Ana SayfaGIŞTÎSOLUN ZAYIFLAMASI KÜRESEL BİR SORUN

SOLUN ZAYIFLAMASI KÜRESEL BİR SORUN

ÖSP Genel Başkanı Sinan Çiftyürek ile Kürd solu ve solun dünyada geldiği aşamayı, toplumsal sorunlarda çözüm gücü olma fonksiyonunu konuştuk.

 Röportaj: Yeter POLAT / IMPNews

ÖSP Genel Başkanı Sinan Çiftyürek, partilerinin kendini ‘komünist olarak’ tarif ettiğini, bir aksilik olmasa önümüzdeki kongrede isimlerini ‘Kürdistan Komünist Partisi’ olarak değiştireceklerini vurgulayarak, Kürd meselesi ve diğer toplumsal sorunlar karşısında, ‘sosyalist/komünist partilerin zayıflayıp dar kadro ile sınırlı yapılara dönüştüklerini, ama bu durumun sadece Kürdistan ile sınırlı olmayıp, küresel olarak emek mücadelesi ve sol, sosyalist, komünist hareketin zayıflaması ile ilgili olduğunu söyledi.

Sol siyaseti olmayan bir toplumun ilerleme sağlayamayacağını söyleyen Çiftyürek, tarihten günümüze, toplumların ilerlemesi, ezilen sınıfların, solun, sosyalistlerin omuzları üzerinden bugüne geldiğini vurgulayarak. Kürd sosyalist hareketinde yaşanan daralma-dağılma ve ya tamamıyla kimlik değiştirmenin de farklı nedenleri olduğunu ifade ediyor.

Dünyanın ve ülkenin geldiği global kapitalist aşamada hala Marks’ın sosyalizm/komünizm doktrininin Kürdistan meselesinde ve diğer toplumsal sorunlarda çözüm gücü olabileceğine inandıklarını söyleyen Çiftyürek, kapitalizmin fiziksel gelişme sınırlarına dayandığı tezinin yaygın olarak tartışıldığını, küremizin artık kapitalist tüketim kültürünün yükünü kaldıramadığının çıplak göze görülür hale geldiğini savunuyor. Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (ÖSP) Genel Başkanı Sinan Çiftyürek’in IMPNews’in sorularına verdiği yanıtlar:

-Geçmişte Kürd siyaseti içinde oldukça etkin ve kitlesel olan sol/sosyalist/komünist çizginin, genel olarak tüm parti ve gruplar açısından bir kadro hareketine dönüşmesi, dar bir çevrede kalması gibi bir sonuç yaşanıyor. Oysa Kürd meselesi ve diğer toplumsal sorunlarda Kürd solunun güçlü bir tavrının ve sözünün olması beklenirdi. Bu durum neden böyle?

Sosyalist/komünist partilerin zayıflayıp dar kadro ile sınırlı yapılara dönüştükleri doğru ama bu Kürdistan ile sınırlı değil küresel olarak emek mücadelesi ve sol, sosyalist, komünist hareket zayıfladı. Nedenleri özetlemek gerekirse:

Birincisi; küresel olarak gelişen devrimci dalgaların çapı-derinliği ve yol açtığı sonuçlar ile ilgilidir. Nasıl ki 19. YY devrimci dalgası çapı-derinliği-gücü ile orantılı sonuçlara yol açıp geri çekildiyse, 20. YY devrimci dalgası da çapı-derinliği-gücü ile orantılı sonuçlara yol açarak geri çekildi.

  1. YY devrimci dalgası geri çekilince tıpkı geri çekilen deniz dalgasının geride/kıyıda bıraktıkları benzeri bir durum yaşandı. Yani yerine göre onbinlerle, yüzbinlerle hatta milyonlarla işçi emekçi kitle dinamiği geri çekilince komünist partiler de tıpkı geri çekilen deniz dalgasının geride bıraktıkları misali sudan çıkmış balığa döndüler. Bu nedenle istisnalar hariç 20. YY komünist parti ve örgütleri ya tümüyle dağıldı ya da çok sınırlı kadro hareketlerine dönüşerek yaşama savaşı veriyorlar. Şunu da ekleyelim; siyasetin değişen koşullarına uygun ideolojik-politik yeniden üretim de yok denecek kadar zayıf veya zamanında olmayınca olan oldu.

İşte tam da bu nedenle yeni Leninler kendini dayatıyor. Sadece “Lenin böyle dedi, Mao şöyle dedi” türünden hayatı teoriye uydurmakla sınırlı boş çabalar yerine, siyasetin değişen sosyolojisine (ekonomik, sosyal, siyasal yaşama) uygun teoriyi yeniden üreten yeni Leninler lazım. Bu yönde sancılar yaşanıyor, sancının olumlu doğumla sonuçlanacağına inanıyoruz.

İkincisi; geri çekilen devrimci dalganın diğer önemli sonucu, belli başlı siyasal disiplinlerin bulundukları yerden bir adım sağa kayması gibi ilginç bir durum yaşandı.Muhafazakarlar neo-muhafazakarlara, sosyal demokratlar muhafazakarlara, komünist partiler belirleyici olarak yeni sosyal demokrat, Yeşil Hareket ve ya yeni sol sosyal demokrat partilere dönüşmesiyle komünist hareket alanının ideolojik-teorik ve politik-pratik-örgütsel olarak yeniden doldurulması lazım. Bizi bekleyen görev ve sorumluluklar bunlar, başarırsak yol alırız.

Üçüncü neden;  “Kapitalizmin Tarihsel Fiziksel Sınırları” adlı kitapta ayrıntılı ele aldığım; kapitalist üretimde ki gelişimle Taylorist/Fordist üretim tarzından Post-Fordist tarza geçiş;

*Teknolojinin üretime yansıması olarak otomasyon/robotlaşma ile bağlantılı üretim sürecinde canlı (işçi) ve nesnelleşmiş (makine, robot) emek oranlarında, nesnelleşmiş emek lehine değişim;

*Özel sektör ile başlayan kamu sektörüne de yayılan esnek üretim, kalite çemberleri vb. gelişmelerle hem işçi sınıfının aynı iş yerinde parçalanması hem de işverenin üretimde işçilere üretim çavuşları/kontrol bekçileri ile uyguladığı dışsal disiplini giderek içsel disipline dönüştürme süreci; *Vasıflı-vasıfsız iş gücünün merkez ve çevresel iş gücü olarak yeniden yapılandırılması;

*Sendikaların hızla hem küçülmesi hem de devrimci içeriğinden yani sınıf mücadelesinden hızla koparak sermayenin yedeğine düşen konuma gerilemeleri…

Özetlediğim bu nedenler yani siyasetin değişen sosyolojisine komünist hareketin gerekli yeni yanıtları üretememesi genelde olduğu gibi özelde de Kürdistan komünist hareketinin de gerilemesini izah eder. Elbet bu durum geçicidir. Dipten şekillenen 21. yüzyılın devrimci dalgası büyüdükçe, büyütüldükçe sosyalist hareket de yeniden yüzbinlerle, milyonlarla buluşacaktır. Bundan eminiz ki 21.YY devrimci dalgasının dinamikleri son 20 yıldan beri yeniden şekillenmenin ağır sancılarını çekiyor. 21.YY devrimci dalgası öncekilere oranla daha çaplı daha derin ve daha uzun zaman erimli şekillenerek gelişmesi kapitalizmle nihai hesaplaşma odaklı oluşudur. Benim tezim; kapitalizm 21.yüzyılı çıkaramaz.

-Genel olarak ülkenin tüm parçalarında, hatta tüm Ortadoğu’da 1990 sonrası ki Sovyetlerin yıkılışına tekabül ediyor, sol harekette bir dağılma yaşandı. Solu olmayan toplumlar daha popüler veya dinsel partilere yöneldi. Niye böyle oldu? 

Kürdistan sosyalist hareketinde yaşanan daralma-dağılma ve ya tamamıyla kimlik değiştirmenin nedenleri üzerinde bir yanıyla birinci soruyu yanıtlarken durmuştum diğer iki temel nedeni özetleyeyim;

Birincisi; Birçok komünist parti gibi Kuzey Kürdistan devrimci-sosyalist hareketi de küresel sol-sosyalist rüzgarın sürükleyiciliğiyle şekillenmişti. Dolayısıyla merkez (SSCB, Çin) dağılınca seksiyonlar da ya kimlik değiştirdi ya dağıldı ya da daraldı. Yani SSCB, Çin, Küba… Komünist partilerinin bir seksiyonu gibi davranmanın dağılma-daralmada derin etkisi var. Programatik olarak taklit edip örgütsel olarak seksiyonu gibi hareket ettiği SSCB, Çin (ve nihayet Küba’da) yıkılınca, taklitçiler de belirttiğim gibi kısa sürede ya yıkıldı ya da kimlik değiştirdi.

Bunu Kuzey Kürdistan’da çok net yaşadık. Marksist-Leninist-Maoist partiler birkaç ay içerisinde ad-bayrak-program değişikliğine giderek “demokratlaştılar”! Mesele şuydu; Dün nasıl ki Marksist-Leninistlikleri küresel rüzgarın etkisiyle yüzeysel idiyse bugün de “demokrat, liberal oldum” iddia dolayısıyla pratikleri de yüzeyseldir. Yani yine kendileri olamadılar! Dün Marksist-Leninist-Maoist kimliklerinin üstü kazındığında nasıl ki altında en ilerisi kaba Kürd yurtseverliğini aşmayan pratik-politik çizgi ve duruşları görüldüyse, bugünkü demokrat-liberallikleri de öyle. Demek istediğim bazılarının demokratlığı bile sorunlu zaten son yıllarda sıkça belirttiğim ‘Kürd neden Kürde de demokrat davranmıyor’ sorusunun yanıtı burada saklı.

Bu tespit başta PDK-İran, PDK-Irak olmak üzere Güney ve Doğu Kürdistan partilerimiz için söylenemez çünkü onlar güçlü küresel rüzgara rağmen ulusal demokrat en ilerisi PDK-İran gibi sosyal demokrat çizgilerini korudular hatta yıllarca SSCB’de kalan lider kadrosuna rağmen PDK-Irak milliyetçi muhafazakar çizgide ısrar etti. Özetle dün Kuzey Kürdistanlı partilerimizin küresel sol rüzgârın etkisiyle hepsinin Marksist-Leninist olmaları yanlıştı, bu yanlış bu kez başta siyasal kimliği değiştirmek olmak üzere ansızın bir gecede yine yanlışla aşıldı!

İkincisi; Siyasette solu olmayan bir toplam ilerleme sağlayamaz. Tarihten günümüze, toplumların ilerlemesi, ezilen sınıfların, solun, sosyalistlerin omuzları üzerinden bugüne geldi. Biliyoruz ki genelde demokrasi ve özgürlüklerin hatta mevcut burjuva demokrasisinin temelinde; Avrupa sosyal devlet olgusunun dokusunda; kadın haklarının tanınmasında; işçi sınıfının sendikal-sosyal haklarının kazanılmasında; çocuk ve insan haklarında ve UKKTH’nın tanınmasında… Sömürülen, baskı altında tutulan emekçi sınıflar ile siyasal temsilcileri solun, komünist hareketin alınterinin yanı sıra ağır bedelleri vardır. Bu tarihsel mücadelede sağın yeri yok denecek kadar siliktir.

Örneğin işçi sınıfı sendikal ve sosyal haklarını hangi sınıflar arası mücadeleden elde etti? 1 Mayıs nasıl ve hangi bedellerle 1 Mayıs oldu? Avrupa sosyal devlet olgusu hangi iç-dış mücadele basıncıyla kazanıldı? 8 Mart kadınlar günü hangi sınıflar mücadelesinin ürünüdür? UKKTH ne zaman ve kimler tarafından hak olarak tanınıp genelleştirildi? Uzun tarihi süreçte köleden günümüz bireye hangi sınıflar arası kavgalardan geçilerek gelindi? Bu tarihsel adımların temelinde; işçi sınıfının, ezilen, sömürülen kadının ve onların siyasal temsilcileri solun, komünistlerin alın teri, parmak izleri ve ödedikleri ağır bedeller bulunur.

“Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir” dahası “özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, bey ile serf, lonca ustası ile kalfa (ve burjuvazi ile proletarya) tek sözcükle, ezen ile ezilen birbirleriyle sürekli karşı-karşıya gelmişler, kesintisiz, kimi zaman üstü örtülü, kimi zaman açık bir savaş, her keresinde ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kuruluşuyla, ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanan bir savaş sürdürmüşlerdir” der Karl Marks!

Liberallerin çokça övdüğü Avrupa sosyal devletinin temelinde neyin yattığına bizzat Avrupa sosyal demokrasinin liderinin ağzından aktaralım. Gorbaçov liderliğinde SSCB Prestroyka ve Glasnost politikalarını açıklayınca, sosyal demokrasinin beyni ve Alman Sosyal Demokrat Parti Lideri Willy Brandt’a “ne düşünüyorsunuz” diye sorulur. Brandt’ın yanıtı kısa ve öz olduğu gibi Avrupa sosyal devlet olgusunun temelindeki dış basıncı yani SSCB’nin rolünü de şöyle özetler: “SSCB’de Gorbaçov tarafından başlatılan Perestroyka ve Glasnost politikası tutarsa Avrupa olarak bir adım daha sola gidemeyiz çünkü bir adım sola kaymamız bizi komünizme götürür” der ve Gorbaçov’un liderliğindeki SBKP’nin başarısız olmasını bekler. Demek ki sorunlu, sıkıntılı haliyle ve hatta kimilerinin “sosyal emperyalizm” dediği SSCB’nin varlığı bile Avrupa’da gerek işçi-emekçi haklarının gerekse temel hak-özgürlüklerin ilerletilmesinde önemli işlevi olmuştur. Elbette Avrupa işçi sınıfının mücadelesinin gerek Avrupa sosyal devlet olgusunda gerekse temel hak ve özgürlüklerin kazanılmasında tayin edici rolünü biliyoruz.

Kısacasısosyalist solu olmayan toplumlar ilerleyemez. İşte 16 yıllık AKP iktidarında olduğu gibi ilerlemiş gibi görünür sonra mevcut tablo ile yüzleşilir ve Erdoğan’ın tarihi itirafı (özür dilemesi) olan “biz İstanbul’a ihanet ettik” ile noktalanır! Sosyalist hareket salt kendini örgütleyip dizayn etmez beraberinde toplumun diğer dinamiklerini de örgütlenmeye zorlar. Örnek mi sosyalist kadrolar-öğrenciler-militanlar yoğun ideolojik teorik okumalar yaptıkları yıllarda, bu en başta İslami kadro ve öğrencileri okumaya yönlendirmişti.

– Dünyanın ve ülkenin geldiği global kapitalist aşamada hala Marks’ın sosyalizm/komünizm doktrininin Kürdistan meselesinde ve diğer toplumsal sorunlarda çözüm gücü olabileceğine inanıyor musunuz?

Öncelikle inandığımızı belirteyim. Ayrıca dünyanın geldiği “global kapitalist aşama” en başta kapitalizmin tarihsel olduğu kadar fiziksel gelişme sınırlarına da dayandığını gösteriyor. Kapitalizmin tarihsel olgu olduğu ve her tarihsel olgu gibi ömrünü tamamlayıp şu veya bu biçimde tarih sahnesinden çekileceği tezi, Marksizm’de zaten vardı benim eklediğim kapitalizmin artık fiziksel gelişme sınırlarına da dayandığı tezidir. Kapitalizmin fiziksel gelişme sınırlarına dayandığı tezi artık yaygın tartışılmaktadır. Çünkü küremizin artık kapitalist tüketim kültürünün yükünü kaldıramadığı çıplak göze görülür hale geldi, geliyor.

Görmek isteyen, otomobil ve tuvalet kağıdı kullanımı üzerinden görebilir. Bir anlık Vietnam-Çin-Hindistan-Pakistan-Mısır hattının da ABD, Avrupa düzeyinde otomobil ve tuvalet kağıdı kullandığını düşünün! Elbette kullanmak onların da hakları ve ayrıca kapitalistler üretimde arkaladıkları teknolojik üstünlükle Asya ile Afrika’ya tüketim kültürünü pompalıyorlar. Eğer Asya ve Afrikalı 5, 700 milyar insan, ABD düzeyinde otomobil ve tuvalet kağıdı kullanırsa bir değil iki dünyanın ne metali ne de ormanları yetmez! İşte kapitalizmin sınırları!

Görmek isteyen, son yıllarda doğanının verdiği mega tepkilerin yol açtığı büyük felaketler üzerinden de görebilir.

Görmek isteyen, “liberalizm ve serbest piyasanın” anavatanı ABD’nin, başta Çin olmak üzere peş peşe ülkelere uyguladığı yeni gümrük vergileriyle sergilediği kapalı ekonomi adımları üzerinden de görebilir.

Görmek isteyen, tükenen tatlı su kaynakları üzerinden görebilir.

Görmek isteyen, başta Çin olmak üzere dünyanın belli başlı tüm devletlerinin Afrika’da büyük tarımsal toprakların kiralaması üzerinden görebilir. Bilim-teknoloji gelişti, gelişiyor ama bilim yenilip içilmiyor insanoğluna yaşamak için ekmek-patates-su vb. lazım.  “Canım teknoloji sayesinde robotları yorulmadan ve grev yapmadan hak istemeden üretiyor, doyurur insanı” denilebilir. Bu doğru ama eksik doğru çünkü robot üretir ama tüketmez. Kapitalistler robotların ürettiklerini bedava halka verecek mi? Hayır o zaman da kapitalizm, kapitalizm olmaktan çıkar.

Demek istediğim küremiz ve insanlık, kapitalizmin yükünü taşımanın sınırına geldi, kapitalizm insanlığa yeni bir sıçrama yaptıramaz. İnsanlık geriye yani kapitalizm öncesi toplumlara dönemeyeceğine göre elinde sosyalizm tek seçenek olarak kalıyor. Zaten “kapitalizm sonrası, post kapitalizm, kapitalizm ötesi toplum”… gibi isimler altında onca kitabın onca tezin yazılmasının nedeni de, insanoğlunun hızla gelişim sınırlarına dayanan kapitalizm sonrasının arayışında olmasıdır.

İkincisi; Marksizm, sosyalist toplumun teorik-felsefi- kuramsal ana çerçevesini oluşturur. Şunun altını çizelim; Marksizmi savunmak ile onu din gibi donuk-dogmatik algılamak farklıdır. Marksizmi savunuyoruz ama bir din gibi bakmıyoruz özellikle 1990’dan sonra! Biz “Lenin, Marks’a nasıl yaklaştıysa, Lenin’e öyle yaklaşalım” dedik bu başlıkla uzun bir makale de yazdım. Yani nasıl ki Leninler (yani 20. YY sosyalist hareketi) 19. YY sosyalist hareketini birebir tekrarlamadan alacağını alıp kendisi olmaya çalıştılarsa, 21. YY komünist hareketi de, Leninlere (20.YY komünist hareketine) öyle bakmalı diyoruz.

Mao ve yoldaşları da farklı açılardan Lenin’in yaptığını yaparak Üçüncü Enternasyonali, özelde Stalin’i dinlemediği için kendisi olabildiler ve tarihe not düştüler. Che ve Castro, Latin Amerika klasik komünist partilerin yolundan gitmek yerine kendi özgün yollarını belirleyip yürüdükleri için başarılı olup tarihe not düştüler vb… Bizim kuşak ise halen “Lenin yoldaş böyle dedi, Mao yoldaş şöyle dedi” alıntılarıyla yetindikçe yol alamıyor,  alamaz. Bunu söylerken Lenin’i eleştirmiyoruz tersine biz Lenin’i 20. yüzyıl siyaset dehası olarak belirledik. Şunu vurgulayarak belirteyim;

Az çok Lenin’i okumuş biri isterse Lenin’i Lenin ile çeliştiğini defalarca tespit edebilir ama bu Lenin’in çelişkisi değil tersine Lenin’in hayatın çelişkisin anında görüp yakalama becerisidir. Lenin hayatı teoriye uydurma saçmalığı yerine teoriyi hayata uyarlayarak yeniden üretir. Bu nedenle ’20. Yüzyıl siyaset dehası’ dedik. Lenin ardılları ise neredeyse Lenin’in ölümü üzerinde 100 yıl geçti halen onu tekrarlamakla yetiniyor. Özetle ’21. YY komünist hareketi olarak, 19. ve 20. YY’dan alacağımızı alalım ama asla tekrarlamayalım’ diyoruz.

-Kürdistan’daki birçok sosyalist hareketin Sovyetler Birliği ve Komünist Enternasyonal ile güçlü ideolojik bağları vardı. Ancak Rusya’da bile artık eskiye dair bir sosyalist hareketin kalmadığı, tüm dünyada sosyalist hareketin bir çöküntü ve değişim yaşadığı genel kanı. ÖSP olarak bu sürecin sonunda siz nereye dayandınız, bir değişim oldu mu sizde de? Sanırım Marks’ın, Lenin’in söylemlerine sadakat /Ortodoks sosyalizme/komünizme tabusal yaklaşımınız kalmadı. Kendinizi solun neresinde tanımlıyorsunuz?

Aslında üçüncü sorunuza yanıt olarak söylediklerim Dördüncü sorunuzun yanıtını da ana hatlarıyla içermektedir sadece şunları ekleyeyim: Biz kendimizi Kürdistan komünist partisi olarak tarif ediyoruz ve sosyalizm/komünizm savunumuz ulusal özgürlük ile birlikte diğer stratejik yönelimimizdir ki bizim Kürdistan’da diğer ulusal demokratik partilerden ayrı olmamızın da temel nedenidir.

“ÖSP olarak bu sürecin sonunda siz nereye dayandınız, bir değişim oldu mu sizde de? Marks’ın, Lenin’in söylemlerine sadakat/Ortodoks sosyalizme/komünizme tabusal yaklaşımınız kalmadı” demek sorunlu bir cümle, çünkü bir şeyi savunmakla tabu olarak görmek farklı şeylerdir. Sosyalizm/komünizmi savunuyoruz ama dogmatik yani Ortodoksça bakmıyoruz, Marksı, Lenin’i de asla tabu görmüyoruz. ÖSP’nin hazırladığı “21. Yüzyılda Özgürlük ve Sosyalizm Manifestosu”nun içeriği ve de kapağı bunun belgesidir.

Kapakta, alta ana fon olarak Marks-Engel-Lenin yer alırken, üstünde ise 19. ve 20. Yy.lın hatta 18, 17, 16. yüzyılın siyaset ve sanat-kültür liderlerine yer verdik. Somutta Spartaküs, Thomas More, Che, Gorki, Ho Chi Minh, Feqiyê Teyran, Nazım, Ciğerwxun, Clara Zetkin, Neruda, Mao, Trosky, Tolstoy, Stalin, Kropotkik vs yer verdik. Bu kapakla bunların hepsi bizim ama biz kendimiz olacağız dedik. Elbette kendimiz olacağız demekle, olmak arasında fark vardır. ‘Kendimiz olacağız’ dedik ve şimdi olma mücadelesini veriyoruz.

– Bir toplumun solu olmadığında, sağcı ve dinsel karakterli siyasetin tahakküm alanı genişliyor. Örneğin Türkiye, sol hareket (ki CHP’yi dışında tutarak söylüyorum), seçimlere girecek kadar bir örgütlülük oluşturamıyor. Ancak toplumda özellikle gençlerde ideolojik olarak hala bir karşılığının olduğu da görülüyor. Ancak yoğun bir parçalanmışlık söz konusu. Bu legal Kürd siyasetinde de öyle. HDP, ÖSP, PSK, PAK artı Hak-Par kendini genel olarak ‘solda’ tanımlıyor ancak ayrı davranıyorlar. Madem hayat solu bir arada hareket etmek konusunda zorluyor, neden farklı partiler? Neden bir araya gelemiyor bu hareketler? 

Solu olmayan toplumların ilerleyemeyeceğine yukarıda ikinci soruyu yanıtlarken belirttik. Geçmişte yani 1980 öncesi diğer parçaların aksine Kuzey Kürdistan’da PDK-T hariç hepsi kendini Marksist-Leninist-Maoist-Troçkist… olarak tanımlıyorlardı ki bu yanlıştı ve belirttiğim gibi küresel sol-sosyalist rüzgarın etkisiyle böyleydi ama şimdi ve çoktandır Kuzeyli Kürd partileri ÖSP hariç hiç birisi kendini komünist olarak tarif etmiyor ve sosyalizmi savunmuyor. Hatta bir kısmı artık kendini solda bile tanımlamıyor. Solda tanımlayanlara ilişkin de şunu ekleyelim, sol, sosyalist ama hangi sol ya da sosyalist? Örneğin, Yunanistan Komünist Partisi ile sosyal demokrat olarak PASOK ve sol sosyal demokrat parti olarak SYRİZA. Ya da İspanya Halkları Komünist Partisi ile sosyal demokrat parti olarak İspanya Sosyalist Partisi ve sol sosyal demokrat parti olarak Podemos. Dikkat ederseniz sol yelpaze de ana çizgi olarak artık iki değil üç temel siyasal hat bulunuyor. Komünist, sol sosyal demokrat ve sosyal demokrat. Bu tabloyu Fransa, Almanya, İngiltere…de de görüyoruz. Dolayısıyla neoliberal politikaları uygulama da muhafazakar partilerle yarışan İngiltere İşçi Partisi, Fransa ve İspanya Sosyalist partilerini sol hele hele adları “sosyalist”, “işçi” olmalarına rağmen sosyalist görmek mümkün değildir. Kürdistan’da da durum benzerdir.

Burada yanıtlanması gereken diğer soru; SYRİZA ya da Podemos veya Alman Sol Parti nereden, neden doğdular? Yanıtı açık; yeni bir sosyal demokrat ya da sol sosyal demokrat harekete dönüşen komünist partilerden! Dolayısıyla Kürdistan’da farklı partilerin olması doğal ama 15-20 ayrı parti ve örgüt yerine dört ya da beş partinin olması ve bunların cephe, ulusal kongre düzeyinde ortaklaşmamaları gerekiyor. Milliyetçi muhafazakar parti, sosyal demokrat parti, İslami demokrat parti ve komünist parti! Şu an var olan 15-20 partinin aslında bu dört temel siyasal disiplin etrafında ortaklaşmaları sağlanırsa ulusal cephe veya kongre de daha rahat kurulabilir.

– ÖSP ideolojik ve siyasi olarak HDP’den çok farklı bir yerde mi duruyor? HDP’de güçlü bir sol damar da var. Türk solcuları da HDP’de birikiyor aynı zamanda. Geçmişte (THKO geleneği itibarı ile) Türkiye solu ile yakın durabilen ÖSP, HDP’ye hangi açılardan uzak? Kürd meselesinde ve diğer toplumsal sorunların çözümü noktasında yasal bir parti olarak çok mu farklı söylemleriniz var? 

HDP ile ÖSP’nin siyasal kimlik ile stratejik hedef ve öncelikleri farklıdır. Birincisi; HDP kendini “Türkiye partisi” olarak tarif ediyor, ÖSP ise kendini coğrafik olarak “Kürdistan partisi” olarak tarif eder. İkincisi; HDP kendine, Ankara’da SYRİZA ya da Podemos, Diyarbakır’da ise Sinn Fein misyonu yüklerken, ÖSP kendini komünist parti olarak tarif ediyor ki bir aksilik olmasa önümüzdeki kongrede adımızı da ‘Kürdistan Komünist Partisi’ olarak değiştirme kararımız var. Kısacası HDP sol sosyal demokrat kimlikli ve farklı parti-örgüt bileşenleriyle cephe (kongre) partisiyken, ÖSP “ben Kürdistan Komünist Partisi’yim” diyor ve Kürdistani ulusal ittifaka dayalı cephe ya da kongreyi savunuyor!

– Kürd meselesinde çözüm konusunda da karamsarlık var. Erdoğan’ın söylemleri, ittifakları, icraatları Kürdlerde umutsuzluğa neden oldu. Siz ne bekliyorsunuz, Erdoğanlı Türkiye nereye gidiyor? Kürd meselesinde çözüm masasına dönmeden ülkeyi yönetebilir mi? 

Yanıtlar uzadığı için şunu ekleyeyim; “Cumhur İttifakı çözüme dönmez” diye genel bir kanaat var ben aksini düşünenlerdeyim, dönebilirler. Bu tür meselelerde en katı en radikal olanlar, siyasal çözümde en radikal adımları atabilirler ki bunun dünyada da örnekleri çoktur.

Kaynak: http://www.imp-news.com/tr/news/35868/solun-zayiflamasi-kuresel-bir-sorun#.W2nXwvHhXTc.facebook

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights