BERKİN’İN ARDINDAN
Uğur, Ceylan, Berkin…/ T. ATMACA
Hangi devletin kutsalı çocuklarımızın yaşamından daha kutsaldır ki!
Hepimizin yaşamında unutmadığı günler vardır. Aklımıza, yüreğimize bir çivinin sivri ucuyla kazılmış acılar, sevinçler hep oldu/olacak hayatımızda.
İnsan geri dönüp baktığında inadına acıları ile baş başa kalıyor. Belki de yaratılan sevinçlerin her birinde bir yanıyla acıları yaşamış olmasıdır bunun nedeni. Çünkü insan sevinçlerini de büyük kavgalar, büyük uğraşlar sonucu var edebiliyor. Hiçbir sevinç yoktur ki; büyük emekler verilmeden var edilmiş olmasın. Geriye dönüp baktığımızda insanın ardında bıraktığı uzun yolun gözyaşları ve kanla kirletildiğini görüyoruz. Hani diyebiliriz ki; tarih neredeyse bu kan ve gözyaşının anlatıldığı bir bilim dalı olarak var. Tarihten öğrenmek sözü ise hep lafta kalmaya devam ediyor. Bu anlamıyla yazdıklarımız kadar yazmadıklarımızdan da sorumluyuz. Keşke yazmasaydık desek de yazmalıyız. Tarihe not düşmek adına.
Evet, ne zaman vakitsiz bir ölüm haberini alsam, ne zaman genç bir fidana kıyıldığını duysam dilimde öfke yüreğimde bir burukluk yaşıyorum. Bağıra bağıra ağlamak isteyip bir türlü ağlayamıyorum. Öfkem daha da katmerleşiyor böyle anlarda.
Hastaneye kaldırılışının 269. gününde kaybettik Berkin Elvan’ı. Berkin henüz 15 yaşındaydı. Bir kaza ya da bir hastalık sonucu ölmedi Berkin. Berkin kendisinden önce K. Kürdistan’da onlarca çocuk gibi kendi yaşıtları hatta daha küçük yaşlardaki çocuklar gibi tıpkı Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol gibi katliamcı devlet tarafından katledildi. O gün Okmeydanı’nda Gezi Direnişine destek eylemi vardı. Berkin evden ekmek almak için çıktı. Gezi direnişi sırasında mevcut yöneticilerin “destanlar yarattınız” diye övgüler yağdırdığı, sırtlarını okşadığı ve saldırganlık için cesaretlendirdiği katiller tarafından gaz fişeğinin mermi gibi kullanılarak, hedef gözetilerek atılması sonucu kafasından yaralandı ve komaya girdi. Tıpkı kendisinden önce katledilenlerde olduğu gibi bilerek-isteyerek (taammüden) katledildi. Mevcut yöneticiler her zaman yaptıkları gibi bu kez de öldürülenlerle ilgilenmediler. Tam tersine öldürenleri gizleyip, hatta ödüllendirdiler. Zaten hep böyle yapmadılar mı? Düne kadar K. Kürdistan’da katledilenlerin, Roboski’de katledilenlerin katillerini gizlemek ve ödüllendirmekle meşgul olmadılar mı?
Evet, Berkin 269 gün direnmiş ve sonra direnmekten vazgeçmişti. Tabii ki Berkin’in ölümü ve katillerinin elini kolunu sallayarak aramızda dolaşması öfkemizi katmerleştiriyor. Ama öfkemizi katmerleştiren başka gelişmeler de yaşıyoruz bugünlerde.
Daha dün yaşananlar ve tarih sayfalarına geçenler Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi’de olanlar, bugün bir biçimde Urla’da, Aksayar’da, Ordu’da ve Fethiye’de ve başka yerlerde yapılmaya çalışılanlar… Ne bir kaç milliyetçinin ne de yansıtıldığı gibi sıradan olaylar değil. Özü itibariyle bu bir devlet politikası. Daha dün her tarafı bayraklarla donatarak ırkçılığı hortlatıp biz Kürdistanlıları sindirmeye, kabuğumuza çekilmeye zorlamadılar mı? Bu ırkçı ve milliyetçi tutumla halklarımızı bir birine düşman kılmaya çalışmadılar mı? Bütün bunlar özü itibariyle bir devlet politikası değil mi?
Şimdi dışarıda gök yarılmışçasına bir yağmur yağıyor. Yağmurun, gök gürültüsü ve çakan şimşeklerle adeta yeryüzünü temizlercesine yağması beni uzaklara götürüyor. Oysa yağmur temizleye bilir mi o kadar pisliği? Ya da göstermelik Ergenekon operasyonları temizleyebildi mi yığınla pisliği? “Fırat’ın öte yakasına” geçmedikten sonra neyi temizleye bildi ki Ergenekon operasyonu? Ya da birilerinin ayyuka çıkardığı gibi mevcut iktidarın ve devletin gerçekten böyle bir derdi var mıydı? Olmadığını tam da Berkin’in ölümünün gerçekleştiği günde yaşadık. Mevcut iktidar yolsuzluk ve rüşvet bataklığının üstünü örtmek için kendine yeni müttefikler edindi. Ergenekon vb. dava sanıklarını, Zirve katliamı sanıklarını, Hrant’ın katilini serbest bıraktı. Artık katiller aramızda dolaşıyor. Katiller aramızda dolaşırken senin (Berkin) ve bizim çocukların, K. Kürdistanlı çocukların katillerinin ortaya çıkarılabileceğini nasıl düşünebiliriz ki?
Sahi, yağmurun hayatımızda ne kadar yeri vardır ki? Sıradanlaşmış yaşamların en olağan, ayrılmaz parçası, rutinidir. Her şeyin kanıksandığı, her şeyin insan etinin dahi alınıp satıldığı, değersizleşip, metalaştığı bir dönemden geçiyoruz, yaşamın içinde keşfedilecek hiçbir şey kalmamış gibi, var olanla yetiniyoruz. Üzüntümüz ve sevincimizde olağanlaşmış; artık sarsılmıyoruz. Sarsılmaya başladığımızda yaşamın ayrımına varırız, üzüntümüz ve sevincimiz sarsıcı ve yıkıcı olur. Sarsılmak çocukluğa dönmektir biraz da yaşam izi çocukluktan, o saf ve temiz duygulardan kopartan acımasız bir uğraştır. Kaç kişi yaşatıyor ki; “içindeki çocuğu”?…
Yağmur yağar ya da yağmaz, ama biz her gün olağan yaşamımıza devam ederiz. Çevremizde olup/biten hiçbir şey bizi ilgilendirmez. Çünkü çevremize, kendimize her şeye yabancılaşmışız. Kendi yaşamımızın dışında olup bitenler bizi pek ilgilendirmiyor. Ara sıra öfkeleniyoruz. Öfkemizi “öteki” olarak adlandırdıklarımıza kusarak…
Bize öğretilenler dışında hiçbir şeyi sorgulamıyoruz. Çünkü sorgulamak aynı zamanda kendinle hesaplaşmayı da gündeme getirir. Kendinle hesaplaşmak ve hesap sormak! En zor olanı da bu olsa gerek. Hesaplaşmaktan kaçınıldığı için. Onlarca yıl Türk halkı ve onu yönetenler, yönlendirenler tek şeye odaklanmış durumdaydı. Kürdistan’da yaşanan eylemlilikler karşısında. Herkes adeta ezberletilmiş gibi ; “Bak çocukları kullanıyorlar” diyordu bir koro şeklinde. Oysa kimse sormuyordu. Bu çocukların bu güne kadar neler yaşadıklarını ya da savaşın içinde büyümenin ne demek olduğunu? Kendi ana dilini dahi kullanamamanın çocuklarda ne gibi travmalar yarattığını. Kendi kimliklerinden ötürü yok sayılmanın ne demek olduğunu. Kendi doğup büyüdükleri yerlerden zorla sürülmenin onlara ne gibi acılara mal olduğunu.
Onlarca yıl herkes hep bir ağızdan; sanki bütün intikamlarını bizim çocuklardan alıyorlardı. Oysa daha dün “Filistin’in küçük generalleri” ne herkes alkış tutmuyor muydu? Onlarca yıl bütün kinlerini kustular bizim çocuklarımıza/ Kürdistanlı çocuklara. Ve Berkinlere. Hangi devletin kutsalı çocuklarımızın yaşamından daha kutsaldır ki!
Oysa kendine insanım diyenlerin yapması gereken; var olan yaşamın dışına çıkabilmektir. Var olan yaşamın dışına çıkmak bizim çocuklardan / Kürdistanlı çocuklardan, Berkinlerden yana saf tutmaktır.
Yaşamın üstüne çıplak ayakla yürümek gerek, irili ufaklı bütün taşları hissetmek… Acı veren ayrıcalığı derinleştirmek, yaygınlaştırmak… Her şeye rağmen, acil durumlar için güzel duygular büyütmek… Çocukluğumuza dört elle sarılmak ve coşkudan vazgeçmemek.
Şimdi herkesin kendi çocuklarına baktıkça katledilen, köyleri yakılan bizim çocukları/Kürdistanlı çocukları, Gezi direnişinde katledilenleri, Berkin’i getirmeleri gerekiyor akıllarına. Kendi çocuklarına bakarken bakışlarının ağırlaştığını hissetmeleri. Gözlerindeki damlalarla eksildikleri hissettikleri her an kendi çocuklarına bakmaktan utanmalılar.
Siz kendine küsen yanıma aldırmayın… Biliyorum,’Artık’la başlayan her cümleme kulaklarınızı tıkıyorsunuz. Oysa ben “sizi ve bizim çocukları, Berkin’i seviyorum” derken kendimle barışıyorum. Berkin ve Berkin yaşındaki bizim çocukları kimsenin anlayamayacağı büyük bir aşkla seviyorum. Çünkü aşk kimilerinin anladığı anlamda sadece iki cins arasında geçen bir olgu değil.
Sayfalar arasında kurutulacak kadar ve kapanınca bitecek kadar uçucu olmuyor acılar. Ama yaşamın nefesi inatla tutunuyor, küçükte olsa umutlara. Çünkü tarihten öğrendiğim; hiçbir soygun düzeni ve o düzeni ayakta tutmak için çırpınanlar sonsuza kadar iktidarda kalamazlar. Özellikle de öfkemiz, acılarımız yoğunlaşarak yığınları içine alan bir harekete, bir örgüte dönüştüğünde hiçbir güç bunun karşısında duramaz.
Sevgili Berkin; kızım yaşındaydın ve bugün seni bu çocuk yaşta yıldızlara uğurladık. Tıpkı onlarca katledilen K. Kürdistanlı kardeşlerin gibi. Sen ve onlarca K. Kürdistanlı kardeşin gönlümüzde ve gözümüzde hep ilk gençlik çağını süren birer fidan olarak kalacaksınız. Ama senin ve K.Kürdistanlı onlarca kardeşinin kaybından duyduğumuz acı ve sizleri katleden katillere ve onları koruyup kollayan düzene duyduğumuz öfke her geçen gün büyüyecek. Ve bu öfke çocukların öldürülmediği, şeker de yiyebildiği, bir K. Kürdistan, bir Türkiye, bir Ortadoğu, bir dünya yaratma kavgamızı ateşlemeye devam edecek. (12 Mart 2014)