Bağımsız Cumhurbaşkanı Adayı Çetin Eren, Kürt sorununun çözümünün Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkından geçtiğini söyledi.
Emekçilerin Seferberliği İçin Bağımsız Cumhurbaşkanı Adayı Çetin Eren, Mayıs ayında yapılması beklenen seçim kampanyası çalışmalarını sürdürüyor.
Eren, Cumhur, Millet ve Emek ve Özgürlük ittifaklarından ayrı olduklarını ifade ederek, düzen partileriyle uzlaşmayı reddettiklerini belirtti.
Emekçilerin Seferberliği İçin Bağımsız Cumhurbaşkanı adayı Çetin Eren seçim çalışmaları kapsamındaki yol haritasında bazı tabuları kırarak, Kürtçenin Türkiye’de resmi dil olmasını, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını ve Kürdistan Bölgesi’nin Irak’tan ayrı kendi egemenliğini ilan etmesini istiyor.
Kürtlerin, emekçilerin ve ezilenlerin hakkını savunan tek seçim çalışması yapanların kendileri olduğunu ifade eden Eren, kimlikleri, dilleri, kültürleri inkar edilmiş Kürtlerin ve diğer halkların hakları için mücadele edecekleri vurgusunu yaptı.
Emekçilerin Seferberliği İçin Bağımsız Cumhurbaşkanı adayı Çetin Eren K24’ün sorularını yanıtladı.
Sizin Cumhur, Millet ile Emek ve Özgürlük İttifakları ve diğer partilerin cumhurbaşkanı adaylarından nasıl bir farkınız olacak?
Kendimizi Cumhur İttifakı’ndan ayırt etmeyi zül addederim. Onlar ne savunuyorsa tam tersini savunuyoruz demeyi yeterli görüyorum. Cumhur İttifakı’nın hedef tahtasında olanlar bizim dostlarımızdır. Onların ortakları da bizim karşımızdadır. Zira biz emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, LGBT+’ların sesini yükseltelim diye yola çıktı. Onlarsa bu sesi kesmek istiyorlar.
Kendimizi Millet İttifakı’ndan ayırt etmemiz de zor değil. Zira bugün kendini Altılı Masa olarak takdim eden bu topluluk hükümetin hasımı değil rakibidir. En az Cumhur İttifakı kadar 12 Eylül’cüdür. Bugün de Kılıçdaroğlu’nun “Yeni AKP eski CHP’ye benziyor” demesinden anlaşılacağı üzere Altılı Masa eski AKP olma iddiasındadır. HDP’nin kapatılmasına ses çıkaramayanların, Demirtaş’a “kanlım” diyenlerin, vekillikleri elbirliği ile düşürenlerin, her işgalde “Askerimizin ayağına taş değmesin” temennilerinde bulunanların topluluğudur. Erdoğan’ı yeterince NATO’cu olmamakla eleştirenler, IMF uzmanlarına ekonomi programı hazırlatanlar onlardır. Sadece Kürtlerin değil göçmenlerin de düşmanıdırlar, “Hepsini ülkelerine yollayacağız” kampanyası da onların marifetidir.
Emek Özgürlük İttifakı yahut Sosyalist Güç Birliği ile aramızdaki farkları sıralamaya gerek var mı bilmiyorum. Zira seçimlere bu kadar az zaman kalmışken bu ittifakların ne yapacağını, aday çıkarıp çıkarmayacağını, aday çıkaracaklarsa bu adayın seçimlere katılıp katılmayacağını, geçelim bu ittifakın destekçilerini, bileşenleri dahi bilmiyor. Ama doğrusu, bu ittifakların seçimin birinci turuna katılıp katılmayacağının pek bir önemi yok. Zira bizimle bu ittifaklar arasındaki asıl fark, kendilerine atfettikleri değerler ne olursa olsun, bu iki ittifakın da seçimlerin ikinci turunda Altılı Masa’ya destek verecek olmaları. Düzen partileri ile uzlaşmayı reddeden, her iki turda da düzen partilerine oy vermeyeceğini peşinen ilan eden tek seçim çalışması, Emekçilerin Seferberliği İçin Bağımsız Aday olarak, bizim çalışmamızdır. Tam da bu nedenle seçimlerin iki turunda da düzen partilerini desteklemeyeceğini ilan eden bir aday çıktığında, kendimizi geri çekip o adayı destekleyeceğimizi en baştan ilan etmiştik.
Bununla birlikte elbette kendi çalışmamızı sadece başkalarının yapmadıkları üzerinden tanımlamıyoruz. Bizim çalışmamızın ayırt edici özelliklerini şu şekilde özetlemek mümkün: Türkiye’de bugünkü hükümetin seçimlerle gideceğini bekleyenlerin daha çok bekleyeceğini söylüyoruz, seçimleri kitlesel bir emekçi seferberliğinin kaldıracı olarak kullanmak gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’deki Erdoğan sorununun bir rejim ve anayasa sorunudur. Yeni bir anayasanın nasıl yapılacağını söylemeyenler Erdoğan sorununu çözemez. Yeni bir anayasa ancak kendini 12 Eylül rejiminin kurum ve kurallarıyla sınırlamayan bir kurucu meclisle yapılır. Bugün emekçi ve ezilenleri harekete geçirmek isteyenlerin görevi seçimlere dair toto oynamak değil, bu kurucu meclisin toplanması için mücadele etmektir. Seçim kampanyasında altını döne döne çizdiğimiz noktalardan birisi de bu.
Yol haritanız nedir?
Seçim çalışmamız boyunca nasıl bir demokrasi istediğimizi de anlatıyoruz. Söze “Bize Gereken Demokrasi 12 Eylül’ün Sınırlarına Sığmaz!” diye başlıyoruz. Sığmaz çünkü biz Kürt ulusuna kendi kaderini tayin hakkı istiyoruz, sınırsız grev hakkını ve sendikalaşmayı savunuyoruz, Diyanet’in kapatılması gerektiğini söylüyoruz. Savaş politikalarının böyle bir silahlı kuvvetlerle ve güvenlik teşkilatıyla durdurulamayacağını belirtiyoruz. Bugünkü rejime sadakat yemini edenler NATO’dan ve tüm emperyalist kurumlardan çıkabilir, devletlerarası tüm gizli antlaşmaları açıklayabilir mi? Biz “Tüm siyasi tutsaklara özgürlük!” diyoruz. Bu sıraladıklarımız demokratik bir Türkiye’nin olmazsa olmaz koşullarıdır. Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci ve ikinci turunda Millet İttifakı’nın yanında yöresinde yer almayı planlayanların bu temel koşulları sıralamayı bize bırakması sürpriz değil.
Kürt seçmen neden size oy versin?
Kürt seçmenin önemli bir bölümünden destek imzası da oy da istemiyoruz. Zira sizin Kürt seçmen olarak tanımladığınız kesimlerin önemli bir bölümü Kuzey Kürdistan’da yaşıyor. Bize kalırsa Kuzey Kürdistan emekçilerinin sandığa gitmesini gerektirecek ilk seçim, onlar kendi kaderlerini tayin ettikten sonra gerçekleşecek seçimdir. Şüphesiz Kürt ulusunun söz konusu parçasına, bizim Türkiye’den boykot çağrısında bulunmamız da doğru olmaz. Kendi tercihleridir, dileyen dilediği gibi oy kullanır. Ama biz Kuzey Kürdistan’dan geçelim tek bir oyu, tek bir destek imzası bile istemiyoruz.
Türkiye’de, yani İstanbul’da, İzmir’de, Adana’da, Mersin’de yaşayan Kürtlere gelince… Elbette hepsinin desteğini bekliyoruz, destek verilecek yegane gücün kendimiz olduğunu söylüyoruz. Zira Cumhurbaşkanlığı seçiminde açıktan “Kürtlerin esareti işçilerin esaretidir” diyen sadece biz varız. Düzen partilerinin yanına yanaşma zorunluluğu hissetmediğimiz için bu çıplak gerçeği eğip bükmeden söyleyebiliyoruz.
Daha önemlisi biz Kuzey Kürdistan’ın dışına, Türkiye’ye göçmüş Kürtlerin, bir seçmen olmanın çok daha ötesinde bir nitelik taşıdığının, emekçi ve ezilenlerin en militan, en birikimli ve en örgütlü gücünü oluşturduğunun farkındayız. Bu kesimleri “Oyumu almak için bana ne vaat ediyorsunuz?” sorusunu soran dar kafalı bir seçmen statüsüne indirgemek Kürt gerçeğini tanımamak, göçmen Kürtlerin Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin motor gücü olduğunu fark etmemek anlamına gelir. Bu durum sadece Türkiye için değil Kürtlerin göçtükleri neredeyse her yer için geçerlidir. Göçmen Kürtler Türkiye işçi sınıfının bir parçası olduğu gibi, örneğin son Paris isyanının da gösterdiği gibi, Fransa işçi sınıfının da bir parçasıdır. Her iki yerde de Kürtler, sınıfın en ileri kesimleri, demokrasi mücadelesinin öncülüğüne soyunması gereken güçlerdir. Bu bakımdan Türkiye’de emekçiler ve ezilenlerin seferberliğini savunan tek seçim çalışması olan çalışmamızın yolu göçmen Kürt emekçileriyle kesişiyor.
İstanbul Sözleşmesi’ni tekrar yürürlüğe sokacak mısınız?
Emekçilerin yönettiği, egemen olduğu demokratik bir Türkiye’nin Çetin Eren’in cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasıyla kurulmayacağını bildiğimiz için, “Çetin cumhurbaşkanı olunca…” diye başlayan hayaller yaymıyoruz. Gel gelelim, emekçilerin ve ezilenlerin yönettiği bir Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nin yeri yoktur. İstanbul Sözleşmesi de Türkiye Cumhuriyeti’nin imzaladığı diğer uluslararası sözleşmeler gibi çerçevesini emperyalistlerin çizdiği, güvencesini emperyalistlerin üstlendiği sözleşmelerdir. Kadınların kurtulmasını, “nefes alması”nı bu sözleşmelere bağlı tartışmak ideolojik ve politik olarak emperyalizme teslimiyettir. Bu maneviyat bozukluğuna ve siyasi teslimiyete karşı durmamız şart.
Kadınların ve LGBT+’ların en basit bir kazanımı için, yani İstanbul Sözleşmesi altında sözüm ona güvence altına alınan, haklarının yüzde birinin elde edilmesi için gerekli olan emperyalistlerin denetimi değildir. Gerekli olan emekçilerin egemenliğidir.
Bu nedenle kadınların ve LGBT+’ların kurtuluşu için İstanbul Sözleşmesi’ne değil, emekçilerin egemenliğine ihtiyacımız var. Söz konusu kurtuluş için, ailenin ve genel ahlakın korunması adı altında, cinsiyetçi işbölümünü ve değer yargılarını dayatan tüm yasaların çöpe atılması şarttır. Kadınlar, LGBT+’lar kendi güvenliklerini bizzat içinde yer aldıkları iktidar organları aracılığıyla, yine bizzat içinde yer alacakları mahkemeler ve silahlı kuvvetler aracılığıyla kendileri sağlamalıdır. Bu kurtuluş yolunu hayalperestlik olarak tanımlayıp ABD’yi, Fransa’yı ve diğer devletleri kadınların kurtarıcısı uluslararası kamuoyu olarak kabul etmek acizliktir. Bu acizliği hiçbir zaman, hiçbir koşulda kabul etmeyeceğiz.
Kürt sorunun çözümüne yönelik somut projeleriniz var mı? Kısaca özetlemeniz mümkün mü?
Türkiye’de tek bir Kürt sorunu yok. Kürt sorunu olarak kodlanan iki ayrı sorun bulunuyor. Bu iki sorunun da yine iki ayrı ve birbiriyle bağlantılı iki “somut” çözümü var. Bunlardan biri coğrafi sınırları belli olan bir egemenlik sorunudur. Bu sorunun çözümü, amasız fakatsız, “Simdi sırası değil”siz, “Hele önce bir şunu yapalım”sız Kürt ulusunun kendini kaderini tayin hakkından geçer. Bu hakkı tanımak Türkiye’de demokrat olmanın önkoşuludur.
İkinci sorun ise Türkiye’ye göçmüş Kürtlerin kültürel sorunudur. Türkiye Cumhuriyeti Kürt kimliğinin inkarı üzerine kurulmuştur. Demokratik bir Türkiye için bu toprakların Türkçü vurgulardan tümüyle arındırılması, hangi kökenden olursa olsun emekçilerin ve ezilenlerin kardeş olduğunu savunan bir anayasal ve kurumsal çerçeveye kavuşması şarttır. Başta Kürtler olmak üzere tüm inkar edilmiş kimliklerin kendi dillerini ve kültürlerini yaşatma ve geliştirme imkanına kavuşması da gerekir. Bu kimliğin taşıyan kesimlere ve örgütlere de her anlamda pozitif ayrımcılıkla destek vermek gerekir.
MEB’in bünyesindeki orta dereceli okullarda (5,6,7 ve 8. sınıflar) yaşayan diller ve lehçeler kapsamında Kürtçenin seçimi için Kürtler kampanya düzenliyor. Bu konuda bir mesajınız ve katkınız olacak mı?
Kendi kimlikleri yaşatmak için ölümüne bir mücadeleye girmiş Kürtlerin bu doğrultuda attıkları her adım meşrudur. Kürtlerin hayatın her alanında saldırı altında bulunduğu koşullar altında onların attığı adımları eleştirmeyi aklımızdan bile geçirmeyiz. Ancak emekçi düşmanı devletin verdiği sosyal bilgiler, vatandaşlık bilgisi, insan hakları, ahlak bilgisi dersleri nasıl bu derslere girenlerin demokrasi yahut sınıf bilincini arttırmayıp onları daha ahlaklı hale getirmiyorsa, devletin sunduğu seçmeli Kürtçe dersi de asimile edilmeye çalışılan Kürtlerin kültürel kimliklerini korumaya hizmet etmeyecektir. İnkar üzerine kurulu bu devlet Kürtçe öğretemez, öğrettiği Kürtçe de Kürt’e kendi kimliğini keşfetme ve koruma yönünde bir fayda sağlamaz.
Kürtçe seçmeli dersler için düzenlenen kampanyayı asimilasyona yönelik bir tepkinin ifadesi olarak görüyoruz. Dileyelim ki bu tepki Kürtlerin kendi topraklarında egemen olma, Türkiye’de ise her kimlikten emekçiyle birlikte emekçilerin iktidarını kurma mücadelesine evrilsin. Kürtlerin asimilasyonu ancak bu egemenlik koşulları sağlandığında durdurulabilir.
Kürtçenin okullarda tam eğitim dili ve resmi dairelerde resmi dil olarak yer alması için çalışmalarınız olacak mı?
Kürtlerin kendi topraklarında hangi dilde eğitim göreceklerine bırakalım o topraklarda yaşayanlar karar versinler. İster Kürtçe eğitim yaparlar ister İngilizceyi zorunlu dil ilan ederler. Egemen olmak eğitim dilinin ne olacağına kimseye sormadan karar verebilmek demektir.
Türkiye’ye geldiğimizde, demokratik bir Türkiye’nin olmazsa olmaz koşullarından biri Kürtçenin resmi dillerden biri olmasıdır. Milyonlarca Kürt emekçinin, kendi anadilinde kamu hizmeti görememesi en hafif ifadeyle zalimliktir, Kürt’ü sömürülenin en çok sömürüleni, ezilenin en çok ezileni yapan politikaların ayrılmaz bir parçasıdır.
Bununla birlikte okulları ayırmak, emekçileri bölen, onları gettolaşmaya iden gerici bir hedeftir. Doğru olan bu topraklarda yaşayan tüm çocukların ve gençlerin Türkçeyi ve Kürtçeyi zorunlu eğitim dili olarak öğrenerek, Kürtçe ve Türkçe verilen farklı dersleri birlikte alarak kaynaşmalarıdır. Türkiye’deki Arapça konuşan nüfusun hızla artışı bu dillerin arasına Arapçayı eklemeyi de şart koşuyor. Emekçilerin farklı dilleri konuşması bizim zenginliğimizdir. Konuştuğumuz farklı diller bizi bölen değil emekçileri, ezilenleri birbirine bağlayan köprüler olmalıdır.
Seçilmeniz durumunda Kürdistan Bölgesi’yle siyasi ekonomi, kültürel veya diplomatik ilişkiler geliştirmeyi düşünüyor musunuz?
Seçimlere dair görüşlerimi ifade etmiştim. Konuştuğumuz eğer emekçilerin, egemen olduğu bir Türkiye ise, sözünü ettiğini ilişkilerin kurulabilmesi için sadece Türkiye’deki emekçilerin bu doğrultuda adım atması yetmez, aynı zamanda Güney Kürdistan’ın da kendi egemenliğini ilan etmesi gerekir. Bu adım atılmadıkça, adına ne dersek diyelim, hangi niyeti taşırsak taşıyalım, kurulacak ilişki Türkiye ile Kürdistan Bölgesi Yönetimi arasında olmaz, Türkiye ile Irak arasında olur.
Bununla birlikte demokratik bir Türkiye Kürdistan’ın parçalarının kendi egemenliğini ilan etme yönündeki girişimlerine elbette destek vermelidir. Bununla yetinmeyip, Kürdistan’ın farklı parçalarında yer alan halkların ortak sendikalarda, tüketim kooperatiflerinde, ortak kitle örgütlerinde yer alma girişimlerine maddi ve manevi destek vermek de Türkiye’deki emekçi iktidarının boynunun borcudur. Bu yöndeki girişimlere tüm gücümüzle destek vermeye bugünden hazırız.