Ana SayfaGIŞTÎİşçi sınıfı enternasyonalizmi ve azınlık hakları

İşçi sınıfı enternasyonalizmi ve azınlık hakları

Enver Şen / Sosyalist Mezopotamya, Sayı: 10, Temmuz 2021

Şubat 184’de yayınlanan Komünist Parti Manifestosu “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” şiarıyla biter. Elbette o günden bugüne milyonlarca insanın kurtuluşa giden yolunu aydınlattı. Ancak pratikte bu nasıl oldu, nasıl uygulandı sorusuna hedefine ulaştı cevabını vermek maalesef mümkün değil. O günden buyana olan gelişmelere göz attığımızda işçi-emekçi ve yoksul kitlelerin ezici çoğunluğu kendi burjuvalarının etkisinde kalarak ulusal devletlerin çıkarlarını savunduklarını görürüz. ABD’deki iç savaştan sonra Afro- Amerikalılar çok kısa bir süre (kimi kaynaklara göre 6-8 yıl kimilerine göre de ancak 8-10) beyazlarla eşit koşullarda yaşadılar. Ancak daha dün eşit haklar için savaşan beyaz işçiler, emekçiler ve köylüler yeniden ırkçı beyaz burjuva ideolojisinin yanında yer aldılar ve hala büyük çoğunlukla orada duruyorlar. ABD’deki ırkçılığın kurumsallaşmasında olumsuz bir rol aldılar. Bu kurumsallaşan ırkçılık ne yazık ki günümüzde de devam ediyor. Afro -Amerikalıların çok büyük savaşımlarına rağmen. Irkçılık sadece Afro-Amerikalılara değil aynı zamanda Latin Amerika ve Asya kökenlilerle göçmenlere karşıda devam ediyor.

Daha 2018’de ABD sağlık bakanı yabancılar sağlık sistemimiz için bir yüktür diyordu. (AFP Materyalinde)

Avrupa’da da gelişmeler bundan farklı değil. Ağustos 1914 yılında Alman imparatorluk parlamentosunda yapılan savaş bütçesinin oylamasında SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) “bu zor durumda milli hükümeti yalnız bırakamayız” gerekçesiyle savaşa onay verdi. Tek istisna daha sonra Almanya Komünist Partisi (KPD) kuruluşunda da yer alan Karl Liebneck’tir. I. ve II. Enternasyonal’in savaşa karşı genel grev çağrılarına rağmen Almanya ve Fransa sendikaları hükümetlerinin yanında yer aldılar. İngiltere’de ise bu yönde herhangi bir açıklama yapılmadı. Ancak savaşa karşı da çıkılmadı. Almanya’da sendikalar, bu politika din ve sınıf ayrımı yapılmaksızın vatanı koruma politikasıdır açıklamasıyla savaş kararını destekledi. 17.08.1914 sendikalar devletten ve işverenden herhangi bir  ücret artırımı istemeyecekleri yönünde karar aldılar. (FES-Kütüphanesi-Alman sendikalar kronolijisi, başlangıçtan 1918’e kadar.) Weimer Cumhuriyetin de (9 Kasım 1918 – 30 Ocak 1933 Hitlerin Başbakan olması ile varlığı sona erdi) Almanya’da çok yönlü bir sınıf mücadelesi vardı. Özelikle 1920’li yılların sonlarına doğru baş gösteren dünya ekonomik krizi bütün dünyada olduğu gibi Almanya’da emeği ile geçinenler açısından büyük yıkım getirdi. Bu yıkım aynı zamanda sınıf savaşımını da yükseltti. O yıllardaki sınıf savaşının ana özelliklerinden biri de işçi sınıfının bölünmüşlüğüdür. Bu bölünmüşlüğe rağmen SPD ve KDP milyonlarca oy alabiliyorlardı. Örneğin 14 Eylül 1930 ve Mart 1933 seçimleri:

14 Eylül 1930 seçimleri:

NSDAP (Nazi Partisi) %18,3

SPD %24,5

KDP %13

5 Mart 1933 seçimleri:

NSDAP % 43,9

SPD % 18,3

KDP % 12,3

Oranında oy aldılar. (Alman imparatorluk istatistik yıllığı 1930, 1933)

Sosyal demokratların ve Komünist Partisi’nin bu oy oranına rağmen 1933 yıllının 1 Mayısında Nazi partisinin çağrısına uyarak Berlin Tempelhof meydanında toplanan milyonlarca işçi, emekçi, Almanya’daki Alman olmayanlara (özelikle Yahudiler Polonya’dan gelen mevsimlik işçiler) karşı sloganlar atmayı ihmal etmediler. Naziler 1 Mayıs’ı 1933 yılından itibaren ulusal işçi bayramı olarak kutladılar. 30 Ocak 1933 Hitlerin Başbakan olmasından kısa bir süre sonra Şubat 1933’te SPD’ye yakın ADSB (Almanya Genel Sendikalar Birliği) varlıklarını sürdürebilmek gerekçesi ile politik olarak hükümete karşı nötr kalacakları yönünde karar aldı. Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Sonuçta Alman işçi sınıfı ve emekçi halkının ezici çoğunluğu Hitler rejiminin yanında durmakla kalmadı, aktif olarak destekledi. Bu durum sadece Almanya’ya has bir durum değil.

Türkiye’de aynı durum yaşandı yaşanıyor. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ülkede yaşan ve Türk olmayan herkes vatan hani ve düşman olarak görüldü. Müslüman olmayan Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Êzidiler zaten daha önce katliama uğratılmış yok edilmişti. Şimdi sıra Türk olmayanlardaydı. Koçgiri’den Dersime kadar S. Demirel’in deyimi ile 28 Kürt başkaldırısı ezilmişti. Bütün bu süreçte Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı nerede duruyordu, tavrı neydi?  Geçmişten birkaç örnekle günümüze gelirsek: 15-16 Haziran 1970’te o güne kadarki en büyük işçi sınıfı eyleminde üç barikatı aşarak İzmit’e giren işçiler kolordunun önünde “işçi ordu elele” “işçi ordu elele milli cephede” sloganlarını atıyorlardı. 16 Haziranda işçiler sokakta 3 şehit vermişken; DİSK Genel Sekreteri Kemal Sülker “Girişilen tahripkar eylemle bir ilgimizin olmadığını içişleri bakanlığına söyledik” diyordu. Bir tarafta selamlanacak mücadele fakat aynı eylem içinde ülkede Türk-İslam sentezine uymayan herkesi düşman gören, yok etmek için elinden gelen her şeyi yapan burjuva devletinin güvenlik güçlerine selam!

1990’lı yıllarda Kürdistan’a karşı başlatılan kirli savaşta binlerce Kürt köyü yakıldı, yıkıldı. Milyonlarca insan yerlerinden edildi. On binlerce “faili meçhul” katliamlar, yıkımlar, yok etmeler. İşçi sendikaları, emekçiler, köylüler ve memurların büyük bir çoğunluğu bırakın sesiz kalmayı, hükümetleri açık-kapalı desteklediler. Türk-İslam sentezine uygun hareket ettiler. Bu durum günümüzde de aynı şekilde devam ediyor. Başta Efrin olmak üzere Girê Spi, Serê Kanî ve Rojava’nın işgallerinde de Türkiye işçi ve emekçi kesiminde elle tutulur, gözle görülür bir ses veya eylem yükselmedi. Tam tersini özellikle Efrin’in işgalinde devletin arkasında duruldu, AKP- MHP faşizmi desteklendi. Buna HDP dışındaki muhalefet partileri de dahil, zafer naraları atıldı. Elbette burada KESK’i ayrı tutuyoruz. Ancak KESK kimileri tarafında Kürt sorununu öne çıkardığı için, sınıf savaşından uzaklaşıyor şeklinde suçlanıyor. Türkiye devleti Rojava’yı Kürtsüzleştirmek için ellinden gelen her şeyi yapıyor. Baştan itibaren beraber çalıştığı IŞİD çetelerini Kuzey ve Doğu Suriye’de halkların üzerine saldırtıyor. Her gün köyler basılıyor, insanlar kaçırılıyor. Özellikle de hem işgalci güçler hem de aynı zamanda da eşit hakları için savaşan kadınlara yapılan baskılar, Türk devletinin nasıl kadın düşmanı oluğunu da gözler önüne seriyor. Kürtlerin ve bölge halklarının özgür yaşamına müdahale ediyor.

10 Şubatta girişilen Garê saldırısı yenilgi ile sonuçlanınca Türk devleti daha da saldırganlaştı. İntikam için yeni işgal girişimlerine başladı. 23 Nisanı 24 Nisana bağlayan gecenin yeni saldırıların başlangıcı olması İttihat ve Terakkinin soykırımcı zihniyetinin hiç değişmeden devam etiğini de gösterdi. Rojava ve Başur’a karşı girişilen işgal girişimlerinde yakılan yıkılan Kürt yerleşim yerlerine, yok edilen Kürt coğrafyasına karşı Türk işçi sendika ve sivil toplum örgütlerinde kayda değer herhangi bir itiraz, yükseltilen bir ses duyulmadı. Türk devleti sadece Kürdistan’ın belli bölgelerine veya parçalarına değil, bütün Kürdistan’a ve Kürtlere savaş açmış durumda. Erdoğan hükümeti ve devlet özelikle 25 Nisan 2015 barış masasını devirdikten sonra topyekun yok etme savaşı başladı. 28 Şubat 2015 Suudi Arabistan’a giderken havalimanında ‘bu, hasretle beklediğimiz bir çağrıdır” diyen Erdoğan 25 Nisan 2015’te Adana’da katıldığı toplu açılış töreninde “böyle bir mutabakat yok” diyordu. Devlet bu sürede Kürtleri statüsüz bırakma kararını tekrar bütün yönleriyle yürürlüğe koydu. 11 Kasım 2016 HDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile beraber 9 milletvekili rehin alındılar. HDP belediyelerinde başlatılan kayyım atama hızlandı. 31 Mart yerel seçimlerinde kazanılan 65 belediyenin 6’sına mazbataları verilmedi. 56’sına kayyım atandı. Geriye kalan 2 belde ve bir ilçe belediyesinde, Dicle Belediye başkanı HDP’den istifa etti. Geriye iki belde belediyesi kaldı. Binlerce HDP yöneticisi ve pati üyesi rehin alındı alınıyor. Kürtlere nefes alma hakkı tanınmıyor. Erdoğan defalarca “beka sorunumuz var” ya da “ikinci kurtuluş savaşı veriyoruz” diyor. Belki de Erdoğan kendi sömürgesine karşı bağımsızlık savaşı veren ilk devlet başkanı olarak tarihe geçer. Erdoğan bununla Kürtlere karşı seferberlik ilan ettiğini söylüyor. Biz Kürtlerin de buna uygun cevap vermemiz gerekiyor. Düşman ayrımı yapmıyor. Bu işgalci 4 ülke içinde geçerli. Daha birkaç gün önce Beşar Esad gazete haberlerine göre biz Türkiye ile ancak Kürt sorununda beraber olabiliriz diyordu. Ortaklaşan düşmana ancak ve ancak bütünleşerek cevap verebiliriz. Değişik politik yapılar olmamız, bizim için zenginlik olmalı Kürdistani düşünmeyi ve hareket etmeyi engellememeli. Bunu başarırsak dostlarımız da daha fazla yanımızda olur. Kürdistan’da böylesine var yok olma mücadelesi sürerken Türkiye siyasi muhalefeti ve kamuoyunda olması gereken -insan hakları ve yaşam hakkı için- politik, siyasi ve toplumsal destek maalesef oldukça cılız. Kendi içinde kendisinden olmayana yapılan zulme karşı çıkmayan işçi sınıfına enternasyonalizm nasıl anlatılacak.

Başa dönersek işçi sınıfı enternasyonalizmi soyut değil gayet somut bir durumdur. Kendi içindeki insanlara yapılanı görmemezlikten gelenlerin kendileri de özgür olamazlar.

Enver Şen

15.05.2021

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights