Fevzi Kartal / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Sarı yelekli bir bayan, tahminen 68-70 yaşlarında, giydiği sarı yeleğinin arkasında “J’ai Fait Mai 68 Je Fais Nov. 2018” (“Kasım 2018’e katılıyorum, Mayıs 1968’ e katıldım).
1968 halk hareketi özgürlüklerin elde edilmesi, devlete, kiliseye başvurmadan özgürce aşk ve evliliklerin yaşanması vb. idi. Bağnaz ve güncelliği olmayan eskimiş yasalara karşı bir başkaldırış idi. 2018 Kasım hareketi de yoksulluğa, geçim sıkıntısına karşı, küçük burjuvaların eski konumlarının elde edilmesi için yapılan bir harekettir. Yapılması gereken bu hareketi kıta Avrupa’sına yaymak ve diğer dünya ülkelerinde de organize edip, küresel davranıp, küresel barbar finans kapitalistlerine karşı sokağa dökülmek en doğru olanı olacaktır. Fransa, Belçika, Hollanda bir iki üç daha fazla Fransa! Diye yola koyulmak… Terör ve vandalizm oyunlarına gelmeden bu haklı davayı ilerilere taşımak olmalıdır…
Fransa’nın nüfusu 67,7 milyondur. 26 milyon aktifi vardır. 16-65 yaş aktif sayılmaktadır. Çalıştığı halde 800 Avronun altında bir maaş almaktadırlar. Aylık ücretler her yıl çok cüzi bir miktarda artırıldığı için bir faydası olmamakta ve de bu vesile ile alım gücü azalmakta.
Evet, nereden başlamalı yazıya? Sadece mazot fiyatlarındaki vergilerin artırılması ile ilişkilendirerek “çok teorik takılmayan, hiçbir örgütlülüğü olmayan” insanların sokağa dökülmesi üzerine yazmaya başlanmalı; yoksa yıllardır biriken öfkenin kapitalist krizin uzun dalgaları sonucu dışa vurumudur… Asıl meselenin en iyi anlatımını Rus iktisatçı, N. D. Kondratiev tarafından yazılan, Les vagues longues de la conjoncture (Konjonktürün Uzun dalgaları) teorisinde görmek ve de iyice incelemek gerekiyor… Günümüzde Kapitalist krizin nedenlerini iyi öğrenmek içinde Ernest Mandel in Les Ondes Longes De Développement Capitaliste (Kapitalist Gelişmenin Uzun Dalgaları)’nı ve de Uzun Sınıf Mücadeleleri Teorisini iyice okumak gerekmektedir diye düşünüyorum. Paris’te bir matbaada, gazetede çalışırken her aksam ara sıra bir eğitim çalışmasına katılmıştım bu konu üzerine, ki bu vesile ile bu konuları yeniden yeniden okumak bize içinde yaşadığımız sistemi ve onun krizlerini görmemiz konusunda bizi son derece aydınlatıyor; yoksa mesele sadece üç beş cents mazot fiyatlarının vergisinin artması değildir. Görüntüden hareketle arka planı incelemek gerekmektedir diye düşünüyorum…
Finanslaşan kapitalizm otomazizasyon, informatik, nano teknoloji, big data ve robotizasyonun da yardımı ile her şeyi tek elde toplamıştır. Monopol ve Oligopol büyük firmalar reel ekonomideki her şeyi iktidarlarında yardımı ile ticareti, ulaşım sektörünü, hizmet sektörünü, turizmi, tarımı, eğitimi vb gibi özelleştirerek ele geçirmiş ve orta sınıfı, küçük esnafı, orta ve küçük köylüyü fakirleştirmiş, işçileştirmiş, işsizliğe sürüklemiştir. Üniversiteler patronlara kalifiye adamlar yetiştiren, özerk ve bağımsız bilim üreten bilim yuvaları olmaktan çıkmıştır.
İşte tam da bu sefil, kepaze ve insanın ekmeğini, yuvasını, yaşamını elinden alan kapitalist sistemin hal ve hallerinin sonucudur sokağa dökülen Sarı Yelekliler. Bu ne ilktir ne de yenidir. Ülke ve bölgelere göre değişiklik gösterse de kimilerinde katılan kitlelere Preterya (Orta sınıf ve benzerleri ) öncülük etse de bu öfkelenme bir Arap Baharıdır, bir Frankfurt öfkelenmesi, bir Gezi Ayaklanmasıdır, Tunus başkaldırısıdır, devam etmekte olan Hindistan köylülerinin başkaldırısıdır, (uluslar arası basının yazdığına göre 20 yıldan bu yana Hindistan’da 350000 köylü yoksulluğun, sefilliğin, açlığın sonucu intihar etmişlerdir) ve de dünyamızın diğer bölgelerindekiler gibi… Bu halk öfkelenmeleri birbirinden sınıfsal, sosyal farklılıklar gösterseler de hepsinin ortak özelliği kapitalist krizin kitlelere işsizlik, yoksulluk, alım gücü yetersizliği olarak yansımasıdır. Fransa’da köylü yeteri gelir elde edemeyince intihara kalkışıyor ki[1] (her iki günde bir köylü intihar etmektedir.)
