Ana SayfaNIVÎSKARÊN1921-38 Atatürk dönemi Kürt politikaları ve günümüz-1

1921-38 Atatürk dönemi Kürt politikaları ve günümüz-1

1921-38 Atatürk dönemi Kürt politikaları ve günümüz-1/S. Çiftyürek

 

[email protected]

 

Kürt ulusal özgürlük meselesi üzerinde tartışma ve arayışların yeniden yoğunlaştığı, Türk rejiminin Atatürk dönemi benzeri oyalama-erteleme taktiklerinin izlendiği şu süreçte, genel olarak 1920-1938 yılları yani Atatürklü yıllar, özelde de 1921 Teşkilat- ı Esasiye Kanunu yeniden tartışma konusu olmaktadır. Hem Türk siyaset kadrolarından hem de Kürt siyasetçilerinden “1921 Anayasası referans alınarak çözüm üretilmeli” diyenler var ve bu eğilim son süreçte güçleniyor. Dolaysıyla Atatürk dönemi Kürt politikalarına yakından bakmakta yarar var.

  1. yüzyıl başında Kürt/Kürdistan sorununa 1921 Anayasası temelinde çözüm bulunabilir mi? Birincisi, bu sorunun yanıtı üzerinde duracağız. İkincisi, devamında soracağım soruyu baştan sorayım: Bir geçiş sürecinin belgesi olan ve dolayısıyla anayasadan çok birkaç kanun maddesinden ibaret olup 90 yıl öncesine ait bir metin neden bugün esas alınsın ki? Yeni bir yaklaşımla yeni bir anayasal metnin hazırlanması çok mu zor? Yazıda üzerinde duracağımız esas konulardan biri 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu olunca, bu kısa belgeyi de ekte okuyucuya sunuyoruz.

Yazıda üzerinde duracağım bir diğer konu ise Mustafa Kemal’in siyasal kimliğidir. Mustafa Kemal’le özdeşleşen ve TC Devleti’nin kuruluşunda da belirleyici rol oynayan ideolojik-politik doku nedir, neyi içerir? Burjuva liberal demokrat mı, muhafazakâr-milliyetçi mi? Yoksa şoven milliyetçi mi? A. Öcalan başta olmak üzere kimileri, gerek Kürt sorunu, gerekse diğer bazı sorunlarda “milliyetçiler, ırkçılar Mustafa Kemal’in etrafını kuşattılar, istediklerini yaptırdılar” diyorlar. Bu iddialar mı doğru, yoksa tersine ırkçı, milliyetçi bir çizgide olup etrafının ırkçı, milliyetçi rotasını belirleyen Mustafa Kemal’in kendisi midir? Yazıda ele alınması gereken diğer sorun bu olacaktır.

Kürt ulusal hareketinin temsilcileri 1900’lü yılların başında siyasal özerklik taleplerini hem Osmanlı’ya hem de Ankara Hükümeti’ne iletmişlerdi ve bu biliniyor. Özellikle Ankara Hükümeti’nin bu talep karşısında pozisyonu nedir? Birinci Meclis gerçekten 10 Şubat 1922’de Kürtler için bir otonomi metnini oylayıp kabul etmiş midir? Etmişse metnin içerisinde ne var? Ayrıca bunları ele alacağız.

Mustafa Kemal, Türk milliyetçisidir! 

Mecliste oylatılarak “Atatürk” soyadını almış bir kadronun siyasal kimliğinin ne olduğunu tartışmak belki de abesle iştigal olur. Ne demek “Atatürk”? Bir ulusun, bir halkın “atası” olmayı meclis kararıyla soyadı olarak alan, buna itiraz etmeyen birisi, siyasal kimliğini tartışmasız olarak zaten ortaya koymuştur. Mustafa Kemal, kimilerinin iddia ettiği gibi ırkçıların, milliyetçilerin kendisini kuşatıp yönlendirmesine ihtiyaç duymayacak bir netlikte zaten Türk şoven milliyetçisidir. Söz konusu olan Türk milliyetçiliği ise, Mustafa Kemal yönlendirilen değil, aksine yönlendiren, şekillendiren, hatta öyle ki tam bir diktatörlükle yönlendirendir. Daha ayrıntıda irdelediğimizde şunları görürüz.  

A-) M. Kemal, Türk milliyetçisidir ve milliyetçiliğin ocağı İttihat-ı Terakki Cemiyeti’nin aktif bir üyesidir. İttihat ve Terakki’nin 22 Eylül 1909’da yapılan İkinci Kongresi’ne Trablusgarp delegesi olarak katılır. Bu kongrede, saflarında birkaç hizbi barındıran İttihat ı Terakki’de, Mustafa Kemal bu hiziplerden birinin başını çekecek kadar da cemiyette aktiftir. Yeri gelmişken belirteyim: M. Kemal bir süre sonra İttihatçılarla yolunu ayırırken fikirleriyle değil, pratik yönelişleriyle ayrı düştüğünü belirtecektir. TC Devleti’nin kuruluşunda M. Kemal, Osmanlı Devleti’nin askeri ve idari yapısının yanı sıra İttihatçıların başta Teşkilat ı Mahsusa olmak üzere kadro ve geriye kalan teşkilatlarını alır kullanır. Zaten bunlara dayanmadan yol alması da mümkün değildi. Her şey bir yana, salt bu nedenle bile TC Devleti, Osmanlı Devleti’nden kopuşu temsil etmez, tersine askeri, siyasal olarak da (belli yeniliklerle) Osmanlı’nın devamıdır.

  1. Kemal, milliyetçi olmanın ötesinde ırkçı Türk milliyetçisidir ve öyle ki bunu “bilimsel” araştırmalar konusu yapacak kadar da ileri götürür. 1930’lu yıllarda, yani TC Devleti’nin artık ayakları üzerinde durmaya başladığı yıllarda, M. Kemal “Türklerin Kökenleri”ni araştırmaya ciddi ciddi yönelir ve işi “bilimsel kurumlar” oluşturmaya kadar götürür. Önce “Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi ortaya atıldıktan sonra, bu tezlerdeki görüşlere uygun olarak Türk tarihi ve Türk dili hakkında birçok araştırmalar yapılır.” (1) Bu araştırmalardan biri “Kayıp Kıta Mu’dan Türklerin kökenini aramak”tır. Bu araştırma ile amaçlanan, tüm uygarlıkların “Türkler tarafından kurulduğunu” ve tüm insanların Türk ırkından türeyip yeryüzüne dağıldığını kanıtlamaktır. Mustafa Kemal’in bu konuda neler yaptığını uzun bir alıntıyla Ayşe Hür’den aktaralım:

“MU VE UYGUR İLİŞKİSİ; neyin nesidir bu esrarengiz kıta? Hindistan’da görevli bir İngiliz albayı olan Lames Churchward tarafından 1926-1933 arasında yazılan dört kitapla ortaya atılan bir iddiaya göre günümüzden 100 bin yıl önce Pasifik Okyanusu’ndaki bir kıtada siyah, esmer, kızıl ve sarı olmak üzere dört ırkın oluşturduğu Mu Uygarlığı egemendi. Bu uygarlığın kıta dışındaki kolonisi ise Orta Asya’da Gobi Çölü’ndeki ‘Uygur İmparatorluğu’ idi. Uygurlar bir ‘Türk’ boyu olduğuna göre, Türkler Mu’dan gelmişlerdi. Kıta, altındaki gaz odacıklarının patlamasıyla yaklaşık 12 bin yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştü ne yazık ki… Albayın kendine güveni iyicene artmış ve kareler, daireler, spiraller, gamalı haçlar, hayvan figürleri gibi şekillerden oluşan dili ‘Kayıp kıta Mu’da konuşulan Naga-Maya dili’ olarak dünyaya takdim etmişti.

O yıllarda ‘dünyadaki tüm uygarlıkları Türklerin kurduğu’ fikri üzerinde oluşturulan Türk Tarih Tezi üzerinde çalışan Mustafa Kemal, Churchward’ın kitaplarını 60 kadar çevirmene bölüştürerek hızla Türkçeleştirdikten sonra, Türkler’ in Orta Asya’ya gelmeden önceki yurtlarının Kayıp Kıta Mu olduğuna kanaat getirmişti. Ardından Türklerle Mayalar arasındaki ilişkiyi araştırmak üzere Enver Paşa’nın damadı emekli general ve amatör tarihçi Tahsin Bey’i Meksika’ya büyükelçi olarak atamıştı. Meksika’daki çalışmalarını belge ve fotoğraflarla üç ciltlik bir defter halinde toplayan Tahsin Bey’in en büyük buluşlarından biri Maya dilindeki ‘tepek’ sözcüğünün Türkçe ’deki ‘tepe’ olduğunu keşfetmek oldu. Ödülü de Mustafa Kemal tarafından verilen ‘Mayatepek’ soyadı.” (2)

Mustafa Kemal’in politik kimliği ve ideolojik çizgisi şoven milliyetçi mi değil mi? Tek başına bu alıntı bile okuyucuya yeterli bir fikir vermektedir. Mu kıtasında Türklerin kökenlerini arayan ve bunun Orta Asya’daki Uygurlar’la ilişkisini kurmaya çalışan aynı Mustafa Kemal, Mu kıtasında yeterli dayanak bulamamış olacak ki bu kez Mezopotamya uygarlıkları ile Türklerin ilişkisini kurma arayışına girer ve Mezopotamya’da Türk kökeni arayışını, “Etibank”, “Sümerbank” gibi adlandırmalar üzerinden sürdürür. Bu arayış Mustafa Kemal’in Türklerin uygarlıktaki yeri ve kökleri konusunda kendi içerisinde de çelişkili olan serüvenini de ortaya koyar.

Mustafa Kemal her söylev ve tutumunda milliyetçiliğin çok ötesinde Türk ırkçılığını yansıtır, dahası bunu açıkça dile getirir. Aynı yıllarda Amed’e giden Kemal, burada yaptığı açıklama ile Türk milliyetçiliğinin de çok ötesinde ırkçı yaklaşımını bir başka açıdan açıkça dile getirir. Bu konuda, 1921-1938 yılları dönemini inceleyen uzun makalesinde emekli askeri hakim Ümit Kardaş şunları aktarır:

“26 Eylül 1932, yer Bekir-Diyarı, yani Diyarbakır. Mustafa Kemal burada bu diyarın, Oğuz Türkü`nün has kaynağı olduğunu, hepimizin bu yüce kaynağın çocukları olduğunu belirttikten sonra şunları söylemektedir: ‘Buraya konduğumuzdan beri ne olduğumuzu anlatmaya çalıştık ve anlatıp duruyoruz ki; Türk eli büyüktür ve yeryüzünde yalnız o büyüktür. Her yeri dolduran Türk`tür ve her yanı aydınlatan Türk`ün yüzüdür.’ Mustafa Kemal`in bu sözleri, ulus-devlet inşasına yönelik olarak kurulan cumhuriyetin Türk kimliğinden hareketle tek millet, tek dil, tek kültür yaratma hedefiyle yola çıktığını göstermektedir. (3)

Her şey bir yana, “Türk eli büyüktür ve yeryüzünde yalnız o büyüktür. Her yeri dolduran Türk’tür ve her yanı aydınlatan Türk’ün yüzüdür” sözleri siyaset diline tercüme edildiğinde ne anlaşılması gerektiğinin yorumunu okuyucuya bırakarak şunları ekleyeyim: Yukarıda Kardaş’tan aktardığım alıntıdaki sözleri, “Ne Mutlu Türküm Diyene”, “Bir Türk Dünyaya Bedeldir”, “Yüksel Türk, Yüksekliğin Senin İçin Sınırı Yoktur” vb. vurgularla birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde, okuyucu Mustafa Kemalin şoven milliyetçi ideolojik-politik kimliği hakkında daha net sonuçlara ulaşabilir.  

B-) Mustafa Kemal ve ekibi, başından itibaren, Kürt ulusal hareketi adına her dinamik çıkışı, hatta her küçük adımı ezip yok etmeyi ilke edinmiştir. Bu politikayı temel bir çizgi olarak izlerken, şartlar gereği bazen Kürtleri tanımış, sorumlularıyla görüşmüş, hatta varlıklarını ve ulusal taleplerini sözlü beyanlarda kabul etmiştir. Sonra gün yüzüne çıkarılmaması için her şey yapılmış olsa da Kürtlerle kimi anlaşmalar yaptığı da olmuştur. Dahası aşağıda ayrıntılı üzerinde duracağım Kürtlere “Otonomi” hakkı tanıyan anlaşmaların Birinci Meclis’ten geçtiği de yine iddialar arasındadır. Ama bu ve buna benzer icraatların tümü, Kemal ve arkadaşlarınca rejimin kuruluş yıllarındaki darboğazı aşmak için gerek içte Kürtlere dönük gerekse uluslararası güç odaklarına yönelik taktik politikalardan ibarettir.

Mustafa Kemal, Türk ulusal kimlikli ve üniter yapıda bir Türk devletini kurmada yolun başındayken Kürtlere her açıdan ihtiyaç duyar, ama ince bir ayrımla, yani Kürtleri, ulusal özgürlük talep ve hedeflerinden arındırarak kazanmak ister. Bunu izlediği siyasetin her adımında görmek mümkün. Her şey bir yana, tek başına “Söylev” okunduğunda bile bunu görmek mümkündür.

Diyarbakır Vali Vekili Mustafa, 8.6.1919 tarihli telgrafında, Diyarbakır’da kurulu bulunan Kürt Derneği’nin “bir Kürdistan bağımsızlığı amacını güden propaganda yapması üzerine … bu girişimler Dernekler Yasası’na aykırı olduğundan adı geçen dernek kapatılmış ve vilayette o dernekle ilgili yasal kovuşturmaya geçilmiştir” şeklinde durumu telgrafla rapor ediyor. Buna yanıt “3.Ordu Müfettişi Padişahın Onursal Yaveri Tuğgeneral Mustafa Kemal” imzasıyla 15.6.1919 tarihinde Amasya’dan verilir. Bakın Mustafa Kemal yanıtında neler söylüyor:

“Diyarbakır Vali Vekilliğine 8.6.1919. Bütün ulusun, varlık ve bağımsızlığını kurtarmak için birleştiği şu tarihsel günlerde … ülkeyi kargaşaya düşürecek her türlü derneğin dağıtılması pek vatanseverce ve zorunlu bir ödev olduğundan, Kürt derneğine ilişkin tutum ve davranışınız bence de pek uygun görülmüştür… Müdafaa-i Hukuku Milliye ve Red-di İlhak Cemiyetleri’ni doğurmuş ve bu derneklere hangi siyasal zümreye bağlı olursa olsun, her Türk her müslüman katılmış ve ulusal bilincin eylemli olarak böylece açıklanması bütün dünyaya duyurulmakta bulunulmuştur. Şu halde Diyarbakır ve oraya bağlı yerlerde de Müdafaa-i Hukuku Milliye ve Red-di İlhak Cemiyetleri’nin oluşup kurulmasına yardımcı olmanızı öneririm. Ve özellikle Kürt derneğinin üyeleriyle bu tel yazım çerçevesinde görüşerek uzlaşmak uygun olur efendim.”(4)

Okuyucunun doğrudan kaynağından yorumlayabilmesi için alıntıyı uzun aktardım. Alıntıda iki şey dikkat çekicidir. Mustafa Kemal, ulus olarak sadece Türk ulusunu görür, algılar ve savunur. Bu nedenle “Her Türk, her Müslüman’ın katılmış” olduğu şeklinde tarif ettiği “ulusal bilinci”ni de Türk ulusal bilinci olarak ilan eder. Daha da önemli olan, M. Kemal’in, Müslüman Kürtleri de, oluşturulmasını hedeflediği bu Türk ulusal bilincinin içerisinde tarif etmesidir. Yani daha ilk baştan asıl hedefi, Kürt ulusu ve tüm ulusal azınlıkların asimilasyonu üzerinden bir Türk ulusunun yaratılmasıdır. Zaten dikkat edilirse Mustafa Kemal, Kürt Derneği’nin kapatılmasını sevinçle desteklerken, dernek üyesi Kürtlerle ise “görüşerek uzlaşmayı” ve dolayısıyla kazanılmalarını önerir. Kürt ulusallığından arındırılmış olarak Kürtleri kazanma arayışı elbette geçici “uzlaşma”lar adına yer yer Kürtleri tanıma, sorumluları ile görüşüp anlaşmalar imzalama vb. olmuştur. Bütün bunları yaparken bir Türk milliyetçisi olarak Mustafa Kemal kendi çizgisinde tutarlıdır. Tutarsızlığı, “ırkçılar, milliyetçiler Mustafa Kemal’in etrafını kuşatıp Kürt sorununda adım atmasını engellediler” yönündeki tespit ve beyanları ile Mustafa Kemal’i sahip olduğu siyasal çizgiden farklı yorumlayanlarda aramak gerekiyor. 

C-) Verilen sözlere, hatta özerklik vaatlerine karşın pratikte adım atılmadığını yaşayarak gören Kürt ulusal hareketinin bu oyalama taktiğine ilk silahlı karşı tepkisi Koçgiri halk ayaklanmasıdır. Ki Mustafa Kemal ve Ankara Hükümeti bu ayaklanmayla büyük bir gelecek kaygısına kapılırlar ve her türlü yöntemle bastırılmasını hedeflerler. Ankara’nın yani Mustafa Kemal’in doğrudan emri ile Koçgiri ayaklanmasını kanlı katliamlarla bastıran Merkez Ordu Komutanı Nurettin Paşa’nın bu tutumu TBMM’de görüşmeye açılır. Kürt kökenli vekiller “asıl suçlunun hükümet ve ordu olduğunu” belirtince, bu mecliste sert tartışmalara konu olur. Ki pratikte yaşananlar ve Koçgiri ayaklanması üzerindeki bu tartışmalar, Kemalistler ile Kürtler/Kürt ulusal hareketi arasındaki ilk ciddi kırılma olacaktı.

Şimdi Şeyh Said ayaklanmasına giden süreçte, sorunla ilgili yine Ümit Kardaş’tan uzun bir alıntı aktaracağım:

“Azadi Cemiyeti`nin üyelerinin büyük bir bölümü orduyu terk etmiş Kürt subaylardan oluşmaktaydı. Diyarbakır`daki Yedinci Ordu`nun subay ve askerlerinin en az yüzde 50`si Kürt’tü. Türk subaylarının bir bölümü Kürt hareketine sempati duymaktaydı. Azadi`nin Şeyh Sait İsyanı`na giden yolda Kürtlerin yakınmalarına neden olarak gördükleri hususlar şunlardı:

  1. Azınlıklara ilişkin çıkarılan yeni bir kanun şüphe yaratmıştı. Türklerin Kürtleri Batı Türkiye`ye dağıtarak, onların yerine Türkleri doğuya yerleştirecekleri korkusu.
  2. Kürt dilinin okul ve mahkemelerde kullanımının kısıtlanması.
  3. Önceleri coğrafi bir terim olarak kullanılan `Kürdistan` kelimesinin tüm coğrafya kitaplarından kaldırılması.
  4. Kürdistan`daki tüm yüksek hükümet görevlileri Türk’tüler. Sadece daha aşağıdaki kademelere dikkatlice seçilmiş Kürtlerin atanması.
  5. Ödenen vergilere oranla hükümetten yeterli hizmet alınamaması.
  6. 1923`teki Büyük Millet Meclisi seçimlerine hükümetin müdahale etmesi.
  7. Hükümetin sürekli olarak bir aşireti diğerine karşı kullanma politikası izlemesi.
  8. Türk askerleri sık sık Kürt köylerini basarak hayvan götürüyorlardı. Talep edilen erzakın karşılığının ya yetersiz ödenmesi ya da hiç ödenmemesi.
  9. Orduda Kürtlerin kademe ve mevkileri Türklerle eşit değildi ve Kürtlerin genellikle zor ve istenmeyen işlere gönderilmeleri.
  10. Türk hükümetinin, Alman sermayesinin yardımıyla Kürtlerin yeraltı zenginliklerini sömürme girişimi.
  11. Türk ve Kürtleri birbirine bağlayan en son bağ olan halifeliğin kaldırılması.

İngilizlerin o günkü koşullarda böyle bir ayaklanmadan memnunluk duyacakları açık olmakla birlikte, bu ayaklanmaya destek verdikleri konusunda bir kanıt bulunmamaktadır. Burada önemli olan husus dış destek konusu değil, Kürtlerin şikâyet ve taleplerinde ne kadar haklı oldukları ve hükümetin bu taleplere nasıl yaklaştığıdır. Başbakan Fethi Okyar ayaklanmayı sıkıyönetim tedbirleriyle bastırabileceğini düşünmektedir. Ancak çok sert önlemler alınması gerektiğini düşünen Mustafa Kemal, Fethi Okyar`ı Başbakanlıktan uzaklaştırıp, İsmet İnönü`ye yeni bir hükümet kurdurur.” (5)

Okuyucu, Kürdistan’da Şeyh Said İsyanı’na giden süreci az çok biliyor. Fakat bir askeri hakimin kaleminden hem bu sürecin böylesine çarpıcı verilerle sunulmasının okuyucu için öğretici olacağından hem de aynı kalemden İngilizlerin Şeyh Said hareketi ve ayaklanmasına “destek verdikleri konusunda bir kanıt bulunmamaktadır” diye yazması da ayrıca önemlidir. Çünkü Türk rejiminin resmi, askeri ve sivil kaynakları, başından beri ellerinde ileri sürebildikleri tek bir belge olmadığı halde, Şeyh Said isyanını “destekleyen, kışkırtan İngilizlerdir” deyip durdular, halen de bu propagandayı sürdürüyorlar.

Ancak herkes bilir ki İngilizler, Şeyh Said hareketine destek vermediler. Çünkü İngilizler, Ekim Devrimi’nin ürünü olarak kurulan SSCB pekişip etki alanı genişledikçe, mevcut sınırlar üzerinde Batı yanlısı bir TC Devleti’nin kurulmasını çıkarlarına daha uygun görüp desteklediler. Dün SSCB’nin, bugün Rusların Kafkaslarda dengelenmesinde Batı her zaman güçlü bir Türkiye’ye ihtiyaç duymuştur. Kısacası Kürt ulusal sorununda “İngiliz parmağı” koca bir yalandır. Özetle; İngilizler belirttiğimiz nedenlerle Mustafa Kemal liderliğindeki Ankara Hükümeti’ni desteklemişlerdir, yani bir İngiliz desteği olduğu doğrudur, ama söz konusu destek Kürtlere değil Kemalistlere verilmiştir. Okuyucu hafızasını yokladığında, resmi TC tarihinde bile Kemalistlerin (Ankara Hükümeti’nin) İngilizlerle bir savaşından söz edilmediğini bilir.

Kemalist ekip, TC Devleti’nin ayakları yere bastıkça, Kürtlere verilen sözleri, yapılan sözlü ve yazılı anlaşmaları, hatta TBMM’nin kararlarını bilinçli şekilde unutup hiçbir adım atmaz. Tersine Kürt ulusal hareketine dönük baskılar artırılır. Ümit Kardaş’ın özetlediği baskı ve ayrımların yanı sıra Mustafa Kemal ve ekibi, Kürt ulusal hareketini provokatif eylemlerle yeterince olgunlaşmadan erken isyana zorlarlar. Ve bunda kısmen başarılı da olurlar. Yazının ana konusu Şeyh Said ayaklanmasının değerlendirilmesi olmadığından, burada amaç sadece ayaklanmaya Mustafa Kemal ve TC Hükümeti’nin yaklaşımının ne olduğunun özetlenmesidir. Şeyh Said ayaklanmasının ordu tarafından bastırılmasında Mustafa Kemal ve o zamanki Başbakan Fethi Okyar, Genelkurmay Başkanı Feyzi Çakmak ve benzeri kadrolar arasında temelde bir görüş ayrılığı yok. Ayrılık sadece kullanılacak yöntemlerdedir.

Mustafa Kemal, önerdiği bastırma planının kimi yönlerine itiraz ettiği için Fethi Okyar’ı görevden alarak, yerine İnönü’yü başbakan atar. Bu atamada belirleyici olan, İnönü’nün isyanın her türlü yöntem kullanılarak bastırılmasında Kemal ile daha yakın duruşa sahip olmasıdır. Burada da çevresi tarafından yönlendirilen değil, tersine yönlendirendir M. Kemal! Şeyh Said ve arkadaşlarının idam edilmeleriyle sonuçlanan İnönü hükümetinin saldırı, katliam ve kendi yasalarını bile ayaklar altına alan uygulamalarının tamamı Mustafa Kemal’in günü gününe yönlendirmesiyle gerçekleşmiştir. Şeyh Said ayaklanmasıyla ilgili değerlendirmesinde İnönü, Mustafa Kemal’le tam bir uyum içindedir. “Vazifemiz Türk vatanı içerisinde bulunanları behemehâl Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe muhalefet edecek anasırı kesip alacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsaf, her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır” derken, izlenen ırkçı, milliyetçi siyasette Mustafa Kemal’le nasıl da uyum içinde olduğunu kanıtlar sadece.

Mustafa Kemal, Başbakan Celal Bayar ve Genelkurmay Başkanı birlikte bir askeri tatbikatı izlerken, o günlerde ayaklanma halinde olan Dersim’i konuşmaktalar. Katliamlarla anılan Dersim harekatının emrini kimin nasıl ve nerede verdiğini Celal Bayar’dan dinleyelim: “O sıralar biz konuşurken, Dersimlilerin jandarma karakollarından 3-4 tanesini bastıkları haberi geldi. Atatürk’le göz göze geldik… Atatürk ‘Sorumluluğu üzerime alıyorum, vuracağız Dersimi’ dedi ve vurduk.” (6) Dersim’de hava bombardımanı dahil yangın bombaları ve boğucu gazlar kullanılarak gerçekleştirilen katliamın ötesinde soykırımın sorumluluğu tartışmasız yine Mustafa Kemal’in kendisine aittir. Ayrıca aittir demek de gereksiz, çünkü zaten kendisi “sorumluluğu üzerime alıyorum, vuracağız” diyor. 

D-) Mustafa Kemal’in politik çizgisi ile ilgili farklı kaynaklardan birkaç alıntıyı okuyucuya aktararak noktalayacağız. Ümit Kardaş:

1921-1938 dönemini en iyi özetleyen ifade `Türkleştirme` olacaktır. Türkleştirme, yukarıda yaşandığı belirtilen olayların ve yapılan düzenlemelerin yanında Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kuruluşu, `Vatandaş Türkçe Konuş` kampanyalarının başlatılması ve Soyadı Kanunu`nun kabulüyle toplumun her alanında uygulanmaya ve yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Mustafa Kemal `Vatandaş Türkçe Konuş` kampanyasının başlama nedenini şu sözlerle açıklamaktadır: `Milliyetin çok bariz vasıflarından biri dildir. Türk Milleti`ndenim diyen insan her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse doğru olmaz.` Bu dönemin anlayışında kuşkusuz farklı etnik kimliklere, farklı dillere, farklı dinlere ve mezheplere yer olmamıştır. Dayatılan tek etnik kimlik Türklük ve Diyanet İşleri Başkanlığı çerçevesinde devletleştirilen Müslümanlığın Sünni-Hanefi mezhebidir. Bu temele oturtulmaya çalışılan cumhuriyetin Türkiye sınırları içinde yaşayan insanları yurttaş kılması ve eşitliği sağlaması imkânsızdı. İşte bu nedenle homojenliği sağlamanın yolu da her türlü şiddeti kullanan ırkçı, asimilasyoncu politikalardan geçiyordu. Yukarıda belirttiğimiz tüm düzenlemeler ve uygulamalar 1921-1938 döneminin anlayış ve pratiğini ortaya koymaktadır.” (7)

M.E. Bozkurt ve Falih Rıfkı Atay’dan alıntılarla Fikret Başkaya şunları aktarır:

“Hitler; o her zaman Atatürk’ten örnek aldığını söyledi, hatta Hitler ‘Mustafa Kemal’in ilk talebesi Mussolini, ikinci talebesi benim’ derken Mustafa Kemal’in şahsi rejimine verdiği önemi ifade ediyordu.” (8)

İsmail Beşikçi: “Kaldı ki Mustafa Kemal Atatürk’ün düşüncesini ve eylemini sadece ‘milliyetçilik’ kavramı çerçevesinde değerlendirmek mümkün değildir. Kemalizm Türk faşizminin kendisidir. Irkçı, sömürgeci ve emperyalist emelleri olan bir düşünce ve eylemdir.” (9) Koçgiri ayaklanmasının bastırılmasında Topal Osman gibi çeteleri de kullanan Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa hakkında Meclis’te soruşturma açılır. Bakın, Mustafa Kemal bu soruşturma hakkında neler söylüyor:“Ben Nurettin Paşa’ya uygulanmak istenen işlemi kabul etmedim. Fevzi Paşa hazretleri de benim görüşüme katıldı. İkimizle Bakanlar Kurulu arasında çıkan anlaşmazlık Meclisçe bir çözüme bağlandı. Meclis’te Nurettin Paşa’yı savundum, kendisini ağır bir işleme uğramaktan kurtardım.” (10)

Aktardığım bu kısa alıntılar, Mustafa Kemal’in siyasetini ve siyasal iktidarını yoruma gerek bırakmayacak çıplaklıkta tarif etmekte! Tekrar vurgulayarak belirteyim; Mustafa Kemal ve ekibi ele alındığında, Kemal etrafı kuşatılıp yönlendirilen değil, tersine her konuda yönlendiren ve hatta son sözü söyleyendir.

Fikret Hoca’nın, Hitler’in Mustafa Kemal’e ilişkin görüşlerini yorumlarken “Hitler, Mustafa Kemal’in şahsi rejimine verdiği önemi ifade ediyordu” belirlemesi önemlidir. Zira bu belirleme ile Mustafa Kemal’in, adı Cumhuriyet olan, parlamentosu bulunan ve seçimlerin yapıldığı bir rejimde nasıl bir kişisel diktatörlük rejimi kurduğunu izah eder. Mustafa Kemal’in “tek adam” diktatörlüğünü simgeleyen sayısız örnek vardır. Ve bunlardan sadece birini yukarıda, “Dersim’i vuracağız, sorumluluğu üzerime alıyorum” sözleriyle aktarmıştık. Güya meclis var, hükümet var, ama Mustafa Kemal “vuracağız” dedikten sonra geriye kalan TC Devleti’nin kurum ve sorumlularının işi prosedürlerini yerine getirmesinden ibarettir.

Tek adam rejimini belgeleyen bir diğer ciddi olay ise, TBMM’de saltanatın kaldırılması üzerine yapılan tartışmalarda yaşanır. Saltanatın meclis kararıyla kaldırılması tartışılırken, uzayan ve sonuç vermeyen tartışmalarla ortam ve sinirler iyice gerilmişken, Mustafa Kemal mecliste bir kürsünün üzerine çıkar ve şu açık tehditle yasanın kabulünü ister: “Bu bir emri vakidir. Mevzu-i bahis olan Millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emr-i vaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu behemehâl olacaktır. Burada toplananları meclis ve herkes meseleyi tabi görürse, fikrimce iyi olur. Aksi takdirde yine hakikat usulü dairesince ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kelleler kesilecektir.” (11) Bu açık tehdidin ardından saltanatı kaldıracak olan yasa meclisten alkışlar arasında geçer!

Son olarak şunu ekleyelim: Mustafa Kemal, Türk milliyetçisi olduğu kadar iyi bir pragmatist siyasetçidir de. Amacına varabilmek için her yolu, ama her yolu denemek M. Kemal için mubahtır. Osmanlı’nın son yıllarında M. Kemal’in de bir üyesi olduğu İttihat-ı Terakki tarafından belirlenmiş amaç, Türk ulusal devletinin kurulmasıdır. Ki Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın 12 Ocak 1920’de toplanıp üzerinde görüştüğü ve 28 Ocak 1920’de kabul ettiği Misak-ı Milli Beyannamesi’nde de hedef olarak, Türk ulus devletini belirlediği görünür. Zaten Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın Misak-ı Milli Beyannamesi; 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi, 23 Temmuz-7 Ağustos Erzurum Kongresi ve 4-11 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nde alınan karalarla uyum içinde olup, “ülkenin bütünlüğü ve devletin bağımsızlığı”nı ilan edecekti. Vurgulamak istediğim, Kemalistler ile Halife’nin (İstanbul Hükümeti) Türk ulusal devleti hedefi doğrultusunda nasıl da paralel hareket ettikleridir.

Mustafa Kemal bir Türk Milliyetçisi olarak kendi ulusal devletini kurabilmek için her yolu denemiş ve hedefinde başarılı da olmuştur. O kendi doğruları uğruna kararlı davranmıştır. Yanlış olan, son yıllarda Kürt ulusal hareketi saflarında, Mustafa Kemal’in farklı yorumlanmasıdır. Yanlış olan, ırkçı/milliyetçi bir siyasetçiden farklı ulus ve azınlıkların da kendilerini ifade edebilecekleri federal, demokratik bir yapı beklentisi içerisinde olmalarıdır. 

Yazının devamı için linke tıklayın…

http://rojnameyanewroz2.com/1921_38_atat%C3%BCrk_d%C3%B6nemi_k%C3%BCrt_politikalar%C4%B1_ve_g%C3%BCn%C3%BCm%C3%BCz_2_s._%C3%A7ifty%C3%BCrek-haberi-TR-654-4.html#.VJs1osIAKA

KAYNAKÇA 
(1) İsmail Beşikçi, Türk Tarih Tezi-Güneş Dil Teorisi ve Kürt Sorunu, Yurt Yay. Sy,177
(2) Ayşe Hür, 11-05-2008 Taraf Gazetesi
(3) Ümit Kardaş, 29-11-2009 Taraf Gazetesi
(4) Söylev, aktaran Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, cilt III, sy. 8,9, Çağdaş Yayınları
(5) Ümit Kardaş, agy
(6) Ayşe Hür, 23-11-2008 Taraf Gazetesi
(7) Ümit Kardaş, agy
(8) Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, Resmi İdeolojinin Eleştirisine Giriş, Doz Yay, sy; 92,113 (9) İsmail Beşikçi, Kürt Aydını Üzerine Düşünceler, Yurt Yay. Sy. 93
(10) Aktaran Fatin Öznur, Atatürk’ün Kürtleri, Vaad Edilmiş Toprakların Hikayesi, sy. 25, Karakutu Yay.
(11) Söylev, aktaran Ord. Prof. DR. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, cilt I, II, sy. 373

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights