1968 öğrenci gençlik Uluslararası sosyalist harekete yeni bir dinamizm kazandırarak bütün dünyada güçlü bir dalga yarattı. Türkiye ve Kürdistan’da da sosyalist akım öğrenci hareketleriyle yeniden şekillendi ve gelişti.
Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi de, Türkiye’deki sosyalist akımdan etkilenerek, sosyalist kimlikle yeniden örgütlenmeye başladı. Dr.Şivan (Sait Kırmızıtoprak) Kürdistan ulusal hareketini bu temelde yeniden yapılandırma çabası içinde idi ve sosyalist Kürt örgenciler arasında ciddi bir desteğe sahipti.
Biz İstanbul DDKO içinde bir gurup öğrenci (THSP) olarak örgütlenmiştik. Güney Kürdistan’da “iki Sait Olayı”ndan sonra, Güney Kürdistan’la bağlantı kuramayınca, İbrahim Kaypakkaya‘nın öncülük ettiği DABK ile (Doğu Anadolu Bölge Komitesi) ile ilişki kurduk.
Bu dönemde biz Kürtlerin ayrı bir ulus olduğunu, Doğu ve Güney Doğu Anadolu yerine Kürdistan denmesini, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı olduğunu savunurken, Türkiye sosyalistleri, resmi tezlerden bir adım ileri giderek Kürtler vardır diyorlardı ancak bir halk gurubu olarak kabul ediyorlardı. İbrahim Kaypakkaya bu konuda da önyargıları kırarak Kürtlerin bir ulus olduğunu, kendi kaderini tayın haklarının olduğunu, ulusal mücadelenin geliştirilmesi gerektiğini söylüyordu.
İbrahim’in bu yeni tezleri aramızda tartışmalara neden oldu ve ilişki kurduk, tartıştık ve katıldık. TKM-L, TİKKO, TMLGB, oluşumunda, Kürdistan’daki faaliyetlerinde, biz Kürdistanlı gençliğin ciddi katkıları oldu. İbrahim Esenler’deki evimde çok uzun süre kaldı, uzun ve ufuk açan sohbetlerimiz oldu ve yazılarını da orada kaleme aldı, daktilo ile çoğaltıp dağıttık.
Eldeki yazılar, şafak revizyonistlerinin eleştiren yazılarıdır, kendi görüşlerini doğrularını tümüyle koyan yazılar değildir. Ancak bunun çalışması içinde idi. 73 baharında biz Hakkâri bölgesine gidecektik ve orada üslenerek İran, Irak ve Kürdistan’daki ulusal ve sosyalist güçlerle ilişkilerimizi geliştirmeyi tasarlıyorduk. İbrahim daha önce de Hakkâri bölgesine, bölgeyi tanımayan kimseleri göndermiş ancak sonuç alamamıştı. Ancak bu tasarımızı gerçekleştiremeden Dersim’de baskına uğradık ve İbrahim yakalandı, işkencede katlettiler, biz de yakalandık. Cezaevinde kaldığımız süre içinde, yol arkadaşlarımızın İbrahim’den farklı düşündüklerini gördük ve aynı komünde kalmama, mahkemelerde cezaevinde ortak siyasi tavır ve siyasi savunma yapmama rağmen, siyasi çalışmalarına katılmadım, yollarımızı ayırdık.
Cezaevinde düşüncelerimiz daha da netleşti. Aramızdaki tartışma ve ayrışma noktaları, Sosyo-ekonomik yapı, tarihi gelişim, milli mesele, örgütlenme ve mücadele şekli konularında Türkiye ile Kürdistan arasındaki farklılıklara ilişkindi.74 affından sonra TİKKO davasında, Muzaffer, Aslan, ben, Süleyman, Zeki ve Sami, kalmıştık. Afla birlikte tahliye edilen binlerce devrimcinin kitapları bize kalmıştı. Bizi, Selimiye’den, Maltepe-Kartal askeri cezaevine naklederken, bir cemse dolusu kitapları da birlikte taşıdık, elimizde her türlü kaynak vardı. Kürdistan konusundaki tartışmalarımızdan birinde Aslan Kılıç, sinirlenerek ve alaya alarak şöyle demişti; ” Kürdistan’ı kurdunuz, Diyarbakır’ı da size verdik, size bir radyo ve televizyon da verdik. Nasıl reklam yaparsınız. ‘Huso’nun dükkânında ucuz Ankara lastiği var’ diyeceksiniz.” A. Kılıç’ın bu tavrından sonra kendisini artık ciddiye alıp hiç bir tartışmaya girmedim. Dava arkadaşlarımın İbrahim Kaypakkaya’yı derinliğine kavramadığını, temel noktalarda, Kürdistan sorunu, sosyo-ekonomik yapı, mücadele şekli, örgütlenme konularında çok farklı düşünüyorduk. Ben 76′ da cezaevinden çıktım ve KAWA‘nın kuruluş çalışmalarına katıldım. İlk işim, İbrahim ile planladığımız bölgelere gitmek ve bu bölgelerde örgütlenmekti. Kürdistan’a ilk geziyi, KDP-T örgütlenmesini bilen A.Zeki Okçuoğlu ile, İkinci geziyi Van ve Yüksekova’yı tanıyan biri ile yaptık. İstanbul’dan sonra bu bölgelerde ilk örgütlenmemizi yarattık. Bu bölgeler üzerinden İran ve Irak sosyalist ve ulusal güçlerle ilişkiler geliştirdik. Orta Doğu’ya açılan kanallar açtık.
Dün olduğu gibi bugün de İbrahim Kaypakkaya’nın sistem dışı fikir dünyasını anlamaya, devam ettirmeye çalışan biriyim ve O’nun düşünsel mirasçısı olduğumu iddia ediyorum. O’nun takipçileri olduğunu söyleyenler, O’nu siyasi ve felsefi olarak geliştirmek bir yana, unutturdular, ‘ser verip sır vermeyen’ yönünü öne çıkararak, siyasi tezlerini geri plana attılar.
Ve yine iddia ediyorum, Türkiye sosyalist hareketlerinin benimsediği temel tezleri, ya Mihri Belli ya Doğu Perinçek tarafından üretilmiş, sosyalist güçler ya kabul ya karşı tavır alarak pozisyonlarını belirlemişlerdir. Çoğu zaman yanlış ikilemlerle, karşıt olmak doğruya tekabül etmez.
İlk olarak İbrahim, Türkiye sosyalist dünyasına yeni bir pencere açtı ve sistem dışı değerlendirme ve düşünce yapısını inşa etti, komünist parti tarihini doğru bir temelde sorguladı. Ordu, Kemalizm, milli mesele, devrimin temel güçleri, mücadele şekli vs konusundaki yanlışları ”Şafak Revizyonizminin Eleştirisi” yazısında koydu. Nelerin yanlış olduğunu yazdı, nelerin doğru olduğunu yazacak zaman bulamadan işkenceci generaller, O’na, bu fırsatı tanımadan katlettiler. O’nunla yaptığım uzun sohbetler benim ufkumu ve perspektifimi geliştirdi, bunları kişisel anılarımda yazabilirim. Ancak düşünce nüveleri eleştiri yazılarında da kısmen var. Devrimci sosyalist kesimler ”Ordu Millet El ele Milli Cepheye” sloganı atarken, ”Kuva-i Milliye Ruhu”nu savunurken, O, Kemalizmi ve ordu’yu karşı devrim saflarında görüp tavır belirliyor, herkes ‘Kürtler güneydoğu Anadolu’da var’ ama bir halk gurubudur, MDD içinde kültürel haklar öngörürken, O; ‘Kürtler bir ulustur, kaderini tayın hakkı ve devlet kurma hakları var ülkesi de Kürdistan’dır’ dedi. Milli Demokratik Devrim (MDD)’nin Türkiye ve Kürdistan’da farklı anlam ve içeriğe sahip olduğunu, Kürdistan’da ulusal mücadele ve toprak sorununa öncelik verilirken, Türkiye’de işçi-köylü ittifakı temelinde halk demokrasisi ve antiemperyalist mücadeleyi güncelleştiriyordu. Doğu Perinçek’in, ”Çukurova işçisinin desteği olmaksızın doğu köylüsünün mücadelesi başarıya ulaşamaz” tezine karşı İbrahim, ‘Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesini Türkiye işçi sınıfı mücadelesine tabi kılamayız, hangisi ileri ise onu öne çıkarırız. Kürdistan’da mücadele daha gelişmişse, Türkiye işçi sınıfının görevi onu desteklemektir, tersi, Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesi daha gelişkinse, Kürdistan ulusal mücadelesi işçi sınıfının mücadelesini desteklemelidir. Biz ileriyi geriye tabi kılmayız, aksine geriyi ileriye tabi kılarız’ diyordu.
Bu tezleri daha fazla geliştirebiliriz. Gerek yazılarında gerek sohbetlerinde görüşleri fikirleri nettir. O’nun takipçileri olan örgütler ne yazık ki, O’nun direnişçiliğini öne çıkararak, ideolojik ve siyasi görüşlerini geliştirmediler. Bunu ayrı bir yazı konusu yapabiliriz, amacım Türkiye sosyalist hareketlerinin Kürdistan konusunda yaptıkları yanlışları eksiklikleri ve sitemlerimizi belirtmektir. Bunun en belirgin şekli 1991 Güney Kürdistan Mart ayaklanmasıyla daha da netlik kazandı. Türkiye sosyalist hareketlerinin bu yanlışları halen de sürmekte ve Kürdistan konusunda halen yanlışta ısrar etmektedirler.
1991 NEWROZ AYAKLANMASININ BASTIRILMASI, ORTA DOĞU’DA SOSYALİST GÜÇLERİN İMHASI VE TÜRKİYE SOLU’ NUN TAVRI
Ayaklanma öncesi Güney Kürdistan’ın durumuna kısaca değinmemiz gerekir, daha iyi anlaşılması için.
Saddam diktatörlüğü, kimyasal gazlar kullanması ile Güney Kürdistan’da ulusal güçler büyük kayıplar vermiş, yüzbinler İran ve Türkiye’ye sığınmışı. İran, Irak’ın istediği şartlarda savaşa son vermişti. Saddam artık komşu ülkeleri de tehdit eder güce kavuşmuştu. Güneyli güçler büyük bir umutsuzluk içinde idiler. Mam Celal Şam’a, Kak Mesut İran Urmiye’ye yerleşmişti. YNK içinde sosyalist kanat ise Zelê ve Kasmareş’e yerleşmişti. Bu sosyalist gurup hem uluslararası ilişkileri geliştirirken hem de içerde illegal örgütlenme ve komiteler kurdular. Yine İran’da el altında İran Komela gücüne destek vererek gelişmesini sağladılar. Aynı desteği Kuzey Kürdistan ve Türkiye’ye de vermek istiyorlardı. Ancak Türkiye sosyalistleri Kürdistan konusundaki vurdumduymazlıklarından olmalıdır ki bunların varlığından bile haberdar değillerdi.
Birinci körfez savaşı döneminde Kürdistan güçleri ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin çağrılarına uymadılar ve savaşa katılmadılar. Emperyalistlerle aynı cephede görünmek istemiyorlardı. Bu nedenle bir taraftan içerdeki hazırlıklarını sürdürürken, diğer taraftan başta Çin olmak üzere bölgedeki sosyalist demokrasi güçleri ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştılar ve Çin’e bir heyet gönderdiler. KDP ve YNK nin Talabani kanadı ayaklanmaya hazır değillerdi. Gerekçeleri, ”biz Amerika’nın ipiyle bir defa kuyuya indik bizi kuyuda bıraktılar. Bu hatayı bir daha yapmayacağız,” ancak Komel kendi gücüne güveniyordu ve ayaklanma startı verilmişti. Biz Kasmereş’den hareket eden ikinci Peşmerge birliği ile birlikte Ranya’ya girdik. Çatışmalar yeni bitmiş, esirler bir camiye doldurulmuştu. Bizim Ranya’ya gidişimiz olay olmuştu, Radyo ‘gelê Kürdistan’ hoparlörlerle anonslar yaparak marşlar çalarak halkın moralini yükseltiyorlardı. ABD -Irak savaşında haberleşme sistemi imha edildiği için telefon bağlantıları yoktu. Ancak telsiz ya da gemi telsizleri ile bağlantı kurulabilinirdi. Biz gemi telsizleri ile Türkiye ve Avrupa’daki bütün sosyalist hareketlere haber gönderdik, dayanışma mesajları için. O durumda Güney Kürdistanlı sosyalistlerin bir selam, bir dayanışma mesajına o kadar ihtiyaçları vardı ki, bize her türlü imkân vererek bu güçlere ulaşmayı amaçlıyorlardı. İşin tuhaf tarafı tam da o zamanlar, Türkiye sol hareketleri, kimi Latin Amerika, kimi Eritre ulusal kurtuluş hareketi ile dayanışma kampanyası açmışlardı. Kendi ülkelerindeki ya da komşu ülkedeki sosyalist harekete bir selam, bir dayanışma mesajı bile göndermediler. Hatta feodal, gerici, emperyalistlerin işbirlikçileri, ya da ikinci İsrail doğuyor diyerek karşı tavır aldılar. Bir tek Devrimci Partizan dayanışma içine girdi ve destekledi. Bunu anlamak mümkün değil, bunun özeleştirisini ya da eleştirisini de halen yapmış değildirler. Türkiye sol hareketlerinin bu tavrı bugün de farklı değil, her ne kadar Rojava’yı ya da HDP’ yi örnek gösterseler de. Bunu da “Türkiyelileşme” çabası olarak algılıyoruz. Kürtlerin kendi kaderini tayiın hakkını tanımayan, devlet kurma hakkını kabullenmeyen bir sosyalist hareket, enternationalist olamaz. “Türkiyelileşme” temelinde bir dayanışma ise köleliliği sömürgeciliği tescillemedir. Dayanışma değil.
Güney Kürdistan’da sosyalist güçlerin milyonlarca halk tarafından desteklenmesi ve Baas güçlerinin Kürdistan’da yenilgiye uğraması, emperyalist ve bölge sömürgeci güçlerini ürküttü. Bu güçler Baas güçlerine verdikleri destekle, Irak ordusu Kürdistan’da katliamlara başladı. Milyonlarca insan İran ve Türkiye’ye göçetti. Bunun üzerine “Çekiç Güç” ile 36. paralel’i Baas’tan arındırdılar ve kitleler ”yaşasın Hacı Bush“ naraları ile geri döndüler, ama artık yönetici konumunda olan KDP ile YNK oldu. Ortadoğu’nun son sosyalist kalesi ve ayaklanması böylece, bölgedeki sol sosyalist güçlerin ”zımni işbirliği” ile imha edildi, yok edildi. Burada ”geriyi ileriye tabi kılma’ ‘ilkesi nasıl uygulandı. Halen ”ileri geriye tabi ” kılınıyor. Kürdistan ulusal Kurtuluşunu ”Türkiye demokrasisine” bağlamak yanlıştır. Tersi doğrudur. Türkiye’nin demokratikleşmesi Kürdistan’ın zincirlerinden kurtulmasıyla olur.
ALAYEKİTİ
Davut Kurun