Batı’da insanların canı yanmadıkça…

181

Hüsnü Gürbey / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

Türkiye Kürdistan’ında Ağustos 1984 tarihinde başlayan ve 1990’larda hızlanan, 2018 tarihinden itibaren de Roja’ya ve Güney Kürdistan topraklarına taşınan, kimilerine göre düşük yoğunluklu, kimilerine göre gayri nizami harpte,  Kürdistan coğrafyası tahrip edilirken, Batı’da yoksul halk, çocuklarının kaybı dışında, toplumun pek canı yanmadı. Savaşın sebep olduğu yoğun ekonomik giderler; hükümetler, ellerindeki çeşitli imkânları kullanarak halka yansıtmamaya çalıştılar, bazılarının ise hiç canı yanmadı; ülkenin bir yerinde (doğusunda)  yangın varken, onlar görmemezlikten, duymazlıktan geldiler; yangının bir gün ülkeyi saracağını hiç düşünmeden yaşantılarını, lükslerini sürdürmeye devam ettiler. Bundan olacak ki çözümsüzlük hâli sürdükçe sürdü…

Bir türlü sonlandırılmayan savaş ve artan askeri masraflar, üstün teknolojik silahlara yapılan ödemeler, pandemi ile birlikte üretimdeki düşüşler de eklenince, biriken borç stokları çevrilmez oldu. Buna ilaveten, ülkenin pazarlanan jeopolitik konumu da müttefikleri tarafından eskiden olduğu gibi dikkate alınmayınca, ülke ekonomik olarak çökmenin eşiğine geldi.

Ancak bu sefer ki kriz, ekonomik çöküntü sadece dar gelirliyi değil, toplumun büyük bir kesimini, özellikle Özal’ın gururla bahsettiği orta direği sarstı. Evet, orta sınıf hızla çöküyor ve kriz Doğu’da olduğu kadar Batı’da da insanların canını yakıyor.

Ağırlaşan Ekonomik koşullar:

Türkiye’de yaşanan bu krizi iyi analiz etmek gerekiyor, çünkü kriz son birkaç yılın krizi değildir; 1984’ten itibaren artarak devam eden kirli bir savaşın, bir yok etmenin krizidir. Türkiye’nin ısrarla sürdürdüğü bu haksız savaşın bedeli çok ağır oldu; kaybettiği şey yalnızca insan hayatı, genç asker ve subayların hayatı değil, aynı zamanda milyarlarca dolar, yani kaynaklarının büyük bir bölümü oldu.

Türkiye bugün gıda tedarikinde büyük bir sıkıntı yaşıyor; çarşı ve manavların yanına yaklaşılmıyor ve milyonlarca insan beslenme sorunuyla karşı karşıya.  Bırakınız sosyal bir devlet olmayı, yurttaşını doyurmak devletin varlık sebebi. Devlet bunun için var ve bu bilinç antik çağdan beri geçerli. Mısır’da, Fravun-Yusuf ilişkisini çoğunuz bilirsiniz. Fravun’un rüyasını analiz eden Hz. Yusuf ne diyor: “yedi bolluk yılın ardından, yedi yıl kıtlık olacak, halkını bu kıtlık yıllarında yok olmasını istemiyorsan, bolluk yıllarında gıda stoku yap”. Yani devletin asli görevini Fravun’a hatırlatıyor. 

Ülke sadece, tarımsal ürünlerde sıkıntı yaşamıyor, hayvansal gıdalarda büyük sıkıntı içerisinde, et, süt, peynir vs.’ye ulaşılamıyor; ulaşana da toplumun büyük bir kesiminin gücü yetmiyor. Çocuklar yeterli protein almadan yetişiyorlar ve gelecekte gelişimini tamamlamamış bir nesil geliyor. Nedeni ise, bilinçsizce boşaltılan Kürt köyleridir. İnsan Hakları Derneği (İHD) verilerine göre 3,500-4,000 arası köy ve mezra boşaltılmış, 3-4 milyon arası insan göçmen durumuna düşürülmüş. İşin acı yanı ise, göç eden bu insanların büyük kesiminin geriye dönemiyor olması. Tabi bunun da çeşitli nedenleri var, insanlar korkuyorlar ve bir daha aynı acıyı yaşamak, çocuklarına yaşatmak istemiyorlar. Onun da ötesinde şehir yaşamına, konforuna alışan bir nesil yetişmiş, tarım nedir, hayvancılık nedir, nasıl yapılır bilmeyen bir nesil ve bu insanları geri götürmek, dağlarda, yaylalarda koyun otlatmayı bekleyemezsiniz, zaten onlarda gitmek istemiyor…

Sorun dün Kürt sorunuydu, bugün Türkiye sorunu olmuş. Bu sorun çözülmeden, Türkiye’nin ne gıda tedarik sorunu çözülür ne de yurttaşın ulaşabileceği ucuz gıdaya. Çözüm ise, çoğulcu demokrasi içinde aranmalı. Yerel yönetimlere daha çok yetki devretmeli ve yerel yönetimler üretimin asli unsuru haline getirilmeli. Yerel yönetimler güçlendikçe, üretim yaptıkça, metropoller hem kaliteli hem de daha ucuz gıdaya ulaşır. Tabi bunun için önce bölünme korkusu aşılmalı, Kürtlerin ulusal ve demokratik hakları tanınmalı ve anayasal güvence altına alınmalıdır…

13.4.2022