Ana SayfaNIVÎSKARÊNKÜRT MİRLERİ İLE OSMANLI İMPARATORLUĞU ARASINDA KURULAN İTTİFAK

KÜRT MİRLERİ İLE OSMANLI İMPARATORLUĞU ARASINDA KURULAN İTTİFAK

 

  1. Bölüm

ÇALDIRAN DA İDRİS-İ BİTLİSİ ARACILIĞIYLA KÜRT MİRLERİ İLE OSMANLI İMPARATORLUĞU ARASINDA KURULAN İTTİFAK

Çaldıran muharebesinin öncesinde Kürt Emiri İdris-i Bitlisi aracılığıyla 23 Kürt Bey ve Miri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında kurulan ittifak, Malazgirt muharebesinin öncesinde kurulan ittifakın nüansları farklı da olsa adeta bir benzeri niteliğindedir. İlginç gelse de bu bir gerçektir. İttifak ilişkilerine geçmeden önce bölgenin o günkü siyasi durumu ve Erdebil kaynaklı Kızılbaş hareketine dayalı Safevi Devletini ve onun kurucusu Şah İsmail üzerinde biraz durmak gerekir.

XVI. yüzyıla geldiğimizde, X. ve XI. yüzyıllarda kurulmuş Kürt Beylikleri yıkılmıştı ama bunların yerini de yeni Mirlik ve Beylikler almıştı. O dönemde daha okyanusları aşan deniz yolları keşfedilmediği için Doğu’yu Batı’ya bağlan tek ulaşım yolu olan tarihi “İpek Yolu” Kürdistan’dan geçiyordu. Bu yol sayesinde ticaretin yanı sıra fikirler, bilginler, yeni icatlar burada karşılaşıyor, burada tartışılıyordu. Dolayısıyla ülkenin refahı ve entelektüel düzeyi o dönem oldukça yüksekti ve her kesin gözü bu toprakların üstündeydi. Kürt Mirlerinin ulusal birlikten yoksun dağınık ve parçalanmışlık durumu onları dışarıdan gelen Türk-Tatar göçebe güçlerine kolayca yem olmasını sağlıyordu. XIV ve XV. yüzyılda Kuzey-Kürdistan coğrafyasında birbiri ardı sıra takip eden inançları farklı iki Türkmen kökenli federasyon kuruldu. Bunlardan Karakoyunlular biraz Kızılbaş öğeleri taşıyan Şii bir devleti, ardından onları yıkarak bölgeye hâkim olan Akkoyunlular da Sünni İslam inanıcına sahipti. İki Türkmen Federasyonun da ortak özelliği, Kürdistan coğrafyasına hâkim olmaları ve Kürt Bey ve Mirlere karşı aldıkları olumsuz tavırdır. Bunlar işgal ettikleri Kürdistan’ın Mir ve Beylerini ya zindanlara ya da sürgüne yolluyorlardı, yerlerine de Türkmen vali atıyorlardı. Dışarıdan atanan valilerde daha fazla vergi toplamak için halka baskı ve zulüm yapıyorlardı. Bu durum Kürdistan da infiale sebep olurken halk da içten içe kaynıyordu.(*1)

Bu iki Federasyonun yerine Şah İsmail tarafından 1501 yılında kurulan Safevi Devleti de ne yazık ki aynı politikayı güttü. Kürt Mir ve Beyleri ya tutuklandı ya da sürgüne yollandı. Onların yerine ise tıpkı diğer iki federasyonun yaptığı gibi Türkmen valiler atandı. Bu atamalarda yukarıda söylediğimiz nedenler yüzünden halk arasında büyük huzursuzluklara sebep oluyordu. Şah İsmail’inde başrolünü oynadığı bu kaynaşmaya geçmeden önce, Safevileri ve onun kurucusu Şah İsmail’in kişiliği üzerinde biraz durmamız gerekir.

ERDEBİL KAYNAKLI KIZILBAŞ HAREKETİ

Erdebil kaynaklı Kızılbaş öğeler taşıyan, devlet kurduktan sonraki tarihlerde Şii-İslam’a dönüşen bu dergâhın çok ilginç bir öyküsü vardır. Dergâh, adını (1252-1334) yıllarında Erdebil tekkesinde bulunan çok itibarlı Şafi mistik bir din adamı olan Şeyh Seyfeddin (Şey Safi ad Din veya Safiyüddin)den alır. Görüldüğü gibi Dergâhın kurucusu Kızılbaş veya Şii bir din adamı değildir. Şeyh Seyfeddin, Şafii mezhebine bağlı Sünni bir Müslüman’dır. Erdebil Tekkesini kökten dönüştürüp, Kızılbaş/Alevi Tekkesi haline getiren, Şeyh’in torunları, Cüneyd, Haydar ve Şah İsmail’dir

Dergâh sadece dinsel bir dönüşüme uğramamıştır, aynı zamanda ırksal dönüşüme de uğramıştır. Sünni- Şafi mezhebindeyken, sarayda uydurulmuş, siyasal müdahalelerle kendilerini yedinci İmama bağlamışlardır. Irksal kökenlerine gelince, daha çocuk yaştayken 1325’te Erdebil tekkesini ziyaret eden İbni Bazzaz Erdebili’nin yazdığı Safwat el Safa adlı eserde(1357) Safevi atalarının Kürt asıllı olduğunu belirtmektedir. Bazzaz’a göre Şeyh Safi el Din’in atası Piroz Şah Zarrin Kula X. yüzyılda büyük bir Kürt kılanı ile birlikte, bugünkü Suriye’nin Sincar bölgesinden göç etmişti. Büyük ihtimale Êzidi olan bu klan Hazar denizinin güney batı köşesine Erdebil yakınlarında ki dağlık bölgeye yerleşmişti. Safeviler’in hassas konumu nedeniyle, dinsel değişimde olduğu gibi ırksal değişimde sarayda uydurulup, siyasal müdahalelerle değiştirilmiştir. Zira Dergâhın müritlerinin büyük bir kısmı Türkmenlerdi ve saray Türkmenlerin psikolojik baskısı altındaydı. Türkmenler daha Safi el-Din zamanında (Safiyüddin), Azerbaycan ovalarına yerleşerek büyük çoğunluk oluşturmuşlardı. Kürtler ise Erdebil civarındaki dağlık bölgelerde varlıklarını koruyorlardı. Günümüzde hala bölgede, Şatranlu ve Kurdbeglu adlı iki Kürt aşireti varlığını sürdürmektedir. Bu kanıtlardan yolla çıkan Bosworth İslam’ı hanedanlıkların hanedanlık soy kütükleri hakkındaki verileri konu alan standart kitabında, Safeviler üzerine yaptığı incelemeye şu cümle ile başlar “ Türkçe konuşmalarına rağmen, Safeviler büyük ihtimalle Kürt kökenliydi.”(*2)  Safeviler’in Sincar’lı Kürt kökenli olduğunu, ‘Safevi Devletinin kuruluşu üzerinde eser yazan Faruk Sümer’de belirtir.

Dergâhın hızla itibar kazanması,1402 yılında Anadolu’da dönen Timur’un Şeyhi ziyaret etmesiyle başlar. Timur’un ziyaretiyle büyük bir itibar kazanan şeyh, Timur’dan Anadolu’da birlikte getirdiği 30 bin dolayındaki Bâtıni inançlı tutsağın(Sufiyan-ı Rum) kendisine teslim etmesini rica eder. Şeyh’in ricasını kırmayan Timur, bu 30 bin “sufiyan-ı Rumu”,  o zaman post nişinde oturan Şeyh Hoca Ali’ye veya Sultan Ali’ye(1391-1427) teslim eder. Bunun yanında Timur, Erdebil ve bağlı köyleri vergiden muaf tutuğu gibi. Rum beldesi yöneticilerine de, Şeyh’in Anadolu’daki müritlerine iyi davranmasını ve müritlerin şeyhlerini ziyaret etmeleri halinde kolaylık göstermeleri hakkında da emirler verir. Serbest bırakılan tutsakların bir kısmı Anadolu’daki yurtlarını geri dönerken bir kısmı da Erdebil’de kalarak, “Mahale i Rûmiyan” adını verdikleri bir mahalle oluşturarak, kurulacak devletinde ilk yapı taşlarını oluştururlar. Tabi bu dönemde, dergâh daha radikal bir dönüşüme uğramamıştı ve Osmanlı hanedanlığında da her yıl hediyeler alır. 12 İmam Şiiliğinin Safeviler’e sızması, bu dönemde gerçekleşti. Taraftarlar on iki dilimli kızıl taç giymeye başladılar. Sünniler onlara hakaret anlamına gelen Kızılbaş demeye başladılar, Onlarda Sünnilere ‘Yezid’ karşılığını verdiler. Dönüşüme uğrayan tekkenin etkinliği, Osmanlı Sultan’ı II. Beyazid döneminde iyice bozulan ekonomik nedenlere paralel olarak, Anadolu’daki Bâtıni zümreler arasında Kızılbaşlık hızla yayıldı. Siyasi bir hüviyet kazanan Kızılbaşlık, Cüneyd’le beraber eyleme dönüştü. Kızılbaş eylemi, Şeyh Cüneyd’le başlar.

