Ana SayfaSIYASETHALİFE-Î OSMAN-î VE TÜRK-î SAĞCILIĞI/FEVZİ KARTAL

HALİFE-Î OSMAN-î VE TÜRK-î SAĞCILIĞI/FEVZİ KARTAL

İnternet üzerinden kısa bir araştırmamın sonucunda 1969’da Milli Türk Talebe Birliğinin yöneticisi olan, Mhp destekli Akp’ li şimdiki TBMM başkanı sıfatlı, İsmail Kahraman “Kızıllara Ölüm” diye saldırttığı militanlarının saldırısı sonucu iki işçi öldüttürülmuştü 6. Filoyu protesto ettikleri için. Bu şahıs bu gün TBMM başkanı sıfatı ile” yeni anayasada laiklik olmamalı “diye bir an kendinden geçerek vede kendisini güçlü hissederek siyasal islâmın olmaz ise olmazı olan takkiyeciliğe baş vurdu. Zayıf olunca takkiyecilik, kıvırtma, “kıvrım kıvrım kıvrımsılaklama” ve talka atma; güçlü oluncada asıl fikrini,zikrini, filiyatını ortaya koyarak eğer tabir uygun düşer ise baş kesme, kafa koparma “Baş baş üstünde, taş taş üstünde bırakılmaya” fermanı verme.

Bu sözler karşısında hemen telaşa kapanıldı çünkü “Laik devlet” herhalde “hıışşt!” Dedi ve “sen bir yere kadarsın” dedi gibime geliyor. “Sen bakma öyle kürde birlikte vurduğumuza ki senin rolün bir yere kadar” denildi herhalde diye tahmin ediyorum … Çünkü bir telaş içerisinde Akp şürekâsında her yana çekilebilinen sözler edildi.

Davutoğlu “öyle bir anayasa yapacağız ki bu anayasa özgürlükçü olacak(…)”. Bu, eğer şu benzetme  uygun düşerse, “çuvallama”lara iktidarın “besleme kalemşörleri” hemen bir çeşit ‘aşüre çorbası’ yaparak “İslam dinine ve Allah’ı inancına vurgu yapılacak”. Siyasal İslâm takkiyecileri takkiyelerini şu sözlerle sürdürdüler: “1) Kapsayıcı ve kuşatıcı bir başlangıç kısmı olacak”. “2) İslam dinine ve Allah inancına vurgu yapılacak”. Bunların yaptıkları  “kıvır kıvır kıvrıtma”. İş olsun torba dolsun misali içerisi boş sözler.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş başlangıcından dahi günümüze kadar Halife-î Osman-î ‘den köklü bir kopuş ne üst yapıda ne de alt yapıda yaşandı ki azda olsa hala % 13’lük bir kesim şeriat yasalarına evet diyor. Ümmet-İslam, Türk-islam ve bazende İslam-Türk versiyonlu devam ettirilmiştir. Diğer ulus devletlerdeki ulus anlayışının dışında kalınılarak tamamen katıksız bir tekçi Türk-İslamcılık benimsenmiştir ki bu ulusculuk kendi toprakları içerisindeki farklı halklara, Ermeniler, Gayri Müslimler, Kürtler vb gibi, farklı inançlara Aleviler, Ezidiler vb gibilerine toleranslı davranmayıp “Yok et ve asimile et!” Anlayışı ve pratiği ile yaklaşagelmiştir. Ulusal yanı ile sadece Türkçülük anlaşılmış. Kör bir bakışla diğerleri görülmemiş. İslam yanı ile” % 99’ umuz Müslüman’dır” denilerek diğerleri, farklı olanlar bilinçli bir şekilde inkar edilmiş ve de hiçbir kimseye sorulmadan kimlik cüzdanlarına dini İslam yazılmış ve bu çarpık laikliğin meyvesi de böyle olmuştur.

Oysa ulusal toprak parçasının bir ada misali olduğu ve bu ada da sadece tek tip bir bitki örtüsünün olmayacağı, diğer bitki türlerinin de var olacağı hiç mi hiç bir şekilde akıl süzgecinden dahi geçirilmemiş. Zaten bu tür bir ulusçuluk ve milliyetçilik fikriyatında doğrusunu algılama beklenemez.

Özetle ulusal sorun başkalarının inkârı üzerine bina edilmişken, Demokrasi, Laiklik vb gibi meselelerde Türk-î sağcılığı için hiçbir manası ve anlamı olmamıştır. Demokrasi, Halife-î Osman-î şeriat düzenini getirmek için bir kullanma aracı olmuştur. Alt yapıdaki belli bir kesimlerde var olan dindarlık inancı bu üst yapı iktidarlarınca dincileştirilmeye çalışılarak siyasal İslamlaştırılmıştır. 1921’ de ki anayasada devletin dini islamdır yazılmıştır ki daha sonraları bu kaldırıldı. Demem şu olacak ki bütün gerici ve çağ dışı yasalar, inkarcı yasalar, uygulamalar Türkiye sağının eseri  olmuştur. Ve de olmaya devam edilmektedir.

Abd ve Avrupa devletleri “Batı” normlarına ters düşen bu Türk-î sağcılığı “Komunizm karşıtlığı” gerekçesi ile tolere etmişlerdir ve soğuk savaş yıllarında bunlara ses çıkarmamışlardır. Şimdilerde eleştirel ses çıkarmaları bunların pek öneminin ve kullanılacak yanlarının kalmadığıdır. Bu devletler Endonezya da, şurda, burda yaptıklarını Türk-î sağcılığınada uygulamışlardır. Türk-î sağcılığı bir solkırım ve aydınlanmakırım sağcılığıdır ki batıdaki aydınlanma kaynaklı laiklik, sekülerlik, kuvvetler ayrılığı (yasama,yürütme,yargının bağımsızlığı) ilkelerine karşı oldukları bir gerçektir. Türk-î sağcılığı bu normlara ve bu toplumsal sözleşmelere karşı olduğu gibi Orta doğuda ki seküler, devletin din ve inanç hürrüyeti’ ne karışmayıp herkese eşit mesafede ve de eşit ağırlıklı davranmasına da karşıdır. Ekmek ve özgürlük içerikli Arap Baharına da karşıdırlar.

Laiklik karşıtı dindar anayasa olacak demeleri bunun içindir. Davutoğlu’ nun özgürlükçu bir anayasa olacak demesini sizler tam tersinden anlayın. Böyle bir aşure çorbası yapması bizi aldatmamalı, geçmişteki “yetmez ama” cıların hatalarına düşülmemeli ve Türk-î sağcılığının dalevere hesapları boşa çıkarılmalı. Türk-î sağcılığının fikri ve fiiliyatı özelde bölgede seküler değerlere karşı olduğu kadar Batı değerlerine de karşıdırlar ki genelde bütün evrensel değerlere karşıdırlar.

Laiklik üzerine yaptıkları en güzel bir örnektir siyasal İslamın takkiyeciliğini anlamak açısından. Bunların özgürlüklerden dem vurmaları özgürlük karşıtlığı olarak tereddütsüz kabül görmelidir…

Zira ne Türkiye ne de halkının ve halklarının çoğunluğunun Müslüman olduğu ülkeler halkları gerici, bağnaz, yobaz bir yönetime dayalı şeriat rejimi istememektedirler. Ben, yapılan sondajların yaklaşık değilse de büyük oranda doğru olduğu kanaatindeyim ki en azından bize bir fikir verebiliyor diye düşünüyorum. Dünyaca ünlü araştırma şirketi PEW’ in verileri bu konuda şöyledir: “Türkiye’ de şeriatı destekleyenlerin oranı % 13. Dinin siyaset ve yargıda hiçbir etkisinin olmamasını savunanların oranı % 36. Buna karşılık kuranın ve kuralları ve prensiplerinin dikkate alınmasını, ancak yasalara doğrudan etkisi olmaması gerektiğini savunanların oranı ise 38. Pakistan, Filistin, Ürdün, Malezya, Senegal hariç diğer Müslüman çoğunluklu ülkelerde halklar seküler bir yönetim anlayışında. Türkiye de özellikle 2012’ den bu yana da seküler anlayış güçlenmekte” Türk-î sağının ve iktidarlarının devletinde olanaklarını devasa kullanmalarına rağmen…

Yazımın sonuna şunu da eklemeyi uygun görüyorum. Bu siyasal İslam dinciliği nasıl oluyor da yada ne hakla Yunus Emre’lere, Mevlana’lara, Hacı Bektaşi Veli’ lere (…) sahip çıkıyor?

O zamanın bu bilginleri dindarlığı sosyolojik gerçeklik temelinde ele alıyorlardı… Bu nedenle dindarlığa evet, Siyasal İslam dinciliğine hayır! O zamanın bu bilginleri bu gün günümüzde yaşamış olsalardı siyasal İslam dinciliğine ve de hele de devletleşmiş siyasal dinciliğe kocaman bir HAYIR! Derlerdi diye düşünüyorum

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights