ile Erdoğan’ın belli başlı ortak yanları olarak:
Birincisi; bilindiği gibi Doğu despotizminde esas olan devlettir, millet/halk devlet için vardır ve önemlisi devlet (iktidar) asla halka güvenmez. Doğu despotizmde tüm iktidar gücü, devletin elinde dahası çoğunlukla devletin tepesinde ki despotun elinde merkezileşir.
Erdoğan’ın “kararı millet verir” söylemi propaganda gereğidir. O halka değil kendi kurduğu, kurmak istediği polis devletine güvenmek istiyor ve bunu hedefliyor. Erdoğan’a dönük her eleştirinin “hain” damgası yemesi de bu kodların gereğidir.
AKP ve Erdoğan iktidara geldiklerinde, CHP ve Ordu’nun siyaset üzerindeki vesayetini kırmak esas hedeflerinden biriydi. Yaşanan 12 yıllık iktidar sürecinde CHP/Ordu’nun siyaset üzerindeki basıncı büyük oranda kırıldı ama bu kez AKP/Erdoğan siyaset tekelinin kurulması gündemleşiyor.
Erdoğan hem zihniyet olarak hem de tarihsel, kültürel gelenek yani taşıdığı Milli Görüş kodları gereği Brüksel merkezli AB ile değil Şanghay altısıyla ittifaktan yana. Moskova’da Putin’e “bizi Şanghay’a alsanıza” demesi dil sürçmesi ya da şaka değil özünde zihninden geçeni dile getirdi. Ama yine aynı yere varıyoruz; 100 yıldan beri sermayenin Batı ile ilişkileri özelde de Ordu ABD ilişkisi bu yönelimi frenliyor ama gücü yeterse Erdoğan bir gün durmaz Batı ittifakında. O zaman zihninde geçen ve tıpkı İran, Çin gibi günde 5-10 kişiyi halka açık meydanlarda idam ettirmeye yönelebilir.
Doğu despotizminde gücün toplandığı hükümdar misali Rusya’da Putin’de, Türkiye’de de Erdoğan’da toplandığı görülür. Eğer başkanlık seçimini gerçekleştirip yeni yetkilerle donatılmış olarak başkanlık koltuğuna oturursa asıl o zaman Putinizmin İslam versiyonu rejimini kurmada ciddi yol alabilir. Hazır İslam kimliği de belirginken piramidin tepesindeki despot olarak yeryüzünde tanrının güç merkezi ve temsilcisi rolüne soyunabilir.
Bu arada Doğu despotizmin hakim olduğu siyaset kültüründe komünist hareket ne yapacak bunun üzerinde ciddi olarak kafa yorulmalıdır. Leninizm için “1917 Ekim Devrimi’nde kazanırken kaybetmenin sorunlarını yaşadı” demiştim “Aydınlanma ve Örgütlenme” kitabımda bunun üzerinde durulmuştur.
İkincisi; Putin gibi Erdoğan’da sömürgeci/ilhakçı imparatorluk geleneğinin mirasçısıdır.
Çarlık Rusya’sı ne kadar askeri emperyalizm deyimi yerindeyse, Osmanlı İmparatorluğu içinde askeri emperyalizm o oranda geçerlidir.
Putin, SSCB olarak ancak 70 yıl yaşayabilen sosyalizmin yıkılışının ardından iktidara geldi. Batılılar, Rusya’nın mevcut topraklarında yeni 5-10 devlet hesabını yaparken Rus milliyetçisi olarak Putin iktidara geldi ve Rusya’yı yeniden emperyal bir güç olarak ayağa kaldırdı.
Erdoğan ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışının üzerinde kurulan Kemalist Türkiye Cumhuriyeti’nde, Kemalizm’in 80 yıl sonra büyük oranda aşıldığı ya da değişime uğratıldığı AKP iktidarında, TC devletini emperyal devlet haline getirmek istiyor. Başarır başaramaz ayrı bir konu.
Üçüncüsü; Putin ile Erdoğan ikilisinin bir diğer ortak paydaları milliyetçi oluşlarıdır. Putin tarihsel Rus milliyetçiliğini arkalayarak neo çarlığı hedeflerken; Erdoğan ise yine ümmet kardeşliği söylemiyle neo Osmanlılığı hedeflediği ve Davutoğlu’nun dışişleri bakanı oluşuyla neo Osmanlılığa odaklandıkları görülüyor. Bunu başarırlar başaramazlar ayrı bir konu.
Putinli Rusya, neo Çarlığı hedefiyle; ABD ile AB karşısında gerek Orta-Asya gerek Gürcistan başta olmak üzere Kafkasya ve gerekse Ukrayna’da kaybettikleri mevzilerini geri almaya başladı. Bu adımlarla denilebilir ki Çarlık ve sonra SSCB’nin kurulduğu topraklarda önemli ilerlemeler kaydetti.
Rusya’nın Suriye üzerinden ABD ile Ortadoğu’ya dönük yaptığı ön anlaşmalar da dikkate alınırsa, küresel emperyal güç olarak Putinli Rusya’nın önemli mesafeler aldığını belirtelim.
Erdoğanlı Türk devleti, Putin’in Rusya’sı yolunda ilerlemek ve en azından son Osmanlı bakiyesine hakim olmak istedi halen de istiyor. İstiyor istemeye ama ne ekonomik dengeleri, ne askeri gücü ne de hükümetin diplomasi trafiğinin bu hedefi taşımayacağını belirtelim.
Yeri gelmişken belirteyim; “bağımsız Türkiye” diye haykıran sol milliyetçi Türk sosyalist parti ve grupların CHP’yi değil Erdoğanlı AKP’yi desteklemeleri gerekir. Çünkü CHP mevcut sınırları esas alırken, Erdoğan ve AKP, Osmanlı hinterlandında egemenlik peşinde koşuyor.
Erdoğan’ın yetiştiği Milli Görüş geleneği gereği ideolojik dokusu veya genetik kodları “tam bağımsız Türkiye” olarak emperyal bir Türkiye’dir. Erdoğan ve ekibindeki bazı kadrolar dün “Milli Görüş gömleğini çıkardık” beyanları takiye olup, dereyi geçmek için ayıya dayı demekten ibaret olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor.
Bunu derken Erdoğan’ın ABD’den icazetle AKP’yi kurduğunu atlamıyoruz. Bunu derken Erdoğan’ın “her türlü milliyetçiliği ayağımın altına aldım çiğniyorum” beyanını atlamıyoruz. Erdoğan bunları, Öcalan ile yapılan görüşmelerin sözü edilir bir karşılığı olmadan daha çok güzel laflarla götürme politikasının gereği söylemiştir. Yoksa Erdoğan sıkça “tek millet, tek bayrak, tek devlet” dediği gibi milliyetçi olup bu söylemini de İslamcı Kürt kamuoyunda daima “ümmet kardeşliği” ile perdelemiş, şimdi de bu hedefleniyor.
Dördüncüsü; Putin gibi Erdoğan’da biraz Chavezcidir. Putin SSCB’nin yeni yıkılmış olmasının toplumda bıraktığı kültürel, sosyal değerlerin devam eden etkisiyle, Erdoğan ise Milli Görüş’ün “adil düzen” savı nedeniyle biraz Chavezci.
Başka bir ifadeyle Rus emperyalizminin temsilcisi Putin halklarda, toplumda SSCB mirasından kalma kültür ve değerlerinde etkisiyle sol nasyonalist ya da Chavezist uygulamalar geliştirirken; Erdoğan’da gerek TOKİ, ilköğretimde kitap-kalem yardımı, gerekse yaşlılara sağlanan devlet desteği gibi adımlarla varoşlara devletin “sosyal yüzünü götürme” benzeri adımlarla O’da biraz Chavezisttir. Unutmayın Doğu despotizminde kamu yatırımlarını gerçekleştiren otoriter devletin/hükümdarın kendisidir.
İlginçtir her ikisi de doğu despotizminin genetik kodlarına sahip olmalarına karşın halkçı popülizmde de birbirine yakın özelliklere sahipler. Bu yönleriyle de Chavez ile ortak özellikleri bulunmaktadır. Gerektiğinde partilerini de devreden çıkartarak doğrudan halka seslenmeyi hedefliyorlar.
Batı emperyalizmi karşıtlığı yönüyle de benzerlikleri vardır. Erdoğan’ın ABD’den feyiz alarak AKP’yi kurduğu ve halen iktidarda bulunmasında ABD desteği bulunduğunu tekrar belirteyim. Bir şeyi daha belirteyim; burası Ortadoğu ve gücü yeterse Erdoğan ilk fırsatta ABD’yi bir kenara atabilir ki “bizi Şanghay ittifakına alın AB’den kurtarın” şakasında çok şeyin saklı olduğunu belirteyim. Şu Güney Kürdistan ile ilişkilerini görmüyor musunuz!
ABD neden Ankara-Hewler arasındaki ekonomik ve özellikle petrol-doğal gaz ticaretinden korkuyor ve karşı tutum alıyor ki? Dolaysıyla Erdoğan’ın mevcut halinden değil gizli ajandasından söz ediyorum.
Beşincisi; Erdoğan’da, Putin benzeri iktidar tahterevallisini oluşturma arayışında. Nasıl ki Putin üçüncü kez devlet başkanlığına anayasal engel nedeniyle Medvedev ile bir anlaşmalı rol değişikliğine gittilerse, Erdoğan’da benzer siyaset tahterevallisini Gül ile oluşturmak istiyor ama yine gerek iç siyaset dengeleri gerekse ekonomik yapılanmanın küresel bağlantıları buna önemli engeller çıkartıyor.
Cemaat ile Erdoğan/AKP kavgasının seyri
Erdoğan ile Gülen’in yolları ayrılıyor ama zaten bu geçici birliktelikti. Cemaat ile Milli Görüşün ve özelde de Gülen-Erdoğan görüş ayrılıkları epey gerilere dayanır. Son yıllarda siyasette asker merkezli vesayet rejiminin kırılması en azından geriletilmesi amacıyla ve ABD’nin de çabasıyla ittifak kurmuşlardı. Siyasette askerin vesayeti büyük ölçüde geriletilince öküz öldü ve ortaklık da bitti misali aralarındaki iktidar kavgası öne çıktı. Daha özgün bakılırsa kavganın temelinde şunların olduğu görülür:
Belirttiğim gibi dayandıkları tarihsel gelenek itibarıyla Cemaat ile Milli Görüşçüler hep birbirinden uzak durmanın da ötesinde ilişkileri hep gerilimli olmuştur. Bunda Cemaatin daha çok sivil alan ve Milli Görüşün doğrudan parti üzerinde iktidarı hedeflemek gibi bir farklı yaklaşımı da ekleyelim. Farklı kalkış noktaları olsa da iki taraf da esas olarak iktidar olmak ve iktidarını diğeriyle paylaşmamak amacında olması kavganın asıl nedenini oluşturur. Cemaat iktidarı almak en azından iktidara ortak olmak istiyor. Erdoğan liderliğindeki hükümet ise buna hayır diyerek iktidarı paylaşmak istemediğini açıkça ortaya koyması kavganın kızışmasının esas nedeni.
Örneğin Erdoğan ve hükümeti, Cemaatin yargıdaki gücünden, istemediği operasyonları yapmasından veya operasyonların belirlenen sınırı aşmasından dolayı epey zamandır rahatsızdı. Başbakanın odasına “böcek konulması”nın Cemaate mal edilmesi ve özellikle Hakan Fidan’ın sorguya çekilmek istenmesinin üzerinden doğrudan Erdoğan’ın hedeflendiği algısıyla hükümetin hareket etmesi saflaşmayı keskinleştirecekti. Zaten dikkat edilirse Hakan Fidan olayından sonra Cemaat kadrolaşmasının engellendiği iddiaları ile paralel Cemaat’ten yükselen “kuşatılıyoruz” feryatları gelecekti.
