Güney Kürdistan’ın gündemindeki referandum bağımsızlık konusunu, bağımsızlık ilanıyla bağlantılı sorunları ve son dönemde ön plana çıkan Şengal’deki gelişmeleri konuyu yakından izleyen Kürdistan Amerikan Üniversitesi, Uluslarası İlişkiler Bölümü Başkanı Dr. Arzu Yılmaz ile konuştuk. Deng Dergisi olarak Sayın Yılmaz ile yaptığımız söyleşiyi aşağıda sunuyoruz
Güney Kürdistan’ın gündemindeki referandum bağımsızlık konusunu, bağımsızlık ilanıyla bağlantılı sorunları ve son dönemde ön plana çıkan Şengal’deki gelişmeleri konuyu yakından izleyen Kürdistan Amerikan Üniversitesi, Ulusalarası İlişkiler Bölümü Başkanı Dr. Arzu Yılmaz ile konuştuk. Deng Dergisi olarak Sayın Yılmaz ile yaptığımız söyleşiyi aşağıda sunuyoruz.
2014 yılından beri bağımsızlık için bir referandum yapmak Irak Kürdistanı’nın gündeminde. ferandumun şimdiye kadar yapılmamasının tek nedeni IŞİD tehdidi ve onunla bağlantılı savaş mı? KDP’nin referandum konusunu iç siyasetin bir aracı olarak kullandığı yönündeki iddialara ne dersiniz?
Meseleyi 2014 yılından bu yana yaşanan gelişmeler çerçevesinde ele alacak olursak IŞİD’in yarattığı güvenlik tehdidi hiç kuşkusuz en önemli nedendi, ama tek neden saymak yanlış olur. Zira siyasi ngeller de en az IŞİD’in yarattığı güvenlik tehdidi kadar etkili oldu. En başta ABD, Irak’ın birliğinden yana politikalarından vazgeçmedi. Özellikle Obama yönetimi bu konuda taviz vermez bir tutum izledi. Öte yandan, Kürdistan’daki siyasi kriz güçlü bir iradenin ortaya çıkmasına imkan vermedi. Bu bağlamda, İran’ın oynadığı rolün en az ABD kadar etkili olduğunu teslim etmek gerekir. Nihayetinde referandum ve dolayısıyla bağımsızlık bir KDP projesi olarak algılandı ve sizin de vurguladığınız gibi, bir iç siyaset aracı olarak kullanıldığı yorumları ağırlık kazandı… Bugün eğer Kürdistan’ın bağımsızlığı ilan edilirse, bu durumdan en kazançlı çıkacak partinin KDP olduğu doğru. Çünkü bağımsızlık hedefini politikalarının merkezine alan ve bunun için çaba harcayan tek parti KDP’dir demek yanlış olmaz. Ancak, ben kişisel olarak KDP’nin, özellikle de Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin asıl motivasyonunun bu olduğunu düşünmüyorum. Bağımsızlık Kürtler için tarihsel bir misyon meselesi; özellikle Güney Kürdistan siyasetinde her dönem mücadelenin değişmez, mutlak hedefi olagelmiş. Ve Barzani de bu misyonu hemen şimdi hayata geçirme konusunda oldukça inançlı ve heyecanlı görünüyor. Üstelik bu inanç ve heyecan temelsiz de değil. Zira bağımsızlığın Kürtlerin hakkı olduğu konusunda artık bir tartışma yok; tartışma, zamanlama konusunda…Hal böyleyken, Barzani’nin bağımsızlığı iç siyasetin bir aracı olarak kullanmaktan çok, iç siyasete kurban etmeme kararlılığı gösterdiğini söylemek daha doğru olur.
Kürdistan Bölgesi’nde bağımsızlık için bir referandum yapmak bakımından anayasal hukukî durum nedir? Irak Anayasası’nda ya da iç hukukta bağımsızlık için referandum yapmaya imkân tanıyan bir durum söz konusu mu? Değilse referandum bir siyasi karar alma meselesi olarak mı değerlendirilmekte?
