“Yitik kuşak” olarak küçümsenen, dudak bükülen bu gençlik, derinliklerinde müthiş bir isyan damarını barındırdığını gösterdi. O damarı iyi kollayın, genç yoldaşlarım. Çünkü yakın gelecekte o damara fazlasıyla ihtiyacımız olacak.
Olgularla gençlik ve gelecek(sizlik)[1] -1 /TEMEL DEMİRER
“Gençliğe, yaşlılıktan
çok hürmet etmeliyiz.”[2]
Søren Kiergegaard’ın, “Hayatı ileriye dönük yaşar, geriye dönük anlarız,” uyarısının altını çizerek ekleyelim: “Gençlik ve Gelecek(sizlik)” meselesi, sürdürülemez kapitalizm koşullarında çürümenin diyalektiğinden bağışık ele alınamaz.
“Çürümenin Diyalektiği”ne gelince onu da Hilmi Yavuz’un, ‘Yara Şiirleri’ndeki dizelerinden şöyle aktarabiliriz:
“her şey akıyor
her şey akıyor, panta rei ve irin
akıyor kalbimize, senin ve benim;
yazdıkları taş levha üstüne, kirle
cerahat tarihidir bu ülkenin…
akrep izleri var hüznün altında,
yaramız? yarası sığ, öyle derin;
ne zamandı kuşatıldık kusmukla
utançtır, vuruyor yüzüne gölgelerin…
kimler nasıl bir bozbulanık edindi?
hiç bir şey özlenmiyor! gül öldü…
pis bir şafak, çamur gibi tan yeri;
güneş lağımdan doğuyor, şimdi…”[3]
Evet, evet sürdürülemez kapitalizmin yerle yeksan ettiği yerkürede insan(lık) için parlak bir gelecek, karanlığın dayattığı geleceksizlik içinde boy veriyor. Bu da en güzel çiçeklerin bataklıklar içinde boy vermesine denk düşen inkârın inkârıyla betimlenebilir.
O hâlde gelin “Gençlik ve Gelecek(sizlik)” meselesine dair, insan(lık) için “tek seçenek”(!?) diye sunulan sürdürülemez kapitalizmden kareler aktaralım.
AÇLIK VE VAHŞETİYLE “YDD”
“Yeni Dünya Düzen(sizlik)i” (“YDD”) diye sunulan “küreselleşme”, emperyalizmden başka bir şey değildir…
“YDD”/ küreselleşme (kapitalist emperyalizmin küresel çapta yoğunlaşması, merkezileşmesi; uluslararasılaşması), kapitalizmin gelişme yasalarına dayanmaktadır. Küreselleşmeyi hazırlayan şey, genel olarak kapitalizmin tarihi, özel olarak da kapitalizmin emperyalizm aşamasıdır.
Küreselleşme (uluslararasılaşma), kapitalizmin doğasında yatan bir olgudur. Bunu gözardı eden her türlü analizini yanlış olduğu ve olacağı açık olsa gerek.
K. Marx’ın dediği gibi, “Dünya piyasası yaratma eğilimi doğrudan doğruya sermayenin kavramında verilidir. Her sınır üstesinden gelinecek bir ayakbağıdır.”[4] “Dünya pazarının yaratılması”, “kapitalist üretimin üç temel olgusu”ndan birisidir.”[5] “Kapitalist üretim tarzı… dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı”dır.[6]
Marx’ın dediği gibi, “Dış ticaret olmaksızın kapitalist üretim var olamaz.”[7] “Bizzat dünya pazarı, bu üretim tarzı için temel teşkil eder… bu üretim tarzının, gitgide büyüyen bir ölçekte üretimde bulunma yolunda kendi özünde bulunan zorunluluk, sürekli olarak dünya pazarını genişletme eğilimini yaratır.”[8]
Konu bağlamında, Marx ve Engels’in şu tahlilleri oldukça aydınlatıcıdır ve günümüze de ışık tutmaktadır:
“Burjuvazi, üstünlüğü ele geçirdiği her yerde, bütün feodal, ataerkil, pastoral ilişkilere son verdi. İnsanı ‘doğal efendiler’ine bağlayan çok çeşitli doğal bağları acımasızca kopardı, ve insan ile insanın arasında, çıplak çıkardan, katı ‘nakit ödeme’den başka hiçbir bağ bırakmadı. Dinsel tutkuların, şövalyece coşkunun, dar kafalı duygusallığın kutsal titreyişlerini, bencil hesapların buzlu sularında boğdu. Kişisel değeri, değişim değerine dönüştürdü ve sayısız yok edilemez ayrıcalıklı özgürlüklerin yerine, o biricik insafsız özgürlüğü, ticaret özgürlüğünü koydu. Tek sözcükle, dinsel ve siyasal yanılsamalarla maskelenmiş sömürünün yerine, açık, utanmaz, dolaysız, kaba sömürüyü koydu.”
“… Üretimin sürekli altüst oluşu, bütün toplumsal koşullardaki kesintisiz sarsıntı, sonu gelmez belirsizlik ve hareketlilik, burjuva çağını bütün öncekilerden ayırdeder. Bütün sabit, donmuş ilişkiler, beraberinde getirdikleri eski ve saygıdeğer önyargılar ve görüşler ile birlikte çözülüyorlar, bütün yeni-oluşmuş olanlar kemikleşmeden eskiyorlar. Yerleşmiş olan ne varsa lanetleniyor, ve insan, kendi toplumsal durumlarına ve karşılıklı ilişkilerine sonunda ayık kafa ile bakmak zorunda kalıyor.
“Ürünleri için sürekli genişleyen bir pazar gereksiniminin itmesiyle, burjuvazi, yeryüzünün dört bir yanına yayılıyor. Her yerde tutunmak, her yere yerleşmek, her yerde bağlantılar kurmak zorundadır.
“Burjuvazi, dünya pazarını sömürüsüyle, her ülkedeki üretime ve tüketime kozmopolit bir nitelik verdi. Gericileri derin kedere boğarak, sanayinin ayakları altından, üzerinde durmakta olduğu ulusal temeli çekip aldı. Eskiden kurulmuş bütün ulusal sanayiler yıkıldılar ve hâlâ da her gün yıkılıyorlar. Bunlar, kurulmaları bütün uygar uluslar için ölüm-kalım sorunu hâline gelen yeni sanayiler tarafından, artık yerli hammaddeleri değil, en ücra bölgelerden getirilen hammaddeleri işleyen ve ürünleri yalnızca ülke içinde değil, yeryüzünün her kesiminde tüketilen sanayiler tarafından yerlerinden ediliyorlar. Ülkenin üretimiyle karşılanan eski gereksinimlerin yerini, karşılanmaları uzak ülkeleri gerektiren yeni gereksinimler alıyor. Eski yerel ve ulusal yalıtımın ve kendi-yeterliliğin yerini, ulusların çok yönlü karşılıklı-ilişkileri, evrensel karşılıklı-bağımlılığı alıyor. Ve maddi üretimde olan, zihinsel üretimde de oluyor. Tek tek ulusların zihinsel yaratıları, ortak mülk hâline geliyor. Ulusal tek yanlılık ve darkafalılık giderek olanaksızlaşıyor ve sayısız ulusal ve yerel yazınlardan ortaya bir dünya yazını çıkıyor.
“Burjuvazi, bütün üretim araçlarındaki hızlı iyileşme ile, son derece kolaylaşmış iletişim araçları ile, bütün ulusları, hatta en barbar olanları bile, uygarlığın içine çekiyor. Metaların ucuz fiyatları, bütün Çin setlerini yerle bir eden, barbarların inatçı yabancı düşmanlığını teslim olmaya zorlayan, ağır toplar oluyor. Bütün ulusları, yok etme tehdidiyle, burjuva üretim tarzını benimsemeye yani bizzat burjuva olmaya zorluyor. Tek sözcükle, kendi imgesinden bir dünya yaratıyor.
“Burjuvazi, kırı, kentin egemenliğine soktu… Kırı nasıl kentlere bağımlı kıldıysa, barbar ve yarı-barbar ülkeleri de uygar olanlara, köylü ulusları burjuva uluslara, Doğuyu Batıya bağımlı kıldı.”[9]
“YDD”/ küreselleşme diye sunulan vahşetin çerçevesi “kabaca” budur ve “YDD”/ küreselleşme konusunda ettiğiniz her söz sürdürülemez kapitalizme mündemiçtir.
Kim ne deyip, nasıl sunmaya kalkışırsa kalkışsın “YDD”, Honoré de Balzac’ın, “Her büyük servetin altında büyük bir suç vardır,” sözünü anımsatan, tarihin tanık olduğu en büyük eşitsizliktir!
Örneğin ‘Bloomberg Milyarderler Endeksi’ne göre, 100 zengin kişinin 2012’de servetlerini 241 milyar dolar artırarak, 1.9 trilyon dolara ulaştırdığı yerkürede ekonomik büyüme sermaye sahibi azınlığı ve bir bütün olarak oligarşiyi daha da zenginleştirirken, geniş kitleleri yoksullaştırıp, doğa tahribatını derinleştiriyor ve canlı yaşamı tehlikeye atıyor.
Özellikle 1980 dönemeciyle neo-liberal küreselleşmenin dayatıldığı yaklaşık son 30 yılda, artık tüm gösterge ışıkları kırmızıya dönmekte. Küresel oligarşi giderek zenginliğin daha büyük bölümüne el koyuyor. Dünya’nın en zengin yüzde 1’i gelirin yüzde 14’ünü alırken en yoksul yüzde 20’ye sadece yüzde 1’i düşüyor. En zengin 200 kişinin 2.7 trilyon dolarlık serveti var, bu miktar 3.5 milyar insanın gelirinden fazla… 3.5 milyar insanın toplam geliri 2.2 trilyon dolar… Dünya’da 1226 dolar milyarderi ve 29 milyon dolar milyoneri var. Milyarderlerin 425’i, milyonerlerin de yüzde 42’si [12 milyon 160 bin] ABD’de. Artık oligarşi küresel ve milyarder ve milyonerlerler de her yerde… Çin’de 1 milyon milyoner var. Toplamın yüzde 3.4’üne sahip. Onu Hindistan, Brezilya ve Türkiye takip ediyor. Türkiye 38 milyarderle ligde önemli bir yere sahip… Piramidin tepesindeki dar oligarşiyi dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unu oluşturan zengin orta sınıf takip ediyor. Orta sınıf da dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 25’ini oluşturuyor. Çoğu Güney’de [Asya, Afrika, Latin Amerika] olmak üzere, yoksullar dünya nüfusunun yüzde 45’ini oluşturuyor ki, bu nerdeyse her iki kişiden birinin yoksulluk içinde yaşıyor olması demek… Bir tarafta aşırı zenginlik ve israf, diğer tarafta aşırı yoksulluk ve sefalet ve tabii zihinlere durgunluk veren doğal çevre tahribatı… İşte büyüme, kalkınma, ilerleme şarkılarının hâlâ yüksek sesle söylenmeye devam edildiği dünyanın manzarası böyle…
Neo-liberal politikaların dayatılmaya başlandığı 1980 sonrasında emekçi sınıfların pazarlık gücü zayıfladı. Kârlar artarken ücretler düştü, sosyal harcamalar ve kamu harcamaları kısıldı. Mülk sahibi egemen sınıfla ezilen ve sömürülen sınıflar arasındaki gelir uçurumu büyüdü. Fakat hepsi bu kadar değil. Zenginler kulübünde de bir değişim yaşandı. Zenginler içinde en zenginlerin gelir ve servetinde devasa artışlar oldu. Başka türlü ifade edersek, uygulanan anti-sosyal neo-liberal politikalar sonucu bir bütün olarak zengin sınıfın geliri artarken, en zenginlerle diğerleri arasındaki fark büyüdü. Bir fikir vermek için mesela ABD’de, 1980 – 2000 aralığında, en zengin yüzde 1’in ulusal gelirden aldığı pay yüzde 8’den yüzde 16’ya yükseldi. Oysa zengin yüzde 10’un ulusal gelirden aldığı pay aynı dönemde yüzde 25’den yüzde 27’ye yükseldi. Bu eğilim sadece emperyalist ülkeler için değil, Çin, Hindistan gibi “yükselen ülkeler” için de geçerliydi. Tabii Türkiye ve benzerlerinde de… Çin’de hâlen 2003’de sadece 3 milyarder var iken 2009’da bu sayı 130’a çıkmıştı. Çin’de100 bin doların üstünde gelire sahip 24 milyon insan var. Hindistan’da 1998’de en zengin 100 kişi ulusal gelirin yüzde 0.4’ünü [binde dördü] alıyorken, 2009’de bu oran yüzde 25’i buldu… [10]
Nihayet ‘Forbes’un 2013 yılı dünya milyarderler listesinde ilk sırayı 73 milyar dolar servetiyle Meksikalı Carlos Slim aldı. Listede Slim’i 67 milyar dolar serveti ile Microsoft’un kurucusu Bill Gates, 57 milyar dolar serveti ile İtalyan tekstilci Amancio Ortega, 53.5 milyar dolar servetiyle finansçı Warren Buffett, 43 milyar dolar servetiyle Oracle’ın sahibi Larry Ellison izledi. Charles ve David Koch kardeşler 34’er milyar dolar servetleriyle listenin altıncı ve yedinci sırasında yer aldılar. Sekizinci Hong Konglu Li Ka-shing (31 milyar dolar), dokuzuncu Fransız Liliane Bettencourt (30 milyar dolar), onuncu Fransız Bernard Arnault (29 milyar dolar) oldu.
Dünya ekonomisinin yüzde 3’ler civarında büyüdüğü dönemde zenginlerin serveti en az iki kat arttı… Boston Consulting Group’un Küresel Varlık Raporu’na göre dünyada bireylerin toplam finansal varlıkları 2012 yılında yüzde 7.8 oranında artarak 135.5 trilyon dolara ulaştı. Dünya ekonomisindeki büyümenin en az iki katı olan bu oran Türkiye’de yüzde 10’u buldu. Türkiye’deki dolar milyonerlerinin sayısı da bir yıl içinde yüzde 10 arttı.
Eşitsizlik, bir avuç azınlığın zenginliği olması yanında geniş kitlelerin devasa yoksulluğu/ açlığıdır…
Açlığın 260 bin can aldığı Somali’de 2010-2012 kesitinde yaşamını yitirenlerin yarısı çocukken; dünya nüfusunun beşte biri günde kişi başına 1 dolardan daha az, 2.5-3 milyarı ise günde 2 dolardan daha az gelire sahip…
‘Türkiye Ziraat Odaları Birliği’ Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, günümüzde yaklaşık 1 milyar insanın açlıkla mücadele ettiğine, her gün 5 yaşın altındaki 20 bin çocuğun açlıktan öldüğüne dikkat çekti.
Birleşmiş Milletler (BM) ‘Gıda ve Tarım Örgütü’ verilerine göre, her yıl 1.3 milyar ton gıdanın israf edildiğini belirten Bayraktar’ın deyişiyle, bugün yaklaşık 1 milyar insan, yani her 7 kişiden biri açlıkla mücadele etmekte ve her gün 5 yaşın altındaki 20 bin çocuk açlıktan ölmektedir.
İş bununla da sınırlı değil!
BM’ya bağlı ‘Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün hazırladığı raporda, “Böceklerin gıda maddesi olarak kullanılabileceği” belirtilerek, ormanlarda yaşayan böceklerin hâlen iki milyar insanın günlük gıdasının parçası olduğu belirtiliyor, bunların protein bakımından zengin olduğuna dikkat çekiliyor!
Mark Volkers’ın ‘Dördüncü Dünya’ başlıklı çalışmasının verilerine göre, tüm dünyada gettoların nüfusu 2007 yılında 1 milyarı aştı. Her yıl dünyada 70 milyon insan evlerinden ayrılıp, şehirlere göç ediyor. Haftada 1.4 milyon, günde 200 bin, saatte 8 bin, dakikada 130 her saniye de 2 kişi evlerinden kendince fırsatlar yaratabilmek, daha iyi yaşam koşullarına sahip olabilmek için göç ediyor. Bu sayının 2030’a kadar 2 milyar olması bekleniyor. Bundan 40 yıl sonra, yüzyılın ikinci yarısında gecekondu semtlerinde 3 milyar kişi yaşıyor olacak. Yani dünya nüfusunun 3’te 1’i.
Devamla: Washington dünyanın en zengin başkenti; ancak bu zenginliğin arkasında dev bir fakir ordusu saklanıyor. Tarihinin en ağır mali krizlerinden birini yaşayan ülkenin başkentinde bir parça ekmek bile bulamayanların arasında artık çocuk ve kadınlar da var. 2007’den beri yardım kuruluşlarına başvuran kişi sayısında yüzde 25’lik bir artış yaşandı.
Avrupa Merkez Bankası’nın araştırmasına göre, Almanya, hane halkı refahında kâğıt üzerinde Avro bölgesinin en fakiri.
İngiltere’nin en büyük sendikalar birliği Trades Union Congress (TUC) tarafından hazırlanan bir rapora göre, 3 yıl içinde ülkedeki genç nüfusu normal standartların altında bir hayat bekliyor. Rapora göre, 13 milyon genç nüfusun 7 milyonu açlık sınırının altında yaşayacak.
Tüm bunlarla birlikte “YDD” bir tahribattır!
Hızla sıralıyorum:
i) BM ‘Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilâtı’, dünyada her 5 çocuktan 1’inin ilkokulu yarıda bıraktığını, okul çağındaki 61 milyon çocuğun okula gitmediğini ve okul çağındaki 250 milyon çocuğun okuma yazma bilmediğini açıkladı.
ii) ‘Uluslararası Çalışma Örgütü’ (ILO) tarafından ‘Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü’ vesilesiyle açıklanan verilere göre, dünya genelinde 215 milyon çocuk çalışmak zorunda kalıyor. Çalışmak zorunda kalan çocukların 158 milyon kadarı ise 5-14 yaş grubundan oluşuyor. Bu da 5-14 yaş grubundaki her 6 çocuktan birinin okula gitmek yerine çalışmak zorunda kaldığını gösteriyor. 5-17 yaş arası gruptaki çocuklar baz alındığında ise çocuk işçi sayısı 300 ila 350 milyon arası bir rakama ulaşıyor ve bu da her 5 çocuktan birinin çalışması anlamına geliyor.
ILO, dünya genelinde 10 milyon çocuğun tehlikeli ve kimi zaman köleliğe varan şartlarda hizmetçi olarak çalıştırıldığını açıkladı.
iii) ‘BM Uyuşturucu ve Suçla Mücadele Dairesi’, dünyada 2.4 milyon kişinin insan kaçakçılığının kurbanı olduğunu, bunların yüzde 80’inin seks kölesi olarak kullanıldığını bildirdi. BM Genel Kurulu’nda 28 Nisan 2012 günü konuşan Uyuşturucu ve Suçla Mücadele Dairesi Başkanı Yuri Fedotov, insan kaçakçılığının her üç kurbanından 2’sinin kadınlar olduğunu söyledi. BM istatistiklerine göre, insan kaçakçılığının her 100 kurbanından sadece 1’i kurtarılabiliyor.
iv) BM Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Guterres, dünyada yerinden edilen insan sayısının 2012 yılı sonu itibarıyla 18 yılın en yüksek seviyesine çıktığını bildirdi. Yüksek Komiserliğin yıllık yayımlanan “Küresel Eğilimler” raporuyla ilgili basın toplantısı düzenleyen Guterres, yerinden edilen insanların sayısı 2011 yılında 42.5 milyonken, 2012 yılında bu rakamın 45.2 milyon olduğunu söyledi. Guterres, 28.8 milyon kişinin ise bulundukları ülke sınırları içinde yer değiştirdiğini belirterek, “Her 4.1 saniyede bir kişi yerinden ediliyor” dedi.
Nihayet verili tabloda “İspanyolların yüzde 60’ının ve dünyada yaklaşık 200 milyon kişi işsiz” olduğunu hatırlatan ILO Başkanı Guy Ryder “Bana sık sık Güney Avrupa’daki işsizlik seviyelerinin, sosyal istikrar için tehdit olup olmadığı soruluyor. Evet, öyle. Ama bu konuda bir şey yapmak için bir devrim beklemek zorunda değilsiniz” diyor![11]
O hâlde şimdi Bruno Yarensky’nin, “Düşmanlarınızdan korkmayın: en kötüsü sizi öldürürler, dostlarınızdan çekinmeyin: en kötüsü size ihanet ederler, lâkin tarafsızlardan çekinin: zira kötülük dünyaya onların sessiz onayı sayesinde yayılıyor,” sözünü hatırlamak gerekiyor…
KAPİTALİST VAHŞETİN TÜRK(İYE) BOYUTU
Kapitalist vahşetin Türk(iye) boyutuna, verili duruma gelince:
‘Kaliteli Yaşam Endeksi’nde Türkiye 11 kriterin tamamında OECD ülkelerinin gerisinde kalarak 36 ülke içinde sonuncu oldu.
Türkiye, insanî gelişmişlik endeksinde 187 ülke arasında 90’ıncı sırada. Ülkelerin eğitim, sağlık, gelir, yoksulluk ve cinsiyet eşitsizliği açısından değerlendirildiği raporda Türkiye, gelir dağılımı, kadınların işgücüne katılımı ve genç işsizliği gibi kriterlerde sınıfta kalmaktadır.
OECD raporuna göre, çocuk yoksulluğu önemli oranda artan Türkiye’de, 2009’da yoksulların nüfustaki payı yüzde 19.3’e çıktı.
Rapora göre vergiler ve sosyal kesintiler çıktıktan sonra OECD ülkelerinde nüfusun en zengin yüzde 10’u, yine nüfusun en fakir yüzde 10’undan 9.5 misli daha fazla kazanıyor. Çin, Meksika, Türkiye ve ABD gelir uçurumunun en derin olduğu ülkeler konumunda bulunuyor.
Yine Türkiye, BM Kalkınma Programı’nın (UNDP) ‘İnsanî Gelişme Endeksi’ne’ göre, 169 ülke arasında 83. sıradadır. 2007 yılında ise 79. sıradaydı…
2010 verilerine göre nüfusun yüzde 27’si ya çoklu yoksunluk sınırının altında ya da sınırında yaşamaktadır.
İstanbul Bilgi Üniversitesi ‘Sivil Toplum Kuruluşları Eğitim ve Araştırma Birimi’nin araştırmasına bakacak olursak: ‘Eurostat’ verilerine göre, AB (27) ülkelerinin sosyal koruma harcamalarının 2009 yılında GSYH’ye oranı yüzde 29.5’tir. 2009’da Türkiye’nin sosyal koruma harcamasının GSYH’ye oranı yüzde 13.5 ile kısıtlıdır.
Türkiye’de 15-64 yaş arası çalışabilir nüfusun yüzde 48’i maaşlı bir işte çalışıyorken; Haftalık çalışma süreleri Türkiye’de 52.1, AB’de ise 40.4 saat olarak hesaplandı. AB istatistik kurumu ‘Eurostat’ın 2011 işgücü anketine göre, Türkiye’de erkekler haftada genellikle 53.1 saat çalışırken kadınlarda bu rakam 48.6 saat. Eurostat, haftalık çalışma sürelerinin AB genelinde ise erkeklerde 41.1 saat, kadınlarda ise 39.3 saat olduğunu duyurdu.
Yine OECD’ye göre, Türkiye’de çalışanlar yıllık 1877 çalışma saatiyle dünyanın üç büyük ekonomisini bile solladı. Uzun çalışma saatlerine karşılık Türkiye, ücretlerin en düşük olduğu ülkelerden biri. Türkiye’de çalışan her üç kişiden biri asgari ücret alıyor. 429 Avro’ya denk gelen asgari ücretse yurt genelindeki ortalama ücretin üçte ikisini oluşturuyor.
‘Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi Platformu’nun verilerine göre, Türkiye’de çalışma yaşındaki her 100 kişiden sadece 45’i istihdam edilebiliyor. Her 100 gençten ancak 32’si çalışıyor. Kadınlar arasında ise çalışma yaşındaki her 100 kadından sadece 26’sı iş olanaklarına sahip.
Söz konusu ağır sömürü koşullarında Türkiye’de süt AB ülkeleri ortalamasından yüzde 30 daha pahalı ve yüzde 40 daha az tüketiliyor. Aynı durum kırmızı et için de geçerli.
Ayrıca Türkiye’de 20 bine yakın tüberküloz (verem) hastasının olduğu, yılda ortalama 3 bin 500 hastanın yaşamını yitirdiği tahmin ediliyor.
Bunların yanında BMC’nin 2 bin 300 çalışanından 100’ü eşinden boşanmış, 300’üne de haciz gelirken; “Geçim sıkıntısının had safhaya ulaştığı Türkiye’de böbreğini satmak isteyenler organ bağışçılarını geçti.”[12]
Sadece bu kadar da değil!
Mesela 69 yaşındaki Rüstem Erkut, av tüfeği ile Yeşilırmak kenarında intihar etti. Erkut’un üzerinden ailesine yazdığı, “Borcum çok, ödeyemiyorum. Beni affedin” notu çıktı![13]
İskenderun’da ekonomik sebeplerle bir işçi intiharı daha yaşandı. MMK Metalurji’de çalışan Mustafa Kahraman yaşadığı ekonomik bunalım nedeniyle intihar ederek yaşamına son verdi. Yine aynı bölgede, bir süre önce İSDEMİR’de çalışan bir güvenlik görevlisi borçları nedeniyle intihar etmişti![14]
Trabzon Belediyesi’nin Hızırbey Mahallesi’ndeki hizmet binası önüne, elinde benzin dolu şişeyle gelen Mustafa C, etraftakilere işten çıkarıldığını, bu nedenle kendini yakacağını söyledi. Bir süre belediye binası önünde oturan Mustafa C, daha sonra üzerine benzin döktü. Bu sırada etraftakilerin ikna etmeye çalıştığı Mustafa C, çakmakla benzini tutuşturdu. Alevler arasında kalıp ve oturduğu yerden kalkarak koştu… Daha önce de belediyenin giriş kısmındaki çatıya çıkarak intihar girişiminde bulunduğu belirtilen Mustafa C’nin bir taşeron firmada geçici olarak çalıştığı, süre dolduğu için işten çıkarıldığı öğrenildi![15]
Nihayet Emniyet’in hazırladığı rapora göre Türkiye’de fuhuş yaşı 12’ye indi. Fuhuş raporu Türkiye’de fuhuş yaşının ortaokul seviyesine düştüğünü ortaya koydu!
İŞŞİZLİK, BORÇLANMA, KREDİ KÖLELİĞİ
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in, “İşsizlik maaşına başvuru 2013’ün ilk 4 ayında yüzde 42.5 arttı,” sözleriyle işsizlik sorununun vahametine dikkat çektiği Türkiye’de işsiz sayısı 2013 yılı Mart döneminde 2012 yılının aynı dönemine göre 186 bin kişi artarak 2 milyon 801 bine yükseldi.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre işsizlik en çok gençleri ve kentte yaşayanları etkiliyor. Her 5 gençten biri işsiz durumda. Kentsel alanlarda yaşayan her yüz kişiden yaklaşık 12’si iş arıyor. Kırsal kesimde bu oran yüzde 6.8 olarak gerçekleşti.
AKP hükümeti ekonomide pembe tablo çizerken, 10 yılda 65 yaş üstü toplam 27 bin 966 yurttaş Türkiye İş Kurumu’na “iş bulma umuduyla” başvuru yaptı. Türkiye’de on binlerce genç işsizken, 65 yaşını tamamlamış yaşlı yurttaşların da iş araması “emeklilerin kötü koşullarını” gözler önüne seriyor. Başbakan Erdoğan’a göre ekonomik krizin “teğet geçtiği” 2008’de 65 yaşını tamamlamış toplam 9 bin 413 kişi iş için başvuru yaptı.
Türkiye’de çalışma çağındaki her iki kişiden biri çalışamıyorken; gençlerin durumu daha da kötü. Her iki gençten biri kayıtdışı çalışırken, umudu kesik işsizlerle birlikte her 4 gençten biri işsiz!
‘Devlet Planlama Teşkilâtı’nın 15 Mart 2013 tarihli raporuna göre: İşgücü arzı, işgücü talebini karşılayamıyor. İşsizlik oranı yükseliyor. En kötüsü ise, genç nüfusun işsizlik oranının yüzde 20’ler seviyelerine yükselmesi.
Türkiye’nin kronik sorunu hâline gelen işsizlik, bireyler üzerinde psikolojik ve fiziksel hastalıklara her geçen gün daha fazla yol açıyor. ODTÜ öğretim üyesi Prof. Nebi Sümer, İzmir Ekonomi Üniversitesi öğretim görevlisi Nevin Solak ve uzman psikolog Mehmet Harma’nın ‘İşsiz Yaşam- İşsizliğin ve İş Güvencesizliğinin Birey ve Aile Üzerindeki Etkileri’ başlıklı araştırması, işsizliğin psikolojik ve fiziksel sağlık üzerindeki yıkıcı etkilerini ortaya koyuyor.
Buna göre, Türkiye’de çalışanlarda depresyon oranı yüzde 11 iken, bu oran işsizlerde yüzde 24. Anksiyete oranı çalışanlarda yüzde 12 iken, işsizlerde yüzde 19. Paranoid bozukluk oranı çalışanlarda yüzde 13 iken, işsizlerde yüzde 19. Psikotizm oranı ise çalışanlarda yüzde 13 iken, işsizlerde yüzde 21 olarak kendini gösteriyor
Yani Türk(iye) insan(lık)ı kapitalizmin elinde çürütülüyor; hayatı ve geleceği gasp ediliyor!
Örnek mi? Borçlanma sarmalı içinde kredi köleliğinin katmerlendiği Türkiye’de Temmuz 2013 itibariyle milyon adet kredi kartı varken; ‘Bankalararası Kart Merkezi’nin verilerine göre, 2013’ün ocak-mayıs döneminde yerli kredi kartlarından nakit çekme tutarı 2008’in aynı dönemine göre yüzde 105 artarak, 15 milyar 191 milyon liraya ulaştı.
Bankaların kredi kartlarına tanıdığı limit tutarı 2009’dan Mayıs 2013’e yaklaşık 2 kat artarak 67 milyar liradan 127 milyar liraya yükseldiği coğrafyamızda bankalardan kullanılan toplam tüketici kredileri 5 yılda yüzde 154 artışla 172 milyar liraya ulaştı. Günü kurtarma peşindeki vatandaşa “ilaç” olan bankaların kredili mevduat hesapları ise aynı dönemde ikiye katlanarak 4 milyar lirayı geçti.
Bireysel kredi ve bireysel kredi kartı borcunu ödemeyenlerin sayısı sürekli artıyorken; 2012’nin ilk altı aylık döneminde bankalara borcunu ödemeyenlerin sayısı, 2011 yılının tamamında gerçekleşen rakamın da üstüne çıkarak 580 bin kişiyi aştı.
Ayrıca yalnız kredi kartı borcu 10 yılda 4.1’den 68.8 milyar liraya yükseldi. Ailelerin borç yükü 2002-2012 döneminde 38 kat büyüdü.
Yine 2012’de, kredi kartından 28.3 milyar TL ile rekor nakit çekim yapıldı. Karttan çekilen para, kullanılan tüketici kredisini geçti.
AKP’nin 10 yıllık iktidarında insanların kullandıkları tüketici kredileri ve bireysel kredi kartı borçlanmaları 43 kat artarken; Ocak 2013 itibarıyla beş yılda bireysel kredi kartı borçları iki kat artarken kurumsal kredi kartı borçlarında sekiz kat artış kaydedildi.
Bunlarla bağıntılı olarak ‘Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’ (BDDK) verilerine göre, 2012 yılında takibe düşen ihtiyaç ve konut kredisi toplamı 29.6 milyar lirayı buldu.
Yine BDDK verilerine göre yıllık bazda orta ölçekli işletmelerin takibe düşen kredilerinde yüzde 29.8, kredisi takibe düşen işletme sayısında yüzde 9.5 artış oldu. Küçük ölçekli işletmelerde ise kredisi takibe düşenlerin sayısı yüzde 8.7 oranında, takibe düşen kredi tutarı yüzde 15.6 arttı.
Tüketici kredi ve kredi kartında batık tutarı 2012’nin üçüncü çeyreğinde 808 milyon lira artıp, borcunu ödemeyen tüketici sayısının 750 bine ulaştığı koordinatlarda borçla yaşandığını belirten ‘Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu’ (TESK) Genel Başkanı Palandöken, “Bir haftada kredi kartı 370 milyon lira, tüketici kredisi de 1.5 milyar lira arttı. Bankalara olan toplam borç 245 milyar liraya dayandı,” derken; ‘Türkiye Bankalar Birliği’, 2012 Eylül verilerine göre, sadece tüketici kredisi borçlu sayısı 13 milyon! Bu sayıya, 25 milyon kredi kartı kullanıcısı arasından borçlananları da eklemek gerekir…
Aylık geliri 1000 TL’nin altında olanlar, tüketici kredisi kullananların yüzde 40’ına yaklaşıyorlar ve borç havuzundaki payları yüzde 25 dolayında. Bunlara geliri aylık 2 bin TL olanları katınca, borçlananların üçte ikisini buluyorlar ve borcun yüzde 46’sını sırtlanmışlar!
Yine TESK Genel Başkanı Palandöken, 2011 yılı Haziran ayı sonu itibarıyla işlemdeki icra dosyası sayısının 14 milyon 401 bin 404 olduğunu açıklarken; Güven Sak, “Karşılıksız çek tutarı ikiye katlandı”; ‘Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, karşılıksız çıkan çek oranının üç yılın en yüksek seviyesinde olduğunu belirterek, “Karşılıksız çek sayısı yüzde 67 arttı,” diye ekliyorlardı…
Karşılıksız çekte 2012 Temmuz’unda yüzde 90, Ağustos’ta yüzde 56’lık rekor artışı, protestolu senetlerdeki patlama takip etti! Yani protestolu senet sayısı 2012’nin ilk 8 ayında 2011’in aynı dönemine göre yüzde 14.9 artışla 674 bin 501 adete yükselirken protestolu senet tutarı yüzde 36 artışla 4 milyar 86 milyon TL oldu!
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 2011 ile 2012 yıllarında toplam 11 milyon 927 bin 775 icra dosyasının açıldığını açıklarken; Türkiye’de mahkeme kararıyla başlatılan icra takibi sayısı, AKP’nin iktidara geldiği 2002’de 611 bin 335 olarak hesaplanırken 10 yılda ikiye katlanarak 1 milyon 275 bin 810’a çıktı. Mahkeme kararı olmaksızın başlatılan icra takibi sayısı da 8 milyondan 17 milyona çıktı. Başka bir deyişle Türkiye’de ortalama her 4 kişiden 1’i icralık oldu.
Özetle kredi kartı kullanan yurttaşların yüzde 62.8’i borçlu. 2 milyon kredi kartı kullanıcısı takipte… Kredi kartı borcu bulunan 34 milyon vatandaştan 6.6 milyonu borcunu ödeyemezken 1.9 milyonu icralık. Toplam borç tutarı 80 milyar TL’ye yaklaştı…
Sadece kredi köleliği mi? Bir de borç batağı var!
IMF ile 52 yıllık dönem kapansa da toplam 337 milyar dolarlık dış borç hâlâ yurttaşın sırtında… IMF ile borcu sıfırlamakla övünen AKP döneminde Türkiye’nin dış borcu yaklaşık üç kat arttı. Hane halkı tüketici kredisi ve kredi kartı borçları altında ezilirken kamunun iç borcu da devasa hacimlere ulaştı.
Ortalık, “mucizevi büyüyen Türkiye” şamatasından geçilmezken Hazine, 2012 Mart sonu itibarıyla Türkiye’nin dış borç stokunu açıkladı: 2011’i 307 milyar dolar dış borç ile kapayan Türkiye, 2012’nin Mart sonunda bu borcuna 11 milyar dolar daha eklemiş ve toplam kamu ve özel dış borçları 318.2 milyar dolara çıkmış bulunuyor.
AKP’nin iktidara geldiği 2002’de 129.6 milyar dolar olan Türkiye’nin toplam dış borcu, yıllar itibarıyla sürekli artış gösterdi.
Dış borç 2003’te 144, 2011’de 304 milyar dolara çıktı. 2012 sonu itibarıyla Türkiye’nin toplam dış borcu 336.9 milyar dolara yükseldi… 2012 sonu itibarıyla kamunun toplam 563 milyar TL’lik iç ve dış borcu ile özel sektörün 226 milyar dolarlık dış borcu birlikte düşünüldüğünde Türkiye’nin toplam borç yükü, 1 trilyon TL’ye yaklaşıyor.
Tüketici kredileri ve bireysel kredi kartları ile yapılan borçlanma 2002-2012 döneminde tam 38 kat büyüyerek 6.4 milyar liradan 255 milyara yükseldi.
Resmi verilerin ortaya koyduğu gibi AKP döneminde dış borçlar, cari USD değerleriyle yüzde 136.6, iç borçlar da cari TL değerleriyle yüzde 202.0 oranında artmıştır.
Türkiye’nin dış borçları 2002’de 130 milyar dolar idi. 2012 itibarıyla dış borçlar 336.8 milyar dolara ulaştı. Dolayısıyla Türkiye on sene içinde dış borçlarını toplam 207 milyar dolar arttı. Bunun 24 milyarı kamu sektörüne (devlete); geri kalan kısmı (183 milyar dolar) özel sektöre aitti.
2011 sonunda bulunabilen dış kredilerle birlikte Türkiye’nin dış borç yükü 306.5 milyarı geçmiş bulunuyor. Bu tutar 2010’un sonunda 292.3 milyar dolardı. Yani, 1 yılda dış borç stokunun yüzde 5 artarak 14.3 milyar dolar arttığı anlaşılıyor.
Türkiye’nin dış borç stokunun GSYİH’ye oranı yüzde 40’lar civarında olup oldukça yüksektir.
Özel sektörün yurt dışından sağladığı uzun vadeli kredi borcu, 2012 yıl sonuna göre 5 milyar dolar artarak 143.3 milyar dolar oldu.
Söz konusu tabloda ‘Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun verilerine göre 2002’de 3.4 milyar lira olan hanehalkı borçları, 2 Kasım 2012 itibariyle 251.7 milyar liraya ulaştı. Hanehalkının borcu 2002’den bu yana 74 kat arttı!
Türkiye’de 2012 genelinde kredi kartları en çok markette ve 100 liranın altındaki alışverişte kullanılırken borcunu ödeyemeyenler 800 bin kişiye dayandı. Vatandaş on yılda dokuz kat daha borçlu hâle geldi. 2002’de borcu bir ise, 2012’de dokuz…
EŞİTSİZLİK VE YOKSULLUK
Sosyal yardımlardan yararlanan kişi sayısı 2012 itibariyle 6 milyon 370 bin kişiye ulaştı. Yani her 12 kişiden 1’i devletten yardım alarak geçimini sağladı. Toplam 19 milyar 595 milyon TL’lik kaynak yardımlar için kullanılırken her yardım kalemi, 2011 yılına göre yüzde 10-30 arasında arttı. Yalnızca aşevlerindeki kuyruklara 14 bin yeni kişi eklenip; 2012 yılının ilk 9 ayında aşevlerinden yararlananların sayısı 39 bin 139’a çıktığı Türkiye nüfusunun 59 milyonu 1.200 TL ve altında bir ücretle geçiniyor…
Türkiye’de her 100 aileden 72’si aylık 1.200 TL’nin altında bir gelirle yaşıyor…
Her 100 aileden 93’ünün aylık geliri 2.500 TL’nin altında. Bu durumda her yüz ailenin 21’inin geliri 1.200-2.500 TL arasında…
Her 100 ailenin 42’sinin geliri 800-1.200 TL aralığında…
Türkiye’nin nüfusu 2012 sonu itibarıyla 75 milyon 627 bin 384 kişi. Bir ailenin ortalama 4 kişi olduğunu kabul edersek yaklaşık 19 milyon aile var diyebiliriz…
Bunun yüzde 93’ü, yani 17.6 milyon aileye ya da 70 milyon kişiye düşen gelir aylık 2.500 TL’nin altında…
Her 100 aileden 9’u aylık 400 TL ve altında bir para ile geçiniyor. Bu 1.7 milyon aile ve 6.8 milyon kişi demektir. Nüfusumuzun yaklaşık 7 milyonu 400 TL ve altında bir gelirle geçinmeye çalışıyor…
Geliri 400-1.200 TL arasında olan kişi sayısı 52 milyon kişi. 7 milyonu da eklediğimizde 59 milyon kişi 0-1.200 TL arasında bir gelir ile geçiniyor demektir. En önemli rakam bu. Nüfusumuzun 59 milyonu 2002’den bu yana yılda ortalama yüzde 5.4 büyüyen Türkiye’de yoksulluk koşullarında yaşıyor ve yoksulluk önemli bir sorun olmaya devam ediyor. Mevcut verilere göre 2009 yılında 12.8 milyon yoksulun bulunduğu Türkiye’de kentsel yoksulluktaki düşüşe karşın kırsal yoksulluğun giderek arttığı görülüyor…
TÜİK’in ‘2011 yılı Nüfus ve Konut Araştırması’na göre, Türkiye’de 19.5 milyon hane bulunuyor. Her bin haneden 75’inde tuvalet, 28’inde banyo, 26’sında su sistemi eksik. Tuvalet eksikliği Doğu’ya doğru ilerledikçe konutların yarısına kadar ulaşıyor. Hanelerin yarıdan fazlası soba ile ısınıyor. Bir yılda nüfusun yüzde 3’ü çeşitli nedenlerle bulunduğu ilden göç ediyor.
İstatistikler, en yoksul ile en zengin arasındaki gelir farkını 8.1 kattan 8 kata indirdiği için övünen bir hükümete sahip ülkede, bölgesel ve sosyal eşitsizliğin boyutlarını ortaya koyuyor.
Kaldı ki Türkiye’de en zenginle en yoksul arasındaki fark 8 değil, 14.4 kat. Türkiye’de yoksul sayısı 20 AB ülkesinin toplam nüfusu kadar…
TÜİK, 2011 Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nda zengin-yoksul arasındaki gelir farkını yüzde 20’lik nüfus dilimlerine göre 8 kat olarak açıkladı. Ancak yüzde 10’luk nüfus dilimleri esas alınınca en zenginlerle en yoksullar arasında 14 kattan da fazla bir fark olduğu ortaya çıkıyor…
En varlıklı yüzde 10’luk dilimde yer alan nüfusta eşdeğer hane halkı geliri 33 bin 685 liraya ulaşırken, en yoksul yüzde 10’luk dilimde bu tutar 2 bin 337 lirada kalıyor. Buna göre gelirde, en zengin yüzde 10’luk kesim ile en yoksul dilimdekiler arasında 14.4 kat fark olduğu ortaya çıkıyor…
Çarpık bir tablo arz eden gelir dağılımı 2010 yılına göre iyileşme bir yana daha da bozuldu. En varlıklı yüzde 10 ile en yoksul yüzde 10’luk nüfus dilimleri arasındaki gelir farkı 2010 yılında 13.9 kat olmuştu…
En zengin yüzde 10’luk dilimdeki haneler toplam gelirin tek başına yüzde 31.3’üne sahip olurken en alt dilimdekiler gelirden sadece yüzde 2.2 pay alabiliyor. En yoksulların payı 2003’tekinin de altında…
Türkiye’nin on yılda hızla büyüdüğü, kalkındığı iddialarına karşılık TÜİK verileri, baz alınan gelir düzeyi kriterlerine göre Türkiye’de 7-21.5 milyon arasında değişen sayıda yoksul olduğunu gösteriyor. Bu sayılar ise halkın ortalama refah düzeyinin belli bir oranının altında olan nüfusu, yani göreli yoksulluğu gösteriyor…
21.5 milyon yoksul ile Türkiye içinde adeta ayrı bir yoksullar ülkesi oluştu. 21.5 milyonluk topluluk, AB üyesi olan Almanya, Fransa, Birleşik Krallık, İtalya, İspanya, Polonya ve Romanya dışında kalan diğer 20 ülkenin toplam nüfusuna denk düşüyor…
Yıllık hane halkı kullanılabilir medyan gelirinin yüzde 40’ı olan 3 bin 233 TL’nin esas alındığı hesaplamaya göre bile 7 milyon 189 bin kişinin yoksulluk sınırı altında olduğunu gösteriyor. Yıllık hane halkı kullanılabilir medyan gelirinin yüzde 70’i olan 5 bin 657 TL kriter olarak alındığında ise yoksul sayısı 21 bin 519’a ulaşıyor. Her iki bazda da 2007-2011 arasında yoksul sayısında ciddi bir artış görülüyor…
Türkiye’de yoksul sayısı azalmıyor, çarpık gelir dağılımı düzelmiyor; tersine yoksul daha yoksul, zengin daha zenginleşiyor!
Bir başka deyişle, Türkiye’de nüfusun yüzde 16.1’i yani 12 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşamaya çalışıyor. 31 milyon kişi; kışı sızdıran çatı, nemli duvar ve çürümüş pencere ile geçirmek zorunda…
Sürekli yoksulluk sınırı altında bulunan kişi sayısı 16.3 milyon. 60 milyon borçlu…
31 milyon kişi sızdıran çatı, nemli duvar ve çürümüş pencere ile kışı geçirmeye çalışıyor…
2009’da sürekli yoksulluk riski altında olanların oranı yüzde 17.3 iken 2010’da bu oran yüzde 18.5’e çıkıyor…
Ülkedeki yurttaşların 41.7’sinin oturduğu konutta “izolasyondan dolayı ısınma sorunu” yaşanıyor…
Yurttaşların yüzde 61’nin yani 45 milyon kişinin konut alımı ve konut masrafları dışında borç ödemeleri var…
64 milyon yurttaş bir hafta tatil yapamıyor. 50 milyon yurttaş beklenmedik harcamalarını karşılayamıyor ve 60 milyon yurttaş da eskimiş mobilyalarını değiştiremiyor…
Ciddi finansal sıkıntıyla karşı karşıya olan nüfusun oranı olarak tanımlanan ve belirlenmiş 9 maddeden en az 4 tanesini karşılayamama ya da mahrum olma durumunu tanımlayan “maddi yoksunluk” oranı 2009’da yüzde 63 (47 milyon kişi), 2010’da yüzde 66.6 (49.5 milyon) iken 2011’de yüzde 60.4 olarak hesaplanıyor…
DİSK Araştırma Enstitüsü araştırmalarına göre, açlık sınırı kasım 2012 itibarıyla 1061 TL, yoksulluk sınırı 3 bin 354 TL seviyesinde. Asgari ücretliden, öğün başına 72 kuruşla karnını doyurması, 1 buzdolabı için 29 ay çalışması, 237 TL’ye ısınması ve barınması, çocuk başına 2.5 TL’lik eğitim harcaması ile çocuklarını yetiştirmesi bekleniyor!
Kolay mı? Türkiye’de 8 kişiden 1’i muhtaç!
Sosyal yardım istatistikleri, ülkede yaşayan her üç kişiden birinin yoksul ve muhtaç olduğunu gösterirken; TÜİK’in 2012 hanehalkı gelir anketine göre, nüfusun yüzde 40’ı gereksinimi karşılayamıyor…
Kentlerde hane halkının yüzde 14.4’ü ek iş ve gelir elde ediyor. Kırsal kesimde bu oran yüzde 21.4’e çıkıyor. Kentlerde her 100 aileden 10’u sosyal yardım alırken kırsalda bu sayı 14.8 olarak görülüyor. Belediyelerden yardım alan çok. İstanbul’da yüzde 40.9 oranında yardım alınırken bu Ankara’da yüzde 82.5 oranına çıkıyor; İzmir’de bu oran yüzde 41.5 oluyor!
Nihayet ‘Türkiye Ziraatçılar Derneği’ Genel Başkanı İbrahim Yetkin’in, Doğu’daki yüzde 25, Güneydoğu’daki yüzde 24’lük yoksulluk oranının Ege’nin yaklaşık beş katı olduğuna dikkat çektiği düzlemde TÜİK, 3 ya da daha fazla çocuklu ailelerde yoksulluk oranının yüzde 47.5 olduğunu açıklıyor!
‘Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardım İstatistikleri’ verilerine göre, Türkiye’de yaşayan her üç kişiden biri yoksul ve muhtaç durumda.
Nihayet “Türkiye Emekli Profili Anketi”ne göre, emeklilerin yüzde 28.8’i geçinmek için başkalarından yardım alırken, yüzde 71.2’si yardım almıyor. Yardım aldığını ifade eden emeklilerin yüzde 73.4’ü çocuklarından, yüzde 15.9’u yakın akrabalarından, yüzde 6.7’si devletten ve yüzde 4’ü de derneklerden yardım görüyor.
Ayrıca ‘Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’nın 2008 verilerine göre, 2004-2008 yılları arasında bin bebekten 17’si birinci doğum gününden önce öldü. Annesinin 7. ve daha sonraki doğumunda dünyaya gelen bebeklerden ise 47’si öldü. Bu verilerin ayrıntıları üzerinden hesaplamalar yaptığımızda annelerin 2.-3. doğumdaki bebeklerine göre, 4.-6. doğumlarındaki bebeklerinin birinci doğum gününden önce ölme riski 1.8 kat (yüzde 80), 7 ve sonrası doğumlarındaki bebeklerinin ölme riski 2.1 kat (yüzde 110) daha fazla…
Evet, kapitalizm dünya nüfusunun büyük çoğunluğuna irinli armağanı, yoksulluk, çocukları da katlediyor!
ÇOCUKLAR PARANTEZİ
Evet kapitalizm, çocukları da katlediyor!
Hatırlayın: Ahmet Yıldız, 13 yaşındaydı. 14 Mart’ta Adana’da okul harçlığını çıkarmak için çalıştığı fabrikada pres makinesine sıkışarak öldü. Serkan Altunay, okula gidemiyordu, çalışması gerekiyordu çünkü. 16 yaşında çalıştığı inşaattan düşerek öldü. Muharrem Ceylan, 16 yaşındaydı. Tersanede çalışıyordu, elektrik akımına kapıldı, can verdi. Hakan Oğuz, 18 yaşında, hâlâ bir çocuktu. Çalıştığı fabrikada kafasının üzerine düştü, hayatını kaybetti. Metin Turan, tersanede raspacı olarak çalışıyordu, diğerlerine göre “ağabey” sayılabilirdi belki. 19’undaydı! İskeleden denize düştü, boğularak öldü.
İsmini bilmediğimiz niceleri… Sadece geçtiğimiz yıl 38 çocuk işçinin iş kazalarıyla hayatını kaybettiği gibi öldüler onlar da. Bilmediler hiç, kendileri gibi kaderlerine terk edilen, hemencecik büyüyüp umutsuz bir bekleyiş içinde olan 960 bin çocuk işçiyi. Bilmediler, çünkü ev ve iş arasındaki dünyalarında, ne arkadaş toplantılarına, ne okula ne de sosyal imkânlara yer vardı. İnsanlık hiç mi utanmadı Ahmet, Serkan, Hakan, Metin öldüğünde? İnsanlık ne verdi peki çocuklara?[16]
Rakamlar Türkiye’de çocukların payına sadece sömürü düştüğünü ortaya koyuyor: 1 milyona yakın çocuk işçi var. 30 bin çocuk okula gitmiyor.
‘Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi’ (BETAM) tarafından, çocuk emeği ile ilgili yapılan araştırmanın sonuçları ise Türkiye’de çocuk sömürüsünün dehşetini gözler önüne serdi. BETAM çocuk emeği ile ilgili yapılan araştırmanın sonuçlarını açıkladı. BETAM’ın araştırmasına göre, Türkiye’de 6-14 yaşları arasında 320 bin çocuk işçi bulunuyor.
BETAM’a göre, Türkiye’de her dört çocuktan biri beslenme, ısınma ve giyim gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor.
Yine BETAM’a göre yetişkin yoksulluğu geçici olabilen bir durumken çocuk yoksulluğu genelde ömür boyu süren ve sonraki nesillere aktarılan bir yoksulluk. Araştırmaya göre Türkiye’de bugün 4.6 milyon çocuk maddi yoksunluk içinde yaşıyor.
Ayrıca Bilgi Üniversitesi bünyesinde yapılan çalışma, nüfusun üçte birinin 18 yaşın altında olduğu Türkiye’de, çocuğa yönelik kamu harcamalarındaki artışın aynı dönemdeki toplam GSYH artış hızının gerisinde kaldığını ortaya koyuyor.
18 yaşın altındaki 22.6 milyon çocuk için 2011’de bu 4 alanda yapılan harcamaların GSYH’ya oranı sadece yüzde 1.11. Bu oran 2008’de yüzde 1.02’yken 2009’da 1.33’e yükselmiş, ancak 2010’da yüzde 1.21, 2011’de yüzde 1.11’e gerilemiş. Bu veriler, çocuğa yönelik kamu harcamalarındaki artışın, GSYH artış hızının gerisinde kaldığını gösteriyor.
Türkiye’de 6-17 yaş grubundaki çocukların yüzde 5.9’u, 15-17 yaş grubundaki çocukların yüzde 15.6’sı çalışıyor. Çocukların yüzde 8.5’i ise okula bile gidemiyorken; 42 bin çocuğun sokakta yaşadığı ancak resmi olmayan rakamlarla 200 bine yakın çocuğun sokakta yaşamını sürdürmeye çalıştığı belirtiliyor. Suça karışan her 5 kişiden biri de çocuk.
Türkiye’de her 100 çocuktan 40’ı, yoksul hanelerdeyken; araştırmalara göre Türkiye’de 0-6 yaş arası 300’e yakın çocuk, anneleriyle cezaevinde kalıyor. Yaş ortalaması ağırlıklı olarak 14-18 yaş olan 2 bin 300 çocuk ise çeşitli suçlardan cezaevinde bulunuyor.
Araştırmalar, sokakta çalışma yaşının 7 ile 11 arasında olduğunu, sokakta çalışan ya da yaşayan çocukların yüzde 95’inin ise erkek olduğunu gösteriyor. TBMM’de kurulan kayıp ve mağdur çocuklarla ilgili araştırma komisyonunun geçen yılki raporuna göre ise ülkemizde haber alınamayan çocuk sayısı 2 bini geçmiş durumda.
Adalet Bakanlığı verilerine göre yılda 7 bin çocuk tecavüz ve tacize uğruyor.
Özetle DİSK-AR’ın araştırmasına göre Türkiye çocuk işçiliğinde adeta Afrikalaşıyor. Krizin yükü ev içi hizmetleri üstlenen çocukların üzerine yıkılırken toplamda çalışan çocukların tüm çocuklara oranı 1999’dan bu yana yüzde 41’den yüzde 56’ya çıktı.
Her beş çocuktan biri çalışıyor: Dünya genelinde 5-17 yaş arasındaki her 5 çocuktan biri istihdamdayken; Güneydoğu Anadolu’da ise çocukların yüzde 42’si yoksul!
İkinci bölüm için linke tıklayın http://rojnameyanewroz2.com/olgularla_gen%C3%A7lik_ve_gelecek(sizlik)_2__temel_demirer-haberi-TR-233-4.html#.UpXL1tKndu8