Cemaat ile AKP’nin diğer bir gerilim noktası dış politikada yaşanan farklılaşmadır. Dış politikasını ABD ile paralel kuran Cemaat ile AKP hükümeti, özelde de Erdoğan ile Davutoğlu ikilisinin sürdürmek istediği Milli Görüş temelli dış politika arasında somutta da Suriye, Mısır, Mavi Marmara gibi meselelerde karşı karşıya geldiler.
Devlete ve Kürt meselesine yaklaşımda da farklılıkların belirginleşmesi gibi. Daha devletçi olan Cemaat başta Kürt meselesi olmak üzere iç siyasette de birçok konuda AKP’den ayrışır. Cemaatin daha devletçi oluşu sadece Kürt meselesinde değil önce 12 Eylül 1980 askeri darbesi, sonra 28 Şubat MGK kararları karşısında alacağı tutuma da yansıyacaktı. Bilindiği gibi 12 Eylül faşizmini övgülerle desteklemişti Cemaat ve lideri Gülen. Aynı tutumunu “ulu emirin kararıdır” diyerek 28 Şubat MGK kararları karşısında da sürdürdü ve öyle ki Erbakan’ın başbakan olduğu hükümeti destelemek yerine 28 Şubat’a övgüler dizip hükümete “bırakın iktidarı” diyeceklerdi.
Kısacası Cemaat devletçi tutumunun yanı sıra cemaatçi işverenlerin çıkarlarının korunması refleksiyle de her zamanki gibi 28 Şubat karşısında da pragmatist ve takiyeci davrandılar
Bütün bunlar dikkate alındığında, dershaneler sadece bardağı taşıran son damla olmuştur o kadar. Dershaneler kavganın görünen kısmı, asıl yukarıda özetlemeye çalıştığım belli başlı sorunlar kavganın asıl nedenlerini oluşturuyor. Tam da bu nedenlerle kavga sonlanmayacak geçici ateşkeslerle birlikte derinleşecektir. Buna birde başat AKP İstanbul İl Başkanı Babuşçu olmak üzere kimi AKP’lilerin “10 yıllık iktidar döneminde bizimle şu ya da bu şekilde paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Gelecek inşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak” deniliyorsa iktidar kavgasının kızışacağını söyleyebiliriz.
Sonuç olarak:
Gözetlenen-fişlenen Erdoğan ve ekibinden, gözetleyen, fişleyen dahası öğrenci evlerinde kim kiminle kalıyor noktasına kadar işi vardıran bir Erdoğan’a ulaşıldı.
İşte Doğu despotizminin siyaset zemini ve işte Erdoğan’ın da Mustafa Kemal gibi siyaset kumaşında kendini bulduğu Doğu despotizmi kodları üzerinden şekillenen gerici, otoriter dikta rejimleri!
Dolaysıyla Erdoğan’ın hedeflediği rejimini kurması bir hayli zor çünkü önünde birden fazla engel olduğunu belirtmiştim. Ama Doğu despotizminin siyaset kodlarını taşıyan Selçuklu-Osmanlı-Kemalist Cumhuriyet’te demokratik cumhuriyet yaratmak bir yana AB standartlarında bir burjuva demokrasisi yaratmak da son derece zordur. İster Erdoğan ister Kılıçdaroğlu (CHP) olsun iktidarın siyaset dokusu Doğu despotizmi bir biçimiyle devam edecektir.
Erdoğan’ın polis devletini oluşturmada yol alması ise zaten küresel olarak sermayenin hakim yönelimidir. Bunu en son “dijital faşizme” vardıran gözetleme-fişleme üzerinden de okuyabiliriz. Ama ben yine de bunlardan hareketle AKP hükümeti için faşizm denilmesinin doğru olmadığı, doğru olanın sermaye iktidarını da içselleştiren modern Doğu despotizmidir diyorum.
Cemaatle Hükümet kavgası ise yerel seçimler ve sonrası yeni argümanlarla devam edecektir. Kaldı ki kavga Cemaatle Hükümet arasında görünse de uluslararası taraflarının da olduğunu eklediğimizde kavganın geleceği daha iyi anlaşılır. (12.12.2013)
Newroz Gazetesi
Sayı: 244
Tarih: 25 Aralık 2013