2005 yılında kabul edilen Irak Anayasası Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni federal Irak devleti içinde federe bir devlet olarak tanır. Yani Bağdat merkezli federal devlet, Erbil merkezli federe devlet üzerinde hiyerarşik veya vesayet yetkisi kuramaz. Kürdistan Bölgesel Yönetimi anayasal ve yasal belgeler çıkarma yetkisine sahiptir ve bu haliyle “kendi kaderini tayin hakkı” da ilkesel olarak vardır denilebilir. Ancak, bu hak 2005 Irak Anayası’nda açıkça ifade edilmez. 2005 Irak Anayası’nda referandum yalnızca 140. maddede hükme bağlanır. O da ‘tartışmalı alanlar’da yönetimin kime bağlanacağı konusunda 2007 yılında bir referendum yapılmasını öngörür, ki biliyorsunuz bu hala hayata geçirilmedi…
Bugün Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık talebinin meşruiyeti temelde sözkonusu ilkesel varsayıma dayanmaktadır diyebiliriz. Öte yandan, Bağdat’ın yine 2005 Anayasası gereği Irak bütçesinden Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne aktarmayı taahhüt ettiği %17’lik payı vermemesi de bir başka hukuki gerekçe olarak kabul edilebilir. Ama hiç kuşkusuz en son tahlilde bağımsızlık siyasi bir karar olacaktır.
Daha somut olarak sormak gerekirse, Kürdistan’da referandum kararını kim ya da kimler verecek? Ortada işleyen bir parlamento olmadığına göre Kürdistan Bölge Başkanı’ nın tek başına bir referanduma gitme kararı verme yetkisi yasal/anayasal açıdan söz konusu mu? Süreç bu açıdan nasıl işleyecek?
Kürdistan Bölgesel Yönetimi kendi anayasasını oluşturma sürecini tamamlayamadı; anayasa metni bir tasarı olarak kaldı. Bu durumun doğurduğu yasal boşluk, Kürdistan iç siyasetinde sürekli kriz yaratıyor. Örneğin 2015 yılından bu yana Mesud Barzani’nin Başkanlık süresi konusunda yapılan tartışmalar da bu yasal boşluktan kaynaklanıyor.
Başkanlık yasasında bölge başkanının süresi 4 yıl olarak ifade ediliyor ve ikinci bir dönem için seçilebileceği belirtiliyor. Ancak, başkanın ikinci bir dönem için daha kaç kere seçilebileceği belirtilmiyor. Yani yoruma açık bir durum sözkonusu.
Bu çerçevede referandum süreci de benzer bir yetki krizine gebe görünüyor… Güney Kürdistan’daki keskin siyasi kutuplaşma dikkate alındığında, bağımsızlık gibi hayati bir konu için gidilecek referandum meselesinde siyasi partiler arasında güçlü bir siyasi mutabakat ihtiyacı meselesine ne dersiniz? Aynı anlamda olmak üzere Güney Kürdistan’da bağımsızlık konusunda güçlü bir siyasi iradeden söz edilebilir mi, değilse ne yapmalı?
Yukarıda da söylediğim gibi bağımsızlık konusunda siyasi bir mutabakatın olmayışı referandumun ertelenmesinin en önemli nedenlerinden biri. Bu mutabakat sağlanmadan yapılacak bir referandum ciddi siyasi riskler taşıyor. Ancak, KDP içinde bu riskleri göze almaya hazır, hatta Süleymaniye’yi Bağımsız Kürdistan sınırları dışında bırakma pahasına referandumun yapılmasından yana olanlar var… Sonuçta mevcut siyasi krizin aşılması için çabalar sürüyor. Bu çabalara en büyük desteği veren de başta ABD olmak üzere Batı. Zira Kürdistan siyasetinde istikrarın sağlanması bugün bölge güvenliği açısından bir önkoşul haline geldi. Ama bu çabaların aynı anda bağımsızlığa giden bir referandumun yolunu da açıp açmayacağı meçhul… Bu açıdan bakıldığında, Kürdistan’ın bağımsızlığı önündeki en büyük engelin bizzat Kürtler, ya da daha açık bir ifadeyle Kürtler arasındaki birlik sorunu olduğunu iddia etmek yalnış olmaz.
Bir yazınızda “Post-IŞIİD dönemin hazırlıkları hız kazanırken, Irak Kürdistanı’nda takvimler bir kez daha bağımsızlık ilanına ayarlandı…” http://www.artigercek.com/kurdistanin-bagimsizligi-sengal/ tespitinde bulunuyorsunuz. Sizce bağımsızlığın ilanı meselesinde gelinen durum nedir, okuyucularımızı bu konuda aydınlatabilir misiniz?
Şu bir gerçek ki, Irak diye bir devlet yok artık. 2003’te Irak devleti çöktü ve yerine yenisi inşa edilemedi. Bugün Irak’ı hala bir devlet olarak varsaymamızı sağlayan dışarda uluslararası toplumun sağladığı destek, içerde ise Kürtlerin Irak bütünlüğü içinde kalması…
Nihayetinde IŞİD Musul’dan çıkarılabilir, ancak bir devletin yokluğunda bu topraklarda başka bir isimle yeni bir tehdidin ortaya çıkması kaçınılmaz. Ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlık ilanıyla aslında ‘biz artık Irak’la kader ortaklığı yapmak istemiyoruz’ diyor; bugününün ve geleceğinin bu belirsizlik ve istikrarsızlık ortamına mahkum edilmesine itiraz ediyor. ‘2003’ten bu yana yeni bir Irak kurulması için üstümüze düşeni yaptık ama olmadı, artık kendi yolumuza gitmek istiyoruz’ diyor… Bu bağlamda, Başbakan Neçirvan Barzani Musul Operasyonu’na peşmergenin verdiği desteğin ‘Irak için yapılan son fedakarlık’ olduğunu açıklamıştı. Musul Operasyonu aynı zamanda bağımsız bir Kürdistan’ın sınırları üzerinde varılan mutabakatı da yansıttı. Örneğin ‘tartışmalı alanlar’ konusu Musul Opreasyonu’yla birlikte bir referandum meselesi olmaktan çıkıp Bağdat ve Erbil arasında siyaseten çözüldü. Gelinen bu aşamada artık bağımsızlığın hukuki bir çerçeveye oturması için geriye sayım başladı denilebilir. Ancak, bu sonuç ne zaman alınır kestirmesi güç…
Bir dönem önce Neçirvan Barzani yaptığı bir açıklamasında bağımsızlık meselesini Bağdat ile açıkça gündeme getirdiklerini söylemişti. Siz tabloyu bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz? Güney Kürdistan’ın bağımsızlık ilanının Bağdat ile kavga olmadan, barışçıl yöntemlerle aşılabileceğini öngörüyor musunuz?
Ben bugün Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda Bağdat’ın bir engel oluşturduğunu düşünmüyorum. Zira Bağdat’ta, Meclis’te, örneğin neden Bağdat bütçesinden hala Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne %17 gibi bir kaynak aktarıldığını sorgulayanlar var… Mesele Kürtlerin kendi arasındaki birlik sorunu ve Bağımsız bir Kürdistan’ın diğer Kürdistan parçalarına olası etkileri; daha doğrusu etkisinin mevcut durumda öngörülememesi… Bu bağlamda Suriye ve Türkiye ölçeğinde olacakların Bağdat’ın diyeceklerinden daha belirleyici olacağını söylemek yanlış olmaz.
Gelelim Şengal meselesine… Şengal’de, PKK’nin ya da başka güçlerin müdahalelerinden bağımsız olarak, hatta 2014 yılında IŞİD’in saldırısı karşısında yalnız bırakılmaktan kaynaklanan travmadan da bağımsız olarak Êzdi toplumunun Kürdistan Yönetimi’ne dönük bir güven sorunu yaşadığına ilişkin iddialar var. Sizin bu konudaki gözleminiz nedir? Kürdistan Bölgesi sınırları içindeki Şengal’e söz gelimi özerk bir statünün tanınması yönündeki yaklaşımlara ne dersiniz?
Kürdistan Bölgesel Yönetimi 2003 yılından bu yana Şengal’e siyasi yatırım yapıyor. Ancak bu çabalarının karşılığını aldığı söylenemez. Zira Arap milliyetçiliğinin Şengal’de güçlü bir zemini var. Şengal Araplaştırma politikalarının en erken başladığı ve görece başarılı olduğu bir bölge. Şengal’in bir başka zorluğu ise siyasi olarak Irak sınırları içinde yer almasına rağmen coğrafi olarak Suriye içinde bulunması. Şengal’de ticaret, kültürel ilişkiler daha çok Suriye üzerinden gelişmiş ve bu durum Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin sözkonusu süreçte Şengal’e nufuz etmesini zorlaştıran bir başka faktör olagelmiş.Nihayetinde 2014 IŞİD saldırısı sırasında yaşananlar ise kırılma noktası… Ama şunu da unutmamak gerekiyor ki, bugün Şengal nüfusunun %80’i Güney Kürdistan şehirlerinde yaşıyor. Yani bu kırılmanın ardından bir kopuş yaşanmadı. Tam tersi, açılan yaraların sarılması konusunda Kürdistan Bölgesel Yönetimi büyük çaba gösterdi ve hala da göstermeye devam ediyor.
Şengal’e özerk bir statünün tanınması ise yalnızca Şengal’de yaşayan Ezidilerin iradesiyle ilgili bir konu değil; Irak’ın bir bütün olarak geleceğine bağlı. Bu bağlamda da bağımsız bir Kürdistan kurulduğunda Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin mevcut de facto kontrolünün siyasi bir nitelik kazanması kaçınılmaz görünüyor.
Şengal’de PKK ile bir çatışmayı kaçınılmaz mı görüyorsunuz? Örneğin ABD’nin aktif girişimleri ve desteğiyle ya da diyalog ile PKK’nin Şengal’den çıkartılması düşünülemez mi
Şengal’de PKK ile bir çatışmanın kaçınılmaz olacağını söylemek doğru olmaz. Zira bugüne kadar bir çatışmaya girmeden gelinebildi. Ben zaten KDP’nin de Şengal’de PKK varlığına karşı olduğunu düşünmüyorum. En azından bölgede yaptığım araştırmalara ve gözlemlerime dayanarak itirazın PKK’nin Şengal’deki askeri varlığına olmadığını söyleyebilirim. Sorun PKK’nin kurduğu siyasi ilişkilerde görülüyor. Şu çok açık ki, KDP için bugün en yakın tehdit İran. Ve PKK’nin İran’la kurduğu yakın ilişki KDP’nin İran tehdidiyle başetmesini güçleştiriyor. Bu açıdan bakıldığında asıl baskının PKK’nin Şengal’den çıkmasından çok İran ile ilişkileri konusunda yapıldığını söylemek yerinde olur.
Yakın bir zamanda YNK Polit Büro Sekreteri Mele Bahtiyar bir açıklamasında Şengal’de PKK ile yaşanan gerilimden yola çıkarak olası bir çatışmada PKK ile KDP arasında taraf tutmayacaklarını ifade etti. YNK’nin bu yaklaşımını; Şengal meselesini Kürdistan meselesi olarak değil de KDP meselesi olarak nitelendirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle de bağımsızlık sürecinin Güney’de güçlü bir ulusal ittifakı yakıcı kıldığı bir dönemde…
Şengal meselesi KDP ve PKK arasında bir anlaşmazlık/çatışma gibi görünse de aslında tam da bir Kürdistan meselesi. Çünkü meselenin özü Kürdistan’da Kürtlerin iktidarlaşması. 1990’larda benzer bir süreç yine çatışmalara neden olmuştu ve taraflar ABD’nin öncülük ettiği bir güç paylaşımı anlaşmasında uzlaşmıştı. Öyle anlaşılıyor ki, tarih bu kez Suriye Kürdistanı’nı da içine alarak tekerrür edecek. Zira Kürt partileri kendi aralarında anlaşma sağlama becerisini ne yazık ki gösteremiyorlar.
Son olarak birbiriyle bağlantılı iki soru. İlki şu; Son dönemde ABD’nin Rakka operasyonuna Roj Peşmergesi’ni de katacağı yönünde iddialar söz konusu. Rakka operasyonuna katılacak Roj Peşmergesi’nin uzun vadede Batı-Rojava Kürdistanı’nda konuşlandırılacağı muhakkak. Böyle bir sürecin ise Rojava’da PKK-PYD’nin siyasi ve askeri tekelinin kırılmasıyla sonuçlanacağını öngörmek zor değil. Öte yandan Şengal’deki gelişmeler bağlamında “ABD’nin…Post-IŞİD sürecinde özellikle İran’la işbirliği yapan Kürtlere silah doğrultulmaması konusunda kendini çok yormayacağını” ifade ediyorsunuz. Bu iki gelişmeyi birlikte değerlendirdiğimizde nasıl bir tablo öngörüyorsunuz? ABD’nin PKK’nin Güney ve Batı Kürdistan’daki etkinliğini tırpanlamaya dönük bir operasyon içinde olduğunu söyleyebilir misiniz?
ABD’nin PYD’nin kuruluş aşamasında taşıdığı niyeti 2012 yılında Radikal 2’de kaleme aldığım ‘PYD Hakkında Bilmediklerimiz’ başlıklı yazımda anlatmıştım. Daha sonra ‘Atruş’tan Maxmur’a: Kürt Mülteciler ve Kimliğin Yeniden İnşası’ kitabımda da ayrıntılarına yer verdim. Burda özetle ifade etmek gerekirse,ABD için PYD’nin kuruluşu aslında PKK’nin tasfiyesi projesinin bir parçasıydı. Ama bu proje 2000’lerin başında rafa kalktı..
Suriye krizinde PYD’nin özellikle IŞİD karşısında gösterdiği başarı bir bakıma ABD için bu yarım kalan projenin devam ettirilmesi imkanı doğurdu. Zira ABD PKK’yi ‘terörist bir örgüt’ olarak tanıdığını her ırsatta söylemekten vazgeçmedi ama yine her fırsatta PYD’yi PKK’den ayrı tuttuğunu da ekledi. Bu ayrımın, IŞİD’le mücadelenin öncelik kabul edildiği bir süreçte sahada ne kadar gerçeği yansıtp yansıtmadığı gözardı edildi. Ancak, artık siyasi çözüm aşamasına yaklaşırken durum giderek farklılaşıyor. Bana göre Şengal de bu farklılaşmanın ilk işareti. Nihayetinde Şengal, Kandil ve Rojava arasında coğrafi bir eşik. Ve ABD 2015 Şengal’i Özgürleştirme Operasyonu başladığında peşmerge güçlerinden yana açık bir tavır alarak bugünlerin işaretini vermişti. Öte yandan bir başka farklılaşma da ABD’nin İran siyasetinde görülüyor. Obama Yönetiminden farklı olarak Trump İran’ı bir tehdit olarak tanımlıyor ve öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki dönem İran’ın Suriye ve Irak’ta sınırlandırılması/çevrelenmesi öncelikli hedef olacak. Bu bağlamda hem PKK-PYD ilişkisi hem de PKK’nin İran’la kurduğu ilişkiler üzerinde ABD’nin bir baskı kurması kuvvetle muhtemeldir. Günün sonunda, yalnızca Kandil’de mevcut bir PKK varlığı ABD için en ideal durum olacaktır.
DENG Dergisinin 105. sayısından alınmıştır.