İttihatçıların öncülüğünde 1908 burjuva devrimi ile Türk siyasi hayatına giren parlamenter sistem, hiçbir zaman işlerlik kazanamadığı gibi; 1950’lerden itibaren çok partili sisteme geçilmesine rağmen, demokratik dönüşüme de uğramadı. Neden?
1-İlk başta sistem, antidemokratik olup, militarist temeller üstünde yükselen, ırkçı, tekçi ve dışlayıcı esaslara dayalı olmasıdır. Bu sistemde halk yoktur, çünkü halka güvenilmemektedir. Türk tarihinin önemli mihenk taşlarından biri olan 27 Mayıs Askeri Cuntası’nın hazırlattığı 1961 Anayasası, halka güvenemediği için parlamentoyu, Anayasa Mahkemesi ve askerlerin (bürokrasinin) görüşlerini dikte ettiği Milli Güvenlik Kurulu (MGK) gibi iki önemli kurumla denetim altına almıştı.
MGK her ne kadar asker ve sivillerden oluşuyorsa da esas görevi bürokrasinin (derin devletin) görüşlerini hükümetlere dikte etmekti. Cumhuriyet tarihi boyunca, toplumu ilgilendiren bütün hayati kararlar, MGK’da alınır, parlamento onaylar, hükümetler uygularlardı. “Vesayet rejimi” adı verilen bu örtük faşist rejimde, halkın iradesi hiçbir zaman parlamentoya yansıtılmadı. Esasta değil, nüanslarda birbirinden farklı olan partilerin halkın önüne çıkardığı kişiler; kimdi? Neyin nesiydi? Yani halkın bilmediği, tanımadığı parlamenterleri; halk sadece dört yılda bir aday gösterilenleri onaylamakla yetinirdi.
2-Türkiye’de partiler, halk tabanlı değildi ve halk tarafından da hiçbir zaman kurulmadı; daha doğrusu kurulmasına izin verilmedi. Böyle olunca lider sultası altında bir azınlık elit tarafından kurulan partilerde de parti içi demokrasi işlemedi hatta buna ihtiyaç dahi duyulmadı. Bütün üyeler, parlamenterler dâhil yönetici klik tarafından belirlendi, halka ise bunların tasdik edilmesi kaldı. Bundandır ki zamanında bir parti liderimiz “ben eşeğe yular takıp halkın önüne çıkarsam, halkım seçer” demiştir ve bu söz tüm gerçeği gözler önüne sermektedir.
Gelinen aşamada sistemin işlevsiz kaldığı, ağırlaşan devasa sorunlar karşısında çözüm üretmediği görülmektedir. Çıkış, daha çok merkezileşmekte ve otoriterleşmekte değildir. Çözüm daha çok demokratikleşmekte, demokrasiyi yerele yaymakta aramak gerekir. “Âdemi Merkeziyetçi” adı verilen bu yerel demokrasiler için, eyalet sistemine geçilmesi; iddia edildiği gibi Türkiye’yi parçalamayı değil, aksine daha da güçlendirir. Merkezi otoritenin de erkler ayırımı esas alınarak yasama, yürütme ve yargı olmak üzere kesin bir biçimde birbirinden ayrılması, bunların üstünde denetim görevini görecek hür basın ve sivil toplum kuruluşlarına işlerlik kazandırılması ile ancak demokratik denge kurulur.
Bu kadar olmazsa da buna benzer bir imkân 2015 Haziran seçimlerinden önce doğmuştu. HDP’nin Türk sol oylarını devşirmek için öne sürdüğü “seni başkan yapmayacağız” söylemi her şeyin tuzu biberi oldu. Ardından uygulamaya konulan ve bedeli çok ağır olan hendek direnişleri hiç kimseye bir şey kazandırtmadı. HDP’nin siyaset yapma imkânı dahi kısıtlandı, parti eş başkanları tutuklandı, gazeteciler, öğretim elemanları, aydınlar ya susturuldu ya da zindanlara atıldı, toplum yeniden hizaya getirildi/ getiriliyor.
Politik öngöremezlik, HDP’yi oyun kurucu olmaktan alıkoydu; rolünü MHP’ye kaptırmakla kalmadı, demokratik gelişmenin önünü de tıkadı.
Şimdi Türkiye’de istesek de istemesek de “doğu despotizmi” adı verilen bir açık faşist rejim yürürlüğe girecek. Önlemler çok sert olacak, yaşam, halka zehir edilecek. Ve belki Kemalist kazanımların birçoğu yitirilecek. Yıllar önce tartıştığım sol cenahtan bir öğretim üyesinin; “çekileceğimiz son mevzi Kemalizm”dir demişti. Kemalizm’de faşizm olduğuna göre, bu kesimler için çok da büyük kayıp olmayacak. Örgütlenme hürriyeti, basın hürriyeti, gösteri ve yürüyüş hürriyeti kısıtlıydı, şimdi büsbütün kısıtlanacak. Zaten Kürtler, Aleviler ve diğer azınlık halkların hakları yoktu…
Peki, umut bitti mi?
Hayır!!!! Bin kere hayır… Umut şimdi yeni filiz verecek (doğacak). Her fonksiyonel çizginin bir dip noktası vardır, toplumsal muhalefet bu dip noktadan yeniden dirilecek. Türkiye halkları tarihlerinde ilk kez İttihatçıların eseri olan ve toplumsal muhalefetin önünü tıkayan CHP’den kurtulacak ve solun gerçek temsilcileri olan işçi sınıfının temelleri üzerinde yeniden örgütlenerek ayağa kalkacak. Türkiye toplumunu oluşturan halklar, kardeşlik temelinde yeniden birleşecek ve layık oldukları yönetim biçimlerini kendi elleriyle kuracaklar. O zamana kadar çok acı ve zulüm görecek, bu da özgürlüğün bedeli olacak. Bedelsiz hiçbir şey olmadığı gibi, dipten gelen dalganın da önünde hiçbir güç duramayacak. Dipten dalgalar da şimdiden fokurduyor…