KIZILBAŞLIĞIN DOĞUŞU

Değişim ve dönüşüm, Şeyh Cüneyd’in tasavvufla tanışıp, Seyid olma isteğiyle hızlandı. Tanrı’nın insan biçiminde tecellisi ve yeniden bedenleşmesi fikrini yaymaya koyuldu. Kürdistan’a yaptığı gezilerde bir netice alamadı. Akkoyunlu hükümdarı, Uzun Hasan’ın kız kardeşi, Hatice Begüm ile evlendi. Bu evlilik Şeyh’e büyük bir itibar ve güvence sağladı. Dağıtsana ganimet amacıyla, yaptığı seferde 1460 yıllında öldürüldü. O yıl dünyaya gelen oğlu Haydar’ı, dayısı Uzun Hasan’ın korumasında tekrar Erdebil’e geri döndü. Haydar büyüyünce, dayısı kızı, Âlem Şah olarak da tanınan, Halime Begüm sultan ile evlendi. Kızılbaş oluşum, Haydar’ın kısa hükümdarlığı döneminde gerçekleşti. Haydar’ın büyüsüne kapılan, daha İslamlaşmamış, baldırı çıplak göçebe Türkmen boyları ile Kızılbaşlığı benimsemiş bazı Kürt aşiretleri, Erdebil’de toplandılar. Haydar taraftarlarına, kendilerine seçtikleri, Taç-ı Haydar denilen on iki dilimli külahı, kızıl serpuş taktılar ve dolayısıyla bu adla anıldılar. Taraftarlar, Haydar’ın Tanrı olduğuna inanıyorlar ve ona secde ediyorlardı. Haydar’ın ünü kısa zamanda her tarafa yayıldı,  Gelecek kaygısı taşıyan, ekonomik güvencesi olmayan,  topraksız ve yoksul Türkmen boyları, Kızılbaş/Kürt aşiretleri, akın, akın Erdebil’e akarak sayıları gün be gün artıyordu. Rakam öyle bir seviyeye ulaştı ki, beslenme ve barınma büyük bir sorun oldu. Sefere çıkma ve ganimet elde etme zorunlu hale geldi. Haydar, ganimet amacıyla Kafkasya’ya yaptığı ilk seferde bol ganimetle döndü. Ama bir sonraki seferinde, genç yaşta 1488’de öldürüldü. Öldüğünde geriye dul bir kadınla üç küçük çocuk bırakmıştı. İsmail, 1487 doğumlu olup, daha bir yaşındaydı.

Uzun Hasan’da ölmüştü. Yerine geçen oğlu Yakup, Erdebil tekkesini ve Haydar’ın çocuklarını kendisine rakip ve tehlikeli görüyordu. Âlem şahı, üç çocuğu ile birlikte Erdebil’de çıkarıp, Fars bölgesinde İştar kalesinde gözetim ve denetim altında tutu, Zor ve çalkantılı geçen bu dönemde İsmail, iki kardeşini kaybetti. Ölümü her an ensesinde hissediyordu, Annesi, Onu Gilan’da Lahican Emirinin yanına kaçırdı. Emir misafirlerine iyi davrandı. Altı yıl burada kalan İsmail, çok iyi bir eğitimde geçti. Türkçe ve Farsça dillerinde okuma yazma öğrendi. Edebiyat konularında tam bilgi sahibi oldu. Tasavvuf süzgecinde geçti. Tasavvufa hâkim büyük bir şair oldu. Lakin çocukluğunda geçirdiği travmalar da hayatının bir parçası oldu.(*3)

1499 da Akkoyunlu’nun iç çekişmeler yüzünden iyice zayıfladığı bir sırada, saklandığı yerden çıkıp Erdebil’e geldi. Bunu izleyen bahar aylarında da Kürdistan’a Erzincan’a geçti, amacı çevresinde kendisine bağlı askeri birlikler toplamaktı. Çok geçmeden yedi bin kişilik bir orduya sahip oldu. İsmail, Akkoyunlu’ya karşı hemen harekete geçmedi, önce taraftarlarını Şirvan’a sefere yolladı. İlk hedef babasının ve dedesinin öcünü almaktı. Şirvan fethinden sonra Azerbaycan’daki son Akkoyunlu hükümdarı Alwand’la yapılan savaşı kazanarak, tüm Azerbaycan’ın hâkimi oldu. 1501 yıllında taç giyerek 13 yaşında Şahlığını ilan etti. On iki İmam Şiiliğine dayalı Kızılbaş inancı devletin resmi dini oldu.  Hz. Ali ve Oniki İmam kültü Anadolu’ya Şah İsmail’e birlikte bu tarihte girdi. Bundan önce ki tarihlerde Kızılbaş/Alevi literatüründe, deyişlerinde vs, Ali ve Oniki İmam kültüne ve Alevi kelimesine pek rastlanılmaz. Gerçi o dönemde Kızılbaşlık kelimesi kullanılırdı, Alevilik daha sonra XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra yaygın olarak kullanıldı.

ŞAH İSMAİL VE KIZILBAŞLIK

O güne kadar dağınık şekilde oluşa gelen Kızılbaş inancını, derleyip, toparlayan, bütünleştirerek belli bir formata sokan, ona ruh ve nizam veren Şah İsmail’dir. Ona Kızılbaşlığın ideoloğu dersek abartmamış oluruz. Şah İsmail yalnız inancı değil, dünya düzenini de değiştirmek istiyordu. Özel mülkiyeti reddediyor, kadın-erkek eşitliğini savunuyordu. Tüm enerjisini bu uğurda harcamaktan asla geri durmadı. Ne yazık ki bu güzel düşünceler, devletleşmeyle birlikte rafa kaldırıldı. Nedeni ise Kızılbaş inancın, devlet olmayı reddetmesinde  aramak gerek.

Güçlü bir Kızılbaş düşüncesi ve inancına sahipti, kendisini İlahi gücün bir tecellisi olduğuna inanırdı, Kızılbaşlar arasında hem bu yönüyle, hem de “Sahibi Zaman” yani yaşayan “Zamanın Tanrısı” olarak bilinirdi. Kendinden önceki Mazdek, Hurrem ve Babailer hareketinin önderlerinde olduğu gibi, Ruh göçüne ve Tanrının insan da tecelli edişi inancına inanırdı. Şah İsmail, kendisinin Mehdi olduğuna değil, doğrudan doğruya Tanrının tecellisi olan Ali’nin kendisi olduğuna inanmıştı, inandırtmıştı, takipçileri de öyle inanırdı ve Ona secde ediyorlardı.

ŞAH İSMAİL’IN KÜRT MİRLERİNE YAKLAŞIMI

Şah İsmail’de tıpkı selefi olduğu Karakoyunlular ve Akkoyunlular gibi davrandı. Kürt Mir ve Beylerine yaşam hakkı tanımadı Onları ya tutukladı ya da sürgüne yolladı. Onların yerine ise ilginçtir Kızılbaş Kürt valiler değil, Kızılbaş Türkmen valiler atadı. Doğaldır ki bu atamalar barışçıl bir ortamda gerçekleşmedi, savaş ve katliamlar neticesinde gerçekleşti. Bu da bölgede ve Kürt toplumunda büyük huzursuzluklara neden oluyordu.

Bu tür keyfi atamalardan rahatsız olan Kürt Mir ve Beylerden 11 tanesi çaldıran Savaşı öncesi “Hesenkêf Miri  Mir Xelil(Halil) Eyyubi ile birlikte büyük hediyelerle Xoy(Hoy) şehrine gidip Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirmek istiyorlar. Bilindiği gibi Kürt Eyyubi Hanedanlığı tüm Ortadoğu’da yetirmesine rağmen Hesenkêyf kesintilerle de olsa Eyyubiler son kalesi olarak varlığını sürdürdü. Mir Xelil Eyyubi, Şah İsmail’in eniştesiydi(bacısıyla evliydi) Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirmeye giden Mirlerin bir ya da ikisi hariç hepsi tutuklanır ve yerlerine Türkmenler atanır. Mir Xelil Eyyubi’de 3 yıl Tebriz’de hapiste kalır ve sonra kaçar”( Zagrosi). Daha ilginci bugünkü Dersim ve Murat havzasını içine alan ve kendisine Kürdistan denilen Çemişgezek Federasyonunda yaşanır. Çemişgezek Miri Hacı Rüstem Bey, Osmanlı Sultanlarının tüm ısrarına rağmen Kemah kalesini onlara vermez ama Erzincan’a gelen Şah’a bağlılığını bildirir, Federasyonun anahtarını da ona sunar. Mirin bu sadakatine karşılık Şah, Federasyonu tekrardan ona geri vermez, onu Acem/Irak’ına vali olarak atar, Çemişgezek’e de Nur Ali Halife’yi vali olarak atar. Nur Ali’de halka zulüm edince, halk da Osmanlılara müracaat eder.

Dinamik Şah İsmail’e karşı daha pragmatik bir lider olan Yavuz Sulatan Selim, İdris-i Bitlisi aracılığıyla onlarla görüşür, onların varlıkların kabul eder ve hata onun da ötesine geçerek Osmanlı hukuk sisteminde olmayan miras hakkını da onlara verir. Böylece 23 Kürt Miri ve Beyi ile Osmanlı İmparatorluğu arasında şöyle bir ittifak anlaşması imzalanır.

1-Osmanlı yönetimine bağlı olarak Kürt Emirliklerinin özerkliğini korumak

2-Kürt Emirliklerinde de yönetim babadan oğulla geçerek sürecek, eskiden beri yürümekte olan yönetim yürürlükte kalacak ve bu konuda ferman padişahtan çıkacak

3-Kürtler, Türklere bütün savaşlarda yardım edecek.

4-Türkler, Kürtleri bütün dış saldırılardan koruyacaklar.

5-Kürtler devlete verilmesi gereken her türlü vergiyi ödeyecekler.

6-Bu anlaşma Sultan Selim ile O’na boyun eğen Kürt Emirlikleri arasında yapılmıştır. (*4)

Kürtlerin desteğini alan Osmanlılar Çaldıranda Safeviler’i yeneceklerdir. Anlaşılıyor ki Ortadoğu’da Kürtsüz hiç kimsenin başarılı olma şansı yoktur. Malazgirt Savaşında da gördük ki Kürtler Türklere yardım etmeselerdi, Türkler Anadolu’yu çok zor yurt edinirlerdi ve Osmanlı gibi devasa bir İmparatorluğu belki de kuramayacaklardı. Eğer Kürtler Şah İsmail’i destekleselerdi Anadolu’da bambaşka bir tablo ortaya çıkardı. Malazgirt bir yerde Çaldıranın bir versiyonu gibidir. İki savaşta Kürtlerin vatanı olan Kürdistan da olur.  Kürtler, asırlarca sürecek kendilerinin olmayan bir çekişme ve çatışmanın içinde buldular. Güç dengesi içinde hangi tarafı desteledilerse o tarafın kazanacağı gerçeği her seferinde daha iyi anlaşıldı.

Osmanlı-Safevi çekişmesi ilk başta dinsel-mezhepsel gibi gözükse de, giderek bölgesel iktidar ve güç mücadelesine dönüştü. Kürt Mirleri ortama göre bir o yana bir bu yana gidip geldiler ama hiçbir zaman birleşip kendileri için mücadele etmediler. Onun için de hep kaybettiler, kaybeden yalnızca mirler olmadı, esasen kaybeden Kürt halkı oldu. Aso Zagrosi’nin de belirttiği gibi “Kuzey Kürdistan’da Kızılbaş Kürtlerinin Osmanlı Devletinden çektiklerinin aynısını İran Kürtleri Safevi ve daha sonra gelen İran Şahlarından çekmişlerdir. Aslında Kuzey Kürdistan’daki Kızılbaş Kürt ile İran’daki Şafi Kürtlerinin mazlumiyetlik edebiyatları o kadar birbirlerine benziyor ki, Şafi ve Kızılbaş terimleri çıkarıldığı andan itibaren geriye katliam, sürgün, zorla mezhep değiştirme gibi ortak paydalar kalıyor”

Hafif süvariden oluşan Safevi ordusu, ağır topları ile ateş üstünlüğüne sahip, güçlü ama hantal Osmanlı ordusuna karşı tutunamayacaklarını anlayınca, çareyi Osmanlı ordusunun geçiş güzergâhındaki bölgeyi insansızlaştırmada buldular. Osmanlı ordusunu ikmalsiz ve yiyeceksiz bırakmak için, yüz binlerce Kürdü, doğuya İran içlerine özellikle de Tahran havzasına sürdüler. Yol üstündeki köyleri, kasabaları ve şehirleri yakıp yıktılar. Ekinleri yaktılar, hayvanları öldürdüler, doğayı tahrip ettiler. Suları, su kanallarını, su kuyularını ya zehirlediler ya da kapattılar. Bölgede yaşama dair hiç bir iz bırakmamasına her şeyi yok ettiler. Bu aslında daha önceden görülmüş bir durum değildi. Safeviler içinde stratejik bir hedef de değildi. Kendiliğinden ve aniden gelişen bir durumdu. Bundan da oldukça başarılı oldular ve daha ileriki savaşlarda da stratejik hedef haline getirdiler ve yeniden, yeniden denediler. Bu büyük tahribatı başta Çemişgezek Federasyonu olmak üzere Kuzey Kürdistan’dan yaşayan Kızılbaş/Kürtlerin tümü nasiplendi. Şah Tahmasb döneminde İran’ın Kuzeydoğusun da baş gösteren Sünni Türkmen tehlikesine karşı bir set oluşturmak amacıyla Tahran havzasına yerleştirilen Kızılbaş Kürtleri bu kez bölgeye yani Horasan’a yerleştirildiler. Ama Kürtlerin en çok ve sistemli olarak Horasan’a yerleştirilmesi Şah Abbas(1587-1628) döneminde gerçekleşti. Şah Abbas döneminde Dımdım kalesi ve Mukriyan Kürtlerin katliamından sonra on binlerce Kürt Kürdistan’dan zorunlu göce tabi tutuldu ve Kürdistan’a Türkmen aşiretleri yerleştirildi. Bu süreç içinde Şah Abbas daha sonraki süreçte etkisini gösterecek demografik yapının değiştirilmesine neden oldu.(bkz Zagrosi).

İki İmparatorluk arasında süren bu savaş, Kürdistan’da öylesine bir tahribat yarattı ki, halkın büyük bir kısmı sürgüne yollandı, azımsanmayacak bir kısmı da savaşlarda öldü ve yok oldu. Toprak öylesine fakirleşti ki Kürdistan hem Osmanlı hem de Pers İmparatorluğu için hiçbir önemi olmayan uzak ve yoksul bir sınır bölgesine dönüştü. Buna ilaveten uluslararası ticaret yolları da okyanuslara kaydı. Bütün bu gelişmeler iki İmparatorluk arasındaki mücadeleyi de gereksiz kılıyordu. Sonunda iki imparatorluk 17 Mayıs 1639 da Kasr-ı Şirin anlaşmasını imzalayarak, Kürdistan’ı aralarında bölüştüler. Kürdistan’ın üçte biri İran’a, üçte ikisi de Osmanlı imparatorluğunda kaldı. Bu anlaşma ufak tefek değişikliklerle günümüze kadar devam etti.  Bizans-Sasani İmparatorluklarından sonra, bu anlaşma Kürtleri bölen tarihteki ilk anlaşma oldu. Bu bölünmeyle Kürtlerin tek bir yönetim altında birlik olmaları engellendi.

Sonuç olarak, Çaldıranda imzalanan antlaşma Türklere sağlam bir müttefik kazandırarak, onların Doğu sınırlarını güvence altına aldı. Kürtler için ise felaketin başlangıcı oldu. Başta küçük Mirliklerin varlıkları Sultanın teminatı altına alınarak, Kürt Birliğinin oluşması engellendi. Parçalanmışlık Osmanlı Sultanları tarafından teşvik edilerek, güçlü bir Mirliğin oluşmasına ve diğer mirleri de egemenliği altına alarak bir Kürt Devletinin kurulması usta bir politik manevra ile engellendi. Kürdistan’ın parçalanarak bölüşülmesinin de başlangıcı oldu.

III. Bölüm Türk Kurtuluş Savaşın da Türk-Kürt İttifakı var mıydı?

Kaynakça.

(*1)-Veysel Aydeniz,-Akkoyunlu-Kürt ilişkileri, Nûbihar yayınları.

(*2)- Izady, Mehrdad. R—Bir el kitabı, Kürtler/ Doz yayınları, 2.baskı 2007

(*3)-Melikoff, İrene,- Uyur idik, Uyardılar/ Demos yayınları, 2. baskı, 2009

(*4)- Yıldız Hasan,-Aşiretten Ulusallığa Doğru Kürtler/ Fırat-Dicle yayınları 1991

Makaleler/(*)- Aso Zagrosi,-Çemişgezek Federasyonu./newroz com.

 

 

 

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights