Erdoğan ve Şara’ya Meşruiyet Aramak 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ilk açıklamasının üzerinden bir yıl geçti. Bugün geriye baktığımızda, ortaya çıkan tek somut şey, içinde Kürdistan ve Kürtlerle ilgili hiçbir ifade geçmeyen, ne işe yaradığı belirsiz bir “komisyon”dan ibaret. Devlet hâlâ “Terörsüz türkiye”den söz ediyor. 
Peki, terör nereden geliyor? 
Kürdistan’da bizzat devletin uyguladığı bir terör var. Amaç bu terörden kurtulmaksa, bunu elbette olumlu karşılayabiliriz. Ancak devletin “terörsüz Türkiye” anlayışı; kendisine boyun eğmeyen herkesi diz çöktürmek, Kürtlerle “terör” kavramını yan yana getirmek üzerine kurulu. Bu oyunu boşa çıkarmak gerekir. 

Türk devleti, Kürdistan sorununu bir kez bile açıkça ağzına almadığı gibi, özellikle Rojava’yı, SDG’yi ve oradaki Kürt statüsünü her gün tehdit ediyor. Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları açıkça savaş kışkırtıcılığı yapıyor. Herkes bilir ki Erdoğan’ın bakanları onun onayı olmadan hiçbir karar veremez. Türk devleti, komşu bir ülkenin içişlerine müdahale ederek, “iyi dostları” HTŞ aracılığıyla sorunu çözmeye çalışıyor. 

Geçtiğimiz günlerde başına 10 milyon dolar ödül konan terörist Şara, ABD ve Türkiye tarafından (23–29 Eylül tarihleri arasında) BM toplantısında konuşturularak meşrulaştırılmaya çalışıldı. Bu kişi, göreve geldiği günden bu yana Suriye’deki Alevilere, Dürzilere, Hristiyan azınlıklara ve Êzîdîlere yönelik katliamlar düzenlemiş, binlerce insanın kanına girmiştir. SDG güçlerine ve Kürtlere zaman zaman Türkiye’nin desteğiyle saldırmaya çalışmış, ancak başarısız olup sonunda aynı masaya oturmak zorunda kalmıştır. 10 Mart 2025’te imzalanan anlaşmanın gereklerini yerine getirmemiş; Türkiye’nin yardımıyla kendini “cumhurbaşkanı” ilan etmiş ve BM Genel Kurulu’nda konuşturulmuştur. Bu, açık bir meşruiyet kazandırma çabasıdır. 

Aynı durum Erdoğan için de geçerlidir. Yurt içinde meşruiyetini büyük ölçüde yitiren Erdoğan, ABD’li yetkililerden –örneğin Ankara Büyükelçisi ve dışişleri yetkililerinden– meşruiyet sağlamaya çalışmakta; Trump döneminde verdiği tavizlerle kazanmaya çalıştığı saygınlığı tamamen kaybetmiştir. 

Kendi partilileri de dâhil olmak üzere birçok kesimden sert eleştiriler alan Erdoğan, bu durumu 1 Ekim 2025’teki Meclis açılış konuşmasıyla telafi etmeye çalıştı. Kısmen başarılı olduğu söylenebilir. Meclise girişinde muhalefet partilerinin de AKP’lilerle birlikte ayağa kalkarak Erdoğan’ı alkışlaması, seçmenler arasında rahatsızlık yarattı ve hâlâ tartışılıyor. Oturum sonrası Erdoğan parti gruplarını ziyaret etti, ardından AKP ve diğer parti başkanlarını Meclis Başkanı’nın odasında toplantıya çağırdı. 
Buraya kadar olanlar, demokratik toplumlarda olağan sayılabilir. Ancak Türkiye’de olup bitenler, demokratik bir ülkenin göstergeleriyle bağdaşmıyor. Yıllardır muhalefet belediyelerine (özellikle DEM ve CHP’ye) kayyum atanması, on binlerce politik tutuklu, Cumhur İttifakı’nın Kürtlerin her türlü statü talebine karşı duruşu gibi gerçekler, Meclis’teki bu buluşmayı çok daha anlamlı hale getiriyordu. Gözler, o toplantıda muhalefet liderlerinin tavırlarına çevrilmişti. 

Muhalefet liderleri Erdoğan’a karşı nasıl bir duruş sergileyecekti? Hangi siyasi sınırlar içinde hareket edeceklerdi? Erdoğan’ın muhalefet üzerindeki denetimi nasıl işleyecekti? Tüm bu sorular seçmenin gündemindeydi. 

Sürecin tarafı olan DEM Parti’nin Meclis açılışına katılması doğruydu. Var olan “siyasi ateşkes” dikkate alındığında, bu da doğaldı. Ancak verilen görüntü daha politik, daha ciddi olmalıydı. Açıkçası –belki Babacan hariç tutulabilir– diğer liderlerin tavırları ve beden dilleri, siyasi bir duruştan çok Erdoğan’a duyulan bir hayranlık izlenimi veriyordu. Kamuoyunun geniş bir kesimi bu tabloyu hoş karşılamadı. 
Elbette, her demokratik ülkede olduğu gibi, Kürdistan ve Türkiye’de de muhalefet ve iktidar partileri bir araya gelmeli, konuşabilmelidir. Ancak bunun sınırları iyi çizilmelidir. 

Burada özellikle “vur abalıya” tavrıyla DEM Parti’ye yüklenen kimi çevreler, Özgür Özel’in “normalleşme” söylemiyle AKP ve Erdoğan’la görüşmesini ve Erdoğan’ın o dönem bu temasa pek sıcak bakmadığını unutuyor ya da unutturmak istiyorlar. Daha birkaç hafta önce Bahçeli’yi öven CHP Genel Başkanı’nın tavrı veya Hikmet Çetin’in Bahçeli’ye yaptığı koalisyon teklifini görmezden geliyorlar. Bu, politik dürüstlükle bağdaşmaz. 

Belki de Özgür Özel, bu tutarsızlıkları gördüğü için bir gün sonra muhalefet liderlerini arayarak ortak hareket etme çağrısı yaptı ki bu olumlu bir adımdır. Evet, DEM Parti yöneticilerinin Meclis’teki görüntüsünü eleştirmek ayrı şeydir; DEM’i “teslimiyetle” suçlamak ise başka. İkincisini yapanlar, süreci sabote etmeye çalışan barış karşıtlarıdır; bunu açıkça söylemek gerekir. 

Erdoğan açılış konuşmasında somut hiçbir şey söylemeden, sadece DEM ve MHP’ye teşekkür ederek konuyu geçiştirdi. Devletin atması gereken adımlara değinmeden, kendine göre olumlu bir hava yaratmaya çalıştı. Öte yandan Cumhur İttifakı’nın, belediyelerin yetkilerini kısıtlama girişimi, gelecekte oluşabilecek Kürt özerk belediyeciliğini daha şimdiden engelleme amacını taşımaktadır. 
Kürdistanlı siyasi yapılar bu duruma güçlü biçimde karşı çıkmalı ve devletin bu hesabını bozmalıdır. 

03.10.2025 

Yazarın diğer makaleleri

Verified by MonsterInsights