2 Kasım 2024’de “Dibistana Marksîst Lı Amedê’nin düzenlediği Amed’de Marksizm Günleri (2024) III. Oturum’una, sunulan tebliğ.
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER / Yazarların diğer makaleleri için tıklayınız
SOSYALİZMİN DÜNÜ-BUGÜNÜ-GELECEĞİ;
YA DA ENİNE BOYUNA SOSYALİZM;
VEYA MARKSİST-LENİNİST KOMÜNİZM
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
SOSYALİZM: NASIL (MI?)
PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ FASLI
“İYİ DE N’OLDU”(?) MU!
KAPİTALİZM VE İŞÇİ SINIFI VAR OLDUKÇA…
KAPİTALİZMİN DEFOLARI
DEVRİMİN ASLÎ ÖZELLİĞİ VE PARTİSİ
PROLETARYA ENTERNASYONALİZMİNE MUHTACIZ
ULUSAL MESELE
BİR DİĞER MESELE: M-L VE DİN(LER) İLİŞKİSİ
ÖZEL MÜLKİYETİN İLGASI İÇİN M-L
EKİM DEVRİMİ İLE V. İ. LENİN
BİR ŞEYLER DAHA!
SOSYALİZMİN DÜNÜ-BUGÜNÜ-GELECEĞİ;
YA DA ENİNE BOYUNA SOSYALİZM;
VEYA MARKSİST-LENİNİST KOMÜNİZM[1]
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Rüzgârı suçlamayı bırak,
yelkenleri kullanmayı öğren!”[2]
İnsanlık, zor ve çelişkilerle dolu karanlık bir güzergâhta yolunu açmaya çabalıyorken; V. İ. Lenin’in, “Sınıf mücadelesi dışındaki bir sosyalizm boş laf, ya da saf bir hayaldir,” mottosunu hâlâ ve ısrarla terennüm edenlerden; sınıf hareketinin devrimci teoriye son şeklini veremediği, zor zamanlardan geçmekte olduğumuzu unutmayanlardan; süreklilik içinde kopuşlarla inşa hâlindeki bir devrimci praksis tarihi olan sosyalizmi yüzyıllara bölmeyen;[3] yalnız kalmak”tan korkmayan Marksist-Leninistlerdeniz. (M-L)
Kimilerinin yüzünü ekşiterek “yine mi şu geçen yüzyılın teraneleri? Dünya çok değişti, Marksizm-Leninizm bütün yanılgı ve yenilgileriyle geçmişte kaldı. İnsanlık daha özgürleştirici, çevreci, feminist, LGBTI+ dostu, çok kültürcü, interaktif, heterojen, insan-merkezci olmayan, ekonomizme mesafeli, tahakkümcü olmayan vb. paradigmaların peşinde…” dediğini biliyoruz.
Bunu 1980’lerden beri söylüyorlar. Laf değil, 40 yılı aşkın bir süredir… bu post-modern “yeni” sol söylemler 80’li yıllardan bu yana neoliberal kapitalizmin cenderesindeki dünyada patlak veren kitlesel protesto hareketlerinde, ayaklanmalarda da dümendeydi, çoğunlukla… Chiapas, Seattle, Göteborg, Cenova, New York, Gezi, Arap Baharı, Cochabamba, Buenos Aires, Sudan, Santiago ve diğerleri… Dünyanın dört bir yanında dizginlerinden boşanmış kapitalizmin yıkıcılığını etlerinde, kemiklerinde hisseden kitleler hayatlarını, dünyayı değiştirmek için sokaklara döküldüklerinde, meydanları doldurduklarında, polis kurşunlarına karşı canları pahasına direndiklerinde, kendilerine övgüler düzen, “hiyerarşisizliği, interaktifliği, çeşitliliği, yatay örgütlenmeyi, ne bilelim, çok renkliliği…” savunan, ama dünyayı değiştirmek için tam olarak “ne” yapılması gerektiğini söylemeyen “yeni sol(lar)”la muhatap oldular.
Sonuç? Emekçilerin, ezilenlerin, gövdelerini öne sürdükleri direnişleri, herhangi bir somut sonuç elde edemeden, dağıldı gitti. Kimi durumlarda öncekinden daha vahim sonuçların önünü açarak: Arap Baharı’nın radikal İslam’ın boyvermesine yol açması, Gezi ayaklanmasından birkaç yıl sonra Erdoğan rejiminin “Tek Adam”cılığa evrilmesi, Avrupa’da yükselen neo-faşizm(ler)…
Adını koymak gerek; “yeni sol”, sınıf mücadelelerinin keskinleştiği, sermayenin saldırganlığının sınır tanımadığı bir kesitte, bir “fiyasko” olmuştur. O zaman, XX. yüzyıl boyunca, Sovyet Devrimi gibi dünyayı temellerinden sarsan bir devrime öncülük eden, yeryüzü halklarına, ulusal kurtuluş hareketlerine esin kaynağı olan, muhalefette olduğu kapitalist ülkelerde iktidarlara kök söktüren “eski(meyen)”e, ML’e yeniden yüzünü dönme zamanı geldi… Kimileri yüzlerini buruştursa da…
Evet, evet sınıfsal netliğin yerle yeksan edildiği, “Elveda” çığırtkanlığıyla müsemma post-modern zırvalara[4] karşı şu satırlar yolumuzu aydınlatıyor: “Friedrich Engels bir keresinde, Karl Marx’ın ve kendisinin bütün yaşamları boyunca azınlıkta kaldıklarını ve kendilerini böyle ‘iyi hissettiklerini’ yazmıştı.”[5]
Gerçekten de biz(ler)e, “Yeter ki ellerimizi bırakın, yakamıza yapışmayın ve o büyük özgürlük sözcüğünü kirletmeyin, çünkü biz de dilediğimiz yere gitmekte ‘özgürüz’… Yalnızca bataklığa karşı değil, yüzlerini bataklığa doğru çevirenlere karşı da savaşmakta özgürüz,”[6] tepkisini anımsatıp; “Daha neler?” dedirten tabloda “bizim Herostratus’cuları”n(!)[7] i) “Marksizm’ Polemikleri”;[8]
ii) “Neo-Liberal Sosyalizm”[9] zırvaları;
iii) “Türkiye’ye özgü sosyalizm anlayışı, dünyada insanın insanı sömürmediği bir ülke ve dünya yaratma mücadelesinin önemli deneyimlerinden biridir. Sosyalizmin unsurları konusunda yukarıda sayılan özellikler, Atatürk döneminin Türkiye’si için de geçerlidir,”[10] yollu milliyetçilikleri;
iv) “Sosyalizm neden kaçınılmaz olarak diktatörlük üretir?”[11] veya “Sosyalist projenin uygulama ve ahlâkî başarısızlıkları hakkında herkesin bilmesi gerekenler”, “Sosyalizmin akılsızlığına dair en iyi kitaplar”ın[12] kerameti kendinden menkul “iddialar”ı(?!);
v) “Sosyalizmin -geleneksel- ‘teori’sinde başta sanayi işçileri olmak üzere toplumun alt sınıfları, yoksul, horlanan kesimleri sosyalizmin ‘kurucu’ unsuru -olamayacak durumda iseler-, en azından özellikle destekleyenler ‘sahiplenen’ler olarak görülür, addedilir”[13] ya da “Türkiye’nin sosyalistleri, Türkiye’nin devletine radikal ve ters giden düşünceleri savunmakla birlikte, evrensel bir anlamda ‘radikal’ olmadılar. Bunu şöyle bir anlamda söylüyorum: Sözgelişi, Avrupa’da olduğu gibi bir gün Türkiye’de de, bir 1 Mayıs yürüyüşünde solcu eşcinsellerin yürümesini içine sindirebilen çok az ‘devrimci’ vardır. Devrimciler, toplumun en özgürlükçü üniversitesinde, sevişen üyelerinin el ele yürümesini yasaklamak üzere bildiriler çıkarabilmişlerdir. Bunların radikalizmle de pek fazla ilgisi yok, üstelik!”[14] faraziyeleri;
vi) “Sınıflı toplum tarihi adeta bir adalet ve demokrasi arayışından ibarettir. Özgür bir yaşam uğruna verilen bu mücadelenin ismi değişip, mekânı farklılık arz etse de, süreklileştiği ve günümüzde insanlığın ortak kavgasına dönüştüğü görülmektedir. Şüphesiz, bu mücadelenin önemli bir parçasını da sosyalizm adına verileni oluşturmaktadır. (…) Sosyalizm; eşitlik, özgürlük ve adalet kavramlarının yaşam parametrelerinin oluşturduğu bir sistemi ifade eder. Esası toplumun demokrasi ve adalet arayışıdır,”[15] türünden Eduard Bernstein’cı “light/sulandırılmış sosyalizm” maruzatları!
Daha da uzatmadan söyleyelim: Dünya ölçeğinde yaşadığımız dönemin tuhaflıkları, özellikle siyasal tartışmalarda öne çıkan düzeysizlikleri, insana pes dedirten saçmalıkları ve olumsuz başka özellikleri dönemin geçici temayülleridir.
Sınıf mücadeleleri yükseltilerek sosyalizmin soru(n)ları çözüldükçe, postmodern “durumlar” da, “hakikât sonrası toplum” gibi devrini dolduracaktır; “Biz başlangıcı yaptık. Ne kadar zamanda, ne zaman, hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna kadar vardırırlar, bunun önemi yok. Önemli olan, buzun kırılmış, yolun açılmış ve gösterilmiş olmasıdır,”[16] diye tarif edilen güzergâhta…
V. İ. Lenin’in, “Marx’ın ya da Marksistlerin sosyalizme giden yolu en somut ayrıntısına kadar bildiklerini iddia etmiyoruz. Bu saçmalık olurdu. Biz yolun yönünü biliyoruz, hangi sınıfsal güçlerin yolu izlediğini biliyoruz; ama somut ve uygulamaya ilişkin ayrıntılar ancak eyleme geçmeye başladıklarında milyonların deneyimlerinden öğrenilecektir,” vurgusunun altını çizerek belirtelim: M-L tesadüfî bir tarihsel olay değil, sınıf mücadelesinin kaçınılmaz sonucudur. O, tarihsel birikimin sentezi ve gelişme aşamasıdır; XI. Tez’dir.
SOSYALİZM: NASIL (MI?)
“Bizim için sosyalizmin,
insanın insan tarafından sömürülmesine
son verilmesinden başka tanımı yoktur.”[17]
Yanıtı Rosa Luxemburg, “Sosyalizmi tembel, uçarı, egoist, düşüncesiz, kaygısız insanlarla gerçekleştiremezsiniz. Sosyalist bir toplumun, kendi bulunduğu yerden, genel refah için tutku ve hevesle dolu, yoldaşı insanlar için fedakârlık ve duygudaşlıkla dolu, en zoru gerçekleştirmeye kalkışacak cesaret ve kararlılıkla dolu insanlara ihtiyacı vardır,” diye verirken; Ernesto Che Guevara da, Haziran 1963’te, gazeteci Jean Daniel ile söyleşisinde, “Komünist etiği olmayan bir ekonomik sosyalizm beni ilgilendirmiyor. Yalnız yoksullukla değil, yabancılaşmayla da mücadele ediyoruz. Eğer komünizm devrimci bilinçten ayrıştırılırsa, bir bölüşüm yöntemi olabilir, ama devrimci bir etiğe sahip olamaz,” diye ekler.
Ona göre, sosyalizmin kuruluşu, yalnızca “üretici güçlerin gelişimi”ne önem veren “ekonomist” anlayışlara tezat ahlâki değerlerden ayrı düşünülemez.
Eğer sosyalizm, kapitalizmle onun sahasında savaşmayı, yani üretkenlik ve tüketim sahasında kapitalizme üstün gelmeyi iddia ederse ve bunu kapitalizmin silahlarıyla -metalar, rekabet, benmerkezli bireycilik- yapmaya kalkışırsa başarısızlığa mahkûmdur.
Ernesto Che Guevara’ya göre sosyalizmin, “İnsanlığa dair yeni bir bilinç geliştirmedikçe, yalnızca sosyalizmi kurmuş olan veya kurmakta olan toplumlara değil, dünya ölçeğinde emperyalizmden muzdarip olan halklara kardeşçe bir yaklaşım içinde olmadıkça,” var olması mümkün değildi.
Özetle sosyalizm ancak kesintisiz sınıfsız toplum hedefine bağlanmış dünya devrimi mücadelesiyle sürdürülebilir bir sistemdir. Ahlâkın, vicdanın, adaletin gereğidir; yani özel mülkiyet hakkının en temel hak olduğunu reddeden sistemdir.
Sosyalistler Pierre-Joseph Proudhon gibi “Mülkiyet hırsızlıktır,” dememekle birlikte, üretim araçlarının özel mülkiyetini reddederler. Çünkü üretim araçlarına sahip olmak, yığınlar üzerinde bir tahakküm hakkı yaratır. Bu da toplumdaki ekonomik bölünmeyi ve adaletsizliği derinleştirir.
Sosyalizm hakkında konuşmak, aslında, “kapitalizm”e karşı, onu radikal biçimde aşan alternatif önermektir; insan(lık)ın özgürleşmesidir.
Ekonomist olmayan bir sosyalizm, Nâzım Hikmet Ran’ın dizelerindeki anlatımla şöyledir: “sosyalizm,/ yani şu demek ki, dayı kızı,/ sosyalizm,/ senin anlayacağın yani,/ el kapısının yokluğu değil de/ imkânsızlığı./ ekmeğimizde tuz,/ kitabımızda söz,/ ocağımızda ateş oluşu hürriyetin,/ yahut, başkası yel de,/ sen yaprakmışsın gibi titrememek,/ bunun tersi yahut…
sosyalizm,/ devirmek dağları elbirliğiyle,/ ama elimizin öz biçimi,/ öz sıcaklığını yitirmeden./ yahut, mesela,/ sevgilimizin bizden ne şan, ne para,/ vefadan başka bişey beklemeyişi…
sosyalizm,/ yani yurttaş ödevi sayılması bahtiyarlığın,/ yahut, mesela,/ -bu seni ilgilendirmez henüz-/ esefsiz,/ güvenle,/ emniyetle,/ gölgeli bir bahçeye girer gibi/girebilmek usulcacık ihtiyarlığa,/ ve hepsinden önemlisi,/ çocukların ama bütün çocukların,/ kırmızı elmalar gibi gülüşü…”
Sosyalizmden bunu anlıyoruz; ama bu kadar da değil.
Kapitalizm yıkılınca işçiler üretim araçlarına el koyup, temel özelliği “temsili” olmayan sosyalist demokrasiyi, doğrudan ve tüm halkın silahlandırılmasıyla kuracaklardır.
Meseleye ilişkin tarihsel perspektif(imiz) nettir:
“Proletarya, siyasal egemenliğini, tüm sermayeyi burjuvaziden derece derece koparıp almak, tüm üretim aletlerini devletin, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirmek ve üretici güçler kitlesini olabildiğince hızlı bir şekilde çoğaltmak için kullanacaktır.”[18]
“Marksistler proletaryanın politik gücü kazandıktan sonra eski devlet makinesini tamamen yok edip silahlı işçilerin organizasyonundan oluşan Komün türünde yenisiyle değiştirilmesi gerektiğini kabul eder…
“Kapitalistleri bir kez devirince ve sömürenlerin direncini silahlı işçilerin demir elleriyle ezince ve modern devlerin bürokratik makinesini parçalayınca, “parazitten” arınmış görkemli bir şekilde teçhizatlanmış bir mekanizmaya sahip olacağız…
“Marx tarafından devlete ve sosyalist devrime uygulanmış bulunan sınıflar savaşımı öğretisi, zorunlu bir biçimde proletaryanın siyasal egemenliğinin, diktatörlüğünün, yani onun kimseyle paylaşmadığı ve doğrudan doğruya yığınların silahlı gücüne dayanan bir iktidarın kabul edilmesine götürür. Burjuvazi ancak, eğer proletarya burjuvazinin kaçınılmaz ve umutsuz direncini bastırmaya ve bütün emekçi ve sömürülen yığınları yeni bir ekonomik rejim için örgütlemeye yetenekli egemen sınıf durumuna dönüşürse, alaşağı edilebilir.”[19]
“Bir devrim kesinlikle var olan en otoriter şeydir; nüfusun bir kısmının tüfekler, süngüler ve toplar aracılığıyla diğer kısmına iradesini dayattığı eylemdir – eğer varsa otoriter araçlar; ve eğer muzaffer parti boşuna savaşmak istemiyorsa, silahlarının gericilere ilham verdiği terör aracılığıyla bu egemenliği sürdürmelidir. Paris Komünü, burjuvalara karşı silahlı halkın bu otoritesini kullanmasaydı tek bir gün bile sürebilir miydi? Tam tersine, bunu yeterince özgürce kullanmadığı için onu suçlamamız gerekiyor mu?”[20]
“Silahlı işçiler yeni ordunun çekirdeği, yeni toplumsal düzenin örgütlenme hücresi idiler. Bu hücreyi ezmek, büyümesini önlemek, burjuvazinin ilk kaygısı işte buydu. Her yengin devrimin ilk kaygısı, -Marx ve Engels bunu birçok kez belirtmişlerdir,- eski orduyu yıkmak, onu terhis etmek, yerine bir yenisini geçirmekti.”[21]
“Silahlı işçiler, duygusal entelektüeller değil pratik hayat insanlarıdır ve şakaları olmayacaktır.”[22]
Bunlar böyleyken; işçi ve emekçi kitlelerin en geniş sosyalist demokrasiye gereksinim duydukları unutulmadan; kapitalist sömürü tasfiye edilerek; “Aşağıdan demokrasi, bürokrasisiz, polissiz, düzenli ordusuz bir demokrasi; tamamı silahlandırılmış halktan devşirilen bir milise gönüllü toplumsal hizmet! Bunlar hiçbir çarın, hiçbir maceracı kumandanın ve hiçbir kapitalistin el koyamayacağı özgürlüğün garantisidir.”[23] “Sosyalizm yukarıdan gelen emirlerle yaratılmaz. Akılsız, resmi bürokratizme yabancıdır. Sosyalizmi yaşamak, nefes almak bizzat halk kitlelerinin eseridir,” der V. İ. Lenin.
İfade ettiğimiz sosyalizmin, “Radikal Demokrasi” denilen post-modern tahrifat ile yakından, uzaktan ilgisi olmadığı gibi, Marksist-Leninist’ler (M-L) için “Demokrasi hiçbir zaman aşılamayacak bir sınır da değildir; o yalnızca, feodaliteden kapitalizme ve kapitalizmden de komünizme giden yol üzerinde bir evredir,”[24] hepsi bu kadar!
O hâlde, “Yerel Yönetimler Çağı: Belediyecilik Devri” lafazanlıklarıyla, “Sol hareketler yerel düzeyde güç inşa etmenin yollarını giderek daha fazla arıyor. Soru ise, sistemi genişleyen ölçeklerde dönüştürmek için belediye kazanımlarından nasıl yararlanılacağı,”[25] türünden “yan çizmeler”in M-L ilişkisi yoktur ve olamaz da.
“Neden” mi?
“Radikal Demokrasi adını verdiğiniz, Marksizm sonrası için referans olabileceğini söylediğiniz demokrasi anlayışında, bu kavramı ‘boş bir gösteren’ (empty signifier) olarak nitelendiriyorsunuz. Demokrasinin ‘boş bir gösteren’ olmasının anlamı nedir?” sorusuna şu yanıtı verir Ernesto Laclau:
“Ütopya gelecekteki topluma ilişkin bir tasarı gibidir, detayları son derece kesin olabilir. Mit ise tahayyül gücünü canlandıran imge setidir. Solun ütopyaya değil, mite ihtiyacı var… Demokratik tahayyülün yapılandırılması için son derece merkezi bir öneme sahiptir… Bence toplumsal hareketlerde bir yanlışlık yoktu. Yanlış olan, onlardan geleneksel siyasete bir alternatif yaratabileceklerini beklemekti. Böyle bir alternatif ortaya koyamadılar.”[26]
Ernesto Laclau’nun, “Radikal Demokrasi” kavramı, sınıf mücadelesi ile devletin bir baskı aygıtı olduğu ve devletin ortaya çıkışının, toplumun sınıflara bölünmesinin bir ürünü olduğunu hakikâtini yekten inkâr eder.
Oysa sınıfsal ayrışmalara dayanan toplumsal örgütlenme biçimi, en ilkelinden en gelişkinine “devlet”tir. O, bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde egemenlik aracıdır. Aynı zamanda, temsil ettiği toplumsal düzene, yani sınıfsal egemenlik ilişkilerine meşruiyet kazandıran araçtır.
Karl Marx ile Friedrich Engels’in,[27] “Modern devlet erki, tüm burjuvazinin müşterek işlerine nezaret eden bir komiteden ibarettir,”[28] satırlarını nasıl göz ardı edebiliriz?
Evet V. İ. Lenin’in, “Şiddet uygulama yöntemleri değişti, ama devletin olduğu her toplumda her zaman, yöneten, emreden, egemen olan bir grup insan hep var oldu,” diye betimlediği devletin ‘Komünist Manifesto’da, geleceği şu şekilde tarif edilir:
“Gelişimin akışı içinde sınıf farklılıkları ortadan kalktığında ve üretimin tümü birleşmiş bireylerin ellerinde yoğunlaştığında, kamu gücü siyasal niteliğini yitirir. Asıl anlamıyla siyasal güç, bir sınıfın bir diğerini ezmeye dönük örgütlü gücüdür. Eğer proletarya burjuvaziye karşı mücadelesinde kendisini mecburen bir sınıf olarak birleştirirse, bir devrim yoluyla kendisini egemen sınıf hâline getirirse ve egemen sınıf olarak eski üretim ilişkilerini zorla ortadan kaldırırsa, bu üretim ilişkileriyle birlikte sınıf karşıtlıklarının varoluş koşullarını, genel olarak sınıfları ve böylelikle bir sınıf olarak kendi egemenliğini de ortadan kaldırır.”[29]
Dikkat edilirse, burada, “kamu gücü”nün ortadan kalkmasından (ya da kaldırılmasından) değil, “siyasal niteliğini” yitirmesinden söz ediliyor. Siyasal nitelik de, bir sınıfın bir diğeri üzerindeki egemenliğini anlatıyor.
Komünizme ulaşmadan önce, tek bir merkezi toplumsal örgütlülük biçimi olabilir, o da devlettir.
‘Komünist Manifesto’dan sonra, siyasal devrim ve devlet sorunlarına ilişkin iki kritik adım atıldı: “Proletarya diktatörlüğü” kavramı geliştirildi ve proletarya tarafından olduğu gibi devralınamayacağı saptanan mevcut (kapitalist) devlet aygıtının “parçalanması” gerektiği saptandı; “Burjuva devlet makinesini zorla yıkmadan ve onun yerine, Engels’e göre ‘artık sözcüğün gerçek anlamında bir devlet olmayan’ bir yenisini geçirmeden, proleter devrim olanaksızdır,”[30] ifadesindeki üzere V. İ. Lenin’nin.
Sözü edilen “parçalama” fiili, bir bütün olarak devletin yok edilmesini değil, burjuvazinin siyasal egemenliğini sağlayan kurum ve ilişkilerin tasfiyesini anlatır. Karl Marx’ın devlet konusundaki en olgun çözümlemeleri içeren ‘Fransa’da İç Savaş’ta vurgulandığı gibi:
“Ulusun birliği bozulmayacak, tam tersine Komün Anayasası tarafından örgütlenecekti (…). Eski devlet iktidarının yalnızca baskıcı nitelik taşıyan organları kesilip atılacak, ama bunların haklı işlevleri, toplumun üzerinde olduğunu iddia eden bir otoriteden koparılarak toplumun sorumlu hizmetkârlarına geri verilecekti.”[31]
Yine V. İ. Lenin’in, “komünizmin ilk aşaması”, yani “sosyalizm” kavramlarıyla anlattığı aşama “proletarya diktatörlüğü”dür. Bu da “silahlı işçilerin” devleti olarak anılır.
Proletarya diktatörlüğünde iktidar işçi sınıfına aitken; iktidar organları da işçi sovyetleridir. Bu çerçevede sınıfın ve emekçilerin muhtelif bilinç düzeylerini yansıtan farklı siyasal partileri var, olacaktır da. Ancak işçi sınıfı iktidarına ve sovyet sisteminin özüne karşı, doğrudan yıkıcı faaliyette olmayan siyasal akımlar, partiler sovyetler içinde varolma hakkına sahiptirler
V. İ. Lenin’in, “Sosyalizm olarak adlandırılan şey Marx tarafından komünist toplumun ‘ilk’ ya da alt seviyesi olarak çağrılmıştır”;[32] Antonio Gramsci’nin, “Sınıf mücadelesinin ilgası, bir gelişme ilkesi olarak mücadelenin ilga edilmesi anlamına gelmez”; Mao Zedung’un, “Sosyalist toplum oldukça uzun bir tarihi dönemi kapsar. Sosyalizm tarihi döneminde sınıflar, sınıf çelişmeleri ve sınıf mücadelesi hâlâ vardır; kapitalizme dönüş tehlikesi vardır. Bu mücadelenin uzun süreli ve karmaşık tabiatını görmeliyiz,” notunu düştükleri tarihsel sürece ilişkin ayrıntılı bir geleceğin sosyalist toplumunu tasvirini etmek mümkün değildir.
Bu, olsa olsa M-L’lerin değil, falcıların işi olabilir. Sosyalist toplumun en temel özelliği, sınıfsal bölünmenin ortadan kaldırılması mücadelesi ile Metin Çulhaoğlu’nun, “Günümüzde, bir insan devrim ve sosyalizmin gerçekleşmesi olasılıklarından da bağımsız olarak, salt daha gelişkin bir birey olmak için bile sosyalizmle bir şekilde ilişkilenmek zorundadır,” ifadesiyle müsemma “Kültür Devrimi”yken; insanlar gereksinimleri için ortak, planlı üretim yapacak ve emeğin, doğanın israfı nihayete erdirilecektir.
İktidar falanca ya da filanca grubun ya da partinin değil, işçi sınıfının olacaktır. Sınıf, egemenliğini sovyet (şura, konsey, işçi meclisleri) tipi organlarla yürütürken; aslolan sovyet sisteminin tek parti sistemine dönüştürülemeyeceği, partinin bir iktidar aygıtı hâline getirilemeyeceğidir.
Şimdi burada “radikal demokrat”lar, “Sosyalizm yaşandığı gibi başarısızlığa mahkûm veya insan doğasına aykırı değil midir?” Ya da “Demokrasi savaşımı sosyal-demokrasi ile verilemez mi, böylesi daha uygun olmaz mı?” diyecekler…Yanıtımız net olarak, “Hayır”dır; çünkü biz M-L’iz!
PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ FASLI
“Bir aşçıya bile devleti
yönetmesini öğreteceğiz.”[33]
Proletarya diktatörlüğü, işçi sınıfının devrimle kurduğu devleti betimleyen kavramdır. O, aynı zamanda işçi sınıfı demokrasisinin somutlanışıdır.
Özü itibariyle proletarya diktatörlüğünün, kapitalizmle sosyalizm arasında uzanan geçiş döneminin siyasal biçimine ilişkin Karl Marx ‘Weydemeyer’e Mektup’unda (1852) şöyle der:
“Kendime gelince, modern toplumda sınıfların varlığını ya da aralarındaki mücadeleyi keşfettiğim için bana itibar edilmemelidir. Benden çok önce burjuva tarihçileri bu sınıf mücadelesinin tarihsel gelişimini, burjuva iktisatçıları da sınıfların ekonomik anatomisini tanımlamışlardı. Benim yaptığım yeni şey ise şunu kanıtlamaktı:
(1) sınıfların varlığı yalnızca üretimin gelişimindeki belirli tarihsel aşamalara bağlıdır,
(2) sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne yol açar,
(3) bu diktatörlüğün kendisi, yalnızca tüm sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişi teşkil eder.”[34]
Aynı konuda, “Sosyalizmle komünizm arasındaki bilimsel anlamda tek farkın, birincisinin, kapitalizmden doğduğu andan sonra yeni toplumun ilk aşamasını, ikincisini ise daha sonraki ve daha üst aşamayı ifade etmesinde yattığını belirtelim. (…) Proletarya diktatörlüğünün de sınıflar ortadan kaldırılmadığı sürece kaçınılmazlığını koruyacak bir sınıf mücadelesidir,”[35] vurguyla V. İ. Lenin de şunlara dikkat çeker: “Proletaryanın devlete gereksinimi vardır… ‘sönme’ yolunda, yani hemen sönmeye başlamış ve sönmeden edemeyecek biçimde kurulmuş bir devlet gerekir.”[36]
“Marx’ın öğretisindeki ana noktanın sınıf mücadelesi olduğu çok sık yazılır ve söylenir. Ama bu doğru değildir. Ve bu yanlış düşünce, her seferinde, Marksizmin oportünistçe çarpıtılmasına, onu burjuvazi açısından kabul edilebilir kılan bir ruha büründürülmesine yol açar, Çünkü sınıf mücadelesi öğretisi Marx tarafından değil, Marx’tan önce burjuvazi tarafından yaratılmıştır ve genel olarak, burjuvazi açısından kabul edilebilir bir öğretidir. Yalnızca sınıf mücadelesini kabul edenler, henüz Marksist değildir, bu kişiler hâlâ burjuva düşüncesinin ve burjuva siyasetinin sınırları içinde kalıyor olabilir. Marksizmi sınıf mücadelesi öğretisiyle sınırlamak demek, Marksizmi budamak, çarpıtmak ve burjuvazi açısından kabul edilebilir olan bir şeye indirgemek demektir. Sadece, sınıf mücadelesini kabul etmeyi proletarya diktatörlüğünü kabul etmeye vardıran bir kimse, Marksisttir. Marksist ile sıradan küçük (aynı zamanda büyük) burjuva arasındaki en derin ayrımı oluşturan şey de budur.”[37]
“Devlet özel bir baskı erkidir. Bu tanımdan, proletaryayı, milyonlarca emekçiyi ezmek için bir avuç zenginin ‘özel baskı erki’nin yerine, burjuvaziyi ezmek için proletaryanın ‘özel baskı erki’nin (proletarya diktatörlüğü) geçirilmesi gerektiği sonucu çıkar.”[38]
“Sosyalistler modern devleti ve kurumlarını işçi sınıfının kurtuluş savaşımında kullanmak istiyorlar; ve devleti, kapitalizmden sosyalizme geçişe uygun düşen özel bir geçiş biçiminde devleti kullanmanın zorunlu olduğunu ileri sürüyorlar. Bu geçiş biçimi, ki o da bir devlettir, proletarya diktatörlüğüdür.”[39]
“Burjuvazi devletinin proletarya devletiyle yer değiştirmesi şiddet içeren bir devrim olmaksızın imkânsızdır.”[40] “Proletarya diktatörlüğü devleti… Halkın büyük çoğunluğu için demokrasi, halkı baskı altına alanlar ve onlarla birlikte, aylaklar, nazik beyefendiler, dolandırıcılar, serseriler ve baş gericiler gibi bilinçsiz ama direngen kapitalizm ‘hayranları’ için ise acımasız bir baskı… Daha önce benzeri olmayan bir devlet olacak, kendi kendini yok etmeyi hedefleyen bir devlet…”[41]
“Diktatörlük, toplumun bir kesiminin, toplumun geri kalan kesimi üzerinde, doğrudan doğruya zora dayalı egemenliğidir. Tutarlı tek devrimci sınıf olan proletaryanın diktatörlüğü, burjuvaziyi devirmek ve karşı-devrim çabalarını defetmek için gereklidir. Proletarya diktatörlüğü öylesine büyük bir önem taşımaktadır ki, böyle bir diktatörlük gereğini yadsıyan ya da yalnızca sözde kabul eden kişi, Sosyal-Demokrat (Komünist-b.n) Parti’nin üyesi olamaz.”[42]
“Oportünizm ve sosyal şovenizmin politik içeriği aynıdır; sınıf işbirlikçiliği, proletarya diktatörlüğünün inkârı, devrimci eylemin reddi, burjuva yasallığının koşulsuz kabulü, burjuvaziye güven ve proletaryaya güvensizlik.”[43]
V. İ. Lenin’i, Karl Marx’ın “radikal yorumu” olarak “mahkûm” etmeye kalkışanlara Antonio Gramsci’den aktaralım:
“Proletarya diktatörlüğü kapitalist üretim düzenini ve özel mülkiyeti baskılamayı arzular, çünkü ancak böyle insanın insan tarafından sömürüsü baskılanabilir. Proletarya diktatörlüğü sınıflar arasındaki farkı, sınıf mücadelesini baskılamayı arzular, çünkü ancak böyle işçi sınıfının toplumsal kurtuluşu tamamlanabilir. Bu amaca ulaşmak için Komünist Parti proletaryayı, kendi sınıf iktidarını örgütlemesi, bu silahlı iktidarı kullanarak burjuva sınıfını egemenliği altına alması ve sömüren sınıfın yeniden doğmamak üzere baskılanmasının koşullarını oluşturması için eğitir. O hâlde Komünist Parti’nin diktatörlükteki rolü, işçi ve köylü sınıflarını egemen bir sınıf olarak güçlü ve kesin biçimde örgütlemek, yeni devletin tüm organizmalarının gerçekten devrimci çalışma geliştirdiğini kontrol etmek ve özel mülkiyet ilkesine içkin köhnemiş hakları ve ilişkileri kırmaktır.”[44]
Friedrich Engels’in ifadesiyle, “Özgürlük, zorunluluğun tanınması”ysa; şu da görülüp, kavranmalı: Bir yerde sınıf egemenliği varsa, orada da o sınıfın diktatörlüğü vardır, kaçınılmazdır. Proletarya diktatörlüğü toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi/ emekçilerin bizzat sömürücü azınlığa karşı uyguladıkları bir diktatörlüktür. Evet, bu demokrasi, sömürücü azınlık için bir diktatörlüktür!
Unutulmasın: M-L’de diktatörlük kavramı bir siyasal yönetim biçimini değil, sınıf egemenliğini anlatır. O hâlde proletarya diktatörlüğünde toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıflara dönük bir baskı ve zorbalık yoktur, olamaz ve olmamalıdır da.
Özetin özeti Frederic Bastiat, “Sosyalistlerin amacı, insanları gerçek özgürlükte bir araya getirmeye zorlamak ve buna engel olan örgütlenmeleri de bastırmaktır,” derken; “Yalancılar ve ikiyüzlüler, beyinsizler ve körler, burjuvazi ve yandaşları, genellikle özgürlük, genellikle eşitlik ve demokrasi konusundaki boş sözleri ile halkı aldatmak isterler. İnsanlara şunu söylüyoruz: Yalancıların maskelerini kaldırın, körlerin gözlerini açın!” vurgusuyla ekler V. İ. Lenin:
“Kapitalist toplumda özgürlük, her zaman, eski Yunan cumhuriyetlerindeki özgürlüğün aşağı yukarı aynısı olarak kalır; köle sahipleri için özgürlük.”[45]
“Kapitalistlerin ‘özgürlük’ tanımı her zaman zenginler için yiyecekten patlamak ve işçiler için açlıktan ölmek özgürlüğü biçiminde olmuştur.”[46]
“İYİ DE N’OLDU”(?) MU!
“Halk devlet için yapılmamıştır,
devlet halk için yapılmıştır.”[47]
“Bunlar iyi, güzel de, sonunda n’oldu” mu?!
Sınıfsız toplum mücadelesinde bir “son”dan bahsetmek, mümkün değil. Tarihe nokta kon(a)maz, lakin süreçte bir çok virgül vardır, olmuştur.
Sosyalizmin büyük dalgası “yenildi, geri çekildi, likide oldu”; yani ne derseniz deyin, nasıl tarif ederseniz edin, sürece -trajik ve öğretici[48]– bir virgül kondu.
“Sonra” mı? Yanıt: Friedrich Engels’in, “Eğer yenilmişsek, tek yapmamız gereken şey baştan başlamaktır”; Ernestro Che Guevara’nın, “Bir şeyler yolunda gitmese de hiçbir şey beni yolumdan etmedi!” ibarelerinde…
Yaşayan sosyalist sektörel ülkeler topluluğu, kapitalist dünya pazarıyla çevrelenmiş bir deneyimdi; dünya devrimine bağlanamayan ve likidasyona uğrayan bir dalga ya da bürokratik deformasyondu.[49]
Bunun da faturasını ödedi/ ödetti…
Şimdi yeniden ve bir kez daha, “Hayat korkakları affetmez.” “Düşlerinin büyüklüğü kadar özgürsün.” “Devrimden başka bir hayat yoktur,” “Gelişmeyi ve refahı birçok kişinin gözünü boyamakta kullanmayı çok iyi bilen kapitalizmin sürekli var oluşunun getirdiği yozlaşma, en büyük tehlikedir.” “İnsan ancak fiziksel ihtiyaçtan dolayı kendini bir meta olarak satışa sunmak zorunda kalmadan ürettiğinde tam insanlık mertebesine erişir,”[50] vurgularıyla Ernesto Che Guevara’yı anımsamak gerek.
Parantez açıp, aktaralım: “(1964’te, Küba devrimi üzerine) Hızlandırılmış toplumsal değişimler olarak devrimler, koşullardan oluşur. Bilim onun olgunlaşmış biçimini çoğunlukla, hatta belki hiçbir zaman tüm ayrıntılarıyla öngöremez. Devrimler tutkulardan, insanın toplumsal talepler için mücadelesinden oluşur ve hiçbir zaman mükemmel değildirler. Bizimki de değildi.”[51]
“Halkın kahramanları halktan ayrılamaz, halkın yaşamına yabancı bir şeye dönüştürülerek bir kaide üzerine yerleştirilemez.”[52]
“Kaba kuvvet ve haksızlığa karşı son sözü halk söyleyecek: Zafer.”[53]
“(9 Aralık 1964’de BM Genel Kurulu’na seslenişinde) İnfazlar. Tabii ki infaz ediyoruz. Ve gerekli olduğu sürece de etmeye devam edeceğiz. Bu, devrimin düşmanlarına karşı ölümüne bir savaş.”[54]
“Tam olarak suçlu olduklarından emin olmadan pek çok kişiyi idam mangasının önünde infaz ettik. Devrimin fazla soruşturmayla vakit kaybedemeyeceği zamanlar olur.”[55]
“Düşmanın yoksa, hayatta hiç başarılı olamadın demektir,” diyen cüretkâr Ernesto Che Guevara örneğindeki üzere, asla diz çökmeyip, dik durup diklenen, kafa tutan düşünce/ davranış kalkış noktamız olmalıdır;[56] aksi takdirde, tarihimizi ve kendimizi rektifiye ederek yol alamayız!
Bir de “tek ülkede sosyalizm” meselesine bir kez daha kafa yorarak;[57] “tek ülkede devrim ol(a)maz” umutsuzluğuna prim vermemeliyiz; V. İ. Lenin’in, “Elbette çok zeki olduklarını düşünen ve hatta kendilerini sosyalist olarak nitelendiren, devrim tüm ülkelerde başlayana kadar iktidarın ele geçirilmemesi gerektiğini savunan bilgelerin olduğunu biliyorum. Onlar bu şekilde konuşarak devrimi terk ettiklerinden ve burjuvazinin tarafına geçtiklerinden şüphe yok. Emekçi sınıflara ‘uluslararası ölçekte bir devrim yapana kadar bekleyin’ demek herkesin beklenti içinde hiç kıpırdamadan durması gerektiği anlamına gelir. Bu saçmalıktır,” vurgusuyla “Tüm Rusya Merkez İcra Komitesi ve Moskova Sovyeti’nin Ortak Toplantısı’nda ifade ettiği gibi.
Evet, tek ülkede sosyalizm kurulaması dünya devrimi ile bağıntılıyken; tek tek ülkelerde işçi sınıfı devrimle iktidara yükselebilir, işçi sınıfı demokrasisini kurabilir; böylece sosyalizme doğru bir geçiş dönemini başlatabilir. Lakin bunların tümü dünya (ya da bölgesel) devrim ile ilintilidir.
“Devrim” dedik, aktaralım:
Öyle der Karl Marx, “Devrimler tarihin lokomotifleridir”…
Öyle der V. İ. Lenin, “Devrim ezilenlerin şölenidir.” “Devrimler olmaksızın sözde demokratik bir barış, dar kafalı bir ütopyadan başka bir şey değildir”…
Öyle der Lev Troçki, “Devrim, her şeyden önce, kitleler içindeki insanın, kişiliği yok sanılan insanın uyanışıdır”…
Öyle der Emma Goldman, “Hiçbir gerçek toplumsal değişim, devrim olmadan gerçekleştirilemez… Devrim, düşüncenin eyleme geçirilmesinden başka bir şey değildir”…
Öyle der Fidel Castro, “Devrim, sömürenlere karşı sömürülenlerin diktatörlüğüdür”…
Kapitalizm ve işçi sınıfı var oldukça devrim(ci) mücadele de sürecek; aksi mümkün değil…
KAPİTALİZM VE İŞÇİ SINIFI VAR OLDUKÇA…
“Nesnel hakikâtin insan düşüncesine
atfedilip atfedilemeyeceği sorusu
bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur.”[58]
Şimdi kim bilir, “Elveda” söylencelerinden muzdarip birisi, “İşçi sınıfı yok olmuyor mu?” diyebilir; “işçi” denildiğinde fabrikada kol gücüyle çalışandan başkası aklına gelmeyenler…
Kapitalist toplum, temelde iki sınıftan oluşur: İşçi sınıfı (ücretli kölelik) ve burjuvazi (sermaye).
İşçiler tüm zenginliği yaratmasına rağmen sahip olabilecekleri yegâne şey, tekrar satmak zorunda oldukları işgücüdür. Üretim sürecindeki kolektifliğini, toplumsal-siyasal alana da taşıma yeteneğindedir ve bu yeteneğini defalarca kanıtlamıştır.
Kapitalizm, işçi sınıfı olmaksızın varlığını sürdüremez sömürü sistemiyken; işçi sınıfı salt kol gücüyle çalışanlardan ibaret değildir. İşçiyi işçi yapan, onun kol emeği mi yoksa kafa emeği mi harcadığı ya da gelirinin düşüklüğü gibi faktörler değildir. O, esas olarak, yaşamını sürdürmek için emek gücünü satmak dışında hiçbir olanağa sahip olmayandır. Üretim araçlarından tümüyle yoksundur. Yaşamını esas olarak iş gücünü satarak elde ettiği ücretiyle sürdürür.
Yani, fabrikadaki kol işçisinden “memur” denilenlere, mağazadaki tezgâhtardan marketteki kasiyere, vergi dairesindeki memurdan hastanedeki doktora, inşaattaki “amele”den mühendise, geçici işlerde çalışandan işsizlere kadar herkes işçidir.
Karşımızda kolektif proletarya gerçeği vardır. Ve işçi sınıfı her geçen gün daha da büyümektedir. Artışın nedeni sadece yeni işçi kuşakları değil; işçi ile burjuva arasında konumlanmış küçük-burjuvaların iflası ile işçi sınıfına katılmaktadır.
Kapitalizm, kâr amaçlı üretim demektir; amacı, her zaman daha fazla kâr edebilmektir. İşçi sınıfına, emekçilere refah sağlamayı değil, sermayeyi büyütmeyi hedefler; bu nedenle de işçi ücretlerini, kazanılmış işçi haklarını budama mantık(sızlığ)ı üzerine kuruludur; “Kapitalist sistemde insanlar, görünmez bir kafesin içinde yaşarlar,” ifadesindeki üzere Ernesto Che Guevara’nın…
Bu tabloda “Sermaye ölü emektir, vampir gibi sadece canlı emeği emerek yaşar ve ne kadar çok emek emerse o kadar çok yaşar. Emekçinin çalıştığı süre, kapitalistin ondan satın aldığı emek-gücünü tükettiği süredir”;[59] hâl böyle olduğu içindir ki işçinin aslî görevi kapitalist özel mülkiyete son vermek, yani kapitalizmi yıkmaktır.
KAPİTALİZMİN DEFOLARI
“Seçimimiz savaş ve barış arasında değil,
onurlu veya onursuz bir yaşam arasındadır.”[60]
“Demokrasi” söylenceleriyle “tüm halkın devleti” diye lanse edilen kapitalist “Modern devlet, biçimi ne olursa olsun, özü itibariyle kapitalist bir makinedir, kapitalistlerin devletidir, toplam ulusal sermayenin ideal kişileştirilmesidir,” diyen Friedrich Engels’in vurgusuna ekleyelim: Hiçbir devlet tüm halkın, yani toplumun devleti değildir, olamaz, olmayacaktır da!
Yine “demokrasi” söylenceleriyle ambalajlanan bir diğer yalan da, “savaşsız bir kapitalist dünyanın mümkün olduğu” zırvasıyken; “Biz sınıflar ortadan kalkmadan, sosyalizm kurulmadıkça savaşların ortadan kalkmayacağını biliyoruz,”[61] saptamasını hatırlayın V. İ. Lenin’in![62]
Kaldı ki kapitalist-emperyalizme bağımlı bir dünya sistem her zaman eşitsizliği üretir; eşitlik ya da bağımsızlık temelinde işleyen bir kapitalizm olamaz; “Emperyalizm zor kullanmadan, talan etmeden, kan dökmeden ve katletmeden yaşayamaz; o bu nedenle emperyalizmdir,”[63] vurgusundaki üzere V. İ. Lenin’in.
Bu bağlamda kapitalist-emperyalizm ile doğrudan ya da “dolaylı” bir kurtuluş “umudu” nafiledir; bir şey daha: anti-kapitalist olmadan da anti-emperyalist olunması mümkün değildir.
Çünkü kapitalizmden bağımsız bir emperyalizm ol(a)maz. Kaldı ki emperyalizm bir dış politika değil, kapitalist sistemin en üst gelişmişlik düzeyinin ifadesidir.
O hâlde emperyalizme karşı mücadeleyi, kapitalizme karşı mücadeleyle birleştirmeyen bir duruş, işçi sınıfının stratejisi açısından anti-emperyalist değildir, olamaz da. (Tıpkı Mustafa Kemal önderliğindeki işgale karşı mücadelenin, emperyalist sisteme karşı olmadığı gibi!)
“Kapitalizm kendini durmadan yenileyen, yolsuzlukların olmadığı bir sistem” mi?
Bu meselede de V. İ. Lenin, “Sermaye iktidarda kaldıkça, değil yalnız toprak, değil yalnız insan emeği, değil yalnız insan kişiliği, değil yalnız vicdan, değil yalnız aşk, değil yalnız bilim, her şey, her şey kaçınılmaz olarak alınıp satılacaktır”; Marlon Brando, “Mafya, bizdeki kapitalizmin en iyi örneğidir,” derlerken; ekler Dario Bätancourt ile Marta Maria da: “Mafya yasadışı kapitalizm, kapitalizm de yasal mafyadır!”
Kapitalizmde her şey satılmak için üretilir. Yani insanlar arasındaki ilişkiler, metalar aracılığıyla sürdürülür. Hemen her şeyin parayla ifade edilen bir değişim değerine sahip olarak üretildiği toplumda, ürünler, ihtiyaçları karşılamanın bir aracı olmaktan çıkıp, bir amaç hâline gelirler ki, buna “meta fetişizmi” denir.
Böylelikle toplumun “ahlâkı” gereği en yüce meta olan para, insanların yegâne amacı hâline gelirken; yolsuzluklar kaçınılmazdır. Örneğin ‘Tranparency International/ Uluslararası Saydamlık Örgütü’ 2004 raporunda kimi başkanları ve “götürdükleri” miktarı şu örneklerle vermişti:
Eski Endenozya Devlet Başkanı Suharto (15 milyar ile 35 milyar dolar arası)…
Eski Filipinler Devlet Başkanı Ferdinand Marcos (5 milyar-10 milyar dolar arası)…
Eski Zaire (bugünkü Kongo) Devlet Başkanı Mobutu Sese Seko (5 milyar dolar)…
Eski Nijerya Devlet Başkanı Sani Abacha (2 milyar-5 milyar dolar)…
Eski Yugoslavya ve Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloševic (1 milyar dolar)…
Eski Haiti Devlet Başkanı Jean-Claude Duvalier (300 milyon-800 milyon dolar)…
Eski Peru Devlet Başkanı Alberto Fujimori (600 milyon dolar)…
Eski Ukrayna Başbakanı Pavlo Lazarenko (114 milyon-200 milyon dolar)…
Eski Nikaragua Devlet Başkanı Arnoldo Alemán (100 milyon dolar)…
Eski Filipinler Devlet Başkanı Joseph Estrada (78 milyon-80 milyon dolar)…[64]
Bir şey daha: Kapitalizmde kadın sorunu çözülemez.[65]
Kadınların ezilmesi, sınıflardan bağımsız ele alınabilecek bir soru(n) olmadığı gibi, kapitalist illüzyonlara da kurban edilmemelidir![66]
Kadınların ezilmesinin toplumun sınıflara bölünmesine bağlı olduğuna işaret eden M-L, Karl Marx’ın “Kadının, erkeğin egemenliğinden kurtuluş derecesi, özgürlüğün en temel göstergesidir,” ifadesinden hareketle, çözümün de -nihai kertede- sınıfların ortadan kalkmasıyla mümkün olacağına işaret eder ve ekler: “Bugüne kadar kadının toplumdaki yeri ve durumu hep köleye benzetilmiştir. Kadın eve bağlanıp hapsedilmiştir. Kadınları bu durumdan sadece sosyalizm kurtarabilir.”[67] “Devrim, kadının mutfaktan çıkıp ülke yönetmesidir.” [68]
Bu durumda “Hiçbir kapitalist devlette, en özgür cumhuriyetlerde bile, kadınlar tam eşitlikten yararlanmaz.”[69] “Her ülkede en zor işlerden biri, kadınları eyleme katmak olmuştur. Çok sayıda kadın emekçi katılmadıkça, hiçbir sosyalist devrim gerçekleşemez,” diyen V. İ. Lenin’in formülü şudur:
“En yalın şekilde dile getirilmesi gereken tez, şudur: Kadınların gerçek özgürlüğü, ancak komünizmle mümkündür. Kadının toplumsal ve insanî konumu ile üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet arasında mevcut olan kopmaz bağ, güçlü bir dille ifade edilmelidir. Feminizmle bizim politikamız arasında mevcut olan, silinmesi imkânsız, net ayrım çizgisi, işte budur.”[70]
Çünkü tüm kadınların sorunu bir değildir; kadınlar da sınıflara bölünmüşlerdir. Ezilen sınıfların kadınları ezilmişliği ve çift kat sömürüyü had safhada yaşarken, ezen sınıfın kadını bu ezme ve sömürme ilişkisinde erkeğinin saflarında yer almıştır. M-L bu eşitsizliğin bilincindedir, bu nedenledir ki onun “kadınların kurtuluşu” perspektifinin merkezinde, işçi/emekçi kadınlar vardır…
Ve ekolojik felaket! Onun da sorumlusu, kuşkusuz kapitalizmdir.[71]
Nihayet kapitalizm, 1973 Şili örneğindeki üzere barışçıl yöntemlerle ortadan kaldırılamaz!
Kapitalist ücretli köleliliği ortadan kaldırmayı hedefleyen işçi sınıfı açısından burjuva diktatörlüğünde hangi fraksiyonun hükümet olduğunun önemi yoktur; burjuva parlamentosu gibi…
Komünistlerin gerçek amacı parlamento vb. gibi burjuva kurumlarında çoğunluk oluşturmak değil, işçi ve emekçileri ezen, baskı altında tutan burjuva devleti yıkmaktır. Bu nedenle kapitalist devlet aygıtını içerden ele geçirip kullanma düşüncesi işçi sınıfının devrimci hedefleriyle bağdaşmaz; “Belirli bir süre için parlamentoda halkı, yönetici sınıfın hangi bölümünün ayaklar altına alacağına, ezeceğine dönem dönem karar vermek: Yalnızca anayasal parlamenter krallıklarda değil, en demokratik cumhuriyetlerde de burjuva parlamentarizminin gerçek özü budur,”[72] diyen V. İ. Lenin haklıdır.[73]
DEVRİMİN ASLÎ ÖZELLİĞİ VE PARTİSİ
“Biz diyoruz ki:
sosyalist devrimi başarabilmek
ve burjuvaziyi devirebilmek için
işçiler sımsıkı birleşmelidir.”[74]
İşçi sınıfı devrimi, özü itibarıyla uluslararası bir devrimdir.
Biçim olarak ulusal planda başlasa bile, orada durup bekleyemez, uluslararası alana yayılmakla mükelleftir. Yani zaferini dünya çapında kazanmak zorundadır. Çünkü işçi sınıfı ulusal bir sınıf olmaması yanında; çıkarları da ulusal sınırlarla belirlenemez.
Bu perspektifle mülksüzleştiren zenginlerin mülklerine de el konan sosyalizmde, “Polisin, ordunun ve bürokrasinin ortadan kaldırılması. Her biri seçimle göreve gelen ve her an görevden alınabilen görevlilerin ücretlerinin usta bir işçinin ortalama ücretini geçmemesi,”[75] söz konusuyken; icraatları konusunda V. İ. Lenin’in, 25 Ekim 1917 tarihli ‘Rusya Vatandaşlarına’ hitabına kulak verilmelidir:
“Yoldaşlar, Bolşeviklerin her zaman gerekliliğinden bahsettiği işçi ve köylü devrimi tamamlandı.
Bu işçi ve köylü devriminin önemi nedir? Önemi, her şeyden önce, burjuvazinin hiçbir payının olmayacağı kendi iktidar organımız olan bir Sovyet hükümetine sahip olmamızdır. Ezilen kitleler kendileri bir iktidar yaratacaktır. Eski devlet aygıtı temellerinden parçalanacak ve Sovyet örgütleri biçiminde yeni bir idari aygıt kurulacaktır.
Şu andan itibaren, Rusya tarihinde yeni bir aşama başlıyor ve bu, üçüncü Rus devrimi, sonunda sosyalizmin zaferine yol açmalıdır.
Acil görevlerimizden biri, savaşa bir an önce son vermektir. Mevcut kapitalist sisteme sıkı sıkıya bağlı olan bu savaşı sona erdirmek için sermayenin kendisiyle savaşılması gerektiği herkes için açıktır.
İtalya, İngiltere ve Almanya’da gelişmeye başlamış olan dünya işçi sınıfı hareketi bize bu konuda yardımcı olacaktır.
Adil ve acil bir barış için uluslararası demokrasiye sunduğumuz öneri, her yerde uluslararası proleter kitleler arasında ateşli bir tepki uyandıracaktır. Proletaryanın güvenini güçlendirmek için tüm gizli anlaşmalar derhâl yayımlanmalıdır.
Rusya’da köylülüğün büyük bir bölümü, kapitalistlerle yeterince uzun süre oynadıklarını ve şimdi işçilerle birlikte yürüyeceklerini söyledi. Toprak mülkiyetine son veren tek bir kararname bize köylülerin güvenini kazandıracaktır. Köylüler, köylülüğün kurtuluşunun ancak işçilerle ittifakta olduğunu anlayacaklardır. Üretim üzerinde gerçek işçi denetimini tesis edeceğiz.
Artık uyumlu bir çaba göstermeyi öğrendik. Az önce gerçekleştirilen devrim bunun kanıtıdır. Her şeyin üstesinden gelecek ve proletaryayı dünya devrimine götürecek kitle örgütünün gücüne sahibiz.
Şimdi Rusya’da proleter bir sosyalist devlet inşa etmeye başlamalıyız. Yaşasın dünya sosyalist devrimi!”
Söz konusu belge, V. İ. Lenin’in “Sınıfların karşılıklı ilişkisini açığa çıkarmak devrimci partinin baş görevidir,” ifadesiyle devrimin aslî özelliğini formüle eder!
Evet, “Sınıfların karşılıklı ilişkisini açığa çıkarmak devrimci partinin baş görevidir.”
Bunu yapabilecek, enternasyonalist bir partiye muhtacız. Sınıf mücadelesi böylesi devrimci bir partiyi “olmazsa olmaz” kılar.[76]
Böylesi bir örgüt yaratılmadığı sürece, şurada burada patlak veren başkaldırılar eninde sonunda yenilgiyle yüzleşecektir. Yani V. İ. Lenin’in işaret ettiği gibi, “Devrimci olmak ve sosyalizme sadık kalmak ya da genel olarak bir komünist olmak yetmez. Her tikel uğrakta zincirin, tüm zinciri tutabilmek için olanca kuvvetle kavranması gereken özel halkasını bulabilmek ve bir sonraki halkaya geçiş için istikrarlı bir biçimde hazırlık yapabilmek gerekir”ken; partinin kitlesel bir etkiye sahip olması ile bir partinin kitle partisi olması arasında fark vardır. Bu açıdan, M-L parti, kitle partisi değildir ama en geniş işçi yığınları arasında kitlesel bir etkiye sahip olmak için var gücüyle mücadele eder.
“Öncü savaşçı rolünü yalnızca ileri bir teorinin kılavuzluk ettiği bir parti yerine getirebilir”ken; “Öncü ile hasmı yenmek mümkün değildir. Bütün sınıf, büyük yığınlar öncüyü doğrudan doğruya destekleme durumuna gelmedikçe ya da öncüye karşı hayırhah bir tarafsızlık tutumunu benimseyerek, karşı tarafı desteklemeleri ihtimali kesin olarak ortadan kalkmadıkça öncüyü kesin savaşa sürmek sadece bir ahmaklık olmakla kalmaz, bir cinayet olur. Oysa bütün sınıfın, sermayenin ezdiği geniş yığınların gerçekten böyle bir tutumu benimseyebilmeleri için sadece propaganda, sadece ajitasyon yetmez. Bunun için bu yığınların kendi öz siyasi tecrübeleri gereklidir. Bütün büyük devrimlerin temel yasası böyledir.”[77]
İşçi sınıfının devrimi başarıya ulaştırabilmek için sınıfın en bilinçli, fedakâr, mücadeleci unsurlarından oluşan öncü partiye ihtiyacı olduğu gerçeğini anlamayanlar, M-L partiyi inkâr ederler.
M-L parti sınıftan kopuk bir parti değildir. O, sınıfın öncülerinin devrimci bir program ve tüzüğü kabul etmiş disiplinli birliğidir. Amacı sınıf adına hareket etmek değil, sınıfın geniş kitlelerine önderlik etmektir.[78]
Bu da gündelik hayatı devrimcileştirip, işçi sınıfı iktidarına bağlamayı hedefleyen kesintisiz sınıfsal, ideolojik ve kültürel mücadeleyi enternasyonalist düzlemde “olmazsa olmaz” kılar!
PROLETARYA ENTERNASYONALİZMİNE MUHTACIZ
“Karkeren hemü welatan u gelen bindest yekbin!
Bütün ülkelerin işçileri birleşin!”[79]
Milliyetçiliğin zıddıdır enternasyonalizm. Onu şu ya da bu biçimde milliyetçilikle bağdaştırmak (“yurtseverlik” olarak sunulsa da!) olanaksızdır.
İşçi sınıfı açısından tali bir soru(n) veya bir tercih olmanın ötesinde, nesnel temelli bir zorunluluk, vazgeçilmez bir ilkedir o.
Çünkü işçi sınıfı tüm dünya üzerinde çıkarları ortak, evrensel bir sınıftır; mücadelesinin özü de kaçınılmaz biçimde enternasyonalisttir.
İşçi sınıfı enternasyonalizminin zemini, dünya burjuvazisine karşı ortak mücadeledir. O, halkların kardeşliği veya uluslararası dayanışma çağrılarından ya da ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımanın daha fazlasını ifade eder: Yani coğrafyasının burjuvalarıyla mücadeleyi “es” geçmemek!
Özetle burjuvalarıyla tavizsiz mücadele edemeyenler enternasyonalist olamazlarken; ‘Komünist Manifesto’daki “İşçi sınıfının vatanı yoktur!” mottosu kulaklara küpe edilmelidir. Çünkü “Vatan” kavramı nihai kertede ulus-devleti anlatan burjuva bir kavramdır. İşçilerin bir “vatanı” varsa, bu tüm dünyadır.
“Vatan” gibi “yurtseverlik” de öz itibariyle aynı şeydir. O, sadece milliyetçiliğin daha sempatik ambalajlı sunumudur.
İnkâr edecek değiliz; belirli koşullarda milliyetçiliğin haklı, meşru bir temeli olması mümkündür. Bu da ulus-devletini kurmamış ve mücadelesi ilerici nitelik taşıyan ezilen uluslar için söz konusudur: Kürtler ve Filistinliler gibi.
Bu bakımdan V. İ. Lenin’in, “Ezen ulusla ezilen ulusun milliyetçiliği, büyük ulusla küçük ulusun milliyetçiliği arasında kesin ayrım yapması gerekmektedir. İşte bu nedenle ezenler, ‘büyük’ ulus diye tanımlanan uluslar açısından, enternasyonalizm, sadece uluslar arasında biçimsel eşitliğin sağlanması değil, uygulamada nasılsa ortaya çıkacak eşitsizliği dengeleyecek ölçüde büyük ulus aleyhine eşitsizliğin sağlanması demek olmalıdır. Bunu anlamayanlar, ulusal sorun konusunda gerçek proleter tutumu kavramamışlardır. Bunlar bakış açılarında henüz küçük burjuvadırlar ve bu nedenle de burjuva görüş açısına düşmeleri kaçınılmazdır,”[80] vurgusuna stratejik önem atfeden M-L praksis, ezen ulus milliyetçiliği ile ezilen ulus milliyetçiliği arasında temel bir ayrım yapar. Ancak milliyetçilik yerine yurtseverlik kavramını kullananların büyük bölümü hiç de masum olmadığını da “es” geçmez.
Söz konusu çerçevede M-L’ler, savaşları -haklı ve haksız- olarak ikiye ayırırlar. Meseleye savaşı kimin başlattığından, saldıranın kim olduğundan, hangi tarafın güçlü ya da güçsüz olduğundan vb. hareket etmezler.
M-L’ler için haklı savaşlar vardır; bu savaşlarda haklının safında yer almak, kazanması için mücadele vermek elzemdir.
İki tür haklı savaştan söz edebiliriz: İlki, işçi sınıfı ve emekçilerin, sömürücülere karşı devrimci savaşları; ikincisi de, sömürge durumdaki, ulusal-siyasal bağımsızlık hakkı gasp edilmiş ezilen ulusların, yürüttükleri özgürlük savaşlardır. Burada “ezilen ulus” kavramının, sadece kendi ulus-devletini kuramamış uluslar için geçerli olduğunu unutmamalıyız. Siyasal olarak bağımsızlığına ulaşmış, yani ulus-devletini kurmuş bir ulusun hâlâ “ezilen ulus” olarak nitelenmesi yanlıştır. Çünkü ulusal sorunun çözümlendiği yerde “ezilme” kavramı artık ulusal (yani görünüşte sınıflar üstü) niteliğini yitirir. Ezme-ezilme ilişkisi burjuvaziyle proletarya arasındaki ilişkide ifadesini bulur.
Nihayet haksız savaş yürüten kapitalist ülkelerde işçileri açısından sorun, “kendi” burjuva hükümetlerinin yenilgisini istemek ve savaşı kapitalist sömürü düzenine son verecek sınıf savaşına çevirmektir. Çünkü, işçi sınıfının emperyalist savaş çılgınlığına karşı savunacağı hedef pasifist bir “barış” istemi olamaz. Dünyaya barış ancak işçi sınıfının kapitalist sisteme karşı yürüteceği savaşla gelebilir.
Bu nokta yeni(den) bir emperyalist paylaşımın getirisi olarak “Üçüncü Dünya Savaşı”[81] imkân dahilindeyken; bunun “olanaksız” olduğundan söz edenler -en hafif ifadeyle- ahmaklardır.
O hâlde söz konusu güzergâhta işçi sınıfının devrimci enternasyonale ihtiyacı gündem(imiz)e taşınmalıdır.
ULUSAL MESELE
“En ‘adil’, ‘saf’, en ince ve en uygarı olsa bile,
Marksizm milliyetçilikle bağdaşamaz.
Onun yerine, Marksizm, enternasyonalizmi ileri sürer.”[82]
Ulus-devlet bitmemiş ve küreselleşme de, ulus-devleti ortadan kaldırmamıştır; bu durumda ulusal sorun, bir ulusun bir başka ulusun egemen sınıfları tarafından baskı ve egemenlik altında tutulmasından kaynaklanan siyasal bağımsızlık sorunudur. Meselenin çözümü, ezilen, egemenlik altındaki ulusun kendi devletini kurma hakkına dayanır. Ulusal kurtuluş mücadeleleri M-L’ler açısından meşru mücadelelerdir. Çünkü tarihsel olarak haklı bir talep etrafında şekillenmektedir.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı (UKKTH), esasta ezilen ulusun bağımsız bir devlet kurma hakkıdır. Bunun biçimi, tüm açıklığıyla ifade edilmediği sürece çarpıtılmaya açık hâle gelir.
V. İ. Lenin’in, “Bir millet ya da bir dil için imtiyaza hayır! Bir milli azınlığın en ufak bir ölçüde dahi olsa ezilmesine ya da gadre uğramasına hayır!” mottosunun bilincindeki M-L’ler ezilen UKKTH, “ama”sız/ “fakat”sızca ayrı devlet kurmalarını kabul kapsamında desteklerken; hakkı nasıl kullanacağı ezilen ulusun iradesine bırakırlar. Ayrılma ve kendi devletini kurma hakkı tanınmaksızın, ezilen ulusa eğitimde vb. kendi dilini kullanma, kültürel özerklik gibi bazı tavizler vererek ulusal sorunu çözme iddiası bir burjuva aldatmacasıdır.
Çünkü Karl Marx, “Başka bir ulusu ezen ulus, özgür olamaz”; Ernesto Che Guevara, “Bir halk köle iken, bir başka halk özgür olamaz,” derlerken; ekler Karl Liebknecht de: “Ancak sosyalizm tek başına halklarının kendi kaderini tayin etmesini sağlayabilir.”
‘Polonya Üzerine Konuşma’sında (1847), “Bir ulus hem özgür olup hem de diğer ulusları ezmeye devam edemez. Bu nedenle Almanya’nın kurtuluşu, Polonya’nın Alman baskısından kurtuluşu olmadan gerçekleşemez,” saptamasıyla Friedrich Engels ve “İnsanın insan tarafından sömürülmesi ortadan kaldırıldığı ölçüde, bir ulusun başka bir ulus tarafından sömürülmesi de ortadan kaldırılmış olacaktır,”[83] satırlarıyla ‘Komünist Manifesto’ meseleyi net biçimde ortaya koyar.
Ayrıca Karl Marx’ın ulusal sorunların sınıf çelişkisi ile ilişkisini, çarpıcı biçimde yansıtan (İngiltere sömürgesi) İrlanda meselesini ele alış tarzıdır.
“Uzun yıllar İrlanda sorunu üzerine çalıştıktan sonra, İngiliz egemen sınıflarına kesin darbenin (ve bu darbe tüm dünyadaki işçi sınıfı hareketi için belirleyici olacaktır) İngiltere’de değil, ancak İrlanda’da vurulabileceği sonuca vardım,”[84] der ve bu düşünceye nasıl ulaştığını şöyle açıklar Karl Marx:
“Sıradan İngiliz işçisi, kendi yaşam düzeyini düşüren bir rakip olarak gördüğü İrlandalı işçiden nefret ediyor. İrlandalı işçi karşısında, kendini egemen ulusun bir üyesi olarak görüyor ve bunun sonucunda İngiliz aristokratlarıyla kapitalistlerinin İrlanda’ya karşı bir aleti durumuna düşüyor, böylece onların kendisi üzerindeki egemenliğini güçlendiriyor. İrlandalı işçiye karşı dinsel, toplumsal ve ulusal önyargılar taşıyor. ABD’nin eski köleci eyaletlerinde ‘yoksul beyazlar’ın zencilere karşı tutumu neydiyse, İngiliz işçinin İrlandalı işçiye karşı tutumu da büyük ölçüde ona benziyor… Basın, kilise, mizah dergileri, kısacası egemen sınıfların elindeki her türlü araç, bu düşmanlığı yapay olarak canlı tutuyor ve yoğunlaştırıyor. İngiliz işçi sınıfının örgütlülüğüne rağmen güçsüzlüğünün sırrı, işte bu düşmanlıkta yatıyor. Kapitalist sınıfın iktidarını sürdürmesinin sırrı da bu. Ve kapitalist sınıf bunu çok iyi biliyor.
Enternasyonalin görevi her yerde İngiltere ile İrlanda arasındaki çatışmayı öne çıkarmak ve her yerde açıkça İrlanda’dan yana taraf olmaktır. Londra’daki Merkez Konsey’in özel görevi, İrlanda’nın ulusal kurtuluşunun İngiliz işçi sınıfı için soyut adalet ya da insancıl duygular meselesi olmadığını, kendi toplumsal kurtuluşlarının ilk koşulu olduğunu İngiliz işçilerinin anlamasını sağlamaktır.”
Egemen ulusun işçi sınıfı ezilen ulusun ulusal mücadelesine omuz vermezse kurtuluşunu gerçekleştiremeyeceğine ilişkin Karl Marx’ın görüşü açık ve nettir.
Çünkü sömürgeler burjuvazinin egemenliğinin en önemli dayanağıdır ve egemen ulus bilinci, şovenizm ve sosyal şovenizm egemen ulus işçi sınıfını burjuvaziye bağlayan en güçlü ideolojik bağdır. Bu bağı koparıp atmadan işçi sınıfı kendi kurtuluşunu gerçekleştiremez. Ulusal kurtuluş mücadelesini desteklemek ve başarısı için savaşıma katılmak “soyut adalet ve insancıl duygular meselesi değil, işçi sınıfının kendi toplumsal kurtuluşlarının ilk koşulu” ya da proletarya devriminin gereksinimidir.
Bu yolda “Günümüz toplumunun en alt tabakası olan proletarya resmî toplumu oluşturan tabakaların üstyapısı tümüyle havaya uçurulmadan ayağa kalkıp doğrulamaz. İçerikte olmasa bile biçimde proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi ilk önce ulusal bir mücadeledir. Hiç kuşkusuz her bir ülkenin proletaryası önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak zorundadır,”[85] düşünce ve davranışından vazgeçmeyen M-L’ler, “Kim ulusların ve dillerin eşitliğini tanımıyor ve savunmuyorsa, kim her türlü ulusal baskı ya da eşitsizliğe karşı savaşmıyorsa, o, Marksist değildir,”[86] der ve eklerler:
“Dil sorunları vb. yüzünden ayrı ayrı burjuva partilerin aralarında sürdürdükleri ulusal kavgalara karşı işçi demokrasisi şu istekleri ileri sürer: her burjuva milliyetçinin öğütlediği şeyin tam karşıtı olarak, bütün ulusal-topluluklardan gelme işçilerin, bütün işçi sendika, kooperatif ve tüketim örgütlerinde mutlak birliği ve tam kaynaşması ile, ancak böyle bir birlik ve böyle bir kaynaşma ile demokrasi savunulabilir ve şimdiden uluslararası bir niteliğe bürünen ve her geçen gün bu niteliği artan sermayeye karşı işçilerin çıkarları savunulabilir, her türlü ayrıcalığa ve sömürüye yabancı olan yeni bir yaşam tarzına doğru dönüşmekte olan insanlığın çıkarları savunulabilir.”[87]
“Bütün öteki koşullar eşit olduğu takdirde bilinçli proletarya her zaman büyük devletten yana olacaktır. O, her zaman ortaçağa özgü öznelciliğe karşı olacak ve proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımının geniş ölçüde gelişebileceği büyük topraklar üzerinde iktisadi birlik ve bağlılığın güçlenmesine iyi gözle bakacaktır.”[88]
Proletarya enternasyonalizm ile UKKTH birbiriyle çelişmeyip, aksine bütünlerken; ezilen ulusun boyunduruk altında tutulmasına sessiz kalan işçi hareketi enternasyonalist değil, şovenisttir.
Ayrıca ezilen ulusun bağımsız devlet kurma talebini gerçekleştirmesi, ezen ulusun işçi sınıfıyla ezilen ulusu birbirinden uzaklaştırmaz; bir kez daha vurguluyoruz; ezilen ulus milliyetçiliği ile ezen ulus milliyetçiliği bir tutulamaz.
Bunların yanında ezilen ulusun mücadelesi sosyalist mücadele olması da zorunlu değildir. Malum ezilen ulusların mücadelesi, doğası gereği, ulus devletin kurulması hedefiyle sınırlıdır. Bu da sosyalist bir hedef değildir. Ancak tarihsel olarak ilerici bir adımdır. Yani işçi sınıfı, ulusal hareketi sosyalist ya da sosyalist hedefleri gözetmesi koşuluyla desteklemez. Sosyalizmle bir ilişkisi olmasa da, ulusal kurtuluş hareketleri yine de işçi sınıfı davasının çıkarınadır. Çünkü, ulusal sorunun varlığı, ezen ve ezilen ulusun işçilerinin gözünde, kapitalist düzeni yıkmayı hedefleyen mücadele birliği gerçeğinin gölgelenmesine yol açmaktadır.[89]
O hâlde gerçeğin abartılmadan olduğu gibi kavranması gerektiğini “es” geçmeden;[90] devrimci teoriyi (ve duruşu) niyete göre ambalajlayan öznelliklerde uzak durmak cesaretiyle;[91] Kemal Okuyan’ın inkârcı “sol çocukluk sağcılığı”na düşmeden;[92] her yerde “baş olma” gayretiyle maruf Veysi Sarısözen’in, “öz eleştirel”(?) zihinsel karmaşıklığına da prim vermeden;[93] ulusal mesele M-L’çe yani “Sosyalistler kitlelere, sömürgelerin ve İrlanda’nın İngiltere’den ayrılma özgürlüğünü talep etmeyen İngiliz sosyalistlerinin, aynı şekilde, sömürgelerin ve Alsas-Loren’in, Polonyalıların, Danimarkalıların ayrılma özgürlüğünü talep etmeyen, ulusal baskıya karşı doğrudan devrimci propaganda ve devrimci kitle eylemini yaygınlaştırmayan, Zabern Olayı gibi olaylardan, ezen ulus proletaryası içinde en geniş illegal propaganda, sokak gösterileri ve devrimci kitle eylemleri için yararlanmayan Alman sosyalistlerinin, Finlandiya, Polonya, Ukrayna’nın vd. ayrılma özgürlüğünü talep etmeyen Rus sosyalistlerinin vs. – böyle sosyalistlerin, ellerinden kan ve irin damlayan emperyalist monarşilerin ve burjuvazinin uşakları olarak hareket ettiklerini açıklayacaklardır,”[94] ifadesindeki örgütlü kararlılığı hayata geçirmek “olmazsa olmaz”dır.
BİR DİĞER MESELE: M-L VE DİN(LER) İLİŞKİSİ
“İnsan dini yaratır,
din insanı yaratmaz.”[95]
“Halkımızın değerleri” alt başlığında sunulan kolaycılığın “din meselesi”ni[96] ele alışı çoğunlukla laikliği[97] ve M-L görüşleri “es” geçer.
Örneğin Karl Marx, “Bütün tanrılara karşı kinim var,” derken V. İ. Lenin, “Ateist görüşleri yaymak başlıca görevimizdir.” “Dinsel önyargıların en derin kaynağı yoksulluk ve bilgisizliktir. İşte biz bu bela ile savaşmak zorundayız”…
Gerçekten de “Dinle savaşmalıyız -bu, her türlü maddeciliğin ve doğal olarak Marksizmin ABC’sidir.”
“Dinin devletle bir bağı olmamalı ve dinsel cemaatlerin yönetim otoriteleriyle hiçbir bağlantısı olmamalıdır, dini cemaatler devlet iktidarıyla bağıntılı olmamalıdır. Herkes, herhangi bir dine inanmakta ya da hiçbir din tanımamakta, yani ateist olmakta tamamen serbest olmalıdır ve genel olarak her sosyalist de öyledir.”[98]
“Hiçbir koşulda din sorununu burjuva radikal demokratlarının sık sık yaptığı gibi, soyut, ülkücü bir biçimde, sınıf mücadelesinden kopuk ‘entelektüel’ bir sorun gibi ortaya koymak yanlışına düşmememiz gerekir. Aşırı baskı temeline oturan ve işçilerin eğitilmediği bir toplumda, dinsel önyargıların sadece propaganda yöntemleriyle yok edilebileceğini sanmak budalalık olur. İnsanlığın üzerindeki din boyunduruğunun, toplumdaki ekonomik boyunduruğun bir sonucu ve yansıması olduğunu akıldan çıkarmak burjuva dar görüşlülüğünden başka bir şey değildir. Proletarya kapitalizmin karanlık güçlerine karşı kendi mücadelesiyle aydınlanmadıkça, ne kadar bildiri dağıtılırsa dağıtılsın, ne kadar söz söylenirse söylensin proletaryayı aydınlatmak olanaksızdır. Bizim açımızdan ezilen sınıfın bu dünyada bir cennet yaratmak adına gerçek devrimci mücadelede birleşmesi, öteki dünya cenneti konusunda proletaryanın görüş birliğine gelmesinden daha önemlidir…
Biz her zaman bilimsel dünya görüşünü öğütleyeceğiz ve çeşitli ‘Hıristiyanlar’ın tutarsızlıklarıyla savaşacağız. Fakat bu hiçbir zaman, yeri olmadığı hâlde din sorununun birinci plana alınması demek değildir. Yine bu hiçbir zaman, gerçekten devrimci ekonomik ve siyasal mücadele güçlerinin üçüncü sınıf görüşler ya da anlamsız fikirler nedeniyle birbirlerinden kopmasına, siyasal önemlerini kaybetmesine, ekonomik gelişim karşısında bir yana itilivermesine göz yummamız da demek değildir.”[99]
Şurası çok net: M-L’ler, doğaüstü varlığın olmadığını öne süren felsefi materyalizme bağlıdırlar. Yaşam ve evren için bu türden “ilahi” açıklamalara gerek yoktur.
Felsefi bakış açısından M-L dinle bağdaşmaz. Ancak, bizler dini bastıran veya yasaklayan her düşünceye karşıyız. Bireyin herhangi bir dinsel inanca sahip olma ya da inanmama özgürlüğünü savunuruz.
Bizim altını çizdiğimiz, dinle devlet arasında köklü bir ayrılık olması gereğidir. İnsanlar eğer dinsel etkinliklerini yürütmek istiyorlarsa, ibadet yerlerini yalnızca cemaatin katkılarıyla desteklemelidirler.
Herkes istediği dini savunmakta ya da dinsiz olduğunu açıklamakta özgür olmalıdır. Dinin çağımızın temel sorununu gizlemesine izin verilmemelidir.
Bunun için “Bırakın din adamları başka bir dünya vaat etsinler. Biz cenneti yeryüzünde kuracağız!” der Lev Troçki…
Şunu çok iyi biliriz: “Din, yoksullara baskı yapmak ve onları güçsüzleştirmek için varlıklılarca kullanılmış bir araçtı… Bizi yalnızca akıl ve felsefe kurtarabilir.”[100]
“Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem.”[101]
“Bizim dinlerimiz vebadır ve onları destekleyen iktidarlar, zehirleyici fesat çeteleridir.”[102]
Henrik Ibsen’in, “Sen ona inanç dersin, biz korku deriz”; Clarence Darrow’un, “Tanrı korkusu bilgeliğin başlangıcı değildir. Tanrı korkusu bilgeliğin ölümüdür”; Noam Chomsky’nin, “Bir nüfusu kontrol etmek istiyorsanız onlara tapınacak bir tanrı verin”; John Berger’in, “Cehennem para babalarının icadıydı; amacı, yoksulların dikkatini mevcut sefaletlerinden saptırmaktı”; Antonio Gramsci’nin, “Dinin temeli olan tanrı da, nesnel olarak bizim dışımızda bir varlığa sahip değildir, zihnin bir yaratığıdır,” vurgularındaki üzere bilgisizlik ile korkunun doğurduğu dinler, kendilerini sevgi ve merhamet dini olarak tanımlasalar dahi, onlara inanmayan insanlara karşı sert ve acımasızdırlar; baskıcılara en yarayan fikir, tanrı fikridir.
Kaldı ki egemenlerin empoze ettiği dinlerin son zemini, insanın çocuksu çaresizliğe mahkûmiyetidir. Kişinin hangi dini edineceği tarihi bir rastlantıdır; tıpkı hangi dili konuşacağı gibi.
Korku ilk önce tanrıları yaratırken; tanrılar, insanların korkularını ve zayıflıklarını sömürmek için yaratılmış kurgulardır; ve de dünyada asla bir araya gelemeyecek iki şey vardır: Din ve sağduyu!
Oysa, “Cennet de cehennem de buradadır!” der José Mujica!
Özetle din söylenceleriyle insanlar “Tanrı’ya itaat ettiklerini” sanırken, gerçekte iktidara itaat etmektedir. Yani dinsel doktrinler ve ritüellerin tümü egemenliğe itaati pekiştiren ilüzyonlardır. Bu nedenle “Dinin Gerekliliği” sadece kontrolün/ polisin gerekli olduğuna işaret eder; Eduardo Galeano’nun aktardığı üzere:
“1979’un sonlarında, Sovyet güçleri Afganistan’ı işgal etti. Resmi açıklamaya göre işgalin sebebi ülkeyi modernize etmeye çalışan laik hükümeti savunmaktı. Ben 1981 yılında bu konuyla ilgilenen Stockholm’deki uluslararası mahkemenin bir üyesiydim. O oturumların birinde yaşadığım önemli bir anı asla unutmayacağım. O dönemde ‘freedom fighters’, yani ‘özgürlük savaşçılar’ı, şimdiyse teröristler olarak adlandırılan köktenci İslâm’ın temsilcisi üst düzey bir dini lider tanık kürsüsündeydi. İhtiyar şöyle gürlemişti: -Komünistler kızlarımızın namusunu kirlettiler! Onlara okuma yazma öğrettiler!”[103]
Tüm buna rağmen özgürlükçü laikliğin sorumluluk ve yükümlülükleri şahsında sosyalizmde din devletten tümüyle bağımsız bir niteliğe sahip olacak ve insanların dini inançlarına en ufak bir müdahalede bulunmayacaktır.
ÖZEL MÜLKİYETİN İLGASI İÇİN M-L
“İlerlemekten korkmak
gerilemek yerine geçer.”[104]
İşçi sınıfı mücadelesi ile M-L’ler için aslî mesele sınıfsız-sömürüsüz-sınırsız bir dünya hedefi; özel mülkiyetin ilgası ise tam bunun için “olmazsa olmaz”dır!
“Özel mülkiyetin varlığı, toplumdaki belli bir azınlığa ayrıcalıklı koşullar sağlar ve mücadeleyi eşitsiz hâle getirir”ken,[105] zayıf(lar)ın güçlü(lü)lerce sömürülmesi demek olan özel mülkiyetin ilga edilmesi, devrimci toplumsal değişim yoluyla insan yaşamının, onurunun, özgürlük ve refah hakkının tesisidir.
Karl Marx’ın, ‘İnsan Gereksinimleri ve İşbölümü’nde (1844) belirttiği gibi, “Özel mülkiyet altında… Her birey diğeri üzerinde yabancı bir güç kurmaya çalışır, böylece kendi bencil ihtiyacını tatmin eder. Dolayısıyla nesnelerin miktarındaki artışa, insanın tabi olduğu yabancı güçlerin alanının genişlemesi eşlik eder ve her yeni ürün, karşılıklı dolandırıcılık ve karşılıklı yağma için yeni bir potansiyeli temsil eder.”
“İş bölümü ve özel mülkiyet aynı ifadelerdir; birincisinde faaliyete göre anlatılan şey; diğerinde ise faaliyetin ürününe göre ifade edilir.”
“Ücret, yabancılaşmış emeğin doğrudan sonucudur ve yabancılaşmış emek, özel mülkiyetin dolaysız nedenidir. Eğer biri düşerse, diğeri de düşmek zorundadır.”
“Özel mülkiyet, yabancılaşmış emek kavramının analizinden türer; yani, yabancılaşmış insan, yabancılaşmış emek, yabancılaşmış yaşam ve başkalaşmış insandan…”
“Özel mülkiyet yabancılaşmış emeğin nedeni ve temeli olarak görünmesine rağmen, aslında sadece yabancılaşmış emeğin sonucudur, tıpkı tanrıların gerçekte insanların zihinlerindeki bulanıklığın bir sonucu; ama nedeni olmaması gibi. Lakin sonra ilişki karşılıklı olur.”
Söz konusu hâlden kurtulma konusunda “Köle, tüm özel mülkiyet ilişkileri içinde yalnızca kölelik ilişkisini ortadan kaldırdığında ve böylece proleter olduğunda kendini özgürleştirir; proleter ise ancak genel olarak özel mülkiyeti ortadan kaldırarak kendini özgürleştirebilir,”[106] derken M-L’lerin aslî görevlerinin de altını çizer.
Komünizmin başkaca tarifi olmadığının bilinciyle Paris Komünü’nü[107] bir kez daha hatırlamakta ve Brezilyalı yazar Georgi Amadou’nun, “Komünizmi bitirmek, denizi veya gökyüzünü bitirmek, insanın içindeki tüm insanları bitirmek kadar imkânsızdır,” ifadesini anımsatmakta yarar var!
“Komünizm insanla doğa arasındaki ve insanla insan arasındaki uyuşmazlığın/çelişkinin gerçek çözülüşüdür; varoluşla özün, nesneleşmeyle öz-olumlamanın (özneleşmenin), özgürlükle zorunluluğun, bireyle türün arasındaki çekişmenin doğru bir biçimde çözülüşüdür. Komünizm tarih bilmecesinin çözümüdür ve bu çözümün kendisi olduğunu bilir,”[108] ifadesiyle müsemma[109] “Karl Marx’ın komünizm tahayyülü, ‘özgür bireylerin, müşterekleştirilmiş üretim araçları ile çalışarak tek bir toplumsal emek gücü olduklarının tüm bilinci ile bu güçlerin birçok farklı formunu geliştirdikleri bir işbirliği idi.’
Benzeri birçok tanımı Karl Marx’ın yazılarında bulabiliriz. ‘Grundrisse’de, kapitalizm sonrası toplumun ‘kolektif üretim’ üzerine temelleneceğini yazmıştı. ‘Gotha Programının Eleştirisi’nde ise ‘toplumsal örgütlenmeyi, üretim araçlarının ortak mülkiyeti temelinde ‘işbirliğine dayalı bir toplum’ olarak tanımlıyordu.”[110]
Karl Marx’ın, “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar!” ifadesindeki “Komünizm zorla kabul ettirilemez” der V. İ. Lenin ve ekler ‘Komünist Manifesto’: “Komünizm bizim için ne yaratılması gereken bir durum ne de gerçekliğin kendisine göre düzenlenmesi gereken bir idealdir; biz mevcut gidişatı ilga eden gerçek harekete komünizm diyoruz.”[111]
O hâlde Enzo Traverso’nun, “Komünizmin özgürleştirici çekirdeğini bu enkaz sahasından çıkarmak soyut ve salt entelektüel bir işlem değildir: Bu yeni savaşlar, yeni pratikler ve uzun bir yas çalışması gerektirecektir. Ama hikâye bitmemiştir. Devrimler planlanamaz, her zaman beklenmedik bir şekilde gelirler,”[112] notunu düştüğü koordinatlarda “Amed’te Marksist Okul (AMEP) Çağrı Metni (25 Temmuz 2022)”nin, “İki yüz yıllık çağdaş komünist hareketin pratiğinin ışığında diyoruz ki, Marks-Engels’in hazırladığı Komünist Manifesto, başta artı değer yasası olmak üzere temel tespit ve hedefleriyle geçerliliğini koruyor. Kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesinde yol gösteriyor. Kapitalist sistem nihai olarak aşılmadığı sürece de Manifesto temel çizgileriyle geçerliliğini koruyacaktır. Bununla birlikte kapitalizm, 1850’lilerin kapitalizmi ve kapitalizmle birlikte doğan olgular da eski olgular değildir. Diyalektik yasa gereği değişime-dönüşüme uğradılar. Bu değişim süreci devam ediyor. Her alandaki değişim ve gelişmeleri kucaklayacak üretimin gerçekleştirilmesi de aynı diyalektik yasa gereğidir,” tespitlerine katılmamak mümkün değil.
Elbette “Sosyalizmi bir ütopyadan bilime ilk dönüştüren, bu bilim için sağlam bir temel koyan ve bütün yanlarıyla onu daha da geliştirmede ve yetkinleştirmede izlenmesi gereken yolu gösteren ilk teori, Marksizm olmuştur.”[113]
“Marx, bütün bir sosyalizm ve siyasal mücadele tarihinden… ‘egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya’ olacağı sonucunu çıkardı. Ne var ki, Marx, söz konusu geleceğin siyasal biçimlerini keşfetmeye kalkışmadı.”
“Marx’ın öğretisinin gücü sınırsızdır; bu sınırsız güç, onun doğru olmasından gelir. Öylesine dopdolu ve dosdoğru bir öğretidir ki o, hiçbir kör inançla, gericiliğin hiçbir türüyle, burjuva boyunduruğunun hiçbir savunusuyla bağdaşmayan bütünsel bir dünya görüşü sağlar insanlara.”[114]
“Marksizm’in özü, onun yaşayan ruhu, somut durumun somut tahlilidir.”[115]
Buraya kadar tamam; Leninizm’siz bir Marksizm “iddia”sının da “yeni sol”un bir yanılgısı olduğundan eminiz; “Amed’te Marksist Okul (AMEP) Çağrı Metni (25 Temmuz 2022)”deki “komünist hareket içindeki bazı yaklaşımlar hâlen ‘……. yoldaş şöyle dedi’ vb. ideolojik söylemlerin tekrarı ile sınırlı kalmaktadır,” eleştirilerine maruz kalmak pahasına…[116]
Antonio Gramsci’nin ironik ifadesiyle, “Kapital’e karşı yapılan Ekim Devrimi’nin mimarı V. İ. Lenin’dir.
Hatırlatalım: Antonio Gramsci, düşünsel boyutta Ekim Devrimi’nin önemini ve ‘biricikliğini’ kavrayan Marksistlerin başında gelir. 24 Aralık 1917’de Avanti Gazetesinde, Bolşevik Devrimin “olaylara ilişkin olmadığını”, “ideolojilere ilişkin bir devrim olduğunu” yazar.[117] Bu da, Antonio Gramsci açısından devrimin, aslında “Karl Marx’ın Kapital’ine karşı bir devrim” özelliği taşımasına yol açar. Çünkü Rusya’daki olaylar, yalnızca tarihsel materyalizmin eleştirel şemalarını altüst etmekle kalmamış, olağan koşullar altındaki muhtemel bir tarihsel düzenliliğin de dışına çıkmıştır.
‘Kapital’e Karşı Devrim’ nitelemesine yol açan, Rusya’da proletaryanın tarihsel materyalizmin kanonlarına göre şekillenen güzergâhın dışına çıkmasıdır. “Bolşevikler”, der Antonio Gramsci, “Kapital’deki önermelerin bazılarını bir tarafa atıyorlar, onun dinçleştirici/içkin düşüncesini değil”. İlk bakışta çelişkili gibi görülebilecek bu yorumun kaynağındaki çekirdek düşünce ise kendi içinde tutarlıdır: Gramsci, normal zamanlarda kolektif [devrimci] iradenin oluşması için “uzun, tedrici bir sürecin olması” gerektiğinden, “geniş kapsamlı bir sınıfsal deneyim” ile tikel iradeleri örgütlemenin gerekliliğinden bahseder.
Normal koşullar altında Marksist tarihsel eleştirel kanonların gerçekliği yakalamasındaki başarısının sırrı genel hatlarıyla şu ‘düzenliliktir’: Burjuvazi ve proletarya arasındaki, yani iki temel sınıf arasındaki sınıf savaşımı tarihi yaratır; proletarya kendi yoksulluğunun farkındadır ve yaşam standartlarını iyileştirmek için burjuvaziye baskı uygular – burjuvaziyi üretim tekniklerini geliştirmesi için zorlar. Proletaryanın yarattığı itki ve burjuvazinin baskısı arasında pek çok kişi saf dışı kalır, geride kalanların ihtiyaçları acil hale gelir ve toplumsal çalkantı içerisinde yeni bir düzen düşüncesinin nüveleri belirginleşir. En önemlisi, kitleler kendi potansiyellerinin ve “toplumsal sorumluluk yüklenme kapasitelerinin bilincine” varırlar. Antonio Gramsci’nin özetlediği bu düzenlilikte, nihai aşama “kendi kaderlerinin hâkimi olmalarıdır”.
Bolşevik Devrimi, söz konusu düzenlilik durumunun ötesine sosyalist propaganda ile geçmiştir. Üç yıl boyunca savaş ve sefalet arasında sıkışan ezilen sınıfların siyasal iradesi “neredeyse bir günde oluşmuştur”. Gramsci, savaş, kıtlık ve açlıktan ölüm ile otokrasinin baskısına karşı oluşan iradeyi tarif ederken söz konusu iradenin “birinci devrimden sonra mekanik”, “ardından etkin ve bilinçli oluştuğundan” bahseder. Gramsci’ye göre tarihsel materyalist kanondaki zaman öğesini hızlandıran ve “halkın iradesini oluşturan” şey, irade faktörü yani “sosyalist propagandadır”.
Bolşeviklerin siyasal alanın inşasında izlediği yol, abartılı olmayacaksa, kitabın sonundan başına doğru bir okumadır. Devrimin gelişmiş kapitalist toplumsal formasyonlarda gerçekleşeceğine yönelik hâkim görüş, Bolşeviklerin müdahaleleriyle yeniden yoruma açık hâle gelmiştir. Bu, mekâna (devlet ölçeğine) olduğu kadar, zamana yönelik de bir müdahaledir. Antonio Gramsci şöyle ifade eder: “Marx’ın kolektivizm için gerekli bir koşul olarak mütalaa ettiği ekonomik olgunluk düzeyine erişmeye yöneleceklerdir. Devrimciler de kendi hedeflerine tam ve eksiksiz olarak ulaşmak için gerekli olan koşulları yaratacaklardır. Ve bunları kapitalizmin yaratabileceğinden daha hızlı yaratacaklardır”.
Gramsci, irade faktörünü özellikle vurgulasa bile her şeyin üzerinde yükseldiği zemin yapısal ‘koşullar’dır. Gerek tarihsel düzenliliğin nasıl işlediğini, gerekse devrimci iradenin hızını anlatırken koşulların neye ne kadar izin verdiğini göz önünde bulundurur. Zaten ‘Kapital’e karşı’ demesinde de, olayların her zaman önceden belirlenmiş bir doğrultuda seyretmesinin mümkün olmayacağı düşüncesi hâkimdir. Bu düşüncenin izi V. İ. Lenin’de takip edilebilir. Devrimden bir yıl sonraki bir yazısında koşullara dikkat çeker: “Kapitalizmden sosyalist sisteme geçiş uzun ve zorlu bir mücadeleyi gerektir. Çarlığı devirdikten sonra Rus devriminin daha ileri gitmesi kaçınılmazdı; burjuva devriminin zaferinde duramazdı; çünkü savaş ve onun tükenmiş halka çektirdiği anlatılması güç ıstırap, toplumsal devrimin patlak vermesi için uygun bir zemin oluşturuyordu.”[118]
Ekim Devrimi’nin dünya devrimleri tarihinde ‘biricikliğine’ yol açan diğer bir etken, Karl Marx’ın görüşlerini kavrama biçimidir.
Antonio Gramsci, “Bizim Marx”[119] makalesinde “Herkes, farkında olmasa da, bir parça Marksisttir,” der. Onun için Karl Marx, ne yoktan var eden ne “kendi imgeleminden özgün bir tarih görüşü çıkaran” ve ne de “mutlak ve sorgulanamaz normlarla yüklü bir dizi mesel bırakan bir Mesih” değildir. Marx, “Dünyanın bütün işçileri, birleşin!” diye seslenirken ve eserleriyle düşünceyi dönüştürürken dünyayı da dönüştürdüğü için “bir eylem adamıdır.”
Bolşevik Devrimi’ndeki irade öğesinin Antonio Gramsci’deki anlamı, Karl Marx’ın eserlerinde geçen ‘volontarizm’ kavramına yaklaşımıyla belirlenir.
Ekim Devrimi, en başta belirtildiği üzere bir sihir olmadığı gibi, bir Mesih kelamının mutlak yazgısı da değildir. Devrim, yoksulluk içerisinde yaşayan halklara eşitlik ve özgürlüğün kapısını aralayan, çoğunluğu oluşturan mülksüz sınıfların azınlıktaki burjuva sınıflardan Bolşeviklerin öncülüğünde siyasi iktidarı aldığı, “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” sürecidir. Ekim Devrimi, ‘devrimci ateşi yaktı’ ve V. İ. Lenin’in cümleleri ile “bu ateş, kendini, işçi devriminin temel direği olan Sovyetlerin yaratılmasında dışa vurdu”. Antonio Gramsci’nin ‘Kapital’e Karşı Devrim’ diye nitelendirdiği devrimci moment, bıraktığı mirasla birlikte, Marksizmin zaman ve mekân ölçeğinde siyasal doğrulanmasıdır.[120]
EKİM DEVRİMİ İLE V. İ. LENİN
“Çiçek-Lenin çocuklar çiçek-Lenin
Güneş bütün varlığıyla tezahür etti
Güneşlenin çocuklar güneş-Lenin//
Kuvvet-Lenin çocuklar kuvvet-Lenin”[121]
Bir zamanlar hemen herkes Leninist idi; şimdiyse durum farklı; lakin bizi yine Leninist’iz; V. İ. Lenin, Karl Marx’ın mütemmim cüzüdür.
Hatırlayın: Edward Hallet Carr “V. İ. Lenin için belki de bütün zamanların en büyük devrimcisi olduğu”nu söyler. Onun dehasının bütün yanları ele alındığında, bir siyaset stratejisti ve siyasi taktikçi olarak taşıdığı önem öncelikle vurgulanmalıdır. Zapt edilmez ileri mevzilerin oluşturulmasındaki uzak görüşlülüğü, nerede nasıl ve ne zaman hücum edileceğini ya da beklemek gerektiğini ona fısıldayan içgüdüsünün birleşimi ona bu önemi bahşediyor.
Eşi, yol arkadaşı Nadejda Krupskaya anılarında “V. İ. Lenin’in Karl Marx ve Frierich Engels’e âşık olduğu”nu ifade eder. Dehasını ve başarısını bu aşka borçlu olduğu söylenebilir. Bu aşk diğer sosyal demokratların aksine Karl Marx’ı dogmatik değil diyalektik bir tarzda yorumlamasını sağlamıştır. Somut durumların somut tahlilini olayları çözümlemede ve pratiğinde her zaman bir yöntem olarak kullandığını sıklıkla vurguladı. Bu yöntem ışığında eserleri incelediğinde teori ve pratiğin karşılıklı etkileşimi düşüncesinin merkezî bir özelliğini oluşturduğu görülebilir. Ancak V. İ. Lenin’i “Lenin” yapan en temel özelliği harekete ve siyasi eylemi merkeze alan yaklaşımıdır.
Bu yaklaşımı Bolşevik devrimine giden süreçte fikirlerini şekillendiren kopuş ve tartışmalarda görmek mümkündür. Lenin’in fikirlerinin Rusya’daki Çar’a karşı gelişen toplumsal mücadeleler içerisindeki süreklilik ve kopuş diyalektiği çerçevesinde şekillendiği söylenebilir.[122]
Tam da bunun için Albert Einstein, “V. İ. Lenin’in kendi varlığı pahasına, bütün enerjisini toplumsal adaleti gerçeğe dönüştürmek için harcamış olmasına hayranlık duyuyorum… Onun gibi insanlar, insanlığın, vicdanının koruyucuları ve geliştiricileridir,” derken; Fransız Komünist Partisi kurucularından Paul Vaillant Couturier’in sözleri onu yansıtır: “V. İ. Lenin bir işçi gibi düşünebilen bir aydındı. Konuşurken boş cümleler ve anlamsız sözler kullanmazdı. Yaşayan ve soluk alan, dünyayı zihninde bir bütün olarak kavramış olan bu adam, bilinçli hayatının sonuna kadar, bir Çinli kuli ya da bir siyahi hamal gibi duyabilme ve düşünebilme yeteneğini korudu. Onun için bir Leningrad metal işçisi, bir Paris tekstil işçisi ya da bir Virginia madencisi açık bir şekilde nasıl anlaşılırsa, ezilmiş bir Annamit ya da Hindu da o kadar anlaşılabilirdi…”[123]
Gerçekten de William Gallacher’in, “Çevresi aşılmaz bir çitle kuşatılmış ‘ulaşılmaz büyük bir adam’la değil, her proletarya savaşçısını sevimli sözler ve sıcak bir gülümsemeyle karşılayan büyük parti yoldaşı Lenin,” betimlemesindeki o;[124] “Hareketi geriye çeken bir konumda olduklarını gördüğünde hâlâ en yakın arkadaşlarıyla bozuşabilir, dava için gerekliyse daha dün hasım olduğu birine alçakgönüllü bir yoldaşlıkla yaklaşır ve söylemesi gerekeni, her zaman yaptığı gibi, açıkça ve dürüstçe söylerdi. Doğaya, baharda ormanlara, dağ yolları ve göllerine, büyük şehirlerin gürültüsüne ve işçi sınıfı kalabalıklarına her zaman düşkün ve hayrandı; yoldaşlarını, mücadeleyi, hareketi ve her yönüyle hayatı seviyordu.”[125]
Özetle Clara Zetkin’in, “Gerçeğin kendisi kadar sade” bir lider: V. İ. Lenin! Kişiliği, büyük bir önder olmakla büyük bir insan olmanın mükemmel uyumunun ifadesidir,”[126] notunu düştüğü onun için Leon Troçki şöyle demiş: “Devrimde her birimizin yerine bir ötekini koyabilirdiniz. Lenin hariç!” Ve şunu vurguluyor: “Yaptığı, cebirsel (“algebraic”) esasları aritmetik gerçeklere dönüştürmekti!”
1917’deki “cebirsel esaslar”ın iki belgesi var. İlki “Uzaktan Mektuplar”. Lenin, İsviçre’de “Şubat Devrimi”nin haberini aldıktan sonra yazıyor. İkincisi, “Ekim”e uzanacak devrim sürecinin “cebirsel esasları”nın ana belgesi “Nisan Tezleri”dir.
“Nisan Tezleri”ne şöyle bakalım: 1917 yılı şunu berraklaştırdı: Rusya kapitalizmi aczini emperyalizmin parçası olma hamlesiyle gidermek için savaştaydı ve gerçek gün gibi aydınlanmıştı: O bir “zayıf halka” idi! Tarih bu müstesna tabloyu sunuyor. Kapitalizmi aşmak lazım. Eğer ustası varsa, o usta o tarihte bunu işliyor. Adeta çok yönlü diyalektikle bambaşka bir “yeni gerçeği” eliyle tutabilecektir. 1914’ten itibaren tazelediği düşünce bütünlüğü, halkın kendine özgü bir bütünlük içinde hissettiği, yaşadığı “devrimci durum”la birleşecek, kendi pratiğini yaratacaktır. “Ekim”in “aritmetik gerçeği”ne yürünmeyecek, sıçranacaktır. “Nisan Tezleri” bu yol haritasını veriyor. Bu yoldan erişilecek “ekim”, yüz yıl sonra bakınca nadir bir sanat yapıtı gibidir.[127]
Kolay mı?
“Başarmak için, ayaklanma bir komploya değil, bir partiye değil, ama öncü sınıfına dayanmalıdır. İşte birinci nokta. Ayaklanma halkın devrimci atılımına dayanmalıdır. İşte ikinci nokta. Ayaklanma, yükselen devrim tarihinin, halk öncüsünün etkinliğinin en güçlü olduğu, düşman saflarında ve devrimin güçsüz, kararsız, çelişki dolu dostlarının saflarında duraksamaların en güçlü oldukları bir dönüm noktasında patlak vermelidir; İşte üçüncü nokta. Ayaklanma sorununu koyma biçiminde, Marksizmin Blankicilikten ayrılması sonucunu veren üç koşul, işte bunlardır,”[128] V. İ. Lenin, Ekim Devrimi’nin ikinci yılındaki (Mart 1919) bir konuşmasında “Sovyet iktidarı nedir?” diye sorar. V. İ. Lenin’in sorusu, didaktik ve propagandif niteliklerinden ziyade, temel bir soruna dikkat çekmeye yöneliktir: “Ülkemizde Sovyet iktidarının örgütlenmesinde birçok aksaklık bulunduğunu iyi biliyoruz. Sovyet iktidarı, mucizeler yaratan bir sihir değildir.” Bu sözle devrimci momentin nesnel sınırlarına işaret edilirken, ‘iktidar olmak’ ile ‘dönüşümü gerçekleştirmek’ arasındaki mesafe, özeleştirel bir yerden değerlendirilir.
Ekim Devrimi’nin ‘sihir’ olmadığını söyleyen V. İ. Lenin, aynı konuşmasında “[Sovyet iktidarı] Cehaleti, kültürsüzlüğü, barbarca bir savaşın sonuçlarını, yağma dolu kapitalist düzenin ürünü olan kötülükleri hemen öylece bir gece yok edemez” diye ekler. Öyledir ki, Devrim’in dördüncü yıldönümünde (Ekim, 1921) yaptığı konuşmada da “Geri adımlarımızı ve hatalarımızı düzeltmek ve Sovyet ilkelerinin mükemmellikten hâlâ çok uzak olan pratiğe uygulanmasını iyileştirmek için azimle çalışacağız” şeklinde benzer özeleştirel vurgusunu yineler.
Devrim sonrası koşullara ilişkin özeleştirel aralığın geniş tutulmasının temel nedeni, dünya devrimlerinin gelişme tarihinde eşi görülmeyen, deneyimlenmemiş bir örgütlenmenin ortaya çıkması, iktidara talip olması ve iktidara sahip olmasıdır. Bu anlamda ideolojik ve siyasi ölçeklerde örgüt, taktik, strateji, lojistik, kadro gibi pek çok alanda ilkler söz konusudur. V. İ. Lenin, bu ilkleri, yazı ve konuşmalarında ‘yeni tip’ vurgusu ile pekiştirerek iktidar sorununu, daha da özelinde devlet iktidarı sorununu irdeler. ‘Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine’de V. İ. Lenin’in ‘yeni tip’ vurgularını iki aşamada görmek mümkündür. Birincisi, ‘yeni tip devlet’, ikincisi ‘yeni tip demokrasi.’
Yeni tip devlet, en basit ifadesiyle, kapitalistlerden ve zenginlerden oluşan küçük bir azınlığın elindeki devletin, ezilen sınıflar tarafından yönetilmesidir.[129] Yeni devlet tipinin asli özelliği, zor aygıtı olarak, kapitalist ve sömürücü sınıfları devlet iktidarının dışarısında konumlandırmaktır. Devlet iktidarı sorununu ‘Devlet ve İhtilal’de etraflıca dile getiren V. İ. Lenin, proletaryanın hem sömüren sınıfların direnişini ezmek için, hem de sosyalist ekonomiyi örgütleme işinde geniş halk kitlelerine önderlik etmek için merkezi bir zor aygıtına ihtiyaç duyduğunu belirtir.[130] Bunu da ancak bir şiddet örgütü olarak devlet aygıtı gerçekleştirebilir. Devrimin zafere ulaşmasında kritik aşamalardan birisi, işçilerin silahlanması ve burjuvazinin silahsızlandırılmasıdır.[131]
Sovyet iktidarı, İşçi ve Köylü Sovyetleri olarak yeni tip bir devlet, yeni ve daha yüksek tipte bir demokrasi anlamına gelmektedir.[132] Yeni tip devlet, burjuvazi olmadan ve burjuvaziye karşı devletin proletarya tarafından yönetilmesidir. Yeni tip demokrasi ise, ‘zenginler için demokrasi’ halesinin parçalandığı, emekçi sınıflara hizmet edecek bir demokrasi pratiğinin yerleştirilmesidir. Lenin ‘Halkımıza’ başlıklı çağrısında “Sizin Sovyetleriniz, devlet otoritesinin organları ve tam yetkili yasama kurumlarıdır” diyerek, devlet iktidarının ve kurumların merkezinde emekçi sınıfların bulunduğunu vurgulamaktadır: “Üretim ve kayıt işlerinde sıkı bir denetim kurun.”[133]
Yeni tip devletin siyasal ve ideolojik biçimi proletarya diktatörlüğü olacaktır. Kapitalist devletin ilgası ve siyasal temsilcilerinin tasfiyesi sürecinde yaşanacak sınıf savaşımında proletarya ve ezilen sınıflar, ‘sınıf egemenliğinin organını’ ele geçirerek (kapitalist) egemen sınıflara karşı üstünlük sağlayabilir. Bu anlamda hâkim liberal söylemin tanımladığı türde bir diktatörlük söz konusu değildir.
Marksist-Leninist siyasi analiz, ‘egemenlik’ kavramına değil, ‘diktatörlük’ kavramına başvurur çünkü siyasi iktidarın temeli kişilere değil, belirli toplumsal sınıflara dayanır.[134] Diktatörlük, klasik tanımıyla, bir kişi ya da grubun devlet kudretini elinde bulundurmak, sınır tanımadan uygulamak suretiyle kurduğu hâkimiyet şeklidir. Antik Roma’da anayasal bir nitelik kazanmıştır; anayasal düzeni tehdit eden koşullarda konsül tarafından belirli süreyle atanan, yasa yapma-yasa kaldırma yetkilerinden yoksun bir yönetici vardır. Olağanüstü hâlle ilişkili ve yürütme kuvvetiyle (poli-teknik) belirlenmiş bu tip diktatörlük, XIX. yüzyılın sonlarından itibaren anti-demokratik uygulamaları ve keyfiliği kapsayan bir kavrama dönüşmüştür.[135]
Bolşeviklerin diktatörlük anlayışı olağanüstü hal koşullarına ve yasayla sınırlandırılmamış idari yapıya işaret etse de, yürütme dışında yasamayı da elinde bulundurmaktadır. Bu da proletarya diktatörlüğüne yönelik liberal karikatürleştirmeyi çürütür: Marksist siyasi literatürde diktatörlük kavramı idareye değil, siyasi iktidar sorununa içkindir; kuvvet-tekniğe veya uygulamaya değil, egemen konumda bulunan bir toplumsal sınıfa ve sınıf savaşımına da göndermedir.[136] V. İ. Lenin’in “Sizin Sovyetleriniz, devlet otoritesinin organları ve tam yetkili yasama kurumlarıdır” çağrısında Sovyetleri yasama erki ile anması bahsi geçen durumla ilişkili olduğundandır.
Yeni devlet tipinde kapitalist sınıfların siyasi temsilcilerini tasfiye süreci, eşzamanlı, toplumsal üretim ve denetim süreçlerinden de tasfiyeyi içermektedir. Yeni tip devlet ve demokrasinin kökleşebilmesinin ‘ivedi’ yordamı, Sovyet örgütlenmesinin gelişmesidir. Sovyet demokrasisi yani proleter demokrasinin sosyalist karakteri, üç uğrağa sahiptir. İlk olarak, seçmenler çalışanlar ve sömürülen sınıflardandır, burjuva sınıfları dışlanacaktır. İkinci olarak, bürokratik formaliteler ve seçimler üzerindeki kısıtlamalar kaldırılacak, seçim zamanına halk karar verebileceği gibi seçilmiş kişiyi geri çağırma hakkı da bulunacaktır. Üçüncü olarak, en geniş kitlesel örgütlenme, tüm halkın “yönetim sanatını öğrenmesiyle” taçlanacaktır.[137]
Proletarya diktatörlüğü, siyasal temsil mekanizmalarında emekçi sınıfların kontrol ve denetimini artırdığı kadar, üretim süreçlerinde ve kamu mülkiyetinde de ezilen sınıfların kontrolünü yoğunlaştırır. Lenin, ‘Nisan Tezleri’ içerisinde de yer alan, “Devrimimizde Proletaryanın Görevleri’nden” makalesinde ülkedeki tüm toprakların kamulaştırılması, toprak mülkiyetine bütünüyle el konulması, kullanım yetkisinin tarım işçileri ve köylü vekillerinin yerel Sovyetlerinin verilmesi, bankaların ivedi bir biçimde tek bir ulusal banka halinde kaynaştırılması, banka sistemi üzerinde İşçi Vekilleri Sovyeti Denetiminin kurulması yoluyla proleter devlet denetiminin ana hatlarını oluşturur.[138]
Ekim Devrimi (yani proletarya ve onun öncülüğündeki köylü sınıflarının ‘devletin dümeninin’ başına geçmesi, oluşturulan yeni devlet tipi, ezilen sınıfların siyasi ve üretim süreçlerinde denetim sahibi olması, kısaca proletarya diktatörlüğü) burjuva devlet mantığını da sarsan bir olaydır – ‘burjuva devletin materyalist eleştirisidir’. Burjuva devlet mantığındaki egemenlik mistifikasyonu, siyasi iktidarın kişilerle ilgili olduğuna dayanır. Bolşevik diktatörlük kavramı ise, siyasi iktidarın sınıflar ve sınıf mücadeleleriyle ilişkili olduğu üzerinde yükselir. Taner Yelkenci’nin söylediği gibi “hâkimiyetin aslında kralda değil, entrikacıda bulunduğunu gösterir”[139]
Sınıflı toplumlar varlığını sürdürdüğü müddetçe, Ekim Devrimi kutup yıldızı misali ezilen ve sömürülen sınıflara yol göstermeye de devam edecektir.[140]
Tam da burada Karl Marx’ın “teorik”, V. İ. Lenin’in “pratik”; Karl Marx’ın “ilkeli”, V. İ. Lenin’in “pragmatik”; Karl Marx’ın “insancıl”, V. İ. Lenin’in “acımasız”; Karl Marx’ın “incelikli”, V.İ. Lenin’in “katı” olduğu türünden iddiaları, devrimin süreklilik içinde kopuş gerçeği yanlışlamaktadır.
Her iki büyük devrimcinin bırakalım devrim kuramı gibi “bilimsel” bir başlığı, devrimi tahayyül etme ve onunla duygusal bir bağ kurma tarzları dahi ortaktır.
Bu ortaklığı şöyle özetleyebiliriz: Devrim, tarihin olağan gidişatına iradi olarak müdahale eden, toplumun ve siyasetin geçmişle bağını koparıp ileriye doğru sıçratan, sıçradığı bu ileri noktada kaynakları tümüyle kendisine ait olan yeni bir meşruiyet zemini kuran otoriter bir eylemdir. Aynı zamanda devrim, siyasallığı toplumsal ilişkilerin ayırt edici niteliği olarak gören, hiyerarşik bir düzene sahip siyasal ilişkiler ağının merkezinde iktidarın yer aldığını düşünen, yeni bir toplumu kurmanın önkoşulu olarak siyasal iktidarın fethedilmesini hedefleyen siyasal bir eylemdir.
Bu sürekliliğin kuramda ve siyasal pratikte olduğu kadar, “duygu durumu”nda da kendisini açığa vurduğu açıktır…
Devrimciliği akıl ile cesaretin, bilim ile iradenin, koşullar ile olanakların, yani duygu ile bilginin bütünlüğü olarak kavramak gerekmektedir. Çünkü Ekim’i başaran devrimciliğin bu bütünsel kavranışıdır.[141]
Sadece aktarmakla yetinelim:
“Devrim, en üstün siyasal eylemdir; devrimi kim istiyorsa onun aracını da, yani devrimi hazırlayan, işçileri devrim için eğiten siyasal eylemi de istemek zorundadır.” “Devrim, kuşkusuz, dünyanın en otoriter şeyidir; devrim, halkın bir bölümünün kendi iradesini, halkın öteki bölümlerine, top, tüfek, süngüyle, otoriter araç olarak ne varsa hepsiyle, zorla kabul ettirdiği bir eylemdir.”[142]
“Sömürülenlerin devleti böyle bir devletten temelden farklı olmalıdır. Sömürülenler için demokrasi ve sömürücüleri baskı altında tutmak için bir araç olmalıdır, bir sınıfın baskı altında tutulması ise bu sınıfın eşitliği değil, ‘demokrasi’den dışlanması anlamına gelir.”[143]
Tekrarlayalım: Ekim’i başaran, Karl Marx ile V. İ. Lenin bütünselliğidir.
BİR ŞEYLER DAHA!
“Radikal olmak,
meselenin kökünü kavramaktır.
Ama insan için kök,
insanın kendisidir.”[144]
Kapitalizmin, farklı bir alternatifi düşünme yetisini görülmez kıldığı; insan(lık)ın elinden ütopya umudunu gasp ettiği ve “O işler teoride güzel ama pratikte işe yaramaz,” tekerlemeleriyle yığınları manipüle ettiği ya da V. İ. Lenin’in, “Bir toplumda toplumsal değişim için koşullar olgunlaşmışsa, ama bu değişimi gerçekleştirecek bir güç yoksa o toplum için için çürür,” notunu düştüğü sürdürülemez kapitalist vahşetin yıkım ufkundayız.