İntiharların 1. nedeni ekonomik. Bu rakam bütün sosyal katmanlar göz önüne alındığında[2] her iki saatte bir intihar gerçekleşiyor. Türkiye’de her 100000 kişiden 8,6’sı intihar ediyor. Dünyada en çok Türkiyeliler bunuyor ve dünyada ön sıralarda yer alırken 100 bin kişiden 1992’si bunama hastalığı yaşıyor ve de yine birinci neden ekonomi. Peki, dünyada durum ne? Her yıl minimum 804000 kişi intihar ediyor. Birinci neden yine ekonomi. İnsan ve insanlığın normal hali olmayan bu Kapitalist sistem insanları bu durumlara sürüklüyor. Oysa dünyamızda bütün canlıları besleyecek bolluk yeteri kadar var, yeter ki silahlara, gereksiz lüks mallara harcama yapılmasın, adil bir dağılım paylaşım olsun. Fransa’da kişi başına yıllık 43.000 Avro düşmektedir. Ülke içi gelirden (GSMH) 4 kişilik aileye bu para verilmiş olsa 4 defa 43000, hiçbir sorun yaşanmaz. Bırakalım bu aldatıcı hesaplamayı 4 kişilik bir aile bu paranın % 30’nu dahi kazanamamaktadır. Nerede bir kişi başına düşen gelir? Bir milyarderle bir yoksulun gelirini toplayıp ikiye bölmek ve de al sana milli gelirden payına düşen şu demek. TAMAMEN ALDATMA değil de nedir. Kapitalist gidişat her alanda hep büyüklere oynadığı için orta ve küçük işletmeleri tamamen ortadan kaldırmaya doğru yol alıyor. Örneğin mahallelerde olan bakkal ve küçük marketlere alternatif marketler zinciri kurarak küçük ve orta boy diğer marketleri iş yapamaz hale sokmuştur ki, sonuçta işsizler ve yoksullar hanesine katılım artmıştır. Bugünkü krizin nedeni bolluktan yoksulluk krizidir. Para da vardır, sermaye de var. Kapitalist yalanın aksine kaynaklar kit değildir, her defasında kar etmek için bolluk da olsa kriz yaratmaktadırlar, her defasında artı değer yaratmak büyümek büyüdükçe de insanlar yoksullaşmakta. Kapitalist büyüme geniş insanlığın ekonomik olarak küçülmesi oluyor ve de ulus devletler de bunların koruyucusu oluyor ki, Macron’un da yaptığı budur.
Kimdirler? Kim “öncülük” ediyor?
Klasik anlamıyla partiler, kitle örgütleri ve sendikaların dikey çağrısının sonucu olan bir öfkelenme değildir. Tabandan, aşağıdan, yatay gelen, oluşan öfkelenmedir. 19 ve 20. yüzyılların dikey örgütlülüğünün öfkelenmeye çağrı pratiği gerilerde kalmıştır, “avangardist”, “öncü”lü halk hareketleri günümüzde olmayacaktır. Bir merkezden dikey yönetilen, bir çeşit temsili demokrasi içindeki halk öfkelenmeleri, başkaldırıları tarihe karışmıştır. Partilerin merkez komitesinin aldığı kararlar doğrultusunda, doğrudan demokrasi olmayan, bir sokağa çıkan örgütlenme olmayacaktır. Yatay, bir çeşit doğrudan demokrasili öfkelenmeler olacaktır 21. yüzyıl açlarının, yoksullarının ve işsizlerinin başkaldırıları…
Örneğin hemen her gün bulunduğum ve katıldığım yerde eylemde kalalım mı kalmayalım mı diye açık havada el kaldırmak şekliyle oylama yapıyorduk, azınlıkta kalana da siz bilirsiniz diyorduk ve de bir rızalık ve konsensüsle yaklaşarak kararlar alınıyor. 21. yüzyıl halk öfkelenmesi ve başkaldırıları parti ve sendika yöneticilerinin kararları ile olmayacaktır. Zira bu profesyonelleşmiş, bürokratik parti ve sendikalarla hiçbir şey olmaz ki, bunların olmaması olduğundan iyidir. Ve de bunlar emensipasyonun (toplam özgürlüklerin) önünde engeldirler. Yataylık her şeye karar verecektir ki buna da sevinmek gerekir. Dikeyliğe burnunu sokmuş deve kuşu misali sol parti ve sendikaların bu durumu anlayamamaları onların otantiklikten kurtulamamalarıdır diye, sekter olmadan, düşünüyorum. Bir halk hareketinde otantik biçimi ile yok “sanayi işçisi öncülüğü”, yok bilmem “şu öcülüğü” olmayacaktır 21. yüzyıl başkaldırı hareketlerinde. Temel Demirer’in dediği gibi, bir avuç küreselleşmiş kapitalistin dışında, “bütün insanlıktır”. Bu parti ve sendikalar bu durum karşısında şaşırmışlardır, “aman bizde içlerine girelim!”, destek verelim!” Demeye başlamışlardır geç kalsalar da… Sol partiler, Troçkistlerin işçilik (ouvriérizme) kesimi, komünist parti, sendikaların bazıları bu sokağa çıkmayı eh, puh, bakalım, görelim vb yaklaşımı ile yaklaştılar. Çünkü bu eylemler partilerinde profesyonelleşmiş, bürokratlaşmış, siyasetçilerinden izin almamıştı, bu profesyonelleşmiş bürokratlara danışılmadan yapılmıştı. Oysa politikayı profesyonellere bırakmak emansipasyonu geciktirmek demektir. Politika yapmak, sendikacılık yapmak gönüllülük işidir. Herkes üretime katılsın. Bir iki yazı yazmakla profesyonel bedavacılık olmaz. Zira demokrasi böyle doğmuştu, sosyalizm de böyle doğmamış mıydı? ‘Gül’ özgürlüktü ‘Ekmek’te işti. “Halk Meclisleri İktidara!” boşuna ve nedensiz bir slogan mıydı? Profesyonellikten bürokrasi doğuyor, iktidarlaşınca da güç bürokrasinin eline geçiyor. İster temsiliyet ister temsili demokrasi denilsin sonuçta kitlelerin eseri olsa bile kitlelerin kendisi olmuyor. Ki, bu vesile ile doğrudan demokrasi olması gerekiyorsa örgütlenme aşamasında ve hayatın her alanında olmalı.
Çeşitli basın organlarında değişik değişik analizlere rastlamak mümkün. Sarı Yelekliler kimdir diye analiz edile dursun… Bence, işten sonra nerede ise her akşam bu eylemlere katılan birisi olarak gördüklerim, örgütsüzler çoğunlukta ama her kesimden militanlara rastladım, kendini gizleyen, illaki bir etiket olsun göstermeciliği yapan insanlar değillerdi. Örneğin benim de tanıdığım bir Libertaire Socialiste (Özgürlükçü Sosyalist) olan kişi önemli olan gülerek Sarı Yelekliliktir diyordu. Hareketin içerisinde olununca konu daha da iyi anlaşılıyor. Sarı Yelekliler pahalılığa, akaryakıt ve elektrik vergilerinin yükseltilmesine karşı sosyal medyada örgütlenen bir hareket. Doğrudan demokrasi içerikli karar alış biçimleri ile 1871 Paris Komünü örgütlülüğüne benzerlikler taşımaktadır. Her ne kadar bir Louise’ler olmasa da. Sarı Yeleklilere amorf ve heterojen bir küçük burjuva hareketi denilse de yeridir çünkü yoksullaşıyorlar, giderek küçük burjuvalılıkları da kalmayacak. Bilinçli bir ulusalcı olmayan ama ulusal duygu yüklü insanlar da az değil, içlerinde bazı tek tük tepkici ırkçı anlayışlılar olsa da. Yok yok, hepside var ama ortak nokta zamlara ve vergilerin yükseltilmesine karşı bir halk hareketi. Son dönemlerde birçok kesim, partiler, sendikalar ve liseliler de bu harekete destek verip katılmaya başladılar. Bakalım gelişmeler ne olacak ya bir uzlaşma ya da devam… Şimdilik tam bir uzlaşı yok ve eylemlere devam…
Kürdistanlıların ve Türkiye kökenlilerin katılımı konusuna gelince;
Çok çok azlardı, sadece bireysel tek tük katılım vardı. Olmadıkları için lafı uzatmaya gerek yok.
