SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER / Yazarların diğer makaleleri için tıklayınız
“Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.”[1]
Tarih, onu üretenin kötü yanı olmasından mıdır nedir, müthiş hızlandı; freni patlamış bir kamyon gibi…
“Kapkaranlık bir bataklık içinde debelenip durmaktayız ve yönetimimizi ellerine bıraktığımız iyi niyetli aptallarla kötü niyetli alçaklar bizi kuşatan karanlık balçığını her gün artırmakta ve koyulaştırmaktalar.”[2]
Yani “hızlan(dırıl)an tarih” ile “Dünya tek bir bütündür ve katlanılmaz olmuştur. ‘Katlanılır olduğu zaman var mıydı hiç?’ diye sorabilirsiniz. Daha az acı çekildiği, daha az adaletsizliğin, daha az sömürünün bulunduğu bir zaman oldu mu hiç?”[3]
Elbette ‘Hayır’; “Hiçbir yüzyıl, artık bitirmek üzere olduğumuz bu yüzyıl kadar kanlı ve gaddar olmadı. İnsanlık hiçbir zaman, ‘insan insanın kurdudur’ diyen Roma’nın ünlü sürgün şairi Ovidius’u bu kadar haklı çıkarmadı,” ifadesindeki üzere Mehmed Uzun’un.
Şimdilerde Friedrich Nietzsche’nin, “Gerçeğin ne kadarına dayanabilirsin?” diye betimlediği bir ufuk ve “Bizi tedirgin eden de bu. Sorumlulukta payımız olduğunu keşfetmek, ama bunu kendimize itiraf edememek.”[4]
O hâlde, “susuş kumkuması”na teslim olmadan; Naomi Klein’in, “Hafızası olmayan insanlar hamur gibidir,” uyarısı eşliğinde; “Advocatus diabolici/ Şeytanın avukatı” olmayı göze almak gerekiyor; “Öyle şeytanların elinde olan bir çağda yaşıyoruz ki, yakında iyilik ve adaleti ancak en derin gizlilik içinde, sanki bir suçmuş gibi yapabileceğiz,” diye vurgulamaz mı Franz Kafka?
Sırrı Süreyya Önder’in, “Devlet Bahçeli’nin çağrısına karşı süreci itibarsızlaştırma çabaları genellikle tuzu kuru cenahtan geliyor. Anadolu’da bir söz vardır: Ölü helvası senin ocağında kaynamıyorsa, tadı lezzetli gelir,”[5] benzeri demagojilerin prim yaptığı tabloda “Kürt Meselesi”ni[6] “ana akım”ın dışında konuşmak kolay değil. Neden mi? Yanıtı Aristofanes’in “Hayat tiyatro gibidir, en kötü insanlar, en iyi yerlerde oturur” “Ağzından önce aklını aç,” hikmeti veriyor.
O hâlde reel-politikerlerin “ucuz itibarsızlaştırma” operasyonlarına inat; Umberto Eco’nun, “Deliler ve çocuklar her zaman doğruyu söylerler”; Akira Kurosawa’nın, “Delirmiş bir dünyada sadece delilerin aklı başındadır”; George Orwell’ın, “Deli dedikleri şey tek kişilik bir azınlıktı belki de,”[7] uyarılarını kulaklara küpe etmek “olmazsa olmaz”dır.
* * * * *
Kolay mı?
“Ya burjuva ideolojisi, ya da sosyalist ideoloji. İkisi arasında bir orta yol yoktur,”[8] düsturundan vazgeçmeyenler için tarihle dürüstçe yüzleşmenin, yerli yerine oturtmanın öneminin arttığı koşullarda; “barış süreci mi, ikinci açılım süreci mi”, her neyse, adı hâlâ resmen ve net olarak konulmamış bir durumda, ezen ulus komünistlerine Kürt Kardeş(ler)imizin, soru(n)larını çözme doğrultusunda attığı adımlara (onaylamasalar da) laf etmek düşmez.
Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına karşı çıkmayan; lakin Kürt siyasetinin kuyruğuna takılmayan komünistler için ulusal sorun özünde burjuva sorundur. Komünistler bu çerçevede ezilen ulus temsilcilerinin burjuva ittifaklarla masaya oturmasına itiraz etmezler. Ama kendileri o masada yer almayı şiddetle reddeder.
Bizim için ulusal sorun, bir ulusun diğer bir ulus tarafından ezilmesi, ulus olarak sahip olması gereken haklardan yoksun bırakılması ve sömürgeci ulusal baskıdır. Ezilen sömürge ulusun kaderini tayin meselesi pozitif (devrimci) ya da negatif (düzen içi) biçimde çözümlenebilir;[9] bu bir güç, tercih ve konjonktür meselesidir. Örneğin, Kuzey Irak/ Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi bir “düzen-içi çözüm”dür.[10]
Biz ulusal sorunda gerçek çözümden ve kalıcı barıştan yanayız; ulusal sorunu devrimin güncelliğini asla “es” geçmeyen, her koşulda devrimin imkânını arayan, güncel soru(n)ları iktidar mücadelesiyle ilişkilendiren, devlet aygıtını yıkmayı hedefleyip “Ulusal sorunlar bastırılmamalı, çözülmeli,” diyen V. İ. Lenin’in siyaset felsefesinin eksenine oturturuz:
“Kim ulusların ve dillerin eşitliğini tanımıyor ve savunmuyorsa, kim her türlü ulusal baskı ya da eşitsizliğe karşı savaşmıyorsa, o, Marksist değildir.” “Eğer sosyalizme ihanet etmek istemiyorsak, başlıca düşmanımız olan büyük devletlerin burjuvazisine karşı her türlü ayaklanmayı desteklemeliyiz, yeter ki, bu ayaklanma, gerici sınıfın bir hareketi olmasın.”
“Her ‘ayaklanmış ulus’ kendini, dilini, ülkesini, ata topraklarını, ezen ulusa karşı ‘savunur’. Uluslara yapılan her baskı, geniş halk yığınlarının direncini davet eder; ulus olarak baskı altında kalan halkın direnci, her zaman, ulusal ayaklanma eğilimi gösterir.”
“Ezen ulusun ayrıcalıklarına ve zulmüne karşı savaşırız, ama ezilen ulusun burjuvazisi, kendi öz burjuva milliyetçiliğinin çıkarlarını savunuyorsa, biz ona karşıyız, destek olmayız.” “Kim proletaryaya hizmet etmek istiyorsa, bütün ulusların işçilerini birleştirmeli ve ‘kendisinin’ olsun, başkalarının olsun, milliyetçiliğe karşı kesin savaşıma girişmelidir.”
“Ayrılma hakkını desteklemekle, ezilen ulusların burjuva milliyetçiliğini destekliyorsunuz, diyorlar bize… Biz de şöyle yanıtlıyoruz: Hayır, bu sorunda ‘pratik’ bir çözüme sahip olmak, burjuvazi bakımından önem taşıyor; oysa işçiler bakımından önemli olan, her iki eğilimi ilkeler düzeyinde ayırmaktır. Ezilen bir ulusun burjuvazisinin ezen ulusa karşı savaştığı kadarıyla, biz her durumda ve herkesten daha kararlı olarak her zaman ondan yanayız, çünkü biz baskı ve zulmün en yürekli ve en tutarlı düşmanlarıyız. Ezilen ulusun burjuvazisinin kendi öz burjuva milliyetçiliğinden yana olduğu kadarıyla, biz ona karşıyız. Ezen ulusun ayrıcalık ve zorlamalarına karşı savaşım; ezilen ulusun ayrıcalıklar ardından koşması için sıfır hoşgörü.”
“Boşanma serbestliğini savunan bir kimseyi aile bağlarını yıkmak istemekle suçlamak ne kadar ahmakça ve ne kadar ikiyüzlüce bir davranışsa, ulusların kendi kaderlerini tayin etme özgürlüğünü savunanları da, yani ayrılma özgürlüğünü savunanları da ayrılmaya isteklendirmeyle suçlamak, o ölçüde ahmakça ve ikiyüzlüce bir davranıştır.”
“Her ulusal kültür, gelişmiş olmasa bile, demokratik ve sosyalist bir kültürün öğelerini içerir, çünkü her ulusta, yaşam koşulları zorunlu olarak demokratik ve sosyalist bir ideolojiyi doğuran, sömürülen bir emekçi yığını vardır.”
“Burjuvazinin, boyunduruğa alabilmek için işçileri hayvanlaştıran ve düşünme olanaklarından yoksun bırakan, onları bölen militan burjuva milliyetçiliği – zamanımızın temel gerçeği budur.”
“Ezen ulusların işçilerine okulda ve yaşamda, ezilen uluslar işçilerine tepeden bakmaları, onları küçük görmeleri öğretilir.”
“Emperyalizm koşullarında yalnızca ulusların kendi kaderini tayin hakkı değil, siyasi demokrasinin bütün temel talepleri ancak kısmen uygulanabilir, üstelik çarpıtılmış ve istisnai olarak… Fakat bundan, hiç de sosyal demokratların bütün bu talepler için acil ve kararlı bir mücadeleden vazgeçmeleri gerektiği sonucu çıkmaz-sosyal demokratların böylesi bir mücadeleden vazgeçmeleri sadece burjuvazi ve gericiliğin ekmeğine yağ sürecektir.”
“… ‘Kendi yazgısını belirleme hakkı’, yalnız genel olarak demokrasinin olduğu bir demokratik düzenin değil, ayrıca özel olarak ayrılma sorununun da demokratik olmayan bir çözümünün olanaksız olduğu bir demokratik düzenin varlığını ön gerektirir.”
“Kautskyciliğin yanlışı, doğru demokratik talepleri geleceğe, toplumsal devrime değil, geçmişe, barışçıl kapitalizme yansıtmasında saklıdır.” [11]
Özetle, Eduard Bernstein’ın “Hareket her şey, nihai amaç hiç bir şeydir,” formülüyle müsemma tarz-ı siyasetin ulusal sorunun pozitif çözümü olabileceği yanılgısına prim vermiyoruz. “Hareket tarzını duruma göre belirlemek, kendini günün olaylarına, küçük siyasetin düzensizliklerine ve değişmelerine uydurmak, proletaryanın birincil çıkarlarını ve kapitalist sistemin tümünün, kapitalist evrimin tümünün ana özelliklerini unutmak, bu birincil çıkarları anın gerçek ya da varsayılan yararları uğruna feda etmek- revizyonizmin siyaseti budur,”[12] ifadesindeki üzere V. İ. Lenin’in.
Tavrım(ız)ı “imkânsız” olarak niteleyen kolaycılığın çoğunlukta olduğunun farkındayız; ancak yine de Nevzat Çelik’in, “Çok olmadığımız kesin/ Çok olan tarafta değiliz/ Çok olan tarafta olmayacağız/ Türkiye’de Kürt olacağız/ Kürtlerde Ermeni// İsrail’de Filistinli// Hakemler hep karşı takımı tutacak/ Ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı// Solda olacağız/ Bu itirazın ilk şartı,” dizelerindeki ısrarla; dünyadaki önemli şeylerin çoğunun, durum “umutsuz” denilirken, vazgeçmeyen insanlar tarafından gerçekleştirildiğini unutmayacağız…
Ezilen ulusun kaderini tayin hakkının karşısına dikilmeden, (ama bu hakkın kullanılış biçimini “her koşulda” onaylamadan) düzen içi politikaların tarif ettiği “haklar”ın, kullanılamadıktan sonra hiçbir işe yaramayacağının altını çizeceğiz.
Aslolan hiç kimsenin görmediği şeyi görmekten ziyade; herkesin gördüğü şeyi kimsenin henüz düşünmediği biçimde düşünebilmekle müsemma tavrım(ız), “Bizi desteklemekten başka yolunuz yok,” diyenleri elbette rahatsız edecek; ama biz yine de sorumluluklardan kaçınılabilse de, sonuçlardan kaçınılamayacağını hatırlatacağız onlara.
Biliyoruz: “İnsanların inançlarını eleştirmediğinde ve onlar gibi olduğunda, onlar seni akıllı ve iyi bir insan olarak nitelendirecekler! İnsanlar, kendi kaderini elinde tutmak isteyen biriyle asla barış yapmazlar, çünkü bu onların kurduğu istikrarı ve huzuru tehdit eder. Düşünme hakkından vazgeçenler için aidiyet her zaman ödül olmuştur,” der bu meseleye ilişkin, Jean-Paul Sartre.
* * * * *
Ortadoğu’daki radikal değişimler ile Suriye’deki kaos hemen her şeyi farklılaştırırken; tek adam rejimin, haklara ve özgürlüklere yönelik saldırıları hızla tırmanıyor. Bu refleksin krizle ilintili olduğu “sır” değil. Kocaman bir “kara delik”le malûl ekonomi tablosunda yüksek faiz, “kemer sıkma” politikaları, iflasları, işsizliği ve yoksullaşmayı artırırken; soru(n)ların bir “tsunami”ye dönüşmesi de kuvvetle muhtemeldir.
Rejim bu olasılıktan korkuyor ve keyfi uygulamalarla sertleşiyor. Muhalif entelektüeller, tutuklanıp hapse atılırken katiller, mafya babaları tecavüzcüler serbest bırakılıyor. Yargıya güvenin kaybolması ülkeyi silah ve şiddetle sorun çözme sarmalının içine sürüklüyorken; zorbalığı -giderek ısınan suya atılmış kurbağa misali- olağanlaştırıyor.
“Coğrafyamızı AKP demokratikleştirecek”, “Merak etmeyin değiştiler… Bunlar Hıristiyan demokrat gibi bir şey…” zırvasından buralara gelirken su giderek ısınmaya başladı.
Sonra “Yetmez ama evet” saçmalıkları eşliğinde “Atı alan Üsküdar’ı geçti” dayatması. Ve 15 Temmuz “darbe şeyinde” rejimin kadrolarını, kurumlarını pekiştirmesi… Siyasal İslâm’ın değerleri topluma dayatılırken, şimdilerde kaynama noktasındayız.
Yargı, yasalara göre değil, rejimin keyfine göre işliyor; karşımızda totaliter bir devlet ve onunla kaynaşmış bir toplumsal hareket ile karakterize olan bir biçimlendirme süreci var: Bu artık bir “eğilim” değil, bir “yapısal” dönüşüm sürecidir.
Rejim, kayyum atamalarının gösterdiği gibi, seçmenin iradesini bir kalemde hiçe sayarak yerine kendi iradesini koyabiliyor. Rejimin girdiği yoldan geri dönmesini, “yeni anayasa”, “ömür boyu başkanlık” projelerinden vazgeçmesini beklemek gerçekçi bir tutum değildir. Rejim neo-liberalizmin “nimetleri”nden nemalanmasını gayet iyi bilen siyasal İslâm’ın iktidarının tutsağıdır.
“Yeni” anayasa düzenlemeleriyle müthiş bir konsolidasyonu devreye sokmakta kararlı tek adam rejimi de böyle devam edemez. Bunun için bir kez daha Kürt Meselesi’ne el atıyor; ekonomik, siyasi patlamalara, dönüşümlere yol açması adeta kaçınılamaz durumu engellemek için…
O hâlde Kürt Meselesi’ne ilişkin tavırların ince hesaplarla malûl olduğu görülüp, kavranmalı ve Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın şu saptamaları unutup/ unutturulmamalı:
“Üçüncü yol siyaseti yeni mücadele zemini… Partimizin çizgisinde bir değişiklik yok. Onu sahiplenmede, savunmada, toplumsal ayağını oluşturmada bir değişiklik olacak. Çizginin kendisi, Türkiye halklarının bir arada ortak, eşit halklara sahip olmasıdır. Bu coğrafyada Kürt’e, Alevî’ye, emekçiye, kadına demokrasinin eşit işlemesidir. Ezilenin olmadığı, insanların umutsuzluğa kapılmadığı, aş-iş derdinin yaşanmadığı bir Türkiye mücadelesi yürütüyoruz…
Üçüncü Yol, Mahirler’le Denizler’le başlayan, daha sonra Kürt demokratik mücadelesi ve diğer sol çevrelerin de mirasçılığını yaptığı mücadelenin kendisidir. Halkların kardeşliği ve ezilenin yanında durmaktır.
Üçüncü Yol, aslında Türkiye demokratik mücadelesinin bir zemini, adresidir. Şu an karşımızda iki blok var. Biri zaten iktidarın kendisi, ne yaptığını çok anlatmaya gerek yok. Her şeyi kötü yapan, kötülüklerine karşı çıkanı da ezen bir blok. Kadını, Kürt’ü, Alevî’yi, direneni kabul etmeyen, düşman gören bir yaklaşıma sahip, oradan bir beklentimiz yok.”[13]
Tıpkı HDP sözcüsü Ebru Günay’ın, “Bizim derdimiz çözüm üretmektir, mücadeleyi zafere ulaştırmaktır. O yüzden Kürt hareketi de devrimci demokrat güçler de ittifak siyasetinde ısrarcıdır. Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesini birbirinden koparmak tam da iktidarın istediği bir şeydir ki asla bu tuzağa düşmeyeceğiz,”[14] ifadeleri gibi…
Bu ifadelerin mürekkebi henüz kurumamışken, Kürtleri “İslâmi renklerle bezeli Yeni Anayasa” ve “Ömür boyu iktidar” peşinde olanların yedekleme çabaları karşısındaki “hayırhah” tutumları nasıl açıklanır? Hangisi doğru, iktidar blokunun “Her şeyi kötü yapan, kötülüklerine karşı çıkanı da ezen bir blok” olduğu mu, “Barışa gönül indiren, konuşmanın bu Meclis’in temel işlevi olduğunu savunan ve bu köklü meselemizi tartışmaya açan Sayın Cumhurbaşkanı, Devlet Bahçeli ve barış meselesinde çaba gösteren herkese teşekkür ediyorum”[15] tutumu mu?
* * * * *
DEM Parti Milletvekili Cengiz Çandar’ın bile, “Taşlar mı döşeniyor, döşenmek üzere taş mı aranıyor? Bunu en azından bulunduğum noktadan baktığım zaman ben net bir şekilde göremiyorum. Bu yüzden ‘çözüm süreci’ ifadesini kullanmanın erken olduğu ve bu konuda ihtiyatlı olunması gerektiği kanısındayım,”[16] demek zorunda kaldığı soru(n)lar ile devreye sokulan politik manevra “Barış Süreci” mi, “İkinci Açılım Süreci” mi nedir? Burası müphem…[17] Ancak daha da önemli olan “süreç”in nasıl adlandırılacağı değil, ezilen halk(lar) ve emekçiler için neler vaat ettiği.
Mevcut iktidarın emekçiler için daha yoğun sömürü, daha fazla işsizlik, daha derin yoksullaşma, daha çok baskıdan gayrısını vaat etmediği, ortada. Peki ya ezilen halk, yani Kürtler?
Şubat 2025 sonuna dek takvimlendirilen; adı hâlâ resmen ve net olarak ortaya kon(ul)mamış politik manevradan umutlu olmak mümkün mü? Kaydı ihtiyatı, kuşkuyu elden bırakmayıp, rezervli yanaşmakta fayda var.
Meseleyi eşitlikçi ve doğal hakların gerisindeki, “Anayasa’da Kürtlerin varlığının tanınması ve anadilde eğitim gibi acil hedeflere ilişkin bir statü” talebine indirgemek oldukça geri bir konumlanmadır.
Bu tür bir konumlanma, Ertuğrul Kürkçü’nün “Öcalan’ın Demokratik Modernite ve Demokratik Konfederalizm fikirleri hem klasik Marksizm’e hem de klasik yurtseverliğe tam tekabül etmez,”[18] tevil ve mazeretleriyle olağanlaştırılamaz. Bu olsa olsa nafile bir gayretkeşliktir.
Hayır, meseleyi eşitlikçi ve doğal hakların gerisinde konumlandırmak, Karl Marx’ın, “Toplumsal reformlar asla güçlünün zayıflığından ötürü değil, her zaman zayıfın gücünden ötürü gerçekleşir,”[19] uyarısındaki üzere doğru bir tutum olamaz; tıpkı Cengiz Aktar’ın, “Ne yapılacağı belli; Çatışma-çözüm üzerine çalışanlar dile getiriyor. Ademi merkeziyetçilik gerekiyor. Anadilde eğitim gerekiyor. Kürt hareketinin, Kürtlerin talepleri bütün Türkiye’ye teşekkül etmesi gerekiyor. Suriye’deki Özerk Yönetimin bir benzeri Türkiye’deki Kürtlere de uygulanabilir mi? Bu bir iddia. Keşke olsa. Nerede böyle bir akıl, nerede böyle bir vizyon… Böyle bir şey söz konusu olmaz,”[20] liberal “mantık(sızlığ)ı”ndaki gibi!
Evet, liberalizm faşizmin yancısıdır.
“Nasıl” mı?
Devlet Bahçeli’nin Ufuk Uras’a, “1960’lardan beri kavga ediyoruz hocam, artık bitsin; sizinle sohbet ne güzel, sık görüşelim… “Tuncer Bey, Bahçeli’nin açtığı yolu çok olumlu buluyor,” derken; Ufuk Uras’ın da, “Görüşmemiz çok olumlu geçti. MHP Genel Merkez’de baş başa bir görüşme sağladık. Bahçeli kardeş kavgasının bitmesini istediğini dile getirdi. Aynı zamanda ‘Ortak biz’ zemininin yaratılmasını istiyor,”[21] diye eklediği süreçte “Uras MHP Genel Merkezine taksiyle gelmiş, çıkarken ‘Aracınız var mı?’ diye sormuşlar, ‘Yok taksiyle giderim’ deyince ısrarla makam aracını tahsis etmişler. Yani Ufuk Hoca, Ahmet Türk’e MHP’nin makam aracı ile gitmiş,”[22] diyordu ‘Habertürk’ün liberal yazarı Nagehan Alçı.
İklim buyken; 1 Ekim 2024’te Devlet Bahçeli’nin DEM partililerle tokalaşması ardından, 22 Ekim 2024’de MHP’nin grup toplantısında Abdullah Öcalan’a yönelik “Buyursun, terörün bittiğini, örgütün tasfiye edildiğini tek taraflı ilan etsin”, “Tecridi kaldırılırsa gelsin, TBMM’de DEM Grup Toplantısı’nda konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayeti gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılmasının önü de ardına kadar açılsın. Adres İmralı’dan DEM’e uzansın” açıklaması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Bölücü caniler ya bir an önce silahlarını gömecekler ya da silahlarıyla birlikte toprağa gömüleceklerdir,” tehdidiyle başlayan görüşme trafiği “Yeni Paradigma” olabilir mi?
Kanımızca ‘Hayır”! Kanımızca bu Kürtlere teslimiyet dayatmasıdır; “-Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim… Heyet bu yaklaşımımı gerek devletle gerekse siyasi çevrelerle paylaşacaktır. Bunlar ışığında gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım,”[23] peşin kabulüne rağmen…[24]
Malum olduğu üzere ne tarihte, ne de T.“C” tarihi boyunca Türk-Kürt kardeşliği hiçbir zaman olmadı. Kardeşlik eşit koşullarda, her ulusun eşit haklara sahip olduğu özgür koşullarda olur. Kürt ulusu hak istediği her durumda egemenlerin baskıları ve katliamları ile karşılaştı. Bu durumda bugün de değişen bir şey yoktur.
Karşımızdaki “bilinmeyeni çok denklemi siyaset bilimci Seren Selvin Korkmaz, “Risk, Anayasa sürecinin açılımla oldubittiye getirilip, otoriter yönetimin konsolide edilmesi,”[25] biçiminde okurken; “yeni” görüşmelerin, “eski”sinden farkının ne olduğu da meçhuldür![26]
Kaldı ki Devlet Bahçeli, bu görüşmelerin üzerinden iç politikada Erdoğan’a yeniden Cumhurbaşkanlığı adaylığının yolunu açacak anayasa değişikliği için DEM Parti’nin desteğinin alınmasını ve iktidarın ömrünün uzatılması hesaplarının yapıldığını da gizlemiyor.
Her ne kadar kimileri, “Öcalan hem teorisyen/felsefeci/siyaset felsefecisi hem de siyasetçidir. Bu söz basit bir propaganda olarak asla algılanmamalı. Çünkü Öcalan, Marksizm, anarşizm, feminist teori, ekoloji ve antropoloji gibi farklı alanlardan yola çıkarak özgün bir düşünce sistematiği oluşturdu,”[27] coşkusuna kapılsa; Öcalan da, öncelikle “Bahçeli ve Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya pozitif katkı sunmaya hazır olduğunu” söylese de; iktidarla Kürtler arasındaki “normalleşme” ya da “yumuşama” manevraları Kürtler cephesinde ihtiyatlı bir dille sürdürülüyor olsa da; ortada hakikât ile siyasetin uyumsuz dansının geleceği yoktur; çünkü bu, eşyanın tabiatına aykırıdır.
* * * * *
O hâlde kardeş(ler)imize soralım:
Orta Doğu’da bir Kürt/Kürdistan meselesi var (mı)dır?
Kürtler, ulusal birliksiz var olabilir (mi)?
Rojava bir ulusal inşa olarak önemli(mi)dir, savunulmalı (mı)dır?
Emperyalistlerin ittifakları değil, çıkarları (mı) vardır?
Siyasal İslâm’a karşı tavır, HTŞ de dahil laiklik olmadan mümkün(mü)dür?
Immanuel Wallerstein’ın, “Her zaman ‘zenci’ olan birileri vardır. Eğer ortada hiç siyah yoksa ya da bu rolü oynamak için sayıları yetersizse ‘beyaz zenciler’ icat edilebilir”;[28] Frantz Fanon’un, “Sizi sömürgeleştiren yabancıların sizde yarattığı en büyük yıkım, zamanla sizin kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalarıdır,”[29] vurguları eşliğinde meselelere verilecek yanıt(lar) tartıştığımız soru(n)lar zemininde tarafımızı netleştirecektir.
Malum: Özgürlüğe yönelik en büyük tehdit, eleştirinin olmamasıdır. Çünkü asla vazgeçilmemesi gereken şey, insan(lık)ın özgür, keşfeden, itiraz ederek başkaldıran duruşudur.
Sessiz kalan herkesin içindeki insan ölmeye mahkûmdur; “Ne zamandan beri her şeyimizi savunmak zorunda kaldık ve alıştık buna? Haklılık, haksızlık giysisini giye çıkara karıştırır olduk,”[30] vurgusu eşliğinde Sevgi Soysal’ın.
Evet, “Sistematik olarak yaratılmaya çalışılan topyekûn aptallaştırmayla birlikte ekonomik çöküş, toplumsal aşağılama, cezaevi ve ölüm tehditleri aklın düşünme egemenliğini engeller”ken;[31] “İtaat, bütün kötülüklerin kökenidir. İyi bir toplum, bireyin eleştirel düşünmesini teşvik eder,” der Hannah Arendt.
“İyi de…” mi?
“Şimdi hayal edemeyeceğimiz koşullar altında direnmeyi sürdüreceğiz. Dayanışma içinde beklemeyi öğreneceğiz. Tıpkı bildiğimiz her dilde övmeyi, sövmeyi ve küfür etmeyi ilelebet sürdüreceğimiz gibi.”[32]
Gökkubbenin altında kaos egemenken, Erdoğan’sız, Bahçeli’siz, Özel’siz ya da ABD’siz, Rusya’sız, İran’sız, İsrail’siz bir seçenek oluşturmalıyız; Samuel Johnson’ın, “Bir plandan yoksun isen, başkasının planının bir parçası olursun”; Emil Michel Cioran’ın, “Bütün aşağılanmalarımız açlıktan ölmeye karar veremememizden gelir”;[33] William Blake, “Karanlıklar içindeki küçük bir ışık, büyük bir aydınlık yaratabilir”; V. İ. Lenin’in, “Güçlük olanaksızlık demek değildir. Önemli olan şey, seçilen yolun doğru olduğuna inanmaktır, bu inanç mucizeler yaratabilen devrimci enerjiyi ve devrimci coşkuyu yüz kat arttırır,” notları eşliğinde…
Ve nihayet: Hayır; satırlarımız bir polemik için kaleme alınmadı. Kanaatlerimizi ifade ettik sadece. Kimseye karışmak, akıl vermek haddimize değil.
“Müsaade edin de kendi adımıza konuşalım,”[34] diyen DEM Parti Milletvekili Meral Danış Beştaş, sonuna kadar haklıdır. Kürtler elbette kendi adına konuşmalıdır. Bunun için bir müsaadeye ihtiyaç filan da yoktur. Lakin kimilerinin de konuşulanlara, söylenenlere dair farklı görüşleri olacaktır. Bu da hesaba dahildir.
O hâlde Sümer Atasözü’nün, “Kasapların tartışmasında koyunların taraf tutması, koyunların kaderini değiştirmez”; Stefan Zweig’ın, “Dünyada bir şeyi yarım söylemek ya da yarım bırakmak kadar kötü bir şey yoktur”;[35] Anooshirvan Miyandji’nin, “Zihinsel ölüm varsa, fiziksel yaşamın devam etmesi anlamsızdır”; Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin, “Zor diyorsun, zor olacak ki imtihanın olsun…” vurguları eşliğinde soralım: Örneğin “statü” denilen şey, UKTH anlamına mı geliyor? Yoksa sömürge statüsü hâlâ geçerli midir? Veya “Seni başkan yaptırmayacağız” tavrı bugün ne anlam taşıyor?
12 Ocak 2025 11:45:17, Muğla.
N O T L A R
[1] Can Yücel.
[2] Aziz Nesin, Bir Tutam Aydınlık, Adam Yay., 1994, s.14.
[3] John Berger, Bir Fotoğrafı Anlamak, çev: Beril Eyüpoğlu, Metis Yay., 2016, s.31.
[4] Umberto Eco, Beş Ahlâk Yazısı, çev: Kemal Atakay, Can Yay., 1998.
[5] Sırrı Süreyya Önder, Serbestiyet, @aykiricomtr 26 Kasım 2024.
[6] Bkz: i) Temel Demirer, “Güncel Boyutlarıyla Kürt Meselesi”, Newroz, Yıl:5, No:165, 9 Mart 2011…
ii) Temel Demirer, “Kürtler ve Ortadoğu”, Rojnameya Newroz, Şubat 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/02/kurtler-ve-ortadogu.html
iii) Temel Demirer, “… ‘Kürt Sorunu’na Oryantalist Bakışın Kaynak ve Sonuçları”, ewroz, Yıl:4, No:136, 1 Temmuz 2010…
iv) Temel Demirer, “Savaş ve ‘Barış(sızlık)’ın Ortadoğu’su ile Rojava Deneyimi”, Rojnameya Newroz, Ocak 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/01/savas-ve-barissizlikin-ortadogusu-ile.html
v) Temel Demirer, “Ortadoğu’da T.‘C’nin Hâli ve Rojava”, Kaldıraç Dergisi, No:176, Mart 2016…
vi) Temel Demirer, “Ortadoğu ve Rojava ya da Tehditler ile İmkânlar”, Kaldıraç Dergisi, No:159, Eylül 2014…
vii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Kobanê Bizimdir, Biz Kobanê’yiz!”, 14 Ekim 2014… https://temeldemirer.blogspot.com/2014/10/kobane-bizimdir-biz-kobaneyiz.html
viii) Temel Demirer, “Volokolamsk Şosesi’nin Kürtçesi: Kobanê”, Güney Dergisi, No:71, Ocak-Şubat-Mart 2015…
ix) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Emperyalizm, T. ‘C’ ve Afrin”, Kaldıraç Dergisi, No: 199, Şubat 2018…
x) Temel Demirer, “Türk(iye) Hukuk(suzluğ)u ve Kürtler”, Kaldıraç Dergisi, No:128, Ocak 2012…
xi) Temel Demirer, “İttihatçılardan Kemalizme “Ulus(laşma)” veya İmha, İnkâr ve Ötekileştirmenin Türkçesi”, Almanak 2014 Analizleri, SAV Yay., 2015…
xii) Temel Demirer, “… ‘Cumhuriyet’in Roboskî’si!”, Avrupa Demokrat, Aralık 2024… https://temeldemirer.blogspot.com/2024/12/cumhuriyetin-roboskisi.html
xiii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Kalbim(iz) Cizre’dedir!”, Kaldıraç Dergisi, No:173, Aralık 2015…
xiv) Temel Demirer, “… Medya ve Kürt Sorunu Üzerine -Güncel- Notlar”, Newroz, Yıl:4, No:133, 27 Mayıs 2010…
xv) Temel Demirer, “İşçi Sınıfı, ‘Kürtleşmesi’ ve ‘Ulusal İstihdam Stratejisi’…”, Newroz, Yıl:6, No:213, 22 Haziran 2012…
[7] George Orwell, 1984, çev: Armağan İlkin, Kelebek Yay., 1983.
[8] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı Hareketimizin Canalıcı Sorunları, çev Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.
[9] Bkz: i) Temel Demirer, “Netameli Bir Konu”: Ulusal Soru(n)”, Kaldıraç, No:207, Ekim 2018…
ii) Sibel Özbudun-Temel Demirer , “İrlanda ‘Bitti’ mi? ‘Öyleyse’ İskoçya Verelim!”, Kaldıraç, No:244. Kasım 2021…
iii) Temel Demirer, “… ‘Birlik’ ile ‘Ayrılık’ın Kıskacında Katalonya”, Rojnameya Newroz, Kasım 2021… https://temeldemirer.blogspot.com/2021/11/birlik-ile-ayrilikin-kiskacinda.html
[10] Bkz: Temel Demirer, “Güney Kürdistan’ın ‘Bağımsızlık’ Soru(n)ları!”, Kaldıraç Dergisi, No: 245, Aralık 2021…
[11] Alıntılar: V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968; V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979; V. İ. Lenin, Ulusal Siyaset ve Proleter Enternasyonalizm Sorunları, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1998.
[12] V. İ. Lenin, Revizyonizm Üzerine, çev: Tuna Gürsu, Koral Yay., 1975.
[13] Nurcan Gökdemir, “Tuncer Bakırhan: İktidarla Şu An Hiçbir Görüşmemiz Yok”, Birgün, 23 Ekim 2023, s.6.
[14] Hüseyin Şimşek, “Ebru Günay: Halkın Mücadelesi Daha da Büyüyecek”, Birgün, 1 Eylül 2023, s.9.
[15] Sırrı Süreyya Önder, “Sırrı Süreyya Önder’den Erdoğan ve Bahçeli’ye teşekkür”, 15 Ekim 2024, Medyaskop, https://medyascope.tv/2024/10/15/sirri-sureyya-onderden-erdogan-ve-bahceliye-tesekkur/
[16] “DEM Partili Çandar’dan ‘Çözüm Süreci’ Mesajı”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2024… https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/dem-partili-vekil-cengiz-candardan-cozum-sureci-mesaji-erken-ama-2257474
[17] Bkz: i) Temel Demirer, “Barış (mı Dediniz?!)”, Kaldıraç Dergisi, No:271, Şubat 2024…
ii) Temel Demirer, “Barış (ile Savaş) Gerçeği”, Kaldıraç Dergisi, No:173, Aralık 2015…
iii) Temel Demirer, “Barış (=Hayat) ile Savaş (=Ölüm) Hâli”, 5 Eylül 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/10/baris-hayat-ile-savas-olum-hali.html
iv) Temel Demirer, “Barış İçin Akademi (mi?)”, Rojnameya Newroz, Aralık 2015… https://temeldemirer.blogspot.com/2015/11/baris-icin-akademi-mi.html
v) Temel Demirer, “Devrimci Sanat Barış İçin Savaşır”, Kaldıraç Dergisi, No:158, Ağustos 2014…
vi) Temel Demirer, “… ‘Milli Yarar(sızlık) Siyaseti’nin Dökümü”, 8 Nisan 2012… https://temeldemirer.blogspot.com/2012/04/milli-yararszlk-siyasetinin-dokumu.html
vii) Temel Demirer, “Emperyalist Yerkürede Barış (Yalanı) ve Savaş (Gerçeği)”, Kaldıraç Dergisi, No: 195, Ekim 2017…
viii) Temel Demirer, “Kapitalist Emperyalist İşgal(ler)”, Kaldıraç Dergisi, No:142, Nisan 2013…
ix) Temel Demirer, “Emperyalizm Çağında Barış Savaş Demektir, Savaş da Barış!”, Kaldıraç Dergisi, No: 221, Aralık 2019…
x) Temel Demirer, “Emperyalist ABD ve Barış”, Görüş21, Mart 2023… https://temeldemirer.blogspot.com/2023/03/emperyalist-abd-ve-baris.html
xi) Temel Demirer, “Yeniden Paylaşım Kaosu = Emperyalist Savaş Tehdidi”, Kaldıraç Dergisi, No:251, Haziran 2022…
xii) Temel Demirer, “Sürdürülemez Kapitalizm: Kriz, Savaş ve Dünya Hâl(ler)i”, Kaldıraç Dergisi, No:261, Nisan 2023…
[18] aktaran: Selçuk Şahin Polat, “Quo Vadis Ertuğrul Kürkçü?”, 6 Ocak 2025… https://www.avrupa-postasi.com/quo-vadis-ertugrul-kurkcu
[19] “Toplumsal devrimler, güçlü olanın zaafıyla değil, zayıf olanın gücüyle gerçekleşebilir. (Karl Marx, “Karl Marx-Frederick Engels: Marx and Engels: 1845-48, 1976.)
[20] Mehmet Aslan, “Gazeteci Aktar: Suriye’de Ankara’nın Dediği Olmayacak”, 5 Ocak 2025… https://www.avrupademokrat3.com/gazeteci-aktar-suriyede-ankaranin-dedigi-olmayacak/
[21] Helin Yılmaz, “Ufuk Uras ile Devlet Bahçeli Görüştü”, 20 Kasım 2024… https://halktv.com.tr/siyaset/ufuk-uras-devlet-bahceli-ile-gorustu-889958h
[22] Nagihan Alçı, Candan Yıldız, “Uras, Bahçeli’yle Görüşmesinin Ardından Ahmet Türk’le Buluşmasına MHP Makam Aracıyla Gitmiş”, 21 Kasım 2024… https://t24.com.tr/haber/uras-bahceli-ile-gorusmesinin-ardindan-ahmet-turk-bulusmasina-mhp-makam-araci-ile-gitmis-turk-rojava-bombalanirken-bu-isler-nasil-olacak-demis,1198115
[23] “Aktaran: Pervin Buldan-Sırrı Süreyya Önder: ‘Abdullah Öcalan: Pozitif Adımı Atmaya ve Çağrı Yapmaya Hazırım’…”, 29 Aralık 2024… https://www.avrupademokrat3.com/abdullah-ocalan-pozitif-adimi-atmaya-ve-cagri-yapmaya-hazirim/
[24] Bkz: Hakan Gülseven, “Açılım mı, Saçılım mı?”, 30 Aralık 2024… https://www.arti49.com/acilim-mi-sacilim-mi-31yy.htm ; Selçuk Şahin Polat, “Quo Vadis Ertuğrul Kürkçü?”, 6 Ocak 2025… https://www.avrupa-postasi.com/quo-vadis-ertugrul-kurkcu
[25] “Bilinmeyeni Çok ‘Açılım’ Denklemi”, 31 Aralık 2024… https://www.birgun.net/haber/bilinmeyeni-cok-acilim-denklemi-587586
[26] Bkz: i) Temel Demirer, “… ‘Açılım’ Kapanı”, Demokrasi ve Özgürlük, No:3, Şubat 2010…
ii) Temel Demirer, “Barış ve Demokrasi (mi?) Bağlamında Kürt Meselesi”, Kaldıraç Dergisi, No:117, Ocak 2011…
iii) Temel Demirer, “Özgürleşme, Demokratikleşme ve Müzakere Süreci”, Kaldıraç Dergisi, No:146, Ağustos 2013…
iv) Temel Demirer, “… ‘Barış’ (mı?), ‘Süreç’ (mi?), ‘Müzakere’ (mi?)”, Newroz, Yıl:7, No: 239, 19 Ağustos 2013…
v) Temel Demirer, “… ‘Diyalog’ ve ‘Hoşgörü’den Çok Özgürlüğe Muhtacız!”, Newroz, Yıl:5, No:184, 24 Ağustos 2011…
vi) Temel Demirer, “… ‘Demokratikleşiyor’ muyuz? Kürt Açılımı ve Ötesi! Mümkün mü?”, Kaldıraç Dergisi, No:106, Aralık 2009…
vii) SibelÖzbudun-Temel Demirer, “… ‘Eski(meyen)/ Yeni Türkiye’de Barış (mı?)”, Rojnameya Newroz, Haziran 2016… https://temeldemirer.blogspot.com/2016/06/eskimeyen-yeni-turkiyede-baris-mi.html
[27] Harun Çınar, “Otokolonyal Aklın Sefaleti: ‘Mücahit Coşkun’ İle ‘Vahap Bilici’ Vakası Üzerine”, 17 Aralık 2024… https://yeniyasamgazetesi6.com/otokolonyal-aklin-sefaleti-mucahit-coskun-ile-vahap-bilici-vakasi-uzerine/
[28] Immanuel Wallerstein-Etienne Balibar, Irk Ulus Sınıf-Belirsiz Kimlikler, çev: Nazlı Öktem, Metis Yay., 1995.
[29] Frantz Fanon, Ezilenlerin Psikolojisi ve Yabancılaşma- Siyah Deri Beyaz Maskeler, çev: Mustafa Haksöz, Sosyalist Yay., 1996.
[30] Sevgi Soysal, Şafak, Bilgi Yayınevi 1977, s.141.
[31] Max Horkheimer, Alacakaranlık, çev: İlknur Aka, Kırmızı Yay., 2009.
[32] John Berger, Hoşbeş, çev: Aslı Biçen, Beril Eyüboğlu, Oğuz Tecimen, Metis Yay., 2016, s.104
[33] Emil Michel Cioran, Çürümenin Kitabı, çev: Haldun Bayrı, Metis Yay., 2008.
[34] “Meral Danış Beştaş: Müsaade Edin de Kendi Adımıza Konuşalım”, 9 Ocak 2025… https://www.yenidenatilim.com/haber/meral-danis-bestas-muesaade-edin-de-kendi-adimiza-konusalim
[35] Stefan Zweig, Sabırsız Yürek, çev: Çiğdem Öztekin, Can Yay., 2006.