Geçen yaz, Japonya’da bir istifa krizi yaşanmıştı. Krizin sebebi, Tenno Akihito’nun, 1989’dan beri bulunduğu makamdan istifa etmek istemesiydi. Mesele şu ki, Tenno Akihito Japon İmparatoru idi, anayasada, imparatorluğun resmî protokolünde ve bin beş yüzyıllık töresinde de istifa müessesesi bulunmuyordu. O sıra 82 yaşında olan imparator, “Devletin sembolü olarak yükümlü bulunduğum görevleri layıkıyla yerine getirmem korkarım zorlaşıyor,” gibi diplomatik ifadelerle affını istiyor fakat çare bulunamıyordu. İmparator, imparatorluktan istifa edemezdi. II. Dünya Savaşı sonrasına kadar, tanrı hükmündeydi zaten imparator. 1926’dan itibaren o tahtta oturan Hirohito, ancak dünya savaşı yıkımının travmasının etkisiyle ve parlamenter düzene geçilmesiyle, en azından yeni kuşaklar nezdinde tanrı katından insan seviyesine inmişti. Akihito, imparatorluk makamına geldiğinden itibaren normal insana yakın bir yere konan ilk “Tenno” (imparator). 2011 tsunami felâketinde, perişan köylüleri iki büklüm eğilerek selamlayışıyla da göstermişti insanlığını. İstifayı düşünmesi de, bir ‘normal insan’ işareti. Görevini iyi yapamadığını düşünmenin, (intihar değilse!) kesin istifa sebebi sayıldığı bir memlekette…
I. Dünya Savaşı’nın sonunda, Avusturya-Macaristan İmparatoru I. Karl von Habsburg’un monarşiye son veren beyannamesinde, eşi Zita’nın bastırmasıyla istifa sözünden kaçınılmıştı. İmparatoriçe Zita, “Bir egemen asla istifa edemez!” diye ısrar etmişti. Devrilebilir, egemenlik hakkını yitirdiğine hükmedilebilirdi fakat istifa edemezdi. Kavram olarak imkânsızdı bu.
İslâmiyet tarihine ilişkin tartışmalarda, Halife Hz. Osman’ın hilafet ihtilafını çözmek için belki istifa etmesinin evla olmuş olacağı spekülasyonunu yapanlara karşı; hilafetin “verilen” bir görev olduğu, verilen bir görevden istifanın mümkün olmadığı yorumlarına rastlarız.
***
Belki, tersi de doğrudur. İstifa-etmezlik, -edemezlik, imparator gibi, mutlak hâkim gibi hissettiriyordur.
***
İstifa kelimesi, Arapça kökü itibarıyla af dilemeden geliyor! ‘İlham verici’, değil mi! İstifa beyanında, görevden affını isterler ya, o da bu kökle uyumlu.
Batı dillerinde istifanın karşılıklarından biri, Resignation. Latince Resignare’den geliyor: vazgeçmek, imtina etmek, feragat etmek, teslimiyet. Bu karşılığın teslimiyete uzanan anlamı günümüzde daha belirgin. Bir de Latince Abdicatio’dan (çekilme, ayrılma, vazgeçme) gelen abdicate fiili var: özgül olarak, tahtından feragat etmek, hakkından veya iktidardan vazgeçmek anlamında kullanılıyor. Almancada, taç-taht sahipleri için kullanılan istifa fiili: abdanken. Buradaki incelik, teşekkür ederek çekilmek gibi bir anlam taşıması. Nitekim günümüzdeki kullanımında, âlicenap havalı, ‘kibirli’ istifalar için kullanılıyor bu fiil.
Seçilmişler için yine Resignation/resign’e geliyoruz. Veya retire, hem emeklilik hem çekilmek anlamında. Daha yaygın olarak, tam bir Anglosakson yalınlığıyla, “quit” fiili kullanılıyor istifa için: Gitmek, bırakmak; çekip gitmek! Almancada da aynısı: Rücktritt. Fransızcanın resignation’a alternatifi de yalın ve sarih: démission, görevi bırakma, görevden ayrılma.
***
Arapçada bir de ıstıfa vardır: İyisini seçip ayıklamak, seçmek, süzüp, geliştirip arıtmak gibi bir anlama geliyor. İstifanın bir ıstıfa yolu da olduğunu söyleyebiliriz, değil mi?
***
Murat Sevinç, siyaset ve idaredeki bir zaafla, bir tıkanmayla, bir problemle ilgili olarak Türkiye’de istifanın asla ve asla söz konusu olmayışını hatırlatmıştı: “En basit demokratik teamülü söyleyeyim size: İstifa. Evet, demokratik sistemlerde yönetim krizleri ya da çeşitli tatsız iddialar ortaya çıktığında, yöneticiler sistemi rahatlatmak için istifa etmeyi deniyor. Yeni bir şey kuruluyor, gidenin yerine. Türkiye’de istifa, en büyük günahlardan biri. Küfür gibi! Akıllarına bile gelmiyor.” (link)
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 17 Ekim 2015’te bir konuşmasında, “her bu tür olaylarda bakanların istifasını istemek… bu ülkeyi yönetilemez hale getirmektir,” demişti. “Bu tür olay”, 109 insanın canını alan Ankara Garı katliamıydı. Erdoğan, Sivas (1993), Maraş (1978) katliamlarını hatırlatarak “o zaman neden istifa etmediler?” diye soruyordu. 1978’de İçişleri Bakanı, olaydan birkaç gün sonra istifa etmişti. Eskiden de nadirdi ama yine de vekil vükelanın istifa ettiği olurdu.
***
Neden böyle? Neden istifa adeta bir küfür gibidir, ihtimal dışıdır?
Evvela, zaaf işareti sayıldığı için, besbelli. İktidarın gücünü, kaya gibi sağlam olduğunu göstermek, her şeyden önemli. Hizmetten de, candan da önemli.
Bununla da bağlantılı olarak elbette, -yazının başını hatırlayın-, imparator-gibi, kral-gibi zannettiriyor olsa gerek.
Özerk irade kıtlığıyla da alakası olsa gerek. Türkiye’nin istifa “sosyolojisine” bakarsanız, istifanın genellikle ‘yukarıdan’ istenen bir işlem olduğunu görürsünüz. Bakanlar da, yüksek bürokratlar da, teknik direktörler de, genellikle yönetimin, başkanın, bakanın, liderin talebi üzerine istifa eder. İstifası istenir. Kimi zaman zaten lider veya başkan, aslında siyasî ortakları, yoldaşları olması gereken kadronun istifa mektuplarını peşinen cebinde bulundurur, uygun gördüğü zaman yürürlüğe koyar. Kendi iradesiyle, şahsî kararıyla, kendi vicdan muhasebesine dayanarak bir önemli görevden istifa eden en son kimi hatırlıyorsunuz? Belki teknik direktörlerden olabilir.
Türkiye’nin yönetenler sınıfının sorumluluğu da, istifa fiilinin zımnındaki özür duygusu da, kendi amirine, liderine, başkanınadır; yönetilenlere, insanlara, halka-millete değil.
KAYNAK: BİRİKİM DERGİSİ / 01 Şubat 2017