AKP ve yandaşlarına oy verenler zaten (Fransız vatandaşı olanlar) Macron’a oy vermişlerdi. Macron’un bu vaatleri yerine getirmesi bazı uluslar arası anlaşmalar nedeni ile zaten mümkün değildi, vaatleri çoktu… Belki “gavur mallarından faydalanmak”…
Türkiyeli sol kesim mi? “Öyle bir derya içtedirler ki anlamazlar” (balıklar denizlerde yaşarlar ama anlamazlar). “Bütün engellemelere rağmen kırk kişi ile toplantı yaptık” gibisinden, burnundan kıl aldırmayan, ünlem işaretinden anlamayanların bol olduğu militanların (!) çevresinden.Yeterli bilgi birikimi olmadan bir düşünceye sahip olmak ve de bu bazda yapılan militanlık bir yerde zararlıdır. Halk deyişinde olduğu gibi “ya cahil olmalı ya da bilge; yarı cahilin derdi zordur.”
RTE’nin ve yandaş basının Fransa’daki Sarı Yeleklilere karşı Fransa polisinin davranışlarından pay çıkarıp kendi polisinin ne kadar insan severliği meselesine gelince?
Ne diyelim?.. Çok çok komik mi diyelim? Olur da bu kadar da olamaz mı diyelim? Sayın RTE, hangi toplumsal sorunu taraflarla masaya oturup çözdünüz ya da çözmeye çalıştınız, bir vatandaş olarak soruyorum, sorma hakkım yok mudur? Hani ulus devlette vatandaş olmak önemliydi?
Gezi direnişinden hiç kimseyle bir masaya oturup konuştunuz mu, hem de baş başa sıralamakla bitmez(!)
Fransa’ da bu kadar olaylar oldu bir kişi dahi Fransız polisinin kurşunu ile ölmemiştir. Ya Gezi de? Kaç kişi öldürüldü ‘bizim polisimiz insanidir’ dediğiniz polisler tarafından. Ya 1977 Mayıs’ı? Ya Maraş ya Sivas ya Sur ya Silopi ya Şırnak… saymakla bitmez. Sarı Yelekliler valilik konağını yaktılar ama bir kişi dahi polis kurşunu ile ölmedi. Erdoğan Türkiye’sinde bu durum olsa idi adım gibi biliyorum neler neler olacağını en az onlarca ölü olurdu. Emperyalist olmakta bir kültür işidir aynı zamanda içeri ile barışık olmak gerekiyor…
Macron %16 oyla iktidar olduğunda programını, vaatlerini iyice inceledim ve sonunda Nouveau Fascisme (Yeni Faşizm) diye Fransızca bir yazı yazmıştım. Ne yargılayan oldu ne de soran. Ya siz de? Yazılarından dolayı insanlar mahpushanelere dolduruldu.
Sayın RTE, Fransız anayasasında aynen şöyle yazılmaktadır “Çok kötü bir yönetim var ise ona karşı başkaldırı hakkınız vardır”.
Sayın RTE, Fransa da halk her türlü hakların rapport de force (Güç ilişkisi ve dengesi) ile alındığını biliyor. Darısı diğerlerinin başına! Unutmayalım ki Fransa 1789, 1830, 1848, 1871, 1936, 1968 gibi kitlesel isyanlarla haklarını almışlardı. Adı geçen birçok isyanda da sonunda 1936, 1968 gibi iktidar kan dökmeden uzlaşmıştı… Ya siz sayın RTE? Ya sayın Bahçeli? “Baş vücutta kalmaya!” diye haykıran 21. yüzyılın gerçek dışıcılığı…
TTB Başkanı Gençay Gürsoy’a ilerlemiş yaşına rağmen hapis cezası veriyorlar, 68827 kişiye C.B. hakaretten soruşturma açıyorlar. Hak ihlallerini saymakla bitiremeyiz…
Sonuç olarak
Dergimizde Sarı Yeleklilerin taleplerine ayrıca yer verilmekte. Burada tekrar yazmaya gerek yok. LakinMacron hükümeti Sarı Yeleklilerin taleplerini kabul etmiyor. Sadece asgari ücretlerde aylık 100 Avro artış ön görüyor. Fransa’da iki çeşit asgari ücret vardır. Haftada 35 saat çalışanlar için aylık ücret 1188 Avro, 39 saat çalışanlar içinse 1318 Avro.
16 Kasım 2018
Dipnotlar :
[1] francebleu – 5 Şubat 2018
[2] Dünya Bankası verileri ve Sputniknews 14 12 2018
Ocak 2019
Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 4