Mark Fisher, bu durumu “kapitalist gerçekçilik” olarak tanımlıyor. “Kapitalizm tek geçerli siyasal ve ekonomik sistem olmakla kalmaz, aynı zamanda artık ona tutarlı bir alternatif hayal etmek bile imkânsızdır,” diyen Mark Fisher, Alain Badiou’nun şu gözlemini aktarıyor:
“Bir çelişkide yaşıyoruz. Derin biçimde eşitliksizçi -tüm varoluşun tek başına parayla değerlendirildiği- amansız bir gidişat, bize ideal olarak sunuluyor. Tutuculuklarını aklamak için, yerleşik düzenin yandaşları bunu gerçekten ideal veya harika olarak adlandıramıyorlar. Bu yüzden de, bunun yerine geri kalan her şeyin korkunç olduğunu söylemeyi seçtiler. Elbette, diyorlar, kusursuz iyilik durumunda yaşıyor olmayabiliriz. Ama kötülük hâlinde yaşamayacak kadar da talihliyiz. Demokrasimiz kusursuz değil. Ama kanlı diktatörlüklerden daha iyi. Kapitalizm adil değil. Ama Stalincilik kadar da mücrim değil. Milyonlarca Afrikalıyı AIDS’ten ölmeye terk ediyoruz, evet, ama Miloşeviç gibi de ırkçı milliyetçi beyanlarda bulunmuyoruz. Iraklıları uçaklarımızla öldürüyoruz, tamam, ama boğazlarını Ruanda’da yaptıkları gibi palalarla kesmiyoruz ya… vb.”
Kapitalizmin tüm illüzyonlarına karşın Mark Fisher’ın isabetli bir yorumu, “Kapitalist gerçekçilik, ancak bir şekilde tutarsız veya çürük olduğunun gösterilmesi hâlinde tehdit altında kalacaktır; başka bir deyişle, kapitalizmin görünüşteki ‘gerçekliğinin’ hiç de öyle olmadığı ortaya çıkarılırsa,” diyor.
Peki kapitalizmin görünüşteki ‘gerçekliğinin’ hiç de öyle olmadığı nasıl ortaya çıkartılabilir?[145]
Örgütlü mücadeleyle, isyanla: Yerküredeki tüm umut, hiç hesaba katılmamış insanlarda; kolektif proletaryadadır.
Bu durumda bir tek yaptıklarımızın bir anlamı vardır. Ne dediğimiz, ne düşündüğümüz hiç mi hiç önemi yoktur; bu ise, Guy Debord’un,” Gerçek anlamda altüst edilmiş dünyada doğru, bir yanlışlık ânıdır”;[146] V. İ. Lenin’in, “İşçi sınıfının gücü, örgütüne dayanır. Kitleler örgütlü değilse, proletarya hiçbir şeydir. Örgütlüyse her şeydir. Örgüt eylemde birlik, pratik operasyonlarda birlik demektir,” uyarılarının not edilmesini gerektirir!
Hindistan Komünist Partisi (Marksist) Politbüro Üyesi A. Vijayaraghavan, “Karanlık zamanlarda sosyalizm tek umut”;[147] Almanya Marksist-Leninist Partisi’ne (MLPD) önderlerinden Stefan Engel, “Anti-komünizme rağmen başarılı olamıyorlar. Kitleler sosyalizme dönecek,”[148] vurguları eşliğinde Karl Marx’ın 1850’deki sözleriyle noktalıyoruz diyeceklerimizi:
“İşçi sınıfının kendisini ücretli kölelikten kurtarma mücadelesinde her şeyin işçi sınıfının kendisine bağlı olduğu ne kadar sık tekrarlansa azdır. Basit soru şudur: İşçiler, eğitim, örgütlenme, işbirliği ve öz disiplin yoluyla, üretici güçlerin kontrolünü ele geçirmek ve sanayiyi halkın ve toplumun yararına yönetmek için kendilerini uygun hâle getirebilirler mi? İşte bütün mesele budur.”
29 Eylül 2024 15:55:09, Muğla-İstanbul.
N O T L A R
[1] 2 Kasım 2024’de “Dibistana Marksîst Lı Amedê/ Amed’de Marksist Okul’un Amed’de düzenlediği Amed’de Marksizm Günleri III. Oturum’una, “Tarihte Sosyalizm. XIX. ve XX. Yüzyıl Sosyalizmi, Yıkılış Nedenleri. XXI Yüzyıl Sosyalizminin Ana Çizgileri” başlıklı yuvarlak masa tartışmasına sunulan tebliğ…
[2] Ho Chi Minh.
[3] Bkz: i) Temel Demirer, “Karl Marx ile Marksizmi”, Kaldıraç, No:204, Temmuz 2018…
ii) Temel Demirer, “Kapitalist Ekolojik Yıkımın Panzehiri Marksizm”, Rojnameya Newroz, Mayıs 2024… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/07/kapitalist-ekolojik-yikimin-panzehiri.html
iii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Kapital’in Diyalektik Materyalist Yorumu”, İnsancıl Dergisi, Yıl:30, No: 357, Nisan 2020…
iv) Temel Demirer, “Kapitalizm, Ekolojik Yıkım ve Marksizm”, Ronameya Newroz, Eylül 2018… https://temeldemirer.blogspot.com/2018/11/kapitalizm-ekolojik-yikim-ve-marksizm.html
v) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Marksizm + V. İ. Lenin = Ekim Devrimi (Notları)”, Kaldıraç, No: 195, Ekim 2017…
vi) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “100. Yaşında Ekim Devrimi’nin Anımsattıkları”, 5 Kasım 2017… https://temeldemirer.blogspot.com/2017/11/100-yasinda-ekim-devriminin.html
vii) Temel Demirer, “Hayatın Devrimcileştirilmesinden Devrimin Güncelliğine İsyan(lar) ve Leninizm: 105. Yılında Ekim Devrimi”, Kaldıraç, No: 257, Aralık 2022…
viii) Temel Demirer, “Lenin(izm) ile Liberal(izm) Meselesi”, Kaldıraç, No:243, Ekim 2021…
ix) Temel Demirer, “Ekim’in Lenin, Lenin’in Ekim Destanı”, Kaldıraç, No:184, Kasım 2016…
x) Temel Demirer, “Ekim Devrimi ile Tartışmalı ‘Tartışmalar’ı”, Kaldıraç, No:197, Aralık 2017…
xi) Temel Demirer, “V. İ. Lenin ve Ekim Devrimi”, Kaldıraç Dergisi, No:232, Kasım 2020…
xii) Temel Demirer, “Ekim Devrimi: Geçmiş Değil, Geleceğin Bugünü”, Kaldıraç, No:244. Kasım 2021…
xiii) Temel Demirer, “Ekim’in 100. Yılında Kavramlar, Gerçekler”, Rojnameya Newroz, 2 Mart 2017… https://temeldemirer.blogspot.com/2017/03/ekimin-100-yilinda-kavramlar-gercekler.html
xiv) Temel Demirer, “Ekim Devrimi ve Sovyet(ler)”, Rojnameya Newroz, 2 Kasım 2017… https://rojnameyanewroz3.com/ekim-devrimi-ve-sovyetler/
xv) Temel Demirer, “Radikal Sosyalizm Hâlâ Güncel!”, Kaldıraç Dergisi, No:177, Nisan 2016…
xvi) Temel Demirer, “Paris Komünü(müz) Hâlâ Güncel”, Rojnameya Newroz, Ekim 2017… https://temeldemirer.blogspot.com/2017/10/paris-komunumuz-hala-guncel.html
xvii) Temel Demirer, “Komün’den Ekim’e Eski(meyen) Sosyalizm”, Rojnameya Newroz, Nisan 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/04/komunden-ekime-eskimeyen-sosyalizm.html
xviii) Sibel Özbudun, “Marksizm ve Kadınların Kurtuluşu”, Kaldıraç, No:202, Mayıs 2018…
xix) Sibel Özbudun, “Ekim Devrimi, Sosyalizm, Kadınların Kurtuluşu”, Kaldıraç, No:165, Mart 2015…
xx) Sibel Özbudun, “Kadınların Kurtuluşu: Marksizm’siz Olur mu?”, 26 Şubat 2008… https://sibelozbudun.blogspot.com/2013/08/kadinlarin-kurtulusu-marksizmsiz-olur-mu.html
xxi) Sibel Özbudun, “Engels, Kadın, Aile”, Yeni E Dergisi, No:49, Kasım 2020…
xxii) Sibel Özbudun, “Friedrich Engels ve Ailenin, Özel Mülkiyetin, Devletin Kökeni Üzerine”, Marksizmin Başyapıtları (19. Yüzyıl), Kolektif, Bilim ve Gelecek Kitaplığı-Başyapıtlar ve Öncüler Dizisi, 2013… içinde
xxiii) Sibel Özbudun, “Bilim, Sosyal Bilimler, Sosyalizm Üzerine Sorular, Yanıtlar”, Kaldıraç, No:235, Şubat 2021…
xxiv) Sibel Özbudun, “Ya Sosyalizm Ya Barbarlık!”, Kaldıraç Dergisi, No:201, Nisan 2018…
xxv) Sibel Özbudun, “Ekim Devrimi’nin 104. Yılında Sınıf ve İktidarı Yeniden Düşünmek”, Kaldıraç, No:244. Kasım 2021…
xxvi) Sibel Özbudun, “Enternasyonalizm Üzerine Notlar”, Newroz Yıl:8, No:264, 2 Mart 2015…
xxvii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Sınıf Mücadelesi Tarihi(miz)”, Kaldıraç Dergisi, No: 250, Mayıs 2022…
xxviii)Temel Demirer, “… ‘Netameli Bir Konu’: Ulusal Soru(n)”, Kaldıraç, No:207, Ekim 2018…
xxix) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Örgütlü Mücadele Etiği ve Sosyalist Demokrasi”, Gelecek Dergisi (Kıbrıs), Yıl:3, No:83, Ocak-Şubat 2014… https://temeldemirer.blogspot.com/2014/03/orgutlu-mucadele-etigi-ve-sosyalist.html
[4] Bkz: i) Temel Demirer, “… ‘Neo’su ve ‘Sol’u ile Liberaller Nedir, Neye Yarar?”, AKP “Ilımlı” İslâm, Neoliberalizm, Editör: Fikret Başkaya, Ütopya Yay., 2013… içinde…
ii) Temel Demirer, “… ‘Post’un Nihayeti!”, Newroz, Yıl:7, No:235, 10 Haziran 2013…
iii) Temel Demirer, “Lenin(izm) ile Liberal(izm) Meselesi”, Kaldıraç Dergisi, No:243, Ekim 2021…
iv) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “… ‘Özgürlük!’ Ama Kim(ler) İçin?”, Kaldıraç Dergisi, No:276, Temmuz 2024…
v) Sibel Özbudun, “Postmodernizm, Yeni Sol Postmodernizme Veda… Sınıf, Yeniden!”, Kaldıraç Dergi, No:273, Nisan 2024…
vi) Sibel Özbudun, “… ‘Yeni Toplumsal Hareketler’ Ne Kadar ‘Yeni’?”, Kaldıraç, No:197, Aralık 2017…
vii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Bir Döküm: ‘Yetti Artık’ ya da ‘Hayır’ Deyin!”, Sendika.Org, 23 Eylül 2008… https://sendika.org/2008/09/bir-dokum-yetti-artik-ya-da-hayir-deyin-sibel-ozbudun-temel-demirer-24128
[5] Lev Troçki, Onların Ahlâkı ve Bizim Ahlâkımız, çev: Bülent Tanatar, Yazın Yay., 1997.
[6] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[7] Tarihe geçmek için dünyanın yedi harikasından biri olan ve büyük uğraşlarla yapılan Artemis Tapınağı’nı yakan Efesli genç.
[8] Bkz: “Felsefecilerin ‘Marksizm’ Polemiği Sürüyor”, 19 Mayıs 2024… https://www.odatv.com/guncel/felsefecilerin-marksizm-polemigi-suruyor-sadik-ustadan-ducane-cundiogluna-yanit-ozgurluk-hayal-etmek-safliktir-120044368; Yener Orkunoğlu, “Marksizm’de Boşluklar, Engels’in Ulus ve Devlet Konusundaki Tutumu”, 21 Ekim 2021… https://sendika.org/2021/10/marksizmde-bosluklar-engelsin-ulus-ve-devlet-konusundaki-tutumu-634653/; Yener Orkunoğlu, “Engels’in Diyalektik Anlayışındaki Sorunlar”, 8 Eylül 2021… https://sendika.org/2021/09/engelsin-diyalektik-anlayisindaki-sorunlar-630719/; Yener Orkunoğlu, “Engels’in Felsefenin Küçümsenmesi”, 27 Eylül 2021… https://sendika.org/2021/09/engels-ve-felsefenin-kucumsenmesi-632432/; Yener Orkunoğlu, “Hegel’in Sistem ve Yöntemi Konusunda Engels”, 8 Ekim 2021… https://sendika.org/2021/10/hegelin-sistem-ve-yontemi-konusunda-engels-633623/; Alper Öztaş, “Engels Eleştirilerinin Kolaycılığı”, 17 Eylül 2021… https://sendika.org/2021/09/engels-elestirilerinin-kolayciligi-631516/; Alper Öztaş, “Diyalektik Materyalizmde Israr Etmek”, 21 Ekim 2021… https://sendika.org/2021/10/diyalektik-materyalizmde-israr-etmek-634668/; Alper Öztaş, “Diyalektik Materyalizmi Savunmak”, 4 Ekim 2021… https://sendika.org/2021/10/diyalektik-materyalizmi-savunmak-633093/
[9] William Davies, “Neo-Liberal Sosyalizm”, 18 Şubat 2016… https://www.e-skop.com/skopbulten/neo-liberal-sosyalizm/2820
[10] Yıldırım Koç, “Türkiye’ye Özgü Sosyalizm”, 22 Nisan 2022… https://www.yildirimkoc.com.tr/usrfile/1655196161b.pdf
[11] Atilla Yayla, “Sosyalizm Neden Kaçınılmaz Olarak Diktatörlük Üretir?”, 27 Ekim 2017… https://serbestiyet.com/yazarlar/sosyalizm-neden-kacinilmaz-olarak-diktatorluk-uretir-13105/
[12] Dr. Williamson M. Evers, “Sosyalizmin Akılsızlığına Dair En İyi Kitaplar”… http://www.liberal.org.tr/sayfa/sosyalizmin-akilsizligina-dair-en-iyi-kitaplar-dr-williamson-m-evers,794.php
[13] Ömer Laçiner, “Sosyalizmin Siyaseti”… https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-261-ocak-2011/2437/sosyalizmin-siyaseti/4213
[14] Murat Belge, “Sosyalist ile Radikal”, 6 Ekim 2015… https://saltonline.org/tr/2044/sosyalist-ile-radikal
[15] Ramazan Morkoç, “Bir Adalet ve Demokrasi Arayışı Olarak, Sosyalizm”, 30 Nisan 2021… https://demokratikmodernite.org/bir-adalet-ve-demokrasi-arayisi-olarak-sosyalizm/
[16] “Bu ilk zafer, nihai zafer değil henüz, (…) Sanki böylesine yeni, daha önce hiç görülmemiş bir tip devlet düzeninin yaratılması gibi tüm dünya tarihi için yeni bir eser, hiç başarısızlığa uğramadan ve yapmadan ortaya konabilirmiş gibi!” (V. İ. Lenin, Seçme Eserler, Cilt 6-Devrim Yılı 1917, çev: Saliha N. Kaya- İsmail Yarkın, İnter Yay., 1995, s.522.)
[17] Ernesto Che Guevara.
[18] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.
[19] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[20] Friedrich Engels, “Otorite Üzerine”, 1872… http://anadolusanat.org/kc/marks/otorite.html
[21] V. İ. Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2013, s.67.
[22] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[23] V. İ. Lenin, Köylü Temsilcileri Kongresi, Nisan 1917, Pravda, No:34
[24] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989, s.111.
[25] Erik Forman-Elia Gran-Sixtine van Outryve, “Yerel Yönetimler Çağı: Belediyecilik Devri”, Birgün, 23 Nisan 2024, s.14.
[26] “Ernesto Laclau ile Radikal Demokrasi Üzerine: Demokrasinin İçini Doldurmak”, Söyleşi: Ayşe Çavdar, 13 Nisan 2022… https://birartibir.org/demokrasinin-icini-doldurmak/
[27] “Yeni uygar toplumu, sınıflı toplumu başlatan şeyler, -açgözlülük, zevk düşkünlüğü, cimrilik, ortak mülkiyetin bencil yağması gibi- en aşağılık çıkarlardır; eski sınıfsız toplumu kemiren ve yıkılmasını sağlayan şeyler, -hırsızlık, zor, kalleşlik, ihanet gibi- en utandırıcı araçlardır. Ve bizzat, yeni toplum, varlığının iki bin beş yüz yıllık süresince, küçük bir azınlığın, büyük bir sömürülenler ve ezilenler çoğunluğu zararına gelişmesinden başka hiçbir şey olmadı ve bugün, her zamandan da çok, böyledir.” (Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1967.)
[28] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.
[29] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.
[30] V. İ. Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2013.
[31] Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1977.
[32] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989, s.111.
[33] V. İ. Lenin, 1918.
[34] Karl Marx, “Joseph Weydemeyer’e Mektup, 5 Mart 1852”, Seçme Yazışmalar, Karl Marx ve Friedrich Engels, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1995, s.72-76.
[35] V. İ. Lenin, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, çev: Metin Çulhaoğlu, 2. Basım, Yordam Kitap, 2021, s.190-192.
[36] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[37] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989, s.50.
[38] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[39] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Anarşizm, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 2014, s.90.
[40] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989, s.26.
[41] V. İ. Lenin, aktaran: Emmanuil Kazakeviç, Mavi Defter, çev: Özlem Coşar, Evrensel Basım Yay., 2013, s.103.
[42] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979.
[43] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[44] Antonio Gramsci, “Sendikalar ve Diktatörlük” https://www.marxists.org/archive/gramsci/1919/10/unions-dictatorship.htm
[45] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[46] V. İ. Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1977.
[47] V. İ. Lenin.
[48] “Üç şeyden öğreneceksin; düşmandan, yenilgilerden, halktan.” (Mao Zedung)
[49] “Bürokrat, dünyayı kendi eyleminin salt bir nesnesi olarak görür.” “Bürokrasi kimsenin kaçamayacağı bir çemberdir. Hiyerarşisi bir bilgi hiyerarşisidir.” (Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, çev:Kenan Somer, Sol Yay., 1997.)
[50] “Man really attains the state of complete humanity when he produces, without being forced by physical need to sell himself as a commodity.” (Che Guevara, https://www.imdb.com/name/nm0346466/quotes/)
[51] “[in 1964, on the Cuban revolution] Revolutions, accelerated radical social changes, are made of circumstances; not always, almost never, or perhaps never can science predict their mature form in all its detail. They are made of passions, of man’s fight for social vindication, and are never perfect. Neither was ours.” (Che Guevara, https://www.imdb.com/name/nm0346466/quotes/)
[52] “The people’s heroes cannot be separated from the people, cannot be elevated onto a pedestal, into something alien to the lives of that people.” (Che Guevara, https://www.imdb.com/name/nm0346466/quotes/)
[53] “Against brute force and injustice the People will have the last word, that of Victory!” (Che Guevara, https://www.imdb.com/name/nm0346466/quotes/)
[54] “[while addressing the U.N. General Assembly on December 9, 1964] Executions? Certainly we execute! And we will continue executing as long as it is necessary! This is a war to the death against the revolution’s enemies!” (Che Guevara, https://www.imdb.com/name/nm0346466/quotes/)
[55] “We executed many people by firing squad without knowing if they were fully guilty. At times, the Revolution cannot stop to conduct much investigation.” (Che Guevara, https://www.imdb.com/name/nm0346466/quotes/)
[56] “Amerikalılar şunu anlamıyor. Bizim ülkemiz sadece Küba’dan ibaret değil. Tüm insanlık bizim ülkemiz.” (Fidel Castro.)
[57] “Ekonomik ve siyasi gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Buradan, sosyalizmin zaferinin önce az sayıda kapitalist ülkede veya hatta tek başına bir ülkede mümkün olacağı sonucu çıkar.” (V. İ. Lenin, Toplu Yapıtlar, Cilt:21, s.345)
[58] Karl Marx, Feuerbach Üzerine Tezler: Tez 2, 1845.
[59] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965.
[60] Komutan Yardımcısı Marcos.
[61] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[62] “Silahsızlanma, sosyalizmin amacıdır.” (V. İ. Lenin.)
[63] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969.
[64] Zeynep Oral, “Kleptokrasi”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2019, s.13.
[65] Bkz: i) Sibel Özbudun, “Kadın(lar) ve Devrim(ler)”, Kaldıraç Dergisi, No:200, Mart 2018…
ii) Sibel Özbudun, “Yoksulların Başkaldırısı ve Kadınlar (Tarihsel Bir Bakış)”, Rojnameya Newroz, Kasım 2020… https://sibelozbudun.blogspot.com/2020/11/yoksullarin-baskaldirisi-ve-kadinlar.html
iii) Sibel Özbudun, “Kadınların Başkaldırı Tarihi veya ‘Önce Kadınları Vurun’!”, Kaldıraç, No:212, Mart 2019…
iv) Sibel Özbudun, “Ne Geçmiş Tükendi, Ne Yarınlar… (1920’lerden 1970’lere Devrimci Kadınlar)”, Kaldıraç, No:238, Mayıs 2021…
v) Sibel Özbudun, “Rosa Özgürlüğün Ta Kendisiydi…”, Alevîlerin Sesi, No:276, Nisan 2023…
vi) Sibel Özbudun, “Devrimlere, Kadınlara ve Narodniklere Dair…”, Kaldıraç, No:219, Ekim 2019…
vii) Sibel Özbudun, “Kadınlar ve Emek Mücadelesi – Sadece ‘Üretimden Gelen Güç’ mü?”, Rojnameya Newroz, Nisan 2021… https://sibelozbudun.blogspot.com/2022/04/kadinlar-ve-emek-mucadelesi-sadece.html
viii) Sibel Özbudun, “Kapitalizm Kadınların Yağmalanmasıdır!”, İnsancıl Dergisi, Yıl:31, No: 366, Ocak 2021…
ix) Sibel Özbudun, “… ‘Krizin ‘Kadın Hâli’ ve Kadın Mücadelesi”, Kaldıraç Dergisi, No:272, Mart 2024…
x) Sibel Özbudun, “Dinler, İslâm ve Kadın Bedeni”, Kadın Bedeni ve İstismarı, Editörler: Fatma Zehra Fidan-Duygu Alptekin, Opsiyon Yay., 2015… içinde yayınlandı.
xi) Sibel Özbudun, “… ‘İktidarın “Kayıkçı Dövüşü’: İstanbul Sözleşmesi”, Rojnameya Newroz, Ağustos 2020… https://sibelozbudun.blogspot.com/2020/08/iktidarin-kayikci-dovusu-istanbul.html
xii) Sibel Özbudun, “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Emeğinin Tarihi”, Rojnameya Newroz, Aralık 2021… https://sibelozbudun.blogspot.com/2022/01/toplumsal-cinsiyet-ve-kadin-emeginin.html
xiii) Sibel Özbudun, “Türkiye’de Kadın Mücadelesinin ‘Gayrıresmî Tarih’i- Osman Tiftikçi’nin Kitabı Üzerine”, Rojnameya Newroz, Nisan 2023… https://sibelozbudun.blogspot.com/2023/04/turkiyede-kadin-mucadelesinin.html
xiv) Sibel Özbudun, “Toplumsal Cinsiyet ve Din: Antropolojik Bir Bakış”, Jineolojî Dergisi, No:21, Nisan Mayıs Haziran 2021…
xv) Sibel Özbudun, “Biyoloji Kader mi? ya da ‘Fıtrat’a Dair…”, Kaldıraç, No:170, Eylül 2015…
xvi) Sibel Özbudun, “… ‘Kapitalizm ve Ataerki’ Üzerine Notlar”, Kaldıraç Dergisi, No:232, Kasım 2020…
xvii) Sibel Özbudun, “İşçi Sınıfının Kadınlaşması”, SAV, Almanak 2015 Analizleri, SAV Yay., 2016…
xviii) Sibel Özbudun, “Her Gün Dört İşçi, Beş Kadın”, Almanak-2011 Analizleri, Sosyal Araştırmalar Vakfı Kitaplığı, İstanbul-2012…
xix) Sibel Özbudun, “BM, DB ve IMF’nin Dilinde Kadın Yoksulluğu”, Kaldıraç, No:138, Aralık 2012…
xx) Sibel Özbudun, “ … ‘Kızıl’ı Mor’a Boyamak’ mı? Hayır, Teşekkürler!”, Kaldıraç, No: 221, Aralık 2019…
xxi) Sibel Özbudun, “… ‘Kadın(lık) Bilinci’ mi? (Genç Bir Kadın Arkadaşın Sorusuna Yanıt)”, Kaldıraç, No: 227, Haziran 2020…
xxii) Sibel Özbudun, “Kadınlar Ne İstiyor?”, Kaldıraç, No:249, Nisan 2022…
xxiii) Sibel Özbudun, “Kadınlar Gerçekten de ‘Sınıflar-Üstü’ mü?”, Kaldıraç, No:180, Temmuz 2016…
xxiv) Sibel Özbudun, “Kadınlar Dünyayı Nasıl Değiştiriyor?”, Sancı Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, No: 22, Mayıs-Haziran 2023…
xxv) Sibel Özbudun, “… ‘Kadınların Yaşamı ‘Kemalizm-İslâmcılık’ Çekişmesi ile Sınırlanamaz”, Evrensel Gazetesi, 31 Ekim 2023…
xxvi) Sibel Özbudun, “İslâmcı-Muhafazakârın Zihin Haritasında Bir Gezinti: ‘Nasıl Bir Kadın(lık)?”, Toplum ve Hekim Dergisi, Cilt:27, No:4, Temmuz-Ağustos 2012…
xxvii) Sibel Özbudun, “Türk(iye) İslâmı’nda Kadın Olmak”, Din: Teorisi/ Pratiği, Dünü, Bugünü- Sempozyum Tebliğleri, Editör: Sibel Özbudun – Mahmut Konuk, Ütopya Yay., 2013… içinde…
xxviii) Sibel Özbudun, “Politikayı Sokaktan Öğrenmek”, Rojnameya Newroz, Haziran 2022… https://sibelozbudun.blogspot.com/2022/06/politikayi-sokaktan-ogrenmek1-sibel.html
xxix) Sibel Özbudun, “Bu Memlekete Feminizm Gerekirse…”, İnsancıl Dergisi, Yıl:33, No: 392, Mart 2023…
xxx) Sibel Özbudun, “IŞİD ve İslâmcı ‘Feministler’…”, Kaldıraç, No:157, Temmuz 2014…
xxx) Sibel Özbudun, “AKP’nin Muhafazakârlığı, İslâmcılığı, Neoliberalizmi ve Kadınlar”, Halkın Günlüğü, No:124, 16-30 Haziran 2016…
xxxi) Sibel Özbudun, “Kadınların ‘Ya Basta!’sı”, Kaldıraç Dergisi, No:224, Mart 2020…
xxxii) Sibel Özbudun, “AKP’nin ‘Kinder, Kuche, Kırche’si”, Kaldıraç, No:168, Haziran 2015…
xxxii) Sibel Özbudun, “Kadınlar, Kapitalizm, Faşizm ve AKP”, Kaldıraç, No:173, Aralık 2015…
xxxiv) Sibel Özbudun, “Yeniden Haykırabilmek: Yerimiz Mutfak Değil, Dünya!”, Kaldıraç, No: 209, Aralık 2018…
xxxv) Sibel Özbudun, “Kadınlar Ayaktalar, Çünkü…”, Kaldıraç Dergisi, No:266, Eylül 2023…
xxxvi) Sibel Özbudun, “Kadınlar ‘Savaş Ganimeti’ mi?”, Kaldıraç, No:228, Temmuz 2020…
xxxvii) Temel Demirer, “Patriyarkal Baskı ve Zulüm Karşısında Kadın(lar)”, İnsancıl Dergisi, Yıl: 34, No:407, Haziran 2024…
xxxviii) Temel Demirer, “Kadınlık Hâl(ler)i ve Mücadele Militanları”, Görüş, Ağustos 2022… https://temeldemirer.blogspot.com/2022/08/kadinlik-halleri-ve-mucadele-militanlari.html
[66] “Britanya’da, homoseksüellik ABD’den birkaç yıl sonra, 1960’ların ikinci yarısında suç olmaktan çıkarıldı. ABD 1961’de erkek homoseksüelliğini legalleştiren ilk devlet oldu (…) Papa’nın İtalya’sında boşanma 1970’te yasal, 1974’te referandumla onaylanan bir hak hâline getirildi. Gebelikten koruyucu aygıt ve ilaçların satışı ve doğum kontrol bilgisi 1971’de yasallaştırıldı (…) Nihayet, kürtaj 1978’de yasallaştırıldı ve 1981 referandumuyla onaylandı.” (Eric J. Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, çev: Yavuz Aloğan, Everest Yay., 2006.)
[67] V. İ. Lenin, Din Üzerine, çev: Süheyla Kaya-İsmail Yarkın, İnter Yay., 1998, s.61.
[68] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[69] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Din, çev: Nihal Şen, Evrensel Basım Yayın, 2013.
[70] V. İ. Lenin, Kaynak: Clara Zetkin, “Lenin on the Women’s Question”, https://www.abebooks.com/paper-collectibles/Lenin-woman-question-Zetkin-Clara-International/91944014/bd?ref_=ps_ggl_233274915
[71] Bkz: i) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Doğa, Marksist Ekoloji ve Sosyalizm”, Sosyo Ekolojik Bir Toplum İçin Ne Yapmalı?, İmge Kitabevi, 2024, içinde…
ii) Temel Demirer, “Malûmun İlamı: Kapitalizm -Doğayı da- Yıkıp, Yok Eder!”, Siyasal Ekoloji, Hazırlayan: Hakan Yurdanur, İmge Yay., 2022, içinde…
iii) Temel Demirer, “Ya Kapitalizm Ölecek ya da Yeryüzü Ana!”, Rojnameya Newroz, Yıl:5, No:180, 13 Temmuz 2011; Rojnameya Newroz, Yıl:5, No:181, 20 Temmuz 2011; Rojnameya Rojnameya Newroz, Yıl:5, No: 182’de 28 Temmuz 2011…
iv) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Kapitalizmin ‘Son’ Ürünü=Ekolojik Yıkım”, Newroz, Mart 2021…
v) Temel Demirer, “Kapitalizmin ‘Çevre’si ya da Ekolojik Kâbus!”, Kaldıraç, No:178, Mayıs 2016…
vi) Sibel Özbudun, Temel Demirer, “Kapitalizm ‘Yeşil’in de, Yaşamın da Düşmanıdır”, Yeni e, No:57, Temmuz 2021…
vii) Temel Demirer, “Somut Verilerle Kapitalizmin Ekolojik Soru(n)ları: “Kirlilik + Kent + (Küresel) Isınma + Su(suzluk) + Nükleer = Türkiye + Yerkürenin Hâli”, 12 Ocak 2008 tarihinde Özgür Üniversite’de (Ankara) konferans metni… https://temeldemirer.wordpress.com/2012/04/10/somut-verilerle-kapitalizmin-ekolojik-sorunlari-kuresel-isinma-susuzluk-kirlilik-nukleer-kent-turkiye-yerkurenin-hali/
viii) Temel Demirer, “Ekolojik Sorun(lar) ve Çözüm(ler)”, Kaldıraç, No:168, Haziran 2015…
ix) Temel Demirer, “Ekoloji, Başkaldırı ve Ötesi”, Munzur’da Doğa ve Yaşam, Munzur Çevre Derneği Yayın Organı, Festival Özel Sayısı, Temmuz 2013…
x) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Fikret (Başkaya) Hocaya Kulak Verin”, Kaldıraç, No: 236, Mart 2021…
xi) Temel Demirer, “Kapitalizm, Ekolojik Yıkım ve Marksizm”, Rojnameya Newroz, Eylül 2018… https://temeldemirer.wordpress.com/2018/11/22/kapitalizm-ekolojik-yikim-ve-marksizm/
xii) Temel Demirer, “AKP’nin -Kapitalizm Patentli- Çevre Pratiği”, 3-5 Ağaç Ekolojik Fanzin, Yıl:1, No:5, Ağustos-Eylül 2016…
xiii) Temel Demirer, “Isınmanın Ötesinde -Yanıyor!- Yerküre”, Rojnameya Newroz, Ekim 2018…
xiv) Temel Demirer, “… ‘Su’ Deyip, Geçmeyin!”, Su Hayattır Satılamaz, Derleyen: Yenikapı Tiyatrosu, Ceylan Yay., 2013, içinde…
xv) Temel Demirer, “Kapitalizm Kirlidir, Kirletir!”, Kaldıraç, No:194, Eylül 2017…
xvi) Temel Demirer, “Kapitalist Kent(leşmemiz)in Hâl-i Pür Melali”, Newroz, Mart 2018…
xvii) Temel Demirer, “Kent(imiz) ve Çevre(miz): Yaşam(ımız) ile İnsan(lık) Kazanacak”, Rojnameya Newroz, Yıl:8, No:254, 20 Temmuz 2014… https://temeldemirer.wordpress.com/2014/09/05/kentimiz-ve-cevremiz-yasamimiz-ile-insanlik-kazanacak1
xviii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Kent(in) ve Kanal(ın) Soru(n)ları”, Kaldıraç, No:237, Nisan 2021…
[72] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[73] Rosa Luxemburg’un, ‘Milli Meclis Seçimleri’ (1918) başlıklı yazısında ifade ettiği gibi, “Hayati faktör, devrimin ve onun sosyalist görevlerinin gerçek taşıyıcısı olan proleter kitledir. O kitle Milli Meclis’in kaderini ve akıbetini belirleyecektir. Milli Meclis içinde olan bitenler ve Milli Meclis’in neye döndüğü, o kitlenin devrimci etkinliğine bağlıdır. O hâlde en önemli olan, karşı-devrimci parlamentonun kapısını öfkeyle dövmesi gereken, dışarının eylemidir. Fakat seçimler ve kitlenin parlamento içerisindeki devrimci temsilcilerinin eylemleri dahi devrime hizmet etmelidir.”
[74] V. İ. Lenin.
[75] V. İ. Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1969.
[76] “İllegal parti örgütünün sağlamlaştırılması, tüm çalışma alanlarında parti hücrelerinin oluşturulması, ilk planda ‘her endüstriyel girişimde, sayıları az da olsa sadece Parti üyelerinden oluşan işçi komiteleri’nin kurulması, yönetici fonksiyonların sosyal-demokrat hareketin bizzat işçi çevrelerinden gelen önderlerinin elinde yoğunlaşması – günün görevi budur. Ve tabii ki bu hücre ve komitelerin görevi, tüm yarı-legal örgütlerden ve mümkün olduğunca da legal örgütlerden yararlanmak, ‘kitlelerle sıkı bir bağ’ı korumak ve çalışmayı sosyal-demokrasinin kitlelerin tüm taleplerini benimseyeceği şekilde yönetmek olmalıdır. Her hücre ve işçilerden oluşan her parti komitesi, ‘kitleler arasında ajitasyon, propaganda ve pratik-örgütsel çalışmanın bir üssü’ hâline gelmek zorundadır, yani mutlaka kitlenin gittiği yere gitmek ve adım başında, onun bilincine sosyalizme doğru yön vermeye, tek tek her sorunu proletaryanın genel görevleriyle bağıntılandırmaya, her örgütsel başlangıcı bir sınıfsal birlik meselesine dönüştürmeye, kendi enerjisiyle, kendi ideolojik etkisiyle (ama doğal olarak, unvan ve makama dayanarak değil) bütün legal proleter örgütlerde yönetici rolü kazanmaya çabalamak zorundadır. Varsın bu hücre ve komiteler bazen sayısal olarak bir hayli zayıf olsun, buna karşılık, aralarında parti geleneği ve parti örgütü bağı olacak ve belirli bir sınıf programı bulunacaktır; böylece Parti’ye sadık iki-üç sosyal-demokrat, şekilsiz bir legal örgüt içinde eriyip gitme tehlikesine düşmeyecek, tersine her koşul altında, ilişkiler nasıl şekillenirse şekillensin ve düşünülebilecek her durumda kendi parti çizgisini izleyecekler, çevrelerine partinin bütününün isteği doğrultusunda etkide bulunacak ve çevreye yenik düşmeyeceklerdir.” (V. İ. Lenin, Doğru Yolda, 1909.)
[77] V. İ. Lenin, Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı, çev: Ferit Burak Aydar, Agora Kitaplığı, 2010.
[78] “… ‘Parti’ ile sekiz yıl önce sona eren bir ‘Ligayı’ ya da on iki yıl önce dağılan bir yayın kurulunu kastettiğim izleniminden kaynaklanan yanlış anlaşılmayı gidermeye çalıştım. Parti derken, geniş tarihsel anlamda partiyi kastetmiştim.” (Karl Marx, Freiligrath’a Mektup, 29 Şubat 1860)
[79] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.
[80] V. İ. Lenin, Son Yazılar Son Mektuplar, çev: Seçkin Selvi Cılızoğlu, Ekim Yay., 1977.
[81] Bkz: i) Temel Demirer, “III. Dünya Savaşı Güzergâhında…”, Kaldıraç Dergisi, No:272, Mart 2024…
ii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Üçüncü Büyük Paylaşım Eşiği”, Kaldıraç Dergisi, No:255, Ekim 2022…
iii) Temel Demirer, “Uluslararası Kaosun Geleceği”, Kaldıraç Dergisi, No:218, Eylül 2019…
iv) Temel Demirer, “Isınan ‘Soğuk Savaş’…”, Rojnameya Newroz, Eylül 2024… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/09/isinan-soguk-savas.html
v) Temel Demirer, “Yeniden Paylaşım Kaosu = Emperyalist Savaş Tehdidi”, Kaldıraç Dergisi, No:251, Haziran 2022…
vi) Temel Demirer, “Sürdürülemez Kapitalizm: Kriz, Savaş ve Dünya Hâl(ler)i”, Kaldıraç Dergisi, No:261, Nisan 2023…
vii) Temel Demirer, “Büyük Ortadoğu Savaşı’na Doğru (mu?)”, Esmer Dergisi, No:72, Mart 2012…
ix) Temel Demirer, “Emperyalist Yerkürede Barış (Yalanı) ve Savaş (Gerçeği)”, Kaldıraç Dergisi, No: 195, Ekim 2017…
x) Temel Demirer, “Emperyalizm Çağında Barış Savaş Demektir, Savaş da Barış!”, Kaldıraç Dergisi, No: 221, Aralık 2019…
xi) Temel Demirer, “Barış (ile Savaş) Gerçeği”, Kaldıraç Dergisi, No:173, Aralık 2015…
xii) Temel Demirer, “Barış (=Hayat) ile Savaş (=Ölüm) Hâli”, Kaldıraç Dergisi, No:182, Ekim 2016…
xiii) Temel Demirer, “Barış (mı Dediniz?!)”, Kaldıraç Dergisi, No:271, Şubat 2024…
xiv) Temel Demirer, “Emperyalist ABD ve Barış”, Görüş, Mart 2023… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/03/emperyalist-abd-ve-baris.html
[82] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[83] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.
[84] Karl Marx’tan Sigfried Meyer ve August Vogt’a Mektup 9 Nisan 1870, Karl Marx-Friedrich Engels, Seçme Yazışmalar-2, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1996.
[85] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.
[86] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[87] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968, s.19.
[88] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968, s.45-46.
[89] Bkz: i) Temel Demirer, “Kürtler ve Ortadoğu”, Rojnameya Newroz, Şubat 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/02/kurtler-ve-ortadogu.html
ii) Temel Demirer, “Ortadoğu ve Rojava ya da Tehditler ile İmkânlar”, Kaldıraç Dergisi, No:159, Eylül 2014…
iii) Temel Demirer, “Savaş ve “Barış(sızlık)”ın Ortadoğu’su ile Rojava Deneyimi”, Rojnameya Newroz, Ocak 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/01/savas-ve-barissizlikin-ortadogusu-ile.html
iv) Temel Demirer, “Ortadoğu’da T.’C’nin Hâli ve Rojava”, Kaldıraç Dergisi, No:176, Mart 2016…
v) Temel Demirer, “Güney Kürdistan’ın ‘Bağımsızlık’ Soru(n)ları!”, Kaldıraç Dergisi, No: 245, Aralık 2021…
vi) Temel Demirer, “İrlanda ‘Bitti’ mi? ‘Öyleyse’ İskoçya Verelim!”, Kaldıraç Dergisi, No:244. Kasım 2021…
vii) Temel Demirer, “Güncel Boyutlarıyla Kürt Meselesi”, Newroz, Yıl:5, No:165, 9 Mart 2011…
viii) Temel Demirer, “… ‘Kürt Sorunu’na Oryantalist Bakışın Kaynak ve Sonuçları”, Newroz, Yıl:4, No:136, 1 Temmuz 2010…
xix) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Faili Malûm Kırım: Roboskî”, Rojnameya Newroz, Aralık 2021… https://temeldemirer.blogspot.com/2021/12/faili-malum-kirim-roboski.html
xx) Sibel Özbudun, “Roboskî’nin Kanayan Karanfili”, Özgür Gündem, 4 Ocak 2013… Newroz, Yıl:7, No:227, 4 Ocak 2013…
xxi) Sibel Özbudun, “… ‘Devletin Kürtajı’: Roboskî”, Tîroj, Yıl:13, No:73, Mart-Nisan 2015…
xxii) Temel Demirer, “Bir Savaş Suçu: Roboskî Katliamı”, Newroz, Yıl:8, No: 261, Tarih: 25 Aralık 2014…
xxiii)Temel Demirer, “Roboskî: Taammüden Devlet Katliamı!”, Kaldıraç Dergisi, No:151, Ocak 2014…
xxiv)Temel Demirer, “T.’C’nin Hülasası: ‘Hayata Dönüş’ Harekâtı’ndan Roboskî’ye!”, Kaldıraç Dergisi, No:139, Ocak 2013…
xxv)Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Emperyalizm, T. ‘C’ ve Afrin”, Kaldıraç Dergisi, No: 199, Şubat 2018…
xxvi)Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Afrin (ve Suriye), Afrin (ve Suriye)’nin Ötesidir!”, Rojnameya Newroz, Mart 2018… https://temeldemirer.blogspot.com/2018/03/afrin-ve-suriye-afrin-ve-suriyenin.html
xxvii)Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Kobanê Bizimdir, Biz Kobanê’yiz!”, 14 Ekim 2014… https://temeldemirer.blogspot.com/2014/10/kobane-bizimdir-biz-kobaneyiz.html
xxviii)Temel Demirer, “Volokolamsk Şosesi’nin Kürtçesi: Kobanê”, Güney Dergisi, No:71, Ocak-Şubat-Mart 2015…
xxix) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Kalbim(iz) Cizre’dedir!”, Kaldıraç Dergisi, No:173, Aralık 2015…
xxx) Temel Demirer, “Fransız Devrimi’ndeki Barikatlar Ne ise Kürdistan’daki Hendekler de Odur”, DİHA, 26 Aralık 2015… https://temeldemirer.blogspot.com/2015/12/fransz-devrimindeki-barikatlar-ne-ise.html
xxxi) Temel Demirer, “Apê Musa Davası, Zaman Aşımı ve Ötesi!”, Kaldıraç Dergisi, No:256, Kasım 2022…
xxxii) Temel Demirer, “Türk(iye) Hukuk(suzluğ)u ve Kürtler”, Kaldıraç Dergisi, No:128, Ocak 2012…
xxxiii) Temel Demirer, “Newroz’u ‘Yargılamak’ (mı? Hâlâ!)”, Kaldıraç Dergisi, No:162, Aralık 2014…
xxxiv) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Sürdürülemez (ve Geleceksiz) Cumhuriyet”, Kaldıraç, No:127, Aralık 2011…
xxxv) Temel Demirer, “Barış ve Demokrasi (mi?) Bağlamında Kürt Meselesi”, Kaldıraç Dergisi, No:117, Ocak 2011…
xxxvi) Temel Demirer, “… ‘Demokratikleşiyor’ muyuz? Kürt Açılımı ve Ötesi! Mümkün mü?”, Kaldıraç Dergisi, No:106, Aralık 2009…
xxxvii) Temel Demirer, “… ‘Açılım’ Kapanı”, Demokrasi ve Özgürlük Dergisi, No:3, Şubat 2010…
xxxviii) Temel Demirer, “… ‘Zamanın Ruhu’na Aldırmadan, Akıntıya Karşı…”, Newroz, Yıl:7, No:233, 2 Mayıs 2013…
xxxxix) Temel Demirer, “… ‘Barış’ (mı?), ‘Süreç’ (mi?), ‘Müzakere’ (mi?)”, Newroz, Yıl:7, No: 239, 19 Ağustos 2013…
xl) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Eski(meyen)/ Yeni Türkiye’de Barış (mı?)!”, Newroz, Haziran 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/06/eskimeyen-yeni-turkiyede-baris-mi.html
xli) Temel Demirer, “Özgürleşme, Demokratikleşme ve Müzakere Süreci”, Kaldıraç Dergisi, No:146, Ağustos 2013…
xlii) Temel Demirer, “… ‘Diyalog’ ve ‘Hoşgörü’den Çok Özgürlüğe Muhtacız!”, Newroz, Yıl:5, No:184, 24 Ağustos 2011…
xliii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “… ‘İttifak İzah(at)ları’ Üzerine”, Kaldıraç Dergisi, No: 246, Ocak 2022…
xliv) Sibel Özbudun, “İbrahim Kaypakkaya ve Kürt Sorunu”, Kaldıraç, No:179, Haziran 2016…
xlv) Sibel Özbudun, “Be Ziman Jîyan Na Be!”, Esmer Dergisi, No:76, Ocak-Şubat 2013…
xlvi) Temel Demirer, “Anadili Nefes Almaktır”, Rojnameya Newroz, Mayıs 2020… https://temeldemirer.blogspot.com/2020/05/anadili-nefes-almaktir.html
xlvii) Temel Demirer, “Varlığın Vazgeçilemez Aidiyetidir Anadili”, Görüş, 10 Mart 2024… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/03/varligin-vazgecilemez-aidiyetidir.html
xlviii) Temel Demirer, “Abes Bir Tartışma: Dil Meselesi ya da Kürtçe”, Esmer, No: 66, 1 Kasım 2010…
xlix) Temel Demirer, “İşçi Sınıfı, ‘Kürtleşmesi’ ve “Ulusal İstihdam Stratejisi”, Newroz, Yıl:6, No:213, 22 Haziran 2012…
l) Temel Demirer, “Medya ve Kürt Sorunu Üzerine -Güncel- Notlar”, Newroz, Yıl:4, No:133, 27 Mayıs 2010…
[90] Rawest’in araştırması seçim sonuçları, AKP ve CHP’ye yaklaşım, Demirtaş’a bakış gibi pek çok konuda metropol ile bölgedeki Kürtlerin ayrıştığını gösterdi. Kürtlerin 31 Mart’ta CHP’ye yönelişi geçici olmayabilir, Demirtaş’ın popülaritesi DEM’in önünde. Kürtlerin yüzde 11.8’i kendisini sosyalist olarak tanımlıyor.
İdealinizdeki parti sorusuna verilen yanıtta en yüksek ‘sosyal demokrat’ çıkıyor. Sosyal demokrat yüzde 35, Kürtlere yakın yüzde 34, İslâmcı yüzde 26, sosyalist yüzde 17, modern yüzde 19’de. Araştırmanın dikkat çeken bir diğer bulgusu ise siyasal kimliğe dair. ‘Kürtlerin kendilerini hangi kimliklerle tanımlıyor?’ ve ‘Kürt kimliğini ne düzeyde sahipleniyorlar?’ sorularına verilen yanıtlar şöyle: Katılımcıların yüzde 53.5’i kendisini Müslüman, yüzde 28.1’i özgürlükçü, yüzde 24.8’i dindar, 11.5’i sosyalist, yüzde 9.9 Kürt milliyetçisi, yüzde 8.0’ı sosyal demokrat, yüzde 7.7’si laik, yüzde 4.7’si solcu, yüzde 4.7’si Atatürkçü olarak tanımlıyor.
Görüşmelere katılanların yüzde 58.2’si Kürt sorunun var olduğunu, yüzde 14.7’si ise olmadığını belirtiyor. Görüşmecilerin yüzde 51.6’sı Kürt kimliğinin tanımlamasının en büyük sorun nedeni olduğu görüşünde. Öne çıkan talepler: Eşitlik, adalet, özgürlük, ana dil ve kalkınma. Eğitim iki dilli olmalı, hem Türkçe hem de ana dilde eğitim verilmeli diyenlerin oranı yüzde 44.1. (İbrahim Varlı, ‘Kürtlerde Doğu-Batı Ayrışması’, Birgün, 11 Mayıs 2024, s.7.)
[91] “bir politik hareketi lafzıyla değil, toplumsal ve tarihsel etkisiyle değerlendirmek gerektiğine inanıyorum. diğer yandan, özellikle kitleselleşebilmiş hareketlerin içinde birden fazla eğilim olabileceğini, farklı eğilimlerin farklı dönemlerde güç kazanabileceğini görmek gerek.
bundan da bağımsız olarak, kürt özgürlük hareketinin toplumsal tarihsel etkisini görmekle birlikte politik hattını benimsemek gerektiğini de düşünmüyorum, en azından ben benimsemedim ve benimsemiyorum.” (Ayşe Düzkan, “bu çağda enternasyonalizm mümkün değil mi?”, 13 Eylül 2024… https://ozgurgelecek52.net/ayse-duzkan-bu-cagda-enternasyonalizm-mumkun-degil-mi/)
[92] TKP’nin 14. Kongresi’nin ardından açıklamalarda bulunan Kemal Okuyan “Güç birliklerine önem veriyoruz ama CHP’den ve Kürt hareketinden kopamayan Türkiye solu ile biz artık ilişkimizi kesiyoruz” dedi. (“Okuyan: CHP ve Kürt hareketi ile Kopamayan Solla İlişkimizi Kesiyoruz”, 17 Eylül 2024… https://www.evrensel.net/haber/528413/kemal-okuyan-chp-ve-kurt-hareketi-ile-kopamayan-solla-iliskimizi-kesiyoruz)
[93] “Bugün artık sosyalist dünya sistemi ve dünya partisi olarak Enternasyonal örgüt yok, ama bu sistem içindeki bölünmelerin belirleyici etkisi altında bölünmüş olan komünist ve işçi partileri var… Bu olgu Marksist ya da Marksist-Leninist teorinin başından beri ‘yanlışlığını’ değil, zamanla bu teoriyi değişen somut koşullara uygulamadaki başarısızlığı kanıtlamıştır…
Yapılması gereken bütün partilerin, yeni bir dünya partisi için ve bu amaçla yeni bir dünya devrim programı için kafayı yormalarıdır. Ve işin özüne geliyoruz:…
Sömürge tezini benimseyen partiler, bu tezin doğal sonucu olarak da Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde ‘iki ülke’ olduğunu kabul etmiş olurlar. Ben TKP yönetimindeyken ‘iki devrim ve ayrı parti’ görüşüne karşı çıkmışımdır. Bu karşı çıkışımı tutarlı kılabilmek için de Kürdistan’ın sömürge olduğunu kabul etmemişimdir. Pratik, devrimci sürecin eşitsiz geliştiğini gösterdi, devrimci sürecin merkezi Türk metropollerinden Kürdistan’a kaydı. Bunu kavradığımda, sömürge tezine, ‘iki devrim ve ayrı parti’ görüşüne itirazlarımı geri çektim. Biz TKP olarak Kürt halkının mücadelesini sosyal devrim mücadelesi olarak değil, ‘milli mücadele’ olarak görüyorduk. Kürt halkını da ‘köylülük’ kategorisinde tanımlıyor ve TKP adına yazdığı ünlü kitabında Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın kullandığı tabirle söyleyecek olursam, bu köylülüğü de başında bizim olacağımızı düşündüğümüz proletaryanın ‘ihtiyat kuvveti’ olarak tasavvur ediyorduk. Bugün de çoktan eskiyen bu görüşü savunanlar var. Kürdistan’daki mücadele çoktan beri sosyal devrimi amaçlayan ve çoğunluğu işçileşmiş bir halkın mücadelesidir.
Bu yeni görüşler temelinde, ben kendisi de yasaklı olan TKP’nin Kürt özgürlük hareketinin yasaklı partisini ‘müttefik’ güç olarak değil, ‘kardeş parti’ olarak görmesinden yanayım. Bu durumda ona alternatif olarak, Kürdistan’da ayrı örgütlenmesini yanlış bulurum. Çünkü böyle bir örgütlenme ‘kardeş parti’ ilişkisiyle bağdaşmaz. Hep tekrar ettiğim gibi, biz devrimci mücadelenin anahtarını Demir Çelik fabrikalarının önünde kaybettik, kaybettiğimiz anahtarı Kürdistan mezralarında, orası Kürt savaşçılarının kanlarıyla ‘aydınlandı’ diye aramayı yanlış bulurum. Kürdistan’da devrimci sürecin anahtarı Amed Zindanı’nda bulunmuştur, o günden bugüne kadar da nice muhkem kapılar bu anahtarla açılmış, küçük bir grubun ilk kurşunundan sonra, mücadele tüm Ortadoğu’yu kaplayan Konfederal devrimci sürece dönüşmüştür.
Komünistlerin görevi yeniden Demir Dökümlerin, Sungurların önünde, 15-16 Haziran direnişlerinin yapıldığı alanda, İKD’li kadınların, İGD’li gençlerin Türkiye’yi sarstığı yerlerde, Barış Derneği’nin militarizme kafa tuttuğu günlerde kaybettiğimiz anahtarı yeniden oralarda bulmak, kendi içlerinde yoldaşça tartışmayla yeni bir dünya partisinin kuruluşuna ve ortak programına katkıda bulunmak ve bir Eylem Programı’yla Konfederal devrim sürecini metropollere yaymaktır.” (Veysi Sarısözen, ‘Yeni Bir Dünya Partisi… Konfederal Devrim ve Parti’, 17 Eylül 2024… https://www.facebook.com/photo?fbid=1564538971082564&set=a.1274519270084537)
[94] V. İ. Lenin, Seçme Eserler, Cilt 5: Emperyalizm ve Emperyalist Dünya Savaşı, çev: Süheyla Kaya, İnter Yay., 1995.
[95] Karl Marx.
[96] Bkz: i) Temel Demirer, “… ‘Postmodern Zamanlar’da Din (ve İslâm)”, Din: Teorisi/ Pratiği, Dünü, Bugünü- Sempozyum Tebliğleri, Editör: Sibel Özbudun – Mahmut Konuk, Ütopya Yay., 2013… içinde…
ii) Temel Demirer, “Doğmatizm: Cehaleti Sınır(sızlığ)ı”, Kaldıraç Dergisi, No:271, Şubat 2024…
iii) Temel Demirer, “Tartışmaları ve Yorumları ile Din”, Rojnameya Newroz, Mart 2023… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/03/tartismalari-ve-yorumlari-ile-din.html
iv) Temel Demirer, “Dinin İşlevi ve ‘Ne’liğine Dair Soru(n)lar”, Rojnameya Newroz, Ekim 2022… https://temeldemirer.blogspot.com/2022/10/dinin-islevi-ve-neligine-dair-sorunlar.html
v) Sibel Özbudun, “… ‘Timeo Homınem Unıus Libri/ Tek Kitaplı İnsandan Korkarım!”, Arasöz Sanat ve Politika Dergisi, 8 Eylül 2015… https://sibelozbudun.blogspot.com/2015/09/timeo-hominem-unius-libri-tek-kitapli.html
vi) Sibel Özbudun, “Cujus Regıo, Ejus Religio!”, Din: Teorisi/ Pratiği, Dünü, Bugünü- Sempozyum Tebliğleri, Editör: Sibel Özbudun – Mahmut Konuk, Ütopya Yay., 2013… içinde…
vii) Sibel Özbudun, “Ortadoğu’da Bir Karabasan: IŞİD”, Kaldıraç, No:162, Aralık 2014…
viii) Sibel Özbudun, “AKP ‘Muhafazakâr’lığı: Cemaatler Ne İşe Yarar?”, Kaldıraç, No:233, Aralık 2020…
ix) Sibel Özbudun, “AKP İktidarı ve Gündelik Hayatın İslâmileştirilmesi”, Newroz, Yıl:8, No:260, 30 Kasım 2014…
x) Sibel Özbudun, “AKP’nin ‘Muhafazakâr’lığı Neye Denk Düşer?”, Rojnameya Newroz, Mart 2018… https://sibelozbudun.blogspot.com/2018/04/akpnin-muhafazakarligi-neye-denk-duser1.html
xi) Sibel Özbudun, “Neo-Liberal Türkiye’de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyalektiği”, Ümüş Eylül Dergisi, Ocak-Şubat-Mart 2013, No:6… https://sibelozbudun.blogspot.com/2013/01/neo-liberal-turkiyede-muhafazakarlasma.html
xii) Sibel Özbudun, “23 Nisan Bitti, ‘Kutlu Doğum’ Verelim!”, Newroz, Yıl:7, No:233, 2 Mayıs 2013…
xiii) Temel Demirer, “… ‘Hazmettire Hazmettire Gelen’in ‘Felsefesi’ne Giriş”, Avrupa Demokrat, Nisan 2024… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/05/hazmettire-hazmettire-gelenin.html
xiv) Temel Demirer, “Fethullah Gülen (Hareketi) Hakkında”, Din: Teorisi/ Pratiği, Dünü, Bugünü- Sempozyum Tebliğleri, Editör: Sibel Özbudun – Mahmut Konuk, Ütopya Yay., 2013… içinde…
xv) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Bağıntıları ile FGC Hakikâti”, Rojnameya Newroz, Eylül 2021… https://temeldemirer.blogspot.com/2021/09/bagintilari-ile-fgc-hakikati.html
xvi) Temel Demirer, “Kürdî’den Nursî’ye ‘Bediüzzaman’…”, Görüş, Kasım 2023… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/11/kurdiden-nursiye-bediuzzaman.html
xvii) Temel Demirer, “NFK: Geçmiş Değil, Bugün(dür)!”, Kaldıraç Dergisi, No:266, Eylül 2023…
xviii) Temel Demirer, “Eygi Vesilesiyle -Balık Hafızalılar İçin- 50 Yıl Sonra ‘Kanlı Pazar’…”, Sosyalist Mezopotamya, No:6, Eylül 2019…
xix) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Charlie Hebdo’ya Saldırı, Te’villeri ve Tavrımız”, ATİK Online, 9 Ocak 1995… https://www.atik-online.net/blog/charlie-hebdoya-saldiri-tevilleri-ve-tavrimiz
xx) Temel Demirer, “… ‘İyi’ Papa mı?!”, Newroz, Yıl:7, No:243, 18 Kasım 2013; Newroz, Yıl:7, No:244, 25 Aralık 2013…
[97] Bkz: i) Temel Demirer, “Laiklik Zarurettir”, Kaldıraç Dergisi, No:229, Ağustos 2020…
ii) Temel Demirer, “Aklın Özgürleşmesi İçin Tabulara ‘Hayır’!”, Avrupa Demokrat, Aralık 2023… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/02/aklin-ozgurlesmesi-icin-tabulara-hayir.html
iii) Sibel Özbudun, “… ‘Laiklik’ mi? Hangisi?”, Rojnameya Newroz, Temmuz 2016… https://sibelozbudun.blogspot.com/2016/08/laiklik-mi-hangisi.html
iv) Sibel Özbudun, “Laiklik… Ama Nasıl?”, Kaldıraç Dergisi, No: 270, Ocak 2024…
v) Sibel Özbudun, “AKP’nin ‘Laikliği’: Nerede Başlar, Nerede Biter?”, Birgün Gazetesi, 16 Ekim 2021…
vi) Temel Demirer, “… ‘Düzen(sizlik)’, AKP ve Laiklik”, Görüş, Ekim 2022… https://temeldemirer.blogspot.com/2022/10/duzensizlik-akp-ve-laiklik.html
vii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Laiklik Önemlidir”, Rojnameya Newroz, Eylül 2022… https://temeldemirer.blogspot.com/2022/09/laiklik-onemlidir.html
viii) Temel Demirer, “… ‘İnanç’, Ateizm, Tavır”, Kaldıraç Dergisi, No:255, Ekim 2022…
ix) Temel Demirer, “Anayasa, Başkanlık Sistemi ve Laiklik”, Arasöz Dergisi, Ağustos 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/08/anayasa-baskanlik-sistemi-ve-laiklik.html
x) Temel Demirer, “Soru(n)lara ‘Olması Gereken’ Yanıt(lar) Üretmek İçin Materyalizm”, Görüş, Ocak 2024… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/05/sorunlara-olmasi-gereken-yanitlar.html
xi) Temel Demirer, “Örtünmek ya da Örtünmemek İçin Topyekûn Özgürlük(ler)”, Rojnameya Newroz, Ocak 2023… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/01/ortunmek-ya-da-ortunmemek-icin-topyekun.html
[98] V. İ. Lenin, Din Üzerine, çev: Süheyla Kaya-İsmail Yarkın, İnter Yay., 1998.
[99] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Din, çev: Nihal Şen, Evrensel Basım Yayın, 2013.
[100] Karen Armstrong, Tanrı’nın Tarihi, çev: Oktay Özel-Hamide Koyukan-Kudret Emir, Ayraç Yay., 2008.
[101] Italo Calvino, Görünmez Kentler, çev: Işıl Saatçioğlu, Remzi Kitabevi, 1990, s.204.
[102] Albert Caraco, Kaos’un Kutsal Kitabı, çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2019.
[103] Eduardo Galeano, Ve Günler Yürümeye Başladı, çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2016.
[104] V. İ. Lenin, Yaklaşan Felaket, çev: Mehmet Korkmaz, Ser Yay., 1976.
[105] Antonio Gramsci, Devletin Ele Geçirilmesi, Gramsci Kitabı-Seçme Yazılar 1916-1935, Hazırlayan: David Forgacs, çev: İbrahim Yıldız, Dipnot Yay., 2012
[106] Friedrich Engels, Komünizmin İlkeleri, çev: Süleyman Ege, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2002.
[107] “Komün, yasama meclisinin onayladığı kararlardan çok daha fazlasıydı. Kentin yeniden tasarlanmasını dahi teşvik etti, barbarlığı ve ayıplanması gereken bir savaşı sembolize ettiği için Vendome sütunu yıkıldı, kimi ibadethaneler sekülerleştirilerek toplum yararına açıldı. (Marcello Musto, “Paris Komünü’ne Alternatif İmkânı”, Birgün Pazar, 17 Mart 2024, s.12.
İlk sosyalist devlet… 1871’de Fransa’nın Prusya karşısında yenilgisiyle sonuçlanan savaşın ardından ayaklanıp yönetimi ele geçiren devrimcilerin kurduğu Paris Komünü, kanlı bir biçimde bastırıldı. Ancak 18 Mart-28 Mayıs tarihleri arasındaki dönemde yaşananlar sosyalizm ve halk iktidarı konusunda çok önemli deneyimler içerdiği için bu ilk sosyalist devletin devrimler tarihinde çok önemli bir yeri var.
Paris Komünü sosyal devrim hareketleri tarihinin en önemli duraklarından. Ve sosyal hareketlere esin kaynağı olmaya devam ediyor. Örneğin Fransa’da “sarı yelekliler” olarak bilinen emekçi hareketinin sloganlarından biri “68 umurumuzda değil, biz 1871’i istiyoruz”du. (Gürsel Köksal, “153 Yıldır Işık Tutuyor”, Birgün, 18 Mart 2024, s.16.)
[108] Karl Marx, David McLellan, Karl Marx: Selected Writings, Oxford University Press Inc. New York. 2000 (ikinci basım) http://www.marxists.org
[109] “Komünizm nedir? Komünizm, proletaryanın kurtuluş koşullarının doktrinidir. Proletarya nedir? Proletarya toplumda bütünüyle emeğinin satışıyla geçinen ve hiçbir sermaye türünden kâr elde etmeyen; refahı ve kederi, yaşamı ve ölümü, tek varlığı emeğe olan talebe bağlı olan sınıftır.” (Friedrich Engels, Komünizmin İlkeleri, çev: Süleyman Ege, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2002).
[110] Marcello Musto, “Marx’ın Komünizm Anlayışı”, Birgün Pazar, 12 Kasım 2023, s.10.
[111] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.
[112] Enzo Traverso, Devrim-Bir Entelektüel Tarih, çev: Osman S. Binatlı, Ayrıntı Yay., 2024.
[113] V. İ. Lenin, Marx Engels Marksizm, çev: Vahap Erdoğdu, Sol Yay., 1997.
[114] V. İ. Lenin, Karl Marx ve Marksizm Üzerine, çev: Mazlum Beyhan, Yordam Yay., 2013.
[115] Mao Zedung, Çelişki Üzerine, Kor Yay., 1976.
[116] Daha da keskinleri var: “Dünyayı bilmem ama Türkiye’deki hâlihazır solcuları bu tür Müslümanlara benzetirim. Sorsanız hepsi bir ağızdan, ‘elhamdülillah Müslümanım’cılara benzer bir şekilde ‘katıksız Marksist-Leninist’ olduğunu söyleyecektir.” (Gün Zileli, “Elhamdülillah Marksist-Leninistiz”, 1 Eylül 2020… https://www.gunzileli.net/elhamdulillah-marksist-leninistiz/)
[117] Antonio Gramsci, “Kapital’e Karşı Devrim”, içinde Gramsci Kitabı: Seçme Yazılar 1916-1935, Haz: David Forgacs, çev: İbrahim Yıldız, Dipnot Yay., 2010, s.39-44.
[118] V. İ. Lenin, “Kurucu Meclisin Lağvedilmesi”, içinde Seçme Yazılar: Devrim, Demokrasi, Sosyalizm, çev: Sungur Savran, Yordam Kitap, 2009, s.256.
[119] Antonio Gramsci, “Bizim Marx”, Gramsci Kitabı: Seçme Yazılar 1916-1935, Haz: David Forgacs, çev: İbrahim Yıldız, Dipnot Yay., 2010, s.44-48.
[120] Kansu Yıldırım, “Lenin’den Gramsci’ye: Kapital İçin “Kapital’e Karşı Devrim”, 17 Temmuz 2020… https://www.siyasaliktisat.com/post/lenin-gramsci-kapital-yildirim
[121] Nâzım Hikmet Ran.
[122] Levent Hekim, “Farklı Bir Yol Buluruz Saşa”, Birgün Pazar, 21 Ocak 2024, s.9.
[123] Serpil Güvenç, “… ‘Gerçeğin Kendisi Kadar Sade” Bir Lider: Lenin!”, 21 Ocak 2018… https://haber.sol.org.tr/yazarlar/serpil-guvenc/gercegin-kendisi-kadar-sade-bir-lider-lenin-225774
[124] “Kotka’da bir parkta bulunan Lenin heykeli, belediye kararıyla kaldırıldı. Rivayete göre devrim öncesinde Lenin bu civarda bir evde saklanmıştı. Heykelin kaldırılması, Finlandiya tarihinde de kritik rol oynamış, bağımsızlığını tereddütsüz tanımış Lenin’e haksızlık. Lenin de Finlandiya tarihinde kritik bir rol oynamış, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi gereğince Finlandiya’nın bağımsızlığını tereddütsüz tanımıştı. Lenin’e ayıp edildi.” (Çağrı Yalgın, “Lenin, NATO ve Finlandiya”, Birgün, 8 Kasım 2023, s.10.)
[125] Nadejda Krupskaya, Lenin’den Anılar, çev: Özlem Koşar, Yordam Kitap, 2020, s.47.
[126] Polis komiseri ona: “Başkaldırıyorsunuz delikanlı, oysa önünüzde bir duvar var,” der.
V. İ. Lenin serinkanlılıkla cevap verir: “Evet, bir duvar var, ama çürük bir duvar. Parmağınızla itin, göreceksiniz yerle bir olacak.” (Maurice Pianzola, Lenin İsviçre’de, çev: Kerem Kurtgözü, Evrensel Yay., 2001, s.18.)
[127] Bilsay Kuruç, “Lenin Yüz Yıl Sonra”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2024, s.9.
[128] V. İ. Lenin, https://radikalhareket.wordpress.com/wp-content/uploads/2015/12/marksizm-ve-ayaklanma-lenin.pdf
[129] V. İ. Lenin, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, çev: Metin Çulhaoğlu, 2. Basım, Yordam Kitap, 2021, s.190-182.
[130] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989, s.41.
[131] V. İ. Lenin, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, çev: Metin Çulhaoğlu, 2. Basım, Yordam Kitap, 2021, s.190-175.
[132] V. İ. Lenin, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, çev: Metin Çulhaoğlu, 2. Basım, Yordam Kitap, 2021, s.190-127.
[133] V. İ. Lenin, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, çev: Metin Çulhaoğlu, 2. Basım, Yordam Kitap, 2021, s.63-64.
[134] Taner Yelkenci, Marksist Devlet ve Hukuk Teorisi, Nota Bene Yay., 2013, s. 101.
[135] Taner Yelkenci, Marksist Devlet ve Hukuk Teorisi, Nota Bene Yay., 2013, s. 103.
[136] Taner Yelkenci, Marksist Devlet ve Hukuk Teorisi, Nota Bene Yay., 2013, s. 104.
[137] V. İ. Lenin, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, çev: Metin Çulhaoğlu, 2. Basım, Yordam Kitap, 2021, s.115.
[138] V. İ. Lenin, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, çev: Metin Çulhaoğlu, 2. Basım, Yordam Kitap, 2021, s.11-12.
[139] Taner Yelkenci, Marksist Devlet ve Hukuk Teorisi, Nota Bene Yay., 2013, s.107.
[140] Kansu Yıldırım, “Sovyet İktidarı: Sınıf Diktatörlüğü”, 7 Kasım 2023… https://www.siyasaliktisat.com/post/sovyet-iktidari-sinif-diktatorlugu-yildirim
[141] Can Soyer, “Marx’tan Lenin’e Devrim ve Ekim”, Komünist, No: 6, Bahar 2017… https://tip.org.tr/wp-content/uploads/2020/03/komunist_6.pdf
[142] Friedrich Engels, Karl Marx- Friedrich Engels, Anarşizm Üzerine, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1979, s. 46-103.
[143] V. İ. Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2013, s.37.
[144] Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, Giriş, 1843.
[145] Kavel Alpaslan, “Sosyalizm Teoride Güzel Ama Pratikte Olmaz Kanka”, 3 Ağustos 2024… https://www.gazeteduvar.com.tr/sosyalizm-teoride-guzel-ama-pratikte-olmaz-kanka-makale-1710244
[146] Guy Debord, Gösteri Toplumu, çev: Ayşen Emekçi-Okşan Taşkent, Ayrıntı Yay., 1996.
[147] Semiha Durak, “Vijayaraghavan: Karanlık Zamanlarda Sosyalizm Tek Umut”, Birgün, 25 Mayıs 2024, s.11.
[148] Ezgi Güneytepe, “Stefan Engel: Sosyalizme Yöneliş Sürüyor”, Birgün, 17 Temmuz 2022, s.11.