Ana SayfaENTERNASYONALİZM ÜZERİNE NOTLAR-2 / SİBEL ÖZBUDUN

ENTERNASYONALİZM ÜZERİNE NOTLAR-2 / SİBEL ÖZBUDUN

MÜCADELELERİ ORTAKLAŞTIRMA GEREKSİNİMİ

Marx ve Engels zaman zaman sanayileşmiş Avrupa’yı düşüncelerinin merkezine yerleştirmekle, onu “uygarlığın en ileri aşaması” saymakla, “uygarlaştırıcı misyonu”na alkış tutmakla, sosyalizme geçişin yalnızca sanayileşmiş Avrupalı uluslar (ve ABD) için mümkün olduğunu düşünmekle, kısacası “Avrupa-merkezci” olmakla eleştirilmişlerdir.

Oysa Marx ile Engels’in yazılarında bu görüşü çürütecek çok sayıda ipucu bulunmaktadır.

Yukarıda da belirttiğim gibi Marx ile Engels için kapitalist sistem her şeyden önce kapitalist metropolün geniş bir sömürge dünyasına hükmettiği, bu “azgelişmiş” dünyayı kapitalist pazar ilişkileri içine çektiği küresel bir sistemdir. Bu, yalnızca sanayi işçilerinin değil, aynı zamanda saçaklarda yaşayan geniş tarımcı toplulukların da kapitalist ilişkiler içerisine çekilmesi anlamına gelmektedir. Marx ile Engels bunun “yerli” halklar açısından ne denli acı verici bir süreç olduğunun artan ölçüde bilincindedirler. Dahası Marx, metropolün sömürgeler üzerindeki sömürüsünün yoksul ulusların metropole yapısal bağımlılığına yol açtığını da vurgulamkatadır. 1881’de Vera Zasulich’e yazdığı bir mektupta, Hindistan hakkında şöyle der, örneğin: “Komünal toprak mülkiyetinin ilgası, yerli halkı ileri değil geri götüren bir Britanya vandallığından başka bir şey değildir.”[12] Bir başka deyişle Marx, Britanya’nın Hindistan’daki “uygarlaştırıcı misyonu”nu selamlamak bir yana, onun Hintli nüfus üzerindeki sömürüyü katmerlendiren ve Hint altkıtasının bağımlılığını kronikleştiren bir gelişme olduğunu vurgulamaktaydı.

Bu durumda, sömürge halkların sömürgeci metropole karşı başkaldırısını desteklemek, Marx ve Engels için proletarya enternasyonalizminin vazgeçilmez bir bileşeniydi. Engels, Çin’de 1856’da patlak veren Afyon Savaşı’nı “olanca önyargısına, budalalığına, öğrenilmiş cehaletine ve mektepli barbarlığına karşın, Çin ulusallığını savunmaya yönelik bir halk savaşı” olarak niteliyor; Cezayir’de Fransa’ya karşı ulusal direnişi yöneten Abdül Kadir’in cesaretini selamlıyordu.[13] Ve Marx’a göre, “siyah tenli emek damgalandığı sürece beyaz tenli emek özgür olamaz”dı.[14]

Şu hâlde, Lenin’de olgunlaşacak olan “antiemperyalizm” fikrinin kökenini Marx ile Engels’e dek sürmek, mümkündür. Michael Löwy, başlangıçta ulusalcılık-karşıtı, kozmopolit bir enternasyonalizm kavrayışına sahip olan Marx ile Engels’in, 1850’lerden itibaren çok farklı bir yöneliş benimsediklerini kaydetmektedir:

“Marx böylelikle Lenin’in ulusların kendi kaderini tayin hakkı kuramına temel oluşturacak iki kavramı formüle etmişti: i) Başka bir ulusa tahakküm eden bir ulus özgür olamaz (Engels bir halkın bir başkasını yönetmesini ‘talihsizlik’ olarak niteliyordu); ii) Ezilen ulusun kurtuluşu hâkim ulus içerisindeki sosyalist devrim için önkoşuldur.”[15]

İkinci saptamayı bizzat Marx’ın İrlanda bağlamında söylediklerinden teyit etmek, mümkündür. Engels’e yazdığı 10 Aralık 1869 tarihli mektupta şöyle demektedir: “Uzun bir süre, İngiliz işçi sınıfının yükselmesiyle İrlanda rejimini yıkmanın mümkün olduğunu düşünmüştüm. (…) Daha derinlemesine bir araştırma sonucu, artık tersine ikna oldum. İrlanda’dan kurtulmadıkça İngiltere işçi sınıfı hiçbir şey yapamayacak. Kaldıraç İrlanda’da kullanılmalı. İrlanda sorununun genelde toplumsal hareket için bu denli önemli olmasının nedeni bu”[16]

Bir başka deyişle İrlanda’nın kendi kaderini tayin hakkını desteklemek, yani ezilen ulus milliyetçiliğinin yanında yer almak, Britanya işçi hareketinin de özgürleşmesinin önünü açacaktır. İngiliz işçilerine düşen, açlık, yoksulluk ve işsizlik sonucu İngiltere’nin sınaî kentlerine akın edip İngiliz patronlarına bol ve ucuz işgücü sunarak kendi ücretlerinde düşmeye ve işsizliğe yol açan İrlandalı işçilere karşı, egemen sınıf tarafından körüklenen ırksal ve dinsel nefrete teslim olmak değil, İrlanda’nın bağımsızlığı mücadelesine destek vermektir…

Öte yandan Marx, uluslararası bir işçi hareketinin ancak bağımsız uluslarda olanaklı olduğunu öne sürmektedir.

“Bu nedenledir ki, Polonya paylaşılmış be boyunduruk altında olduğu sürece, ne ülkede güçlü bir sosyalist parti gelişebilir, ne de Almanya’daki proleter partiler arasında, mülteci Polonyalılar dışında gerçek uluslararası bir ilişki kurulabilir. (…) Kendi ülkelerinin kurtuluşunu programlarının başına yerleştirmeyen Polonyalı sosyalistler, bu nedenle bana öncelikle sosyalist(leri baskı altına alan -b.n.) yasanın ilgasını, basın, örgütlenme ve toplanma özgürlüğü talep etmeyen Alman sosyalistleri anımsatıyor. Kişinin mücadele edebilmek için öncelikle üzerinde durabileceği toprağa, ışık ve mekâna ihtiyacı vardır. (…) Şu hâlde Avrupa’da enternasyonalist olmadan önce ulusalcı olmaya yalnızca hakkı değil, görevi olan iki ulus olduğunu düşünüyorum: İrlandalılar ve Polonyalılar. Onlar ne kadar ulusalcı olurlarsa o kadar enternasyonalist olurlar.”[17]

Yani Marx için ulusal kurtuluş/bağımsızlık sınıf mücadelesinin üzerinde yükselebileceği zemini oluşturmaktaydı…

LENİN, EMPERYALİZM, ENTERNASYONALİZM, UKTH

Marx ile Engels’de tohum hâlinde bulunan, gerçek bir proletarya enternasyonalizminin, sanayileşmiş ülkelerdeki işçi sınıflarının ezilen ulusların bağımsızlık mücadelesini desteklemesini gerektirdiği fikri, Lenin’de olgun biçimine kavuşmuştur.

Marx’ın öldüğü 1880’lerden itibaren I. Dünya Savaşı başlarına dek Avrupa emperyalizmi dünyanın geri kalanı üzerindeki tahakkümünü sabitleyecekti: Afrika ve Pasifik adalarının doğrudan denetimi, Asya ve Yakın Doğu’nun büyük bölümünün iktisaden denetim altına alınması, vb. Avrupa emperyalizmini Marksist açıdan inceleyen kişi ise, Lenin olmuştur.

Lenin “emperyalizm” kavramını, alışılageldik tanımından (geniş toprakların zor yoluyla tahakküm altına alınması ve nüfus ve kaynaklarının ekonomik sömürüsü) farklı kullanmaktaydı: “finans kapitalin yönetimi”; kapitalizmin en yüksek evresi: sermaye sahipliğinin (rantiye) sermayenin üretken uygulanmasından (işletmecilik) ayrılmasının vardığı uç nokta. Finans kapitalin tüm diğer sermaye biçimleri üzerindeki egemenliği, rantiye ve mali oligarşinin egemenliği, malî açıdan güçlü bir avuç devletin diğerlerinden ayrışarak kristalizasyonu anlamına gelir. Lenin tekelci kapitalizm, yani sermayenin hızlı bir biçimde bir avuç tekelin elinde yoğunlaşmanın tarihsel kökenlerini araştırır ve bunların önce kendi ülkelerinin pazarlarını, ardından da sermaye ihracı ve uluslararası karteller aracılığıyla dünya pazarını kendi aralarında bölüştükleri sonucuna varır. Dolayısıyla emperyalizm, kapitalizmin tekelci evresidir. Ve bu evre kolonyalizmi karakterize eden, herhangi bir kapitalist güç tarafından işgal edilmeyen teritoryalara dek herhangi bir engelle karşılaşmaksızın uzanan bir sömürge politikasından, dünyanın tamamen paylaşılmış teritoryalarının tekelci temellükü yönündeki sömürge politikasına geçişle karakterize olur. Bir başka deyişle emperyalizm evresinde dünyanın büyük kapitalist devletler arasındaki paylaşımı tamamlanmıştır.[18]

Bu nedenle Lenin için devrimci proletaryanın stratejisi, ikilidir: Devrim mücadelesini tek bir ülkeyle sınırlandırmayıp uluslararası sermayeye karşı uluslararasılaştırmak. Şöyle demektedir:

“Bolşevikler olarak devrime başladığımızda aynı zamanda şunu bilerek hareket etmiştik: Devrim ancak kendimizi Rusya’yla sınırlamayıp, başka ülkelerle el ele vererek uluslararası sermayeyi dize getirdiğimiz zaman başarıyla sonlandırılabilir ve kesin olarak muzaffer bir sonuca ulaşabilir. Çünkü rus sermayesini hiçbir şartta uluslararası sermayeden ayrı olarak düşünemeyiz. Bizim devrimimizin kaderi dünya devriminin gerçekleşme ihtimaline bağlıdır…”[19]

İkinci yön ise, sömürgelerdeki bağımsızlık mücadelesi ile sanayileşmiş/metropol uluslardaki işçi sınıfı mücadelesi arasındaki dayanışmanın, sosyalizm için yapısal bir zorunluluk olduğu görüşüdür. Lenin uluslararası sosyalist hareket içinde ulusal soruna ilişkin tartışmaları Marx’a dayanarak formüle ederken, ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını desteklemenin, devrimci sosyalistler için aslî bir görev olduğunu belirtmiştir. Onun için ezilenlerin kendi kaderini tayin hakkı için verdikleri mücadeleyi desteklemek, işçi sınıfının uluslararası birliğini sağlamanın koşuludur.

Callinicos, Lenin’in yaklaşımında şu anahtar unsurları saptar:

1) Emperyalist milliyetçiliğe karşı duruş: Ezen ve ezilen ulusları ayırt etmek, Lenin için aslî önemdedir. Emperyalist ülkelerin işçileri ancak kendi egemen sınıfları tarafından ezilen ulusların mücadeleleriyle özdeşleşmeleri durumunda şövenizmden sıyrılabileceklerdir. Böylelikle, Çarlık “uluslar hapishanesi”nde, başat Büyük Rusya ulusu mensubu işçilerin, örneğin Polonya’nın ulusal bağımsızlığını desteklemek, aslî bir görevdi ve Callinicos’un işaret ettiği gibi bu, Polonya milliyetçiliğini, ya da milliyetçiliğin herhangi bir türünü sahiplenmek anlamına gelmemekteydi.

2) Emperyalizme karşı ezilen uluslardan yana olmak. Lenin, ezilen ulusların mücadelesinin Marx’ın arızî olarak belirttiği gibi yalnızca ezen devleti değil, emperyalist sistemin bütününü zaafa uğratacağını düşünmektedir. 1916 Paskalya ayaklanmasını bir küçük burjuva ulusalcılarının darbesi olarak küçümseyen bazı Bolşeviklere karşı şunları yazar:

“Toplumsal devrimin sömürgelerde ve Avrupa’da küçük ulusların ayaklanmaları, sömürgelerde devrimci patlamalar, bütün önyargılarıyla küçük burjuvazinin bir kesiminin devrimci patlamaları, siyasal bilinçten yoksun proleter ve yarı-proleter kitlelerin toprak sahiplerinin, kilisenin ve monarşinin tahakkümüne karşı, ulusal tahakküme karşı vb. hareketi olmaksızın mümkün olabileceğini tahayyül etmek – tüm bunları düşünmek toplumsal devrimi inkâr etmektir. Bir ordunun bir safa dizilip “biz sosyalizmden yanayız,” bir diğerinin de başka bir safta “biz emperyalizmden yanayız” diyeceği bir sosyal devrim!… Kim böyle ‘saf’ bir sosyal devrim bekliyorsa, böyle bir şeyi asla göremeyecek.”[20]

Yani Lenin emperyalizmin krizinin sermaye ile emek arasındaki “saf” çelişkiden fazla bir şeyler içereceğinin farkındaydı. Başka toplumsal güçler de -ezilen uluslar, emperyalist tahakkümden mağdur olan başka sınıflar…- mevcut düzene karşı ayaklanmaya katılacaktı. Onların mücadelesi, işçi sınıfının sisteme karşı yürüttüğü mücadeleye katılmalıydı.

3) Milliyetçiliğin sınırları. Lenin komünist işçilerle ulusal kurtuluş hareketleri arasındaki ittifakı önemsemekle birlikte, iki hareketin sınıf temellerinin farklı olduğunu, dolayısıyla da kaynaşmamaları gerektiğini savunmaktaydı. Böylelikle, örneğin Taslak Tezler’de şöyle yazıyordu:

“(…) Komünist Enternasyonal sömürge ve geri ülkelerde burjuva demokrasisiyle geçici ittifaklara girişmeli ancak onunla kaynaşmamalı ve her durumda, proleter hareketin bağımsızlığını embryonik biçimiyle de olsa korumalıdır.

Bunlar farklı sınıfların ideolojileridir. Milliyetçilik, savunucularının tümü ya da çoğu kapitalistler olduğu anlamında değil, daima yükselen bir kapitalist sınıfın çıkarlarını eklemlediği için bir burjuva ideolojisidir. Emperyalist tahakküm, ezilen ülkelerde yerli kapitalizmin gelişmesini engelleme eğilimindedir. Ulusalcı hareketin itimi tipik olarak orta sınıf aydınlardan gelir.

Bu durum devrimci ulusalcılığın sınıf karakterini yansıtmaktadır: yeni bir kapitalist devlet biçimlendirmeyi hedeflediğinden, nihayetinde, kapitalist devletler sistemiyle ve o sistem içerisindeki başat güçlerle uzlaşmak durumundadır.”

Dolayısıyla Lenin, bir yandan devrimci proletarya partilerinin ulusal kurtuluş hareketleriyle dayanışmasının (bu hareketlerin emperyalist sistemi zaafa uğratma potansiyellerini tanıdığı için) önemini vurgularken, bir yandan da ulusal hareketlerin nihaî olarak emperyalist sistemle bütünleşme eğilimlerine dikkati çekerek, deyim yerindeyse komünistleri ulusal hareketlere “topyekûn bir angajmana girmeme” konusunda uyarmaktaydı.[21]

 

Dipnotlar:

[12] Akt. J. B. Foster, “Marx and Internationalism”, http://monthlyreview.org/2000/07/01/marx-and-lnternationalism/

[13] J. B. Foster, “Marx and Internationalism”, http://monthlyreview.org/2000/07/01/marx-and-lnternationalism/

[14] Karl Marx, Kapital, C.1, bölüm 10, 7. Kısım.

[15] Michael Löwy, Fatherland or Mother Earth? Essays on the National Question, Londra, Pluto Press, 1998, s. 28.

[16] Akt. Kevin Anderson, “On the Dialectics of Race and Class: Marx’s Civil War Writings, 150 Years Later”, http://www.internationalmarxisthumanist.org/articles/dialectics-race-class-marxs-civil-war-writings-150-years-kevin-anderson

[17] Marx’ın Karl Kautsky’ye 7 Şubat 1882 tarihli mektubu. Marx-Engels Correspondence 1882, Nationalism, Internationalism and the Polish Question, https://www.marxists.org/archive/marx/works/1882/letters/ 82_02_07.htm

[18] Richard P. Applebaum, Theories of Social Change, Markham Publishing Co., Chicago, 1970, ss. 90-91.

[19] V. İ. Lenin, Sovyet İktidarı ve Dünya Devrimi, Türkçesi: Ferit Burak Aydar, Agora Kitaplığı: 260, Nisan 2010.

[20] V. İ. Lenin, Collected Works, cilt.XXII, ss.355-356.

[21] Alex Callinicos, “Marxism and the National Question”. Chris Bambery (ed.), Scotland: Class and Nation, Bookmarks, Londra, 1999.

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights