HDP’nin barajı aşması tabii ki moral bir etki yaratır. Ancak AKP’nin her durumda verili hukuku da zorlayarak sürdürdüğü otoriterlikten totaliterliğe yönelen süreç, sadece sokakta, halkın yürüttüğü mücadeleyle yıkılacaktır. Yani ne olacaksa barikatlarda olacaktır…
7 HAZİRAN 2015 SEÇİMLERİ’NE DAİR -GEREKÇELİ- TAVRIMIZ / SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Hakikâtin yalan,
yalanın da hakikât gibi
göründüğü bir
dönemeçteyiz şimdi!”[1]
Pablo Picasso’nun, “Kimsen, öyle kal”; Oscar Wilde’ın, “İnsanın rüyaları büyük olmalı ki, hiç gözden kaybolmasın,” uyarılarını hiç ama hiç unutmayanlardanız ve de burjuva patentli “temsili demokrasi” yalanını ve dolayısıyla da “seçimleri”ni gereğinden fazla önemsemeyiz.
Bu nedenle de, “… ‘Seçimler de neymiş, önemli olan sokaktaki devrimci mücadeledir’ türünden ergen solcu ezberleriyle bir şey söylediğini zannedenlere,”[2] ayar veren Vedat İlbeyoğlu’na “ergen” değil, yaşayarak öğrenenlerden yani Ahmet Gayretli gibilerin ekolünden olduğumuzu belirtmekle yetinelim![3]
“Temsili demokrasi”yi, onda olmayan faziletleri arayan liberal bir şaşkınlıkla abartmanın, sokağın önüne koymanın gülünç bir aymazlık olduğunu vurgularken; Latin Amerikalı bir gerilla önderine ait, “Sözcükler böler, eylem birleştirir,” deyişinin altını çizmeden geçmeyelim…
Evet, bizi sokak birleştirir; sandık değil! Yüzü sokağa dönük eylemin en etkili tutkal işlevi gördüğünü, örnek olma gücü taşıyan bir pratik adımın, sayfalarca propaganda sözünden çok daha devrimcileştirici olduğunu tarihten de biliyoruz. Bilmeyenlere, bilmezden gelenlere de söylenecek sözümüz yok!
Kimilerine “anlaşılmaz” gelse de, “Seçimlerde ne yapmalı”ya, “Öncelikle ne yapılmamalı” üzerinden yanıt aramaktan yanayız,[4] bunu çok önemli buluyoruz; hem de “Sosyalist kimlikle olamazsınız. Dindar Kürtlerin oyları niye AKP’e gidiyor bunu iyi anlayın,” diye haykıran Altan Tan’ın HDP’ye yönelik uyarıları bir çok şeyi biçimlendirirken…[5]
Hayır; “HDP önemsizdir” falan demiyoruz; HDP’nin soru(n)lardan malûl olduğunun altını çiziyoruz yalnızca…
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in, “HDP’nin barajı aşması Türkiye’nin istikrarına vurulan darbedir,”[6] kaygısı anlaşılabilir bir realitedir. Bu imkânı “es” geçenlerden değiliz. Hatta bir hayli de önemsiyoruz.
Ancak HDP’ye atfettiğimiz önemi, pragmatizme kurban etmiyoruz, etmek istemiyoruz!
“Nasıl” mı?
HDP eski Eşbaşkanı Sebahat Tuncel’in, “Gezi’den bize yeni bir siyaset zemini çıktı. Türkiye adalet, eşitlik, demokrasi istiyor. Bunu kimin örgütleyeceği sorunu vardı. Biz HDP olarak bunu örgütlemeye adayız. Beyaz Türkler de bize oy verecek çünkü gerçek seküler parti biz olacağız,”[7] ifadesindeki üzere…
“Beyaz Türkler’den oy almak için” seküler parti olunmaz; HDP ya sekülerdir ya da değildir; ilkeler ve duruşlar pragmatik “gerekçeler”le konumlandırılamaz, konumlandırılmamalıdır…
Evet “De principiis non est disputandum/ Prensipler tartışılmaz,” diyen bu tutumuzu “Tavır ‘duruş’ oldu, siyaset kimlik gösterme,”[8] basitliğiyle mahkûm etmeye kalkan ‘Birikim’ci Ümit Kıvanç’tan bizi anlamasını hiç mi hiç beklemedik…
Bizim hep bir duruşumuz/ tavrımız oldu; “göstermek” için falan değil, sadece 11. Tez’deki üzere eylemek için!
Yeri gelmişken; George Orwell’in, “Liberal, güce tapan bir güçsüzdür,” saptamasının altını çizerek belirtelim: Biz ne radikal demokrat, ne liberal, ne de şu buyuz…
“Yüksel(til)en değer(sizlik)lere”, “zamanın ruh(suzluğ)u”na, “es(tiril)en rüzgârlar”a boyun eğip, teslim olmayız.
Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, biz komünistiz!
Ve “Cornelius Costoriadis’in de dediği gibi, ‘Demokratik bir toplum demek, her bir yurttaşın yönetme ve yönetilme yeteneğine sahip olması’ demektir. Demokrasinin önkoşulu, topumun her bireyinin yurttaş olmasını, yurttaş davranışı ortaya koymasını, haklarının ve ödevlerinin bilincinde olmasını gerektirir. Ve ikincisi, demokrasi pratiği sadece temsilden ibaret değildir. Temsil de dahil, yerine göre kamusal görevlere getirilecek olanların kura ile belirlenmesi, rotasyon esası, doğrudan demokrasi, halk tartışma meclisleri, ön referandum ve referandumdan oluşan bir yelpaze pratiğine dayanması gerekir,”[9] diyenlerdeniz!
Bu duruşumuz/ tavrımız, yine kimilerince “sol lafazanlık”, “topyekûn devrimcilik”le falan “suçlanmaya” kalkışılsa da, biz hâlâ ısrarla “Bazı insanlar her şeyi olduğu gibi görür ve ‘Neden’ diye sorarlar. Bense her şeyi asla olmadığı biçimde hayal eder ve ‘Neden olmasın’ diye sorarım,” diyen George Bernard Shaw’ın sözlerini telaffuz ederiz ikircimsizce…
Çünkü Karl Marx’ın, 1850’deki Komünist Lig üyelerine seslenişine büyük önem atfederiz: “Seçilme ihtimalleri olmadığında dahi işçiler, bağımsızlıklarını muhafaza edebilmek, güçlerini tartabilmek ve kamuoyunun önünde kendi devrimci tutum ve parti görüşlerini açıklayabilmek için kendi adaylarını öne sürmelidirler. Bu tür durumlarda demokratların, böyle yaparlarsa demokratik güçleri bölecekleri ve gericilerin kazanmasına olanak yaratacakları türünden argümanlarına kulak asmamaları gerekir. Bu tür önermelerin nihai amacı, proletaryayı yanıltmaktır. Proleter partisinin böylesi bir bağımsız tutumla elde edeceği kazanç, kimi gericilerin temsili organlarında elde edeceği şu ya da bu ilerlemeden kesinlikle daha önemlidir.”
Tam da bunun için “Bir zamanlar olduğumuz kişi miyiz hâlâ?” sorusu eşliğinde Prof. Dr. Korkurt Boratav’ın, “Türkiye sosyalizminin kendi mazisine dönmesi lazım,”[10] saptamasına hayati bir önem atfederken; Ragıp Zarakolu kardeşimizin, “HDP Türkiye solunun son şansı”[11] önermesine ise kesinlikle katılmayız.
“Son şans” söylenceleri tehlikeli bir umutsuzluğun ifadesiyken; Melih Pekdemir’in, “HDP’nin arkasına dizilenler ‘yeni anayasa’ muhtevasında sonuç itibarıyla Erdoğan ile Öcalan tarafından yapılan bir tercihe de oy vermiş sayılacak,”[12] kestirimi de bir o kadar “kara kehanet”tir…
Tehlikeli umutsuzlukları, “kara kehanet”leri bir kenara bırakarak hatırlatalım: i) Seçim neden mi yapılır? Halka demokrasiye katılıyormuş hissi vermek için. ii) Sadece istemek ve seçmek yetmiyor, yapmak gerekiyor. iii) İyi bir seçim yapmak, sadece hiçbir kötü seçenek mevcut değilken kolaydır. iv) Bir seçim yapmanız gerektiğinde; seçmemek de bir seçimdir. v) Hayatınız boyunca bir kurban olmak zorunda değilsiniz. Tam şu anda ne olduğunuz, geçmişteki seçimlerinizin bir sonucudur. Ne olacağınız ise bundan sonra yapacağınız seçimlere bağlıdır.
Sonra da Charlie Chaplin’in, “Sadece bir şey, bir şey olarak kalıyorum, o da palyaço. Bu beni herhangi bir politikacıdan daha yüksek bir düzleme yerleştirir”; Nicolas Gomez Davila’nın, “Devrim korkutucudur ama seçim kampanyaları da iğrençtir”; Charles Bukowski’nin, “Demokrasi ve diktatörlük arasındaki fark şudur: Demokraside önce oy verir sonra emirler alırsınız. Diktatörlükte oy vermekle zaman kaybetmezsiniz”; Che Guevara’nın, “İnsan devrimde ya kazanır ya da ölür, eğer bu gerçek bir devrimse,” saptamalarının altını çizerek ekleyelim:
2015 Milletvekili Genel Seçimleri’nde, oyumuzu radikal demokrat HDP şahsında, “Mutatis mutandis/ Değiştirilmesi gerekeni değiştirmek” için egemen gericiliğe gem vuracak konjonktüre vereceğiz.
Ne HDP’ye dair ne büyük beklentilerimiz ne de seçimlerle olağanüstü değişim umudumuz söz konusu değil.
“Masalsı temsiliyet oyunlarıyla işimiz yok,”[13] derken; HDP’nin beyaz atlı prens/ prenses olduğu kanısında da değiliz.
Herkesin malûmu olan “gidişatı” yerle yeksan edeceğini de düşünmüyoruz.
Demiştik, tekrarlayalım: “Sandık siyaseti mi?”, “sokak siyaseti mi?” seçeneklerinden, tartışmasız olarak “sokak siyaseti” tarafındayız. Bize göre sandık, sokağın önünde değil, gerisinde yer almalıdır. Yani önemini, ancak sokağın şekillendirdiği bir bağlam içinde kazanır…
Kararı, her zamanki gibi sokak(lar) verecek.
Çünkü coğrafyamız, 7 Haziran 2015 öncesinde de sonrasında da önemli siyasi gelişmelere sahne oluyor ve olacakken; kartlar yeniden karılacak, her şey yeniden biçimlenecektir.
Bu bağlamda duruşumuza/ tavrımıza mündemiç hiçbir şeyi sandıkla sınırlamaksızın, onu aşan bir yerden tarif ederek, pozisyon almalıyız.
Hayır, seçimlerin mücadele için elverişli zemin olduğunu “es” geçmiyoruz. Ancak seçimlerin, mücadele alanlarından sadece birisi olduğunu ve seçimlerdeki duruş ve tavrın da sandıktan, parlamenter pazarlık ve sayısından ibaret olmadığına dikkat çekiyoruz.
Çünkü seçim dönemlerinde, burjuva siyasetle alternatif siyasetin araç ve tercihlerde birbirine yakınlaşıp, yer yer iç içe geçerken; bağımsız duruşunu korumak, çok önemli ve hatta “olmazsa olmaz”dır!
HDP (YA DA KONGRE PARTİSİ) NEDİR?
Bir zamanlar ‘Kongre’ diye de anılan HDP’yi, (Syriza gibi) ne küçümsüyor ne de abartıyoruz.
“Abartı” dedik; işte Veysi Sarısözen’den bir örnek: “Demokrasi dünyamızın ‘Fetret Devri’ 14-15 Ekim 2011 tarihlerinde yapılan Kongre ile sona erdi… Kongre kapitalizme karşı mücadele edecektir. Kongre ‘sosyalist’ midir? Bu soru eskimiştir. ‘Eveti ve hayırı’ olmayan eski bir sorudur. Kongre sosyalizme kapalı değildir, anti-kapitalisttir, yani kapitalizme ‘kapalıdır.’ Ama sosyalist olmayanlara ‘açıktır.’ Kongre ‘sosyalist’ etiketiyle küçülürse sosyalizmden uzaklaşır, etiketsiz yürüdükçe sosyalizme yaklaşır.”[14]
Sarısözen’in tarifi, “Deve mi kuş mu” sorusuna postmodern (ya da radikal demokrat) “Devekuşu” yanıtını veriyor…
“Küçümseme” dedik; işte, “HDP’ye karşı sınıf savaşı mı veriyorsunuz?”[15] sorusuyla Özgür Babaoğulları örneği…
Bu absürd soruya (tabii soru denilebilirse!), “Hiçbir şey sınıf savaşı gerçeğinden azade değil,” vurgusuyla “Hayır” yanıtını verelim ve ekleyelim şu satırlar bizim değil, “Marksizm veya sosyalizm gerçekten bir devrim yapmak ve devrimci olmak istiyorsa, bir din olmak zorundadır,”[16] diye buyuran bir HDP akıldanesinindir; oysa bakın yakın zaman öncesine dek neler diyordu?
“HDK ve HDP kongreleri yapılacak… Ne yazık ki, alametler bu beklentilerin büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlanacağını gösteriyor. Âlâmetler öncekilerden farklı bir sonucu vaat etmiyor… Bütün Kongreler aslında başka yerlerde yapılmış Kongrelerin medyatik mizansenleri olmaktan öteye gitmedi. HDK ve HDP kongrelerinin Diyanetin camilerinden farkı yoktur.”[17]
“HDK ve HDP’nin Kongreleri… medyatik mizansen kongreler olacaktır. Gerçek kongreler birileri tarafından bir yerlerde yapılmış ve kararlar alınmıştır. Bu kongreler o bir yerlerde birilerinin yaptığı kongrelerde alınan kararların medyatik bir mizansenle oylandığı gösteriler olacaktır.
Bunu biz demiyoruz. Bizzat HDK ve HDP kendisi söylüyor. Daha önce Ertuğrul Kürkçü ve Demirtaş’ın beyanatlarında bunu kendi ağızlarıyla ifade ettiklerini; hatta önümüzdeki yıllarda yapılacak birkaç kongrenin de böyle olacağını bizzat Kürkçü’nün ifadelerinden öğrenmiştik.”[18]
“Kongre öncesindeki yazılarda yapılan eleştiriler maalesef şu an da aynen geçerlidir ve öngörüler gerçekleşmiştir. Kongrelerin ikisi de önceden bir yerlerde alınmış kararların ilan edildiği birer mizansendi.”[19]
“HDP’nin kuruluşunda herşey yanlış ve çelişkili. Öyle ki bir noktada saçmalığa (grotesk) dönüşüyor.”[20]
Biz sadece aktarmış olalım!
Ancak belirtmeden geçmeyelim: Hüseyin Çakır’ın, “HDP’nin kurucu bileşeni sosyalistlerin dünya görüşleri, siyasi ve ideolojik duruşları eklektik bir muhalif tablo ortaya çıkartıyor… İnşallah bu kez tutar,”[21] notunu düştüğü, bir zamanlar ‘Kongre’ diye de anılan HDP,[22] farklı yorum ve niyetlere tabi heterojenlikten malûldür…[23]
Mesela SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, “Biz aynı zamanda SDP olarak Kürt ve Türk halklarının mücadele birliğini üstlenmesi nedeniyle bu Çatı Partisi fikriyatına önem arz ediyoruz. Kongre ya da Çatı Partisi şu anda bizim için tali tartışmalardır,”[24] derken; Toplumsal Özgürlük Parti Girişimi (TÖPG) de “Kongre’ye cephe olarak bakıyoruz,”[25] diye ekliyor.
Dönemin BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü de Kongre sürecinde, Çatı Partisi kurmak gibi dertlerinin olmadığı gibi, böyle bir ismi kullanmanın da artık doğru olmadığının altını çiziyordu![26]
“Hangisi doğru?” derseniz, yanıtı Hüseyin Ali’nin, , “HDP radikal demokratların çatısıdır.”[27] “HDP, tek bir kimliğin partisi olamaz, olmamalıdır. Türkiye’de radikal demokratikleşmeyi hedefleyen tüm toplumsal kesimlerin, siyasal görüşlerin çatı partisi olmalıdır,”[28] formülasyonundadır.[29]
Ayrıca Sezai Temelli’nin, “Politik anomaliye karşı HDP”[30] tanımı ile Cengiz Baysoy’un postmodern, “HDP, dördüncü sol dalgadır; modernizm ve post-modernizmin eleştirisi ve demokratik modernite olarak alter-modernitedir; ‘sol bakış açısı’nı burjuva egemenlik teorisinden çıkartan komünalist demokrasinin devrimci çıkışıdır. HDP, Zapatistalar’dan, Seattle, Occupy, Mezopotamya ve Rojava’dan, Gezi’den gelen dördüncü sol dalganın yeryüzü kardeşidir. Bu bağlamda HDP komünalist demokrasi bağlamında temsillerin, sınıfların ittifakı, cephesi değil, farkların elbirliği ve ortak olanıdır. HDP çokluktur,”[31] tarifi de “es” geçilmemelidir!
İstanbul Milletvekili Levent Tüzel, “Kongre programında sosyalizm vurgusu olmasa da aslında bütün olarak bakıldığında toplumcu bir anlayışı göreceksiniz,”[33] maruzatıyla “gerekçe”lendirdiği HDP için “Oldukça ileri/ radikal/ sol demokrat bir programa sahip” vurgusuyla da Murat Paker dilinin altındaki baklayı şöyle çıkarıyor:
“HDP programı, dünyada ve Türkiye’de iflas ettiği çoktan tescillenmiş olan geleneksel sosyalist paradigmanın dışında, sınıf indirgemeciliği yapmayan ama sınıftan da kaçmayan, toplumsal eşitsizliklerin çoğulluğunun ve her bir eşitsizlik alanının görece özerkliğinin farkında, kimlik dayatmacı olmayan, bütün sosyal kimliklerin eşdeğerliliğini varsayan, devrim-sonrasına-erteleyici değil bugünden-kurucu radikal demokrat bir programdır.”[33]
Ama bu kadar da değil; “HDP’nin asıl işlevi Kürdistan kesiminde zaten var olan politik dinamiği mümkün mertebe Türkiye’ye de (resmi dille Batı’ya) taşımaktı,”[34] diye ekler Yalçın Yusufoğlu!
HDP’ye mesajında Abdullah Öcalan’ın, “1971 devrimciliği devlete isyan devrimciliğidir. 40 yıldan sonra artık devletle müzakere önemlidir. Zira devrimci mücadele ancak nitelikli bir müzakere süreciyle kalıcı bir insanlık kazanımına dönüşebilir. Bu itibarla hep omuzlarımda hissettiğim bu tarihsel emaneti yeni bir anlayışla sizlerin üstlenmesi ve yükseklere taşıması dileğiyle kongremizi kutluyor devrimci selamlarımı iletiyorum,”[35] vurgusu unutulmadan; “Öcalan’ın HDP ısrarına paralel, projenin savunusuna ilişkin PKK ve BDP’ye yakın kaynaklardan, Türkiye’deki demokratik muhalefetin örgütlenmesi yükünün de Kürtlerin ‘omuzuna bindiği’, binmesi gerektiği yönünde açıklamalar geliyor.
“Açıklamalar, ‘HDP bir Öcalan projesidir ve projenin özü, değişim ve demokratikleşmeyi sağlayacak öz dinamikleri açığa çıkararak örgütlü kılmak; Türkiye solu ve demokratik güçlerine toplumcu, mücadeleci kimliği geri kazandırmaktır,’ diyen Günay Aslan ve ‘Türkiye halklarının demokratik özünü örgütleme ve siyasal güce kavuşturma yükü de yine Kürtlerin omuzuna binmiş durumda’ diyen Baki Gül’ün açıklamalarıyla sınırlı değil. Türkiye demokratik muhalefetinin örgütlenmesi ve Ankara’nın demokratikleşmesi yükünün de Kürtlerin omuzunda olduğu yönünde başka açıklamalara da rastlıyoruz! Yani ‘Kürtleri örgütledik ama özgürlük ve demokrasi için Türkiye halkının da örgütlenmesi gerekiyor ki Türkiye sosyalist hareketi bunu başaramadı, orayı da biz örgütleyelim’ deniliyor”ken;[36] Murat Aksoy da uyarıyor:[37] “HDP Kürtleri Türkiyelileşmiyor, Türk solunu ‘Kürtleşiyor’!”[38]
Hatırlayın: “HDP’nin bizatihi kendisinin bir Öcalan projesi olarak pratik örgütlenme imkânı bulması, herkesin malumuyken hâlâ eski argümanları dayatmanın imkânı kalmadı,”[39] diyen Ayhan Bilgen’dir…
Gerçekten de “Marks, Lenin ve Mao kapitalizmle boğuşurken samimiydiler. Hatta kapitalizme karşı sosyalizmi kurduklarına da inançları tamdı. Fakat çok geçmeden ortaya çıkan sonuç, kurdukları yapının kapitalizmden pek farklı olmadığını gösterdi,”[40] diyen Abdullah Öcalan’ın görüşlerine ilişkin olarak Fidan Nurhaq’ın, “İnsanlık devriminin zirvesi Apocu kültür,”[41] notunu düştüğü; Cemil Bayık’ın da, “Önder APO’nun ikinci doğuşu, Hz. Musa ve Hz. Muhammed’e benzemektedir… Önderliğin ülkeye dönüşü, Hz. Muhammed’in Medine’ye hicreti gibidir,”[42] dediği tabloda Demir Çelik’in HDP için düştüğü şu not önemlidir:
“Sayın Öcalan’ın ve KCK Başkanlık konseyinin HDP örgütlenmesine stratejik yaklaşılması gerektiği açıklamaları bir kısım direnç noktalarını aşmışsa da hâlâ bu strateji yeterince anlaşılmış değildir. Öncellikle stratejinin kendisini doğru okumak gerekiyor. Söz konusu strateji devlet dışılığına, iktidar dışılığına dayanmaktadır. Toplumun çoklu kültürünü ve çoklu kimliğini esas almaktadır. Çokluk içinde birlik ilkesi temelinde parça ile bütünün karşılıklı bağımlılığını esas almaktadır… Günümüz küreselleşmesinin açığa çıkardığı yeni dinamikler ve siyasal perspektifler yerel özgünlüklere dayalı özerk siyasal yapılanmalara fırsat vermektedir. Dört ayrı devletçi sistemin işgali altında bulunan Kürdistan’ın demokratik siyaseti; demokratik ulus esasına dayalı toplumun sivil demokratik konfederal örgütlülüğü üzerinden yürütülecek olan siyasettir.”[43]
O hâlde şimdi bir kere daha İsmail Cem Özkan’ın, “HDP parti olmayan parti olarak kurulmuş bir ittifaklar birliğidir,”[44] saptamasının altını çizerek; dönemin BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Halkların Demokratik Partisi bütün Türkiye genelinde alternatif bir ana muhalefet olması için kurulmuş bir platform,”[45] diye tanımladığı HDP’nin -SYKP Eş Başkanı Tuncay Yılmaz’ın rezervine karşın![46]– dönemin BDP Hakkâri milletvekili Adil Zozani’nin, “HDK, ‘Üçüncü yol vardır’ deme iddiasıdır”;[47] Ufuk Uras’ın, “HDP’nin sadece Kürt siyasi hareketi ve sosyalistlerle sınırlı olduğu algılamasının gerçek dışı olduğu kısa bir süre içinde fark edilecektir. Özellikle Demokratik İslâm Konferansı bu yönelime derinlik kazandıracak ve giderek mütedeyyin yurttaşlarımızdan sosyal demokratlara, Alevîlerden, azınlıklara, Can Yücel’in dediği gibi ‘Başka türlü bir şey benim istediğim’ arayışının ve geleneksel siyasetten kopuşun açık adresi olacağız. Siyasetin gökkuşağını hep beraber yaratacağız. Yeni Türkiye’nin tek başına eski Türkiye üzerinden inşa edilemeyeceğini de görüyoruz. O yüzden bu bir tür sadece toplumu değil, kendimizi de dönüştürme ve değiştirme süreci olacaktır,”[48] dedikleri “radikal demokrasi” denilen “şey” olduğu unutulmamalıdır!
“RADİKAL DEMOKRASİ” PARANTEZİ!
Tekrarlıyorum; biz radikal demokrat değiliz; aslî soru(n)lardan birisi buyken; Sebatullah Tekin, “Yeni bir paradigmanın inşası”[49] için önerdiği; Ercan Jan Aktaş’ın, “Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe 1980’li yılların başında özellikle de muhafazakâr liberalizme karşı geliştirdikleri politik açılımı ‘radikal demokrasi’ olarak kavramlaştırdılar. HDP’nin programının kavramsal karşılığı ‘radikal demokrasi’dir,”[50] dediği “şey” bizim yolumuz değildir.
Çünkü Ernesto Laclau’ya göre, ‘Sınıf mücadelesi, kimlik siyasetinin yalnızca bir türüdür, içinde yaşadığımız dünyada giderek daha da önemsiz hâle gelen bir türü. Solun ana görevi, eşdeğerlilik halkalarının kurulmasını olanaklı kılacak evrensellik öğesini sağlayan diller kurmaktır. Diğer bir ifadeyle solun önemli görevlerinden biri varolan sosyal siyasal hareketler arasında ortak bir temel arayıp bulmasıdır.
Çünkü özgürleşme topluma seslenen bir evrensel söylem ile tikel grupları reddetmeye yönelik değil, aksine tikellikler arasında kurulan iletişim ve etkileşime bağlı olarak ortaya çıkar. Toplum, tikelci gruplar ve talepler çoğulluğudur. Bunu yeterince kavrayamayan sol artık stratejik düşünmeyi bırakmıştır.
Dolayısıyla sol önemli bir kriz yaşamaktadır. Artık genişleme gücü olmayan ve yeni bir paradigma üretemeyen sol, savunmaya çekilmiştir. Bu durumda (…) yeni bir toplumsal tahayyül inşa edilmeden, sol dirilemez.
Diğer bir ifadeyle son on yılların çoğalan tikelliklerinden, onlara karşı değil, onlardan inşa edilmiş geniş bir evrensel söylem yaratamazsa, solun geleceği olamaz!’[51]
Bizim bu postmodern zırvayı kabullenmemiz mümkün ve muhtemel değildir!
Mümkün ve muhtemel değildir, çünkü radikal demokrasinin, devrimci Marksizm’in kapitalist sistem karşısında dile getirdiği -ve günümüz dünyasında her zamankinden daha yakıcı bir geçerliliği olan- “Peki, ya mülkiyet ilişkileri nasıl olacak?” sorusu karşısında net, anlaşılabilir bir yanıtı yoktur. Yoktur, çünkü o, bu soruya mündemiç olan “sınıf(lar)” meselesini çoktan “geçersiz/modası geçmiş” ilan etmiştir!
HDP’YE İTİRAZ VE UYARILAR
Her ne kadar Xwe Metin Ayçiçek, “Savrulun! HDP Geliyor!”;[52] Filiz Koçali, “HDP, Türkiye’nin en çok konuşulan, en çok umut bağlanan partisi oldu. Çözüm ve barış bekleyen milyonlar gözünü HDP’ye dikti”;[53] Erol Katırcıoğlu, “HDP gerçek solun ve gerçek demokrasinin en önemli partisi olacak”;[54] Kemal Atakan, “Türkiye devrimci hareketinin en büyük sorunu politikaya müdahil olamamaktır. Bu gerçeklik de devrimci hareketi oluşturan güç ve bileşenlerin devrimcilik adı altında yürüttükleri yanlış politikalardan kaynaklanmaktadır… HDP’nin ‘Yeni Yaşam Çağrısı’ tam da bu konular temelinde yığınlara umut veren bir çağrıdır,”[55] deseler de verili hâliyle radikal demokrat HDP, birçok itiraz ve uyarıya maruz kalmaktadır.
Mesela Sinan Çiftyürek, “HDP; Diyarbakır’da Sinn Fein, Ankara’da Syriza işlevini üstlenemez,”[56] uyarısını dillendirirken; Devrimci İşçi Partisi (DİP) Genel Başkanı Sungur Savran, “Kongre/Parti”yi “Sol iltihak projesi”[57] diye formüle ediyor.
‘Devrimci Hareket’de HDP için, “Ortaklaşma anlamlı, süreç yanlış,”[58] notunu düşerken; devamla İnayet Aksu, “Zira HDP, devrimci Kürdistan Özgürlük Hareketinin sol-liberal bölüğü olarak işlevlenmişti. HDP’nin “Türkiyelileşmek” olarak ifade ettiği politik iddia da esasen Kürdistan Hareketi’nin Türkiye tarafındaki sol-liberal toprağın canlandırılması, bununla da yetinilmeyip bu toprağın “ilhak” edilmesi girişimiydi. Kürdistan Özgürlük Hareketinin “ilhak” eyleminde kayda değer adımlar attığı gözlenmektedir”;[59] Kemal Erdem de, “Her şeyden önce belirlenmesi ve altının önemle çizilmesi gereken nokta, HDP’nin bir devrim değil reform partisi olduğudur… Bu noktada HDP Türkiye’nin burjuva-demokratik dönüşümünü öngören bir liberal parti görünümündedir,”[60] diyorlar.
Bu kadar da değil; Yunus Öztürk kanaatini, “Bir parti olarak HDP’yi kurmaktaki acelecilik, seçimlere yetiştirme telaşıdır… HDP’nin kuruluşuyla Kongre girişimi esasen sona ermiştir. (…) Fakat bir kabuk olarak kalacaktır. Karşılığı olmayan, kupkuru bir kabuk,”[61] biçiminde ifade ederken; İsmail Cem Özkan da şunların altını çiziyor:
“HDP oluşturan politika mücadele ile oluşturulmuş ve değişerek bugüne gelmiştir. Onları aptal, akla ihtiyacı olan insanlar olarak da görmeyin, çünkü mücadele insanları daha da olgunlaştırmış, kime nasıl davranacağını bilecek kadar Kürt merkezli politikaları vardır. O odak noktasına göre tercihlerini belirliyorlar ve ona göre davranıyorlar.
Etnik kimlikli bir siyasi oluşumun sol, sosyalist vb diye etiketlemeye çalışmak sanırım siyaset tarihi içinde ayrı tartışma konusudur, fakat HDP kitle partisidir ve kitle partisi refleksini etnik duruşuna göre vermektedir. Diğer Kürt siyasi oluşumlar içinde merkez solu temsil ediyor diyebiliriz, çünkü bugün ülkemizde Kürt kimliğini merkezine almış tüm yapılar onlara göre kendilerini konumlandırmaktalar ve tanımlamaktalar.”[62]
Ancak bu tür eleştiriler, kimi HDP’lilerce “ciddiye alınmaz”ken; kimilerinin de “tepkileri”ne yol açabiliyor Ferhan Umruk’un işaret ettiği gibi:
“Sosyalist hareketin geleneğinde eleştiriye tahammülsüzlük olduğunu biliriz. Bu tahammülsüzlüğün bugün de olanca şiddetiyle devam ettiğini HDP’nin kuruluşuyla birlikte sorunlara yönelik politik ve örgütsel eleştirilere verilen cevapların üslubunda gördük.
Tabii eleştiriye karşı tahammülsüzlüğün vardığı sonuç ‘eleştiri yasağı’dır. Eleştiri yasağının gerekçesi de son derece inandırıcı bir biçimde sunulur. Nedir o: Parti düşmanlarının eline silah verilmemelidir…
Şimdi HDP süreci ile daha berrak olarak da ortaya çıkıyor ki bu tarz örgüt anlayışı, devrimci bir partinin üyelerinin yaratıcı ve irade sahibi devrimci bir kişiliğe sahip olmalarını engelleyen, onları pasifleştirip ancak talimatları yerine getiren edilgen kişilikler hâline dönüştürüyor.”[63]
O hâlde, “HDP’nin lokomotif gücü olarak sol olacak,” diyen Selahattin Demirtaş’a, tam bu noktada soralım: “Hangi sol?”
HANGİ SOL VEYA “İSLÂMÎ BİR SOL” MU?
“Hangi sol?” sorusu HDP için muhtelif yanıtlar içerirken; tüm yanıtlar açısından İslâmın yeri özeldir.
Yetvart Danzikyan’ın, “BDP’nin HDP’ye katılması, Diyarbakır’da yapılan Demokratik İslâm Kongresi derken siyasal Kürt hareketinin Türkiye’yi gerek coğrafi gerekse zihinsel yapılarıyla kapsayan yeni bir siyasetin peşinde olduğu anlaşılıyor,”[64] vurgusu bunun verisiyken; İslâmın “devrimci”liğine ve “devrimcileştirileceği”ne ilişkin ağırlıklı düşüncelerin merkezinde de, öznel tercih ve yanıtlar durur.
Mesela “Kapitalizm Allah’ın düşmanıdır. İnsanlığın, doğanın, yoksulun, açın, mahrumun düşmanıdır. Bu düşmanlık onun varlık nedenidir. Bizler çağın kalbini arıyoruz. Cenneti istiyoruz; sınırsız, sınıfsız bir adalet ve barış yurdu (darusselam) istiyoruz,” diyen ‘Antikapitalist Müslümanlar Manifestosu’nun “Antikapitalist Müslümanlar kapitalizme karşı oluşlarını itikadi bir temele dayandırır. Tevhid ilkesini hareketin merkezine alır ve Kur’an’dan aldığı ilhamla bu ilkeyi güçlü bir şekilde vurgular: ‘De ki, ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın resulüyüm. O Allah ki, göklerin ve yerin bütün mülkü O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur…’ (A’raf; 158) Allah’tan başka ilah, güç, otorite yoktur. Çünkü yerlerin ve göklerin bütün varlıkları ona aittir, mülkün tek sahibi O’dur,”[65] bölümünü “es” geçilir.
İlahiyatçı İhsan Eliaçık’a göre, “İslâm’ın devrimci bir tarafı vardır ekonomik ve politik duruşu soldur.” Ancak yine yazarın şu şartıyla: “Çağımızda sol dünyaya Allah, Müslüman dünyaya da ezilenlerin ve yoksulların sesi lazımdır.”[66]
Örnekleri çoğaltmak yerine; “… ‘Egemen ideoloji’ olarak İslâm nasıl bir şeydir, bunu merak eden ille Osmanlı tarihini incelemek zorunda değil, şimdi Tayyip Erdoğan’ın yaptıklarına bakarak da yeterli sonuç çıkabilir.”[67]
Burada durup altını çizelim: “Soru çok yalın: İslâm ile demokrasi bir arada varolabilir mi?
Suriye, İran, Irak, Cezayir, Tunus, Mısır sorunun yanıtının arandığı ve çoğu kez olumsuz yanıtlandığı ülkeler. Suudi Arabistan’da, Katar’da, Birleşik Arap Emirliklerinde ise zaten soruyu sormak bile mümkün değil.
‘Arap Baharı’nın, özellikle Mısır’daki askeri darbeden sonra ‘Arap karakışı’na dönüp dönmediği tartışılırken soru derinlemesine ele alınmayı gerektiriyor. Farklı görüşlerin sergilendiği canlı, yapıcı, karşı tarafı bitirici cevaplar aramak yerine İslâm ve demokrasinin bir arada varolabilmesinin koşulları var mı, yok mu; varsa ne, yoksa neden ekseninde ve derinliğinde yürümesi gereken bir tartışma…
Tartışma ucundan kıyısından Türkiye’nin de gündemine geldi.
17 Ağustos’ta ‘Hizb-u’t Tahrir’ adlı küçük, etkisiz, tabansız, radikal İslâmcı, hilafet ve şeriat savunucusu bir grup Cuma namazından çıkınca Fatih Camiinin avlusunda pankart açtı: Kahrolsun demokrasi!..
Önemsiz bulunabilirdi. Her yerde böylesi siyasal sapkınlar çıkar, denebilirdi. Ama o çevreleri iyi tanıyan ve konuyu önemseyen Ahmet Hakan, Hürriyet’te hatırlattı:
‘O gruba bakıp marjinal diyebiliriz. Ama iki gün önce Başbakan, demokrasinin sorgulanabileceğini açıkça telaffuz etti. O yüzden konu marjinal değil manidardır’ dedi.
Gerçekten de Mısır darbesine batının sessiz kalmasına çok öfkelenen Tayyip Erdoğan 14 Ağustos’ta Türkmenistan gezisine çıkarken, giderayak bir demeç patlattı: ‘… Böyle giderse demokrasi tüm dünyada sorgulanır ve bu Türkiye için de geçerlidir’,”[68] diyen Aydın Engin ekliyor:
“İslâm kadar Hıristiyanlık ve Museviliğin de demokrasi ile ilişkisi sorunlu”dur.[69]
Örneğin Kur’an’ın Yahudiler konusundaki dedikleri gibi: “Kur’an’da Ankebut (28-35), Araf (80-84), Hud (74-83) ve Şuara (160-174) surelerinde ‘kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşan’ Lut Kavmi için hiç de hoş ifadeler kullanılmaz. Ve Hilâl Kaplan’ın işaret ettiği gibi inanmış bir Müslüman’ın bu sureleri görmezden gelmesi mümkün değildir. Hâl böyleyken inanmış bir Müslüman’ın Tevbe (29, 30, 73), Bakara (62, 88, 89,100, 113), Maide (51, 64, 82), Nisa (41, 46, 160, 161) surelerinde Yahudiler için söylenen o ağır sözleri göz ardı ederek, Kaplan’ın deyimiyle ‘Batılı’ terimlerle düşünmesi ve Yahudilik-İsrail Devleti-Siyonizm arasındaki hassas ayrımları yapması kolay mı?
Olmadığını gösteren en az bir örnek hatırlıyorum: 15 Kasım 2003 tarihinde İstanbul’daki iki sinagoga silahlı saldırı düzenleyerek 23 kişinin ölümüne, 70’ten fazla kişinin yaralanmasına neden olanlardan Nurullah Kuncak’ın ailesi, Milliyet gazetesine ‘Evde büyük tepki olmadı. Çünkü Yahudilere yapılmıştı. Zaten Kur’an-ı Kerim’de ‘Yahudileri dost edinmeyin,’ diyor,”[70] vurgusundaki gibi Ayşe Hür’ün…
İslâm ve demokrasi (ile bağıntılı laiklik) tartışması “es” geçilmemeli ve unutulmamalı: Siyasal, radikal, dogmatik İslâmın, terörü de bir araç olarak kullanan temsilcisi El Kaide; bir evrensel model midir?
Suudi Arabistan’daki, Kuveyt’teki, siyasal İslâm; bir ailenin, otoriterliği de aşan bu totaliter yönetim biçimi bir evrensel model midir?
İran’daki siyasal İslâm; Şah’ın otoriter rejimine karşı demokratik bir başkaldırı olarak başlayıp, totaliter bir rejim olarak son bulan Humeyni rejimi, evrensel bir model kabul edilebilir mi?
Gazze’de bir direniş hareketi olarak dikkati çeken ve halkın oylarını da alan, katı bir şeriatçı rejim uygulayan Hamas deneyimi, siyasal İslâm için evrensel bir örnek midir?
Malezya; özerk bölgelerde seçim mekanizması ile iktidara gelen yönetimlerin uyguladıkları şeriat rejimleri, siyasal İslâm için bir evrensel model olabilir mi?
Ya Ortadoğu’daki ve Kuzey Afrika’daki ayaklanmalar ve yeni oluşumlar; Mısır, Irak, Suriye, Libya, Tunus, Yemen?
Ve son olarak coğrafyamız!
“Dinle, İslâm’la barışmak”tan, “mütedeyyin yurttaşları kapsamak”tan söz eden HDP, bunlara net yanıtlar vermeden/ veremeden, “Hangi sol” sorusu ile ittifaklar meselesinde net duruş sahibi olamaz!
BİRLİK/ İTTİFAK MESELESİ
Birlik/ ittifak, bir ihtiyacın ürünü olduğu kadar tanımlı olmakla da mükelleftir. Herkesi kesen, herkese uyan bir birlik/ ittifak mümkün olmadığı kadar; nafile bir çabadır da.
Birlik/ ittifak ihtiyaç ise, bunun yöntem ve araçlarıyla yaratılır. Çünkü mücadelenin olduğu yerde dayanışma eğilimi de olur. Yani birlik/ ittifak, soyut beklentilerin değil; somut ihtiyaç zemininin farklılık içindeki ortaklığıyla yaratılmazsa, hayatta hiçbir karşılığı, fonksiyonu olmaz, olamaz.
“Son on beş yıldır ‘yatırımını’ Kürt Özgürlük Hareketi ile ortak mücadeleye adamış sosyalist sol” konusunda Ecehan Balta, “Kürt özgürlük hareketi ve sosyalist hareket, ne kadro, ne birikim, ne de etki alanı açısından eşit değil,”[71] derken, şu gerçeğin altı çizilmeli: birlik/ ittifak, doğası gereği iltihak olamaz; karşılığı olan tarafların yan yana durmasıdır.
Çünkü “Kürt Hareketiyle Haziran İsyanı arasında bir rezonansın kurulamamasını ‘tarafların’ bir eksikliği ile izah etmeye çalışmak doğru değil… Artık içimize sindirmemiz gereken bazı gerçeklerimiz var. Bunlardan birincisi, Türkiye Devrimi Süreci ile Kürt Ulusal-Siyasal Süreci’nin birbiriyle ilişkili ancak birbirinden ayrı iki süreç olduğudur. Bu iki süreç birbirleriyle aynı anda yükselişe ve düşüşe geçmiyorlar; birini yükselten şeyler diğerini baskılayabiliyor; biri atağa kalktığında diğerinin ‘dengesini’ bozabiliyor. Haziran İsyanı’nda da böyle bir konjonktür yaşandı.”[72]
O hâlde birlik/ ittifak meselesini “iki süreç gerçeği”nden hareketle ve resmî ideolojiden kopma noktasında ele almakta büyük yarar vardır.
Resmî ideolojiden kopmak CHP’yi yerli yerine oturtmaktan bağımsız ele alınamazken; aralarında Eşber Yağmurdereli, Gün Zileli, Fikret Başkaya, Prof. Dr. Meryem Koray gibi isimlerin bulunduğu bir grup aydının, “AKP diktatörlüğüne ‘dur’ diyebilmek için HDP-CHP-Birleşik Haziran Hareketi’nin (BHH) birlikte hareket etmesi”ne yönelik talebi[73] karşılıksız dilek ve temenniler meyanındadır ve CHP’yi sosyalist hareket eklemleme girişiminden malûldür!
Tıpkı “CHP’nin sağı bırakıp sola yönelmesi gerekir,”[74] diyen ÖDP’nin Genel Başkanı Alper Taş’ın, “CHP, HDP ve sosyalistlerden oluşan bir ittifak”[75] önerisi ve “AKP’ye karşı geniş bir muhalefet hattı kurmalıyız… Bu iktidara karşı sosyalistler olarak, CHP’yi ve Kürt muhalefetini de içine alan bir muhalefet hattıyla mücadele edebiliriz… Biz CHP’yi hiç eleştirmiyoruz. Hedef almıyoruz. Çünkü şimdi asıl sorunumuz bu iktidar ve onun uygulamaları,”[76] sözleri gibi…
Tekrarda yarar var: Birlik/ ittifak ihtiyacının karşılanacağı tek yer -sandık falan değil!- sokaktır…
Çünkü yine Alper Taş’ın, AKP’nin hegemonyasının seçimlerle gerilemeyeceğini vurgusuyla, “Seçim her şey değil, yani her şey orda bitecek değil”ken;[77] “Sandığı değil sokağı önemsiyoruz” diyen ekliyor Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy ekliyor: “Devrimcilerin birliği devrimci eylemin birliğinden geçer. Bu nedenle mücadele içinde birliğe, birlikte mücadeleye evet diyoruz.”[78]
BHH KONUSU VE CHP “SOLU”
Mücella Yapıcı’nın, “Benim umudum HDK ve BHH birlikteliği”;[79] Gençay Gürsoy’ın, “BHH ile ortak hareket imkânı görüyorum,”[80] dedikleri BHH ile ittifak meselesine ilgili tarafların pek hassas davranmadığı kanısındayız.
Bunda, “Birleşik Haziran Hareketi Erdoğan ve AKP’ye nasıl hizmet ediyor?”[81] veya “BHH’nin Kürt ulusal hareketi ile bu aşamada bir ittifak içine girmesi düşünülemez”[82] diyen önyargılı tutarsızlıkların etkisi vardır kuşkusuz; ve unutulmamalıdır ki BHH’nin seçimlere yönelik açıklamasını BDP/ HDP bile saygıyla karşılarken (Cemil Bayık’ın ile Selahattin Demirtaş’ın açıklamalarındaki üzere), HDP’nin çeşitli bileşenlerinin BHH’yi bu kadar acımasız ve fütursuzca eleştirmesi anlaşılır olmaktan uzaktır.
Saldırganlıkta ifadesini bulan “ölçüsüz eleştiriler”le felaket tabloları çizip, “ya hep ya hiç” ikilemlerine müteallik tutumlar geliştirmek kesinlikle doğru/ devrimci değildir, olamaz da…
Aksine, böylesi bir sertlik CHP “solu”na yönelik olmalıdır!
Mesela Şubat 2013’de “CHP’den sol çıkarmak”ı[83] eleştirirken; Şubat 2015’de ‘Taraf’a verdiği röportajda CHP’ye oy isteyen Murat Belge’yi…[84]
CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’nın Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, Haziran seçimlerinde CHP’yi destekleme kararı aldıklarını açıklayan TSİP Genel Başkanı Turgut Koçak ile DHP Genel Başkanı Celal Özcan’ı…[85]
Mart 2014’de, “CHP’ye içim kavrula kavrula vereceğim, ama olsun. Erdoğan ve Gökçek başımızdan ayrılsın, yeter,”[86] diyen Baskın Oran’ı eleştirin, karşı çıkın, itiraz edin…
Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu, “Bazı tuzu kuru rakı masası solcuları, ‘CHP solcu değil,’ der,”[87] demogojisine sarılsa da, Bülent Ecevit’in ifadesiyle, “CHP komünizme açılan bir kapı değil, açılabilecek kapıları, zora başvurmaksızın örten bir demokratik güçtür…”[88] Ecevit’ten bu yana, bu tutum değişmiş değildir.
“HDP’YE DESTEK”
O hâlde CHP’yi yerli yerine oturtmadan, AKP’ye karşı mücadele edilemeyeceğini unutmadan, HDP’yi destekle sınırlanmadan geleceğin önünü açma perspektifinden hareket etmeliyiz…
Bunu yaparken de…
“HDP’ye verilecek her oy, demokrasi ve diktatörlük arasında yol ayrımında olan Türkiye’deki otoriter demokrasinin geleceğini belirleyecek özgül ağırlığa sahiptir,”[89] liberal beklenti yanılsamalarına!
“HDP’nin seçim başarısı Kürt sorununun çözümünde temel etken olacaktır… Oy getirecek adaylar olmalı, bunlara oy vererek amaca ulaşmalıyız, denilmelidir… Herkes bir oy nasıl fazla kazanılır yaklaşımıyla hareket etmelidir.”[90] “HDP’nin seçim başarısına kilitlenmek temel kaygı olmalıdır,”[91] pragmatizmine!
“… ‘Ama’sız HDP’ye evet”[92] toptancılığına!
“… ‘Demokratik Ulus’ Meclis’e”[93] reel politikerliğine!
‘Hayır’ demekle mükellefiz…
HDP’nin barajı aşması tabii ki moral bir etki yaratır. Ancak AKP’nin her durumda verili hukuku da zorlayarak sürdürdüğü otoriterlikten totaliterliğe yönelen süreç, sadece sokakta, halkın yürüttüğü mücadeleyle yıkılacaktır. Yani ne olacaksa barikatlarda olacaktır…
Ya seçim mi? Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy’un ifadesiyle, “AKP’nin geriletilmesinin sandıktaki karşılığı, HDP’ye verilecek oylarla barajın geçilmesini sağlamaktır.”[94] Hepsi o kadar!
Tam da bunun için mücadeleyi yükseltecek konjonktürün önünü açmak için HDP’ye oy vereceğiz, diyoruz…
Ama bu, “ben radikal demokratım” diyen “HDP, devrimci demokratik bir muhalefet partisidir,”[95] demeyi gerektirmez…
Ya da, “HDP 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de gerçekleştirilmesi çağrısına ne diyor?” veya “31 Mayıs-1 Haziran Gezi protestolarına katılacak mı (tabii temsilî/simgesel bir katılım değil sözünü ettiğimiz)?” veya “24 Nisan’da Ermeni soykırımını mahkûm edecek mi?” sorularını sormamızı engellemez.
“Yasaklı Türkiye Komünist Partisi, ‘AKP iktidarını geriletmek için’ diyerek HDP’yi desteklediğini açıkladı. Doğru da yaptı, çünkü bu iktidarın geriletilmesi, burjuvazinin mevzi kaybetmesi anlamına gelir. Sınıf düşmanının kaybedeceği her mevzi, işçi sınıfı ve emekçiler için bir kazanımdır – bu kadar basit. Komünistler, demokrasicilik oyununu bozmak için, oylar HDP’ye diyor,”[96] söylenceleriyle HDP gerçeğini “soldan estetize etmek” çabasında da değiliz.
Ayrıca, “Abdullah Öcalan’dan adaylar için görüş alındı”ğı[97] unutulmadan;[98] Cuma Çiçek’in, “Kürt legal siyaseti, Türkiye ölçeğinde referans olabilecek farklılıkların kendisini ifade edebileceği ve yönetebileceği yerel, katılımcı, demokratik yapılanmaları ve karar süreçlerini inşa edebilmiş değil”;[99] Taner Akçam’ın, “HDP’nin, İmralı ve Kandil gerçeği nedeniyle parti içi demokrasi mekanizmasını işletememesi hem parti üyeleri hem de oy verecekler açısından ciddi bir handikap!”[100] uyarıları hafife alınmamalıdır.
KÜRTLER İLE YAN YANA
“Sol ile Kürt siyasi hareketinin ilişkileri ne olacak?” sorusuna ilişkin iki tutumdan söz edilebilir. İlki Kürt siyasi hareketiyle birlikte örgütlenmek gerektiğini düşünenler. İkincisi ise Kürt siyasi hareketine mutlaka destek olmak gerektiğini, hatta kimi durumlarda birlikte mücadele edilebileceğini; ancak sosyalistlerin kendi projelerine işçilerin emekçilerin mücadelelerine, “haklar mücadelesine” odaklanarak, bağımsız sınıf hareketlerini inşa etmek gerektiğini savunanlar.
Bu iki konumdan birisini “Kürt hareketine iltihak etmek”; ikincisini ise “Yan yana durmak” olarak tarif edebiliriz ki, biz ikinciden yanayız…
Evet, “Türkiye halklarının toplumsal sağlığı açısından Erdoğan tımarhaneye bile kapatılmalıdır denilebilir,”[101] diyen KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık gibi Kürtler ile yan yana olmak, elbette önemli ve gereklidir.
Bu noktada hiçbir soru(n) yok!
Esas mesele, “üçüncü yol”, “radikal demokrasi”, “demokratik sol”, vb’i söylemlerde somutlanan haldir.
Ara Erbil’in, “Türkiye’de türetilen bir savaşa karşı üçüncü yol argümanı var. Bu üçüncü yol argümanı, referandum döneminde AKP’nin yanıbaşında yer alan ‘Yetmez; ama evet’ ve ‘Evet!’ eğilimleri çerçevesinde, Kürt sorunu ve Türk Sorunu başlığında toplayabileceğimiz ulus devletin tüm kriz meselelerine barışçıl bir yaklaşımla çözüm bulunabileceği motivasyonu etrafında toplanıyor,”[102] diye tarif ettiği “üçüncü yol” söylemini kabullenmek, sürdürülemez kapitalizm gerçekliğinde mümkün değildir.
Abdullah Öcalan’ın, “Ben bu arada zaten yeni bir örgütlenme modeli geliştiriyorum, hazırlanıyorum, yoğunlaşmam bunun üzerinedir. Gündemimdedir. Önümüzdeki günlerde daha da pratikleştireceğim. Bu, yeni bir model olacak. İki ayağı olacak bunun. Bir taraftan Kürtlerin örgütlenmesi kendi içinde devam edecek ama diğer taraftan Türkiye’deki solun bütün kesimlerini, çevrecileri, feministleri, herkesi kapsayacak bir model olacak. Seçimden sonra bunun pratikleştirilmesine yönelik çalışmalarım olacak. Şimdiye kadar Türkiye’de devlet hep Sol’a tuzak kurmuştur, komplo yapmıştır.
Mustafa Suphiler olayı, Mahirler olayı da böyledir. Solun varlığı, bu tür yöntemlerle hep engellenmiştir. Devlet solun varlığının engellenmesinin bir hata olduğunu farketmiş gibidir. Tabii sol da bu oyunları boşa çıkaracak şekilde kendisini geliştirememiştir, güdük kalmıştır, yetersiz kalmıştır, toplumsallaşamamıştır. Özgüven eksikliği vardır. Eksiklikleri olsa da bu seçimlerle birlikte iyi bir başlangıç yapılmıştır. Fena olmamıştır. Geliştireceğim yeni modelle bütün bunları bütünleştireceğiz. Demokratik Sol diyorum buna. İleride bunu detaylandıracağım,”[103] belirlemelerine yaslanan “yenilenme iddiası” konusunda -HDP’de, “demokratik özerklik programı”nda somutlanırken- Sadık Varer’in uyarısı şöyle:
“Kanımca bu nedenle de, PKK’li Kürt hareketi ile kapitalizm belasından kurtulmadan barıştan söz etme lüksü olmayan devrimci (komünist) güçlerin organik ilişkisi bahsinde titizlenmek lazım.
Nereden bakarsanız bakın, kapitalist sömürüyü disipline eden devletle uzlaşma düşüncesine uzak duran devrimci güçlerle, benimsediği demokratik özerklik projesinin pratik karşılığını kurmak üzere aynı devletle uzlaşma arayışını sürdüren PKK’li Kürt hareketi ortak bir siyasi irade oluşturup ortak siyaset yapamaz.
Elbette, her durumda bağımsızlığını korumak zorunda olan emek dünyasının devrimcisi, halkların kardeşliği amacını anlamlı kılan halklar arası barış isteğini etkin bir şekilde ifade etmeye, kendi kaderini belirleme hakkını kullanmak isteyen Kürt ulusuna kuşaklar boyunca uygulanan baskıya, asimilasyona, sömürüye, aşağılamaya ve kıyımlara karşı mücadeleye devam etmelidir, fakat bunu yaparken, demokratik özerklik projesini merkeze alan PKK’li Kürt hareketi için doğal sayılan barış (ve uzlaşma) siyasetine dahil olmamalıdır.”[104]
Elbette Kürtler’in kaderini özgürce tayin hakkını sonuna dek savunma konusunda ikircime düşmeden ve kaçınılmaz -ve HDP’nin de bir olanağını oluşturduğu- birlik/ ittifak gerçeğine sırt dönmeden…
SORU(N) NEDİR?
Birlik/ ittifak, HDP’de de olabilir; ancak, soru(n)ları açıkça telaffuz edip, yerli yerine koyabilerek tabii…
Her ne kadar Cemil Bayık, “Türkiye tarihinde şimdiye kadar yaşanan seçimler sistem içi siyasi partilerin mücadelesi biçiminde geçmiştir. Türkiye İşçi Partisi’nden bu yana ilk defa sistem dışı bir parti ciddi bir biçimde sistem partilerine karşı seçim mücadelesi içine girecektir. Bu nedenle sistemin değişmesini isteyen herkes oylarını HDP’ye vermelidir,”[105] diyor olsa da ne TİP ne de HDP sistem dışı partiler değildir; sistem içi diye eleştirdiğimiz soru(n)lardan da bağışık değillerdir…
Örneğin AKP’nin milletvekili listesi Erdoğan tarafından gözden geçirilince itiraz edenler, HDP listeleri için de aynı eleştirel hassasiyeti açık açık dillendirebilmelidirler…
Yine örneğin CHP’yi “sağa açıldı, muhafazakârlara göz kırptı” diye topa tutanlar, HDP listelerindeki AKP, CHP eskileri ile parti disiplinini hiçe sayarak, “sosyalistleri fazlalık” addedenlere karşı da -“Bunlar Türkiye geçeğidir” genellemeleri dışında!- birkaç çift kelam edebilmeliler; değil mi?
Yeri gelmişken; “Türkiye sol hareketi de 1971 askeri rejiminden sosyalizm, demokrasi mücadelelerinden “kendi sağındaki güçlerden yardım ya da çözüm beklemek, vahim sonuçlar üretiyor” dersiyle çıkmıştı; bu ders üzerinden 1970’lerde yaratıcılığını geliştirmiş kitleselleşmişti. Önce 1980’lerde, sonra da AKP yükselirken bu ders tahtadan silindi. Bugün, geçmiş hataları tekrarlamamak, boş hayallere kapılmamak için bu dersi anımsamakta büyük yarar var,”[106] diyen Ergin Yıldızoğlu’nun önemli saptamasının altını çizip, hızla sıralarsak, Abdullah Öcalan’ın “71 devrimciliği devlete isyan devrimciliğiydi. 40 yıldan sonra devletle müzakere önemlidir. Zira devrimci mücadeleler ancak nitelikli müzakerelerle kalıcı insanlık barışına dönüşebilir,” vurgusuyla HDP Kongre’sine gönderdiği mesajda, öne çıkan cümle HDP’yi Türkiye İşçi Partisi’ne benzetmesi olmuştu.
Abdullah Öcalan şöyle diyordu: “BDP’ye dayatılan dar, bölgeci, milliyetçi suçlamayı boşa çıkarmak ve en önemlisi devrimci, demokratik sosyalist güçlerin pratik-politik-birleşik partisi HDP’yi TBMM’de grup kurma imkânına kavuşturduk. Unutmamak gerekir ki 1965’teki TİP hamlesinden sonraki en büyük politik çıkış olacaktır. İşçi ve emekçi hareketinin gelişimine katkı sunacaktır.”
Bu saptamalar kimilerini çok heyecanlandırdı. Bunlardan birisi de Murat Sabuncu’ydu ve şöyle diyordu: Hem konuşmacıların hem Öcalan’ın cümlelerinde HDP’yi sosyalist bir tabana oturtan yaklaşım dikkat çekiyor. İlk kongrede Divan’da yer alan Hüda Kaya gibi isimler de artık ön planda değiller. İzlenimim HDP ‘dindar kesimle mesafeyi’ açmış gözüküyor.”[107]
Murat Sabuncu’nun 2014’deki öngörülerini, HDP’nin 2015’deki milletvekili listesi tekzip etti!
Nazan Üstündağ’ın, “Elbette adaylar konusunda çeşitli dengeler göz edilecektir. Her ne kadar denge siyasetlerini ve meşhur aday arayışlarını beyhude bulanlardan da olsam, bu reflekslerden kurtulmak mümkün görünmüyor,”[108] vurgusuyla meşrulaştırmaya çalıştığı bu hâle ilişkin Mustafa Peköz de, “HDP’ye desteği, aday göstermeye indirgemek son derece tehlikeli ve yanlıştır,”[109] dese de; liste ve liste tercihleri bir partinin ne yapmak istediği ve neye yöneldiğinin somut verisidir; kim buna itiraz edebilir ki?
Sormadan edemeyeceğiz: Eski AKP’li Mustafa Zeydan’ın oğlu Abdullah Zeydan’ın, Hakkâri 3. sırada; AKP kurucusu Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, Mersin 1. sıradan; eski CHP’li Belediye Başkanı Celal Doğan ise G. Antep 1. sıradan aday gösterilmesi içinize sindi mi?
Ya da Hüda Kaya’nın, İstanbul 1. bölge 2. sıradan; eski Diyarbakır Müftüsü Nimetullah Erdoğmuş’un Diyarbakır 3. sıradan; eski RTÜK Üyesi Ahmet Yıldırım Muş’tan aday gösterilmesi; Safter Gaydalı ve Kamran İnan gibi isimlere akrabalığıyla tanınan Mahmut Celadet Gaydalı ile Bitlis’teki muhafazakâr oyları alabileceğinin düşünülmesi vb’leri sizin için savunulabilir şeyler midir?
Eskilerden bahsettik…
Celal Doğan, HDP’den kendisine milletvekilliği adaylık teklifi geldiğini açıkladı[110] ve “Üç gün önce İstanbul’da Ahmet Türk, Aysel Tuğluk, Sırrı Süreyya Önder ile bir yemek yedik. Bu yemekte HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın bilgisi dahilinde bana milletvekili adaylığı teklif ettiler. Ben de teklife prensip olarak ‘evet’ dedim. Şimdi onlar parti kurullarında bu kararı değerlendirecekler… CHP’nin benden bir talebi olmadı. Ben de bir talepte bulunmamıştım. Zaten vekil olmayı düşünmüyordum,”[111] dedi!
Dikkat edin: Celal Doğan HDP’ye değil, HDP Celal Doğan’a talip oldu…
Hatta HDP G. Antep İl Başkanı Mehmet Karayılan, “G. Antep yönetimi, seçim koordinasyonu ve aday başvuru alan komisyonlara Celal Doğan ismi gelmedi. Bizim şu anda G. Antep’teki yönetimde ve komisyonda bu konu gündemimizde değil. Genel merkezden de bu konuda bize bir açıklama gelmedi. Bu süreçte genel merkezimiz farklı kişilerle görüşebilir ama G. Antep’te şu anda Celal Doğan ismi gündemimizde yok,”[112] dediği hâlde böyle oldu bu…
Eskilerden bahsetmeye devam edelim…
“Ben Marksist ve Leninist birisi değilim. Daha çok liberal denebilecek bir düşünceye sahibim. Ama eğer siyasi yelpazede bir yer belirlemek icap ederse Avrupa tipi bir sosyal demokrat olmayı daha çok kendime yakıştırırım. Dolayısıyla bende bir paradigma değişikliği olmadı. Aslında 2011 seçimlerinde ben siyaseti noktalamıştım… Milletvekili olmak istemedim. Eş genel başkan Sayın Demirtaş’la yaptığımız görüşmede bir yerde bunun mecburiyetini ifade ettiler. Ben de bir süre düşündükten sonra faydam olacağı kanısıyla bir görev olarak kabullendim,”[113] diyen AKP kurucularından Dengir Mir Mehmet Fırat, “Adaylığınız ile ilgili, AKP ’den tepki aldınız mı?” sorusuna da şu yanıtı veriyor:
“HDP aday adayı olduktan sonra AKP ’den daha çok gizli tebrikler aldım. Caddede yürümekte zorlanmaya başladım. İnsanlar akın akın geliyor doğru yaptığımı söylüyorlar…”[114]
Belirtmeden geçmeyelim, AKP eskisi Dengir Mir Mehmet Fırat’a da HDP talip oldu; yoksa Dengir Mir Mehmet Fırat HDP’ye değil!
Ancak bir ara, HDP’nin son dönemdeki çalışmalarını takdir ettiği vurgusuyla, “HDP’den teklif gelirse değerlendireceğim, çünkü önümüzdeki dönem önemlidir,”[115] diyen Ana Parti’nin Genel Başkanı Ahmet Özal’ın da adaylığı da -ne mutlu ki!- direkten döndü…
Gelelim Altan Tan vak’asına!
LGBT haber sitesi KaosGL’nin haberine göre, Malatya’daki Newruz kutlamaları sırasında kendisiyle fotoğraf çektirmek isteyen LGBT’lerin talebini reddeden;[116] “2014 yerel seçim sonuçlarının kendisini haklı çıkardığını, yerel seçimlerin mağlubunun CHP ve HDP olduğunu” ifade eden;[117] BBC Türkçe’ye, “HDP’nin marjinal sol partilerle sınırlı kaldığını”, “Güneydoğu dışındaki yerlerde bu partinin adaylarını desteklemenin yanlış bir tercih olduğunu” söyleyen;[118] “HDP’nin eski sol gelenek ile yeni dünyayı okumanın pek mümkün olamadığı” vurgusuyla Abdullah Öcalan’ın “40 yıldır kavgasını yürüttüğüm Mahir Çayan’ın mirasını HDP’ye emanet ediyorum,” sözlerine “68’lerde kalan bir sol söylemle bugünkü dünyayı doğru okuyamazsınız,”[119] diye üstü kapalı yanıt veren; nihayet 7 Haziran 2015 genel seçimler öncesinde partisinin milletvekili aday adayları içerisinde çok sayıda sosyalist ve Marksist olduğunu ifade edip, bunu doğru bulmadığını belirten[120] HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın HDP’de ne yaptığını, niye HDP’li olduğunu anlamak mümkün mü?
Gerçekten de HDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün, “Altan Bey’le bir tartışmaya girmek istemem; yalnızca herkesin gerçek bilgiye ve partisinin ilişkilerine dayanarak konuşmasını tercih ederim. Altan Bey’in HDP MYK ve ayrıca HDP PM üyesi olduğunu hatırlatmak isterim,”[121] demek zorunda kaldığı Altan Tan’ı, HDP aday listelerinin Yüksek Seçim Kurulu’na teslim edilmesine 4 gün kala yeniden aday göstermeme kararı alındı. Kararla ilgili sorularımızı yanıtlayan Altan Tan, şimdilik geniş çaplı bir değerlendirme yapmak istemediğini söyledi.
HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 3 Nisan 2015 sabah saatlerinde bir grup milletvekili ile parti genel merkezinde bir araya geldiği ve tek tek görüştüğü bu vekillere teşekkür ederek tekrar aday gösterilmeyeceklerini açıkladı. Demirtaş’ın teşekkür ederek aday gösterilmeyeceklerini açıkladığı ve destek istediği isimlerden birisi de Altan Tan’dı.[122]
Ancak daha sonra -malum nedenlerden!- HDP’nin, 7 Haziran seçimlerinde aday göstermeyeceği belirtilen Altan Tan’la ilgili kararı değişti; Tan’ın tekrar Diyarbakır milletvekili adayı gösterileceği belirtildi![123]
Şimdi bir kez daha tekrarlamak pahasına soralım: HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın HDP’de ne yaptığını, niye HDP’li olduğunu anlamak ve HDP’nin Altan Tan tavrını izah etmek mümkün mü?
Devamla: Muhafazakâr tutumu ve İslâmi söylemleriyle partiye yönelik eleştirileri ile gündeme gelen Altan Tan’ın yanında; “Erdoğan’ın balkon konuşmasını da ağlayarak izlediğini”[124] belirtip, “1980 öncesinde sıkı bir ülkücü. Üstelik sadece fikren değil, fiilen de. Ta ki, 18 yaşında ilk kez Kur’an’ı eline alıncaya dek… “Ülkücülükten İslâmcılığa, uzanan bir politik çizgi…”[125] sahibi olan Hüda Kaya ile vb’leri…
Geçerken anımsatmamak olmaz: Urfa’da HDP Karaköprü İlçe Örgütü’nün düzenlediği ‘Said Nursi Paneli ve Mevlüdü’nde Hüda Kaya, Said-i Nursi’nin İslâmın barış ve adalet anlayışının taşıyıcısı olduğunu belirterek, “Bugün dindar, muhafazakâr olarak kendilerini görüp geçmişte T.C. devletinin tahammülsüzlüğünü gösterenler, zulme karşı barışa taraf olan Fetih suresini okuyup keşke gerçeği görebilseler,” demişti![126]
Önemli olduğuna inandığımız bir şey daha: Mardin Artuk Üniversitesi Rektör Yardımcılığı’ndan istifa ettikten sonra HDP’den milletvekilli aday adayı olan Prof. Dr. Kadri Yıldırım, Artuklu Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Ortadoğu da İslâm ve Barış’ başlıklı panelde, “Eğer bin 500 yıl önce sizin cinlerinizin kabul ettiği bir barışı kabul etmezseniz, birbirinizin hakkını, hukukunu kabul etmezseniz, bu cinler sizi çarpacaktır haberiniz olsun,” demişti[127] ve o şimdi Siirt HDP listesinin 1. sıra adayı!
Kim ne derse desin, kimilerinin TİP’e benzetme yanılgısından malûl olduğu “HDP’de İslâmi kimliğiyle öne çıkan aday sayısı arttı,”[128] Mahmut Lıcalı’nın işaret ettiği üzere!
“İyi de neden bunlardan söz ediyoruz” mu?
Abdullah Zeydan, Dengir Mir Mehmet Fırat, Celal Doğan, Altan Tan vb’leri deyince hatırlatalım: “Lupus non curat numenim ovium/ Kurt postunu değiştirir, huyunu değil.”
“İyi de neden bunlardan söz ediyoruz” mu?
Gayet basit: KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok’un, “AKP’nin en büyük kaygısı Gezi ruhu ile serhıldanların birleşmesi”[129] dediği güzergâhta makyavelizm doğru değildir; amaç için her araç mübah değildir; amaç aracı meşrulaştırmaz!
Ve abartılı bir biçimde Hakan Tahmaz, “Türkiye’nin geleceği için tek çıkış”; Şebnem Korur Fincancı, “HDP Türkiye’nin geleceği,”[130] deseler de; vitrininin bir köşesine Kadri Yıldırım, Dengir Mir Mehmet Fırat vb., bir köşesine de Saruhan Oluç, Rıdvan Turan vb. yerleştiren bir partinin, “radikal demokrasi”yi dahi nasıl fiiliyata geçireceği sorusu, ortada ve yanıtsızdır!
DENİLENLERE -AMA UNUTULMAYANLARA- DAİR
Devamla burada denilenlere -ama unutulmayanlara- dair birkaç şeyi de sıralamadan geçmeyelim!
Evet bugün itibariyle, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, “Cumhurbaşkanı’nın savunduğu ile bizim savunduğumuz sistemler iki ayrı uçtadır. Dolayısıyla uzlaşmamız, anlaşmamız mümkün değil. Başkanlığı desteklersek 40 yıllık mücadelemizin, emeğimizin sonucunu, bu partiyi nasıl getirir Tayyip Erdoğan’ın başkanlığına feda ederiz? Tarihi fırsatı partizanca kullanırsak büyük krediyi küçük bir eşya almak için kullanmış oluruz.”[131] “Barajı aşamayacaksak o zaman parlamento da Tayip Erdoğan’ın olsun,”[132] demesi önemlidir.[133]
Ancak 9 Şubat 2013’te yine Selahattin Demirtaş’ın, “Yakın olduğumuz AKP’dir. Bire bir örtüşmüyor, ancak yakınlaştığımız parti AKP’dir,”[134] dediğini unutulmadan!
Yine Abdullah Öcalan’ın, İmralı’da buluştukları Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan ile 28 Şubat 2013’te -Milliyet gazetesinde yayımlanan- görüşmesinin tutanaklarında, “Başkanlık sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz. Yalnız başkanlık ABD’deki gibi olmalı, devlet meclisi gibi bir senato. İkincisi, bir de halklar meclisi,”[135] saptamasını da “es” geçmeden!
“İyi de neden bunlardan söz ediyoruz” mu?
Malum: “Verba volant, scripta manent/ Söz uçar, yazı kalır.”
Ve soruyoruz: “Barajı geçerse HDP bu hatlardan hangisini izleyecek?
NİHAYET
Nihayet Albert Einstein’ın, “Problemleri onları üreten kafalarla çözemeyiz,” saptamasıyla “Nutritur vento, vento restinguitur ignis/ Ateş rüzgârla beslenir ve rüzgârla söner,” gerçeğini unutmayıp, unutturmadan; Immanuel Wallerstein’ın, “Sosyal demokrat çözüm bir illüzyona dönüşmüş durumda. Asıl soru ise dünyanın büyük bölümünde yerine neyin geçeceği?[136] sorusunu kulaklarımıza küpe etmek gerek.
Ancak bu sorunun yanıtı, bizim için Syriza değilken; coğrafyamızda AKP’li veya AKP’siz, sürdürülemez kapitalizm ıslah edilemeyecek bir süreçtedir; sürecin yeni miladı ise, HDP parlamentoya girse de, giremese de 8 Haziran 2015’dir…
Söz konusu sürece ilişkin olarak, “Önümüzde bir dizi bizi bekleyen görev var. AKP iktidarını ve temsil ettiği burjuva diktatörlüğünü tarihin çöp sepetine göndermek. Kuşkusuz bu görev mücadelenin pek çok farklı alanında kazanımlar elde etmeyi zorunlu kılıyor. Bu mücadele tek başına ne parlamentoda yer alarak kazanılabilir ne de orada olmanın sağlayacağı siyasal imkânlar görmezden gelinerek kazanılabilir. Aslında Lenin’in 1905 sonrası için sözünü ettiği, parlamenter mücadele ile parlamento dışı mücadelenin, legal ve illegal mücadele biçimlerinin birbirini izlemesinin gerekli olduğu bir dizi karmaşık görevle karşı karşıyayız,”[137] diyen SDP Genel Başkanı ve HDP Adana milletvekili adayı Rıdvan Turan, “hem o hem bu” yerine daha net konuşmalı; anti-oligarşik bir devrimden söz ederken “radikal demokrasi”yle ne yapılabileceğini de belirtmelidir!
Şimdi ‘Akit Gazetesi’ndeki röportajında, “Cemaat’e karşı Başbakan Tayyip Erdoğan’la ittifak yapacaklarını” ifade eden[138] Doğu Perinçek’li “ulusal sol”dan; “Artık ‘Dünya işçileri birleşiniz!’ çağrısı günümüz ‘işçisine’ yabancı dilden daha yabancı”[139] diyen Adalet Ağaoğlu’nun ve J. Derida’nın, “Sınır tanımayan kapitalizmi siyasi anlamda frenlemeden dünya toplumunda yaşanan korkunç katmanlaşmaya çare bulmak olanaksız,”[140] vurgulu liberal hezeyanına uzanan cenahı yerli yerine oturtmadan yol almak mümkün ve muhtemel değildir…
Çünkü Nisan 2009’da mecliste konuşma yapan Obama’yı, Ufuk Uras “Welcome Mr. President” diyerek selamlarken, aynı esnada dışarıda devrimcilerin Obama’yı protesto ettikleri için polisin saldırısına maruz kaldıkları “uzlaşı” ve “diyalog” devri nihayete eriyor…
Emperyalizmin yerine “küreselleşme”, sınıf mücadelesinin yerine “devlet-sivil toplum mücadelesi”ni ikameye kalkışanlar solcu falan değilken; post-modernist söylem ile uyumlu bir üretimde bulunan sol liberalizmin işlevi, muhalefeti kapitalizmin “yasallık” sınırlarına hapsetmektir!
“Yetmez ama evet”ten; AKP yardakçılığından yakinen tanıdığımız bu tahribatın HDP içindeki konumu bir “sır” değildir!
“İyi de liberaller neye yarar” mı?
Zahit Atam, “Sol liberallerin özellikle Türkiye’de işlevi çok nettir: 1) Hiçbir yaratıcı eseri olmayan ve hiçbir uzmanlık alanları olmayan insanlardır. 2) Sınıfsal olarak üretimden gelen bir sınıfa dayanmazlar, ailesel olarak parazit bir gelir kapısı arayan, yaranmacı insanlardır. 3) Nasıl burjuvazi, sermaye edinmek, biriktirmek için siyasi erke yaranma politikası sürdürüyorsa, sol liberaller de iktidara yaranarak ün-para-mevki edinme politikası yürütürler. 4) Türkiye’de sol liberaller, asla “SOL” ve “LİBERAL” değillerdir, hiçbiri halk nezdinde itibarlı değildir. 5) Bütün kariyerleri, bir önceki dönemin reddiyle şekillenmiş bir “kendini inkâr dönemleri” ile bölümlere ayrılmıştır, tutarlılık eleştirisi, bu insanların asaplarını bozar. 6) Aslında mesleklerinin manevi karşılığı, modern anlamda, “insan satmak” olarak adlandırılabilir. 7) Asla ve kata yanaştıkları ya da maddi ödül aldıkları iktidar ile dünya görüşleri olarak uyuşmazlar, uyuşamazlar, iktidar değiştikçe kendilerini inkâr dönemlerinin sayısı artar,”[141] derken; A. Cihan Soylu da “Liberaller ‘eleştirel’dirler!” vurgusuyla ekler:
“Sağlı- ‘sol’lu eleştirinin liberalcesini de eklersek, liberal eleştirinin sahası daha da genişler. Hükümet ve devlet(ler)in baskıcı politikalarını, sermaye partilerinin kimi politikalarını, ‘sivil toplum örgütleri’ diye payelendirilen çeşitli kuruluşların tutumlarını eleştirmekten ‘çekinmez’ler!
Ama eleştiri var, eleştiri var: Liberal eleştiri düzen için kozmetik işlevine sahiptir. Liberal eleştirinin en sivri ucu sınıf mücadelesi düşüncesi ve pratiğine yönelmiştir. Sınıf farklılıkları ve çıkar çatışmasına dikkat çekilmesine, sömürülen ve sınıf hâkimiyeti altında tutulan sınıfların ve kesimlerin bundan kurtuluş için mücadele gerekliliğine, bunun kaçınılmazlığına ve gerektirdiği devrimci sınıf tutumuna işaret ve ısrara eleştirileri ‘kararlı-uzlaşmaz ve sistemli’dir.
Kapitalizmin ve kurumlarının teşhiri onları fazla yaralamaz. Ama eleştiri ‘insaflı ve adil olmalı’; özellikle de ‘aşırıya kaçmamalı’dır. ‘Aşırı’nın sınırı sistemin temel işleyiş tarzı, felsefesi, ilişkisel temel karakteri tarafından belirli ve tanımlıdır. Buraya/buralara dokunulmamalıdır. Bunu ‘şiddet eleştirisi’(!) ile tamamlamaya ve ikna edici gücünü artırmaya çalışırlar. Baştan ayağa şiddet örgütlenmesi olan ve yurttaşların her talebi karşısında ‘orantı’larla meşrulaştırılan terörist politikaları devletin ‘bakiyesi’ ve ‘bekası’ için zorunlu saymaktan kaçınmayan bu liberal korucular için, sistemin bu temel özellikleriyle savunulması asıl görevdir…”[142]
EPİLOG/ SON SÖZ
Emma Goldman’ın, “Eğer oy kullanmak bir işe yarasaydı, emin olun yasaklanırdı”; Vladimir Lenin’in, “Parlamento burjuvazinin ahırıdır”; Mahir Çayan’ın, “Bugün gerici parlamentarizme kanat gerenler, seçimlerden sonra yanıldıklarını görerek, bu yolla düzen değişikliğinin imkânsız olduğunu görecektir,” uyarılarının altını defalarca çizerek; Metin Yeğin’in, “Parlamento kurmak istediğimiz kolektif yaşamın eşeği olacaksa, bu komedinin içinde oyun oynadığımızı bilerek seçimlere katılmak hiç de sıkıntı değil,”[143] vurgusu eşliğinde, Berrin Karakaş’ın “Hakiki tartışmaların yeri meclistir diyebilir miyiz?” sorusuna TBMM’ye girdiğinde Ertuğrul Kürkçü’nün “Olmadığından şimdiden yüzde yüz eminim. Tartışmalar sadece oraya yansır,”[144] yanıtını verdiğini ve Horatius’un, “Sincerum est nisi vas, quodcumque infımdis acescit/ Kirli kaba ne koyarsan koy, mutlaka bozulur,” sözünü de anımsatalım!
O hâlde 8 Haziran 2015’in eşiğinde V. İ. Lenin’in, “Ne denli demokratik olursa olsun, hiçbir burjuva cumhuriyeti, çalışan halkın sermaye tarafından baskı altına alınmasının bir aracı, burjuvazinin diktatörlüğünün, sermayenin siyasal yönetiminin bir aracı olma işlevini yapan bir makineden başka bir şey olmamıştır ve olamazdı da. Demokratik burjuva cumhuriyeti, çoğunluk yönetimini vaat etmiş ve bunu ilan etmişti, ama toprağın ve öteki üretim araçlarının özel mülkiyeti var olduğu sürece bunu hiçbir zaman gerçekleştiremedi. Burjuva demokratik cumhuriyetinde ‘özgürlük’ aslında zengin olan için özgürlüktü. (…) Sovyet ya da proleter demokrasi, dünyada ilk kez yığınlar için, çalışan halk için, fabrika işçileri ve küçük köylüler için demokrasiyi yaratmıştır,”[145] saptamasına şu uyarısını da ekleyelim:
“Tüm ülkede düzeni değiştirmek kolay bir iş değildir. Bunun için çok çaba, uzun ve inatçı bir mücadele gereklidir. Tüm zenginler, tüm mülk sahipleri, tüm burjuvazi, her türlü yola başvurarak servetlerini savunacaklardır. Memurlar ve ordu, zengin sınıfı savunmayı üstlerine alacaklardır, çünkü hükümetin kendisi bu sınıfın ellerindedir. İşçiler başkalarının sırtından geçinenlere karşı mücadele etmek için, tek bir insan gibi dikilmelidirler; kendilerini ve mülksüzlerin tümünü tek bir işçi sınıfının, tek bir proleterler sınıfının bağrında birleştirmelidirler. Mücadele işçi sınıfı için kolay olmayacaktır, ama mutlaka işçilerin zaferiyle sonuçlanacaktır, çünkü burjuvazi ya da başkalarının sırtından geçinenler, nüfusun ancak ufacık bir bölümünü oluştururlar, işçi sınıfı büyük çoğunluğu oluşturmaktadır. Mülk sahiplerine karşı işçiler, binlere karşı, milyonlar demektir…”[146]
Charles Dickens’in deyişiyle, “Zamanların en iyisiydi ve de zamanların en kötüsü”nden geçtiğimiz yerkürede ve coğrafyada İçişleri eski Bakanı İdris Naim Şahin’in, “Sosyalizm kalmadı, komünizm kalmadı, Mao, Stalin, Lenin gitti, neredeyse Castro da gitti gidiyor galiba ama bunların hepsinden kokteyl oluşmuş sapık ideoloji, iğrenç ideoloji üzerine inşa edilmiş… Geçen yüzyıldan bu yüzyıla, kokmuş ideolojilerin bu memlekette bıraktığı kötü bir miras. Solculuk adına yapılan özentilerle üretilen, türetilen bir şer örgütü,”[147] diye tanımladığı komünizm hâlâ tarihin gündem maddesidir.
“Nasıl” mı?
Dünya kapitalist sisteminin genel bunalımı, eşitsiz bir biçimde de olsa, tek tek kapitalist ülkeleri etkilemeyi sürdürüyor. Kriz koşullarında, devletlerarası güç dengeleri önemli ölçüde değişime uğradı. Emperyalist devletler ve tekeller arasındaki rekabet keskinleşti. Bölgesel savaşlar biçiminde kendini ortaya koyan rekabet ve paylaşım, dünya çapında bir savaşa büyüme potansiyelini koruyor.
Uluslararası arenada kıyasıya süren ve paylaşım savaşına dönüşen rekabete paralel olarak bunalım sürdükçe, rekabet kızıştıkça ve kâr oranları düştükçe, “sopa yöntemi” burjuvazinin tek yöntemi hâline geliyor. Kendi çıkarları için kıyasıya rekabet eden sermaye grupları ve devletler, sorun işçi sınıfı olduğunda, aralarındaki savaşı bir yana bırakıp hep birlikte hareket ediyor.
İşçi sınıfı, hemen her ülkede yoğun bir saldırı altındayken; işsizlik ve geleceğe güvensizlik işçi sınıfı üzerinde bir Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor ve sınıfın sınıfsal refleksini parçalıyor. İşçi sınıfının mevcut mevzi ve kazanımlarını savunma girişimleri, hemen her ülkede benzer sert önlemler ve saldırılarla karşılık buluyor. Gelişmiş kapitalist ülkelere özgü olarak kabul gören ve savunulan burjuva demokrasisinin, burjuva diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı, tarih içinde bir kez daha doğrulanıyor. Sınıf mücadelesi, işçi sınıfının durumundan bağımsız olarak sert biçimlere yöneliyor.
Sınıf mücadelesi uzun bir geri çekilme ve suskunluk döneminin ardından yeniden canlanıyor ve ivme kazanıyor. Dünyanın hemen her köşesinde sınıf hareketi gözle görülür bir değişim yaşıyor. Ne var ki bu değişime rağmen yükselme ve geri çekilme biçiminde zikzaklı bir yol izleyen sınıf hareketinin, henüz savunma konumundan çıkarak düzene karşı devrimci bir alternatif konumuna yükseldiği söylenemez. Bu anlamda sınıf hareketinin önünde kat etmesi büyük mücadeleler gerektiren engebeli bir yol var. Ve bu yol ancak devrimci bir müdahaleyle genişleyip açılabilir. Sınıf hareketi, yaşadığı ideolojik savrulma ve örgütsel dağılmaya rağmen, devrimci bir müdahale için gerekli bilgi, birikim ve deneyime sahiptir.
Kürt halkının kaderini tayin etmesi doğrultusunda çeşitli düzlemlerde yürüttüğü mücadele ivmelenerek sürüyorken; dört parçadaki Kürt ulusal birliğinin kurulması yolunda önemli adımlar atılıyor.
Uluslararası konjonktür ve bölgedeki gelişmeler, Kürt ulusal mücadelesinin dört parçanın her birinde elde ettiği konumlar dikkate alındığında, Kürt halkı tarihin hiçbir döneminde kendi kaderlerini tayin olanağına bu kadar yakın olmamıştır. Mücadele, Kürdistan’ın her bir parçasında aynı ölçüde olgunlaşmamış olsa da genel eğilim Kürt devletinin kurulmasına ve büyük bir alt üst oluşa doğrudur.
Tam da bu kaygılarla ve Virginia Woolf’un, “Aklımın özgürlüğüne vurabileceğiniz hiçbir kilit, hiçbir kapı, hiçbir sürgü yoktur”; Anton Çehov’un, “Yalanı doğrulayabilen mantık yoktur”; Osho’nun, “Gerçek, ancak tüm maskeler atıldığı zaman bilinebilirdir,” aldığımız ilhamla kaleme aldık bu satırları eleştirel bir yoldaşlıkla HDP adaylarını kamuoyuna Ankara’da tanıtırken…
Ve bu “eleştirel yoldaşlık” çerçevesinde, dayanışma adına, hiçbir “seçilme” ihtimalinin olmadığı şovenizmin kalesi Trabzon’dan adaylığını koyan kardeşimiz SDP’li Hüseyin Taka ile “ulusal sol”un kalesi İzmir’de yine seçilme şansı olmayan konumunda sosyalizmin, sınıf dayanışmasının, enternasyonalizmin bayrağını yükseltecek olan kardeşimiz Pınar Aydınlar’ın kampanyalarında fiilen yanlarında olacağımızı bildiriyoruz.
10 Nisan 2015 13:02:55, Ankara.
N O T L A R
[1] Theodor W. Adorno, Minima Moralia: Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar, çev: Orhan Koçak-Ahmet Doğukan, Metis Yay.,1998, s.111.
[2] Vedat İlbeyoğlu, “HDP’ye Karşı ‘Solculuk’ Masalları!”, Evrensel, 9 Mart 2014, s.6.
[3] Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde “Ah güzel Ahmet Abim benim” diye seslendiği Ahmet Gayretli 89 yaşında, 25 Mart 2015’de akşam saatlerinde, evinde yaşamını yitirdi.
Edip Cansever, “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde Ona şöyle sesleniyordu: “…Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar/ Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar/ Mendilimde kan sesleri.”
İşçi bir babanın oğlu olan Ahmet Gayretli, gençlik yıllarında Kayseri Tayyare Fabrikası’nda çalışırken, Halkevleri ile tanışır. İlk hapse atılma nedeni Fabrika’da komünizm propagandası yapmak olan Gayretli, bir yıl hapis hayatından sonra askere gider ve memleketi Kayseri’ye döner.
Kendisine iş verilmeyince tabelacılık yapmaya başlayan Gayretli’nin sonraki durağı Ankara olacaktır. Ankara’da bir lastik fabrikasında çalıştığı yıllarda Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi olduğu tahmin edilen Gayretli, 1951 TKP tevkifatında tutuklanır; Harbiye Askeri Cezaevi’nden sonra, Ruhi Su’ya ‘Hasan Dağı, Hasan Dağı, eğil, eğil, bir bak, sıkıyor zincir bileği, jandarmada iman yok, hiç insaf yok. Bir ay doğdu, ışıdı yarama değdi, kelepçe derimi soydu, Hasan Dağı derdimiz çok…’ mısralarını yazdıran Adana Cezaevi’nde, yine Ruhi Su ve Vedat Türkali ile işkence görür.
Ardından Malatya’ya sürgüne giden ve sonra memleketine dönerek evlenen Ahmet Gayretli’nin, çeşitli gazetelerde farklı isimlerle yazılar ve şiirler yazdığı biliniyor. Kayseri’de barınamadığı yıllardan sonra bir ara İstanbul’a gittiği ve Adam Yayınları’nın kurucusu Nazar Büyüm’ün vasıtası ile kısa sürede orada yaşadığı söylenen Ahmet Gayretli’nin, bu zaman zarfında tanıştığı Edip Cansever’in ünlü ‘Mendilimde Kan Sesleri’ şiirinin bu yıllarda yazıldığı da iddia edilenler arasında.
Her ne kadar Edip Cansever’in, şiirini ne zaman Ahmet Gayretli’ye ithaf ettiği bilinmese de, Kayseri’ye döndükten sonra kendi kabuğuna çekilen Ahmet Gayretli’nin sosyalist camia ile bağı hiçbir zaman kopmaz. O, Kayseri’de, “Komünist Ahmet” adı ile anılan bir efsaneye dönüşür. (“Ah Güzel Ahmet Abim Benim”, Cumhuriyet, 28 Mart 2015, s18.)
[4] Önder İşleyen, “Türkiye, Gelecek ve Sol Politika”, Red Politik, No:1, Şubat 2015.
[5] Şirin Payzın, “Altan Tan: Uyarımın Dikkate Alınacağına İnanıyorum”, Radikal, 21 Nisan 2014, s.8-9.
[6] “Melih Gökçek: HDP: İstikrara Darbedir”, Cumhuriyet, 31 Mart 2015, s.5.
[7] Şirin Payzın, “Beyaz Türkler de Bize Oy Verecek”, Radikal, 21 Nisan 2014, s.8-9.
[8] Ümit Kıvanç, “Tavır ‘Duruş’ Oldu, Siyaset Kimlik Gösterme”, Radikal, 10 Mart 2015… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/umit_kivanc/tavir_durus_oldu_siyaset_kimlik_gosterme-1309498
[9] Fikret Başkaya, “Siyasi Partiler ve Seçimlere Dair Retorik ve Realite”, http://www.ozguruniversite.org/index.php/fikret-bakaya/guenluek/1656-siyasi-partiler-ve-secimlere-dair-retorik-ve-
[10] Cansu Çamlıbel, “Dr. Korkut Boratav: SYRIZA dalgası yayılabilir, Hürriyet, 2 Şubat 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28101195.asp
[11] Ragıp Zarakolu, “Türkiye Solunun Son Şansı”, Gündem, 23 Aralık 2013, s.11.
[12] Melih Pekdemir, Kürtlerin Kaderi, muhalefet.org, 2.3.2015.
[13] K. Efe Ersöz, “Pamuk Seçmenle Beyaz Atlı HDP”, 19 Mart 2015… http://www.sendika.org/2015/03/pamuk-secmenle-beyaz-atli-hdp-k-efe-ersoz/
[14] Veysi Sarısözen, “Kongre Geldi Batil Zail Oldu”, Gündem, 17 Ekim 2011, s.9.
[15] Özgür Babaoğulları, “HDP’ye Karşı Sınıf Savaşı mı Veriyorsunuz?”, http://ozgurmedya.org/hdpye-karsi-sinif-savasi-mi-veriyorsunuz–ozgur-babaogullari-12254.html
[16] Demir Küçükaydın, “Din Nedir?”, http://www.gomanweb.org/index.php/tum-haberler/demokrasi-ve-elestiri-koesesi/5468-demir-kuecuekayd-n-din-nedir
[17] Demir Küçükaydın, “HDK ve HDP Kongreleri Gelirken – Perşembenin Gelişi”, 16 Haziran 2014… http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2014/06/hdk-ve-hdp-kongreleri-gelirken.html
[18] Demir Küçükaydın, “HDK ve HDP’nin Medyatik Mizansen ‘Kongre’leri”, 19 Haziran 2014… http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2014/06/hdk-ve-hdpnin-medyatik-mizansen.html
[19] Demir Küçükaydın, “HDK ve HDP Kongre İzlenimleri”, 23 Haziran 2014… http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2014/06/hdk-ve-hdp-kongre-izlenimleri.html
[20] Demir Küçükaydın, “HDP Kurulurken Uyarılar ve Öneriler”, 25 Ekim 2013… http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2013/10/hdp-kurulurken-uyarlar-ve-oneriler.html
[21] Hüseyin Çakır, “HDP, Denenmişler’den ‘Yeni’ Bir Deneme mi?”, Küyerel, 30 Ekim 2013… http://kuyerel.org/yazarlarimizYaziGoster.aspx?id=1539&yazarId=29
[22] “HDP’nin eşbaşkanı, HDP’yi eleştirenlere, ‘biz yepyeni bir şey deniyoruz’ diyor. Oysa tanımlanan parti yapısı, 27 yıl önce tartışması yapılan ‘blok, cephe ve parti olmayan parti’den başka bir şey değil. Bugünkü HDP’nin çekirdek kadrosu bu tartışmaları ‘reformculuk’ olarak küçümsemişti, sert eleştiriler yapmışlardı. Bugün değişmiş olabilirler…
Altını çizmek istediğim, dün karşı çıktıkları ‘sol blok- cephe, parti olmayan parti’ yönteminin ‘yepyeni’ bir deneme diye sunulmasıdır. Dün yeni diye tartışılan: Farklı, ideolojik, siyasi parti, grup ve kişilerin biraraya gelmesiydi. Bugün, bu ‘yeni’ye değişik sosyal kesimler, kimlik mücadelesi verenler ekleniyor.” (Hüseyin Çakır, “… ‘Parti Olmayan Parti’ HDP”, Kuyerel, 7 Kasım 2013… http://kuyerel.org/yazarlarimizYaziGoster.aspx?id=1545&yazarId=29#.Unt6E5t5C70.gmail)
[23] Sırrı Süreyya Önder’in, “Biz ilk defa bu ülkenin anamuhalefeti olma iddiasını taşıyoruz”; Sebahat Tuncel’in, “Kongre herkesi kapsayacak, katılmak isteyenlere açık bir organizasyon olacak,” (Zana Kaya, “Esas Muhalefet Geliyor”, Gündem, 14 Ekim 2011, s.14.) HDP eski Eş Genel Başkanı Yavuz Önen’in, “HDK ve partisi bir barış projesidir”; (Hilal Yağız, “HDP Eş Genel Başkanı Yavuz Önen: Kaybedecek Zaman Yok”, Evrensel, 22 Kasım 2012, s.9.) İlker Demir’in, HDP, bir ulusal haklar ve kültürler partisi olursa ve öyle hareket ederse ihtiyaca cevap verir”; (İlker Demir, “HDP Türkiye Partisi Olur mu”, Taraf, 3 Kasım 2013, s.12.) Ahmet Özer’in, “HDP’nin başarılı olması, örgütlenmede Türkiyelileşmeyi gerçekleştirmesine, Türkiye’nin sosyolojisini ve kitlelerin ihtiyaçlarını dikkate alarak ona göre bir dil kullanmasına ve kitleleri Gezi ruhu ile eşitlik, özgürlük idealinde birleştirecek umudu yaratmasına bağlı”; (Ahmet Özer, “HDP’nin Başarısı Neye Bağlı”, Taraf, 3 Kasım 2013, s.12.) Baki Gül’ün, “Hemen başında belirtelim ki Türkiye’de kitlesel, çoğulcu ve etkin sol-demokrat-sosyalist karakterli bir siyasal partiye ihtiyaç var. Bu ihtiyaç tarihsel-toplumsal-iktisadi-kültürel ve tabii ki siyasal bir zorunluluktur. Ve Türkiye’de bu ihtiyacı karşılayabilecek tek bir proje var. O da Halkların Demokratik Kongresi /Halkların Demokratik Partisi’dir,” (Baki Gül, “HDK-HDP ve BDP ile Siyaset”, Gündem, 23 Ağustos 2013, s.7.) tanımlarındaki üzere!
[24] “SDP: Asıl Hedefimiz Ortak Mücadele”, Birgün, 27 Eylül 2011, s.6.
[25] “TÖPG: Kongre’ye Cephe Olarak Bakıyoruz”, Birgün, 27 Eylül 2011, s.6.
[26] “Ertuğrul Kürkçü: Kalkınma Paradigmasını Değiştireceğiz”, Birgün, 29 Eylül 2011, s.6.
[27] Hüseyin Ali, “HDP Radikal Demokratların Çatısıdır”, Gündem, 22 Nisan 2014, s.8.
[28] Hüseyin Ali, “Her Ülkenin Bir HDP’si Olmalıdır”, Gündem, 20 Haziran 2014, s.8.
[29] “Bazı çevrelerin dar sol gruplarla yapılacak bir ittifak ve birleşmenin bir gelişmeye yol açmayacağı ve zaman kaybı olacağı yönünde görüşleri ve kaygıları var. Ayrıca HDP sosyalist bir parti olursa, görüntüde öyle diyorlar, o zaman geniş yığınları kucaklayamaz ve amaca uygun işlevi olmaz diyorlar. HDP’de tabi ki sol ve sosyalist kesimler de olacaktır. Ancak sadece onlara ait bir parti olarak hazırlanmış değildir. Demokrasiden yana, tüm ezilenlerin ve inançların kendisini içinde ifade edebileceği demokratik bir partidir. Ayrıca dar sol çevrelere dayanır ve demokrasi talebi olan kitleleri kucaklamasa tabi ki bu partinin de ciddi bir işlevi olmayacaktır.” (Muzaffer Ayata, “HDP ve Ortaya Çıkan Kaygılar”, Gündem, 3 Mayıs 2014, s.9.)
[30] Sezai Temelli, “Politik Anomaliye Karşı HDP”, Gündem, 18 Haziran 2014, s.4.
[31] Cengiz Baysoy, “HDP Sol’un Kurucu Gücüdür”, Gündem, 2 Ağustos 2014, s.10.
[32] “Levent Tüzel: Birleşme Görevi Kaçınılmazdı”, Birgün, 30 Eylül 2011, s.6.
[33] Murat Paker, “HDP-1: İmkânlar ve İhtimâller”, T24, 16 Nisan 2014… http://t24.com.tr/yazarlar/murat-paker/hdp-1-imkânlar-ve-ihtimaller,9037
[34] Yalçın Yusufoğlu, “Yerel Seçimlerde BDP-HDP (1)”, Sesonline.net, 16 Nisan 2014… http://www.sesonline.net/php/genel_sayfa_yazar.php?Yazar=Yal%25E7%25FDn%2520Yusufo%25F0lu&KartNo=58297
[35] “HDP Genel Başkanlığı’na Sebahat Tuncel Seçildi”, Radikal, 27 Ekim 2013… http://www.radikal.com.tr/politika/hdp_kongresinde_gezi_sloganlari-1157591
[36] Sinan Çiftyürek, “Ankara’ya Pirince Giderken Diyarbakır’da Bulgurdan Olma Tehlikesi!”, 7 Mayıs 2014… http://www.kovarabir.com/tag/bdp/
[37] “HDK Genel Kurulunda sosyalist parti ve kurum temsilcilerinin konuşmaları sadece övgüyle sınırlı kaldığı için, düzeysiz ve boş olmakla sınırlı kalmadı. O kadar çok tekrar edildi ki, adeta bir duaya dönüştü: Ertuğrul Kürkçü’nün abartarak yaptığı değerlendirme ve övgüler öyle bir seviyeye ulaştı ki, Rojava’da yaşanan süreci bir Marksist olarak 1917 devrimiyle karşılaştırdı ve Kürtlerin oynadığı rolü, 1917’de Rus işçi sınıfının oynadığı role benzetti. Her geçen gün buna ‘daha çok inanmaya başladığını’ söyledi.
Sosyalist parti başkanları ve temsilcileri (DSİP, Yeşiller ve Sol, SDP, SYKP, SODAP, TÖP) hep beraber ‘Bizi bugünlere getiren, bize bu olanağı veren, bizi yan yana getiren Kürt özgürlük hareketi’ne boş sözlerle övgüler dizdiler. Boş sözler, anlamsız değil kuşkusuz; neticede gelecek beklentisini ifade ediyor.” (“HDK 4. Olağan Genel Kurulu Niçin Yapıldı?”, 23 Haziran 2014… http:// www.soldefter.com/ 2014/ 06/ 23/ hdk-4-olagan-genel-kurulu-nicin-yapildi/)
[38] Murat Aksoy, “HDP Kürtleri Türkiyelileşmiyor, Türk Solunu ‘Kürtleşiyor’…”, T24, 21 Nisan 2014… http://t24.com.tr/yazi/hdp-kurtleri-turkiyelilesmiyor-turk-solunu-kurtlesiyor/9080
[39] Ayhan Bilgen, “Öcalan Gölgesinden, Öcalan Damgasına”, 23 Haziran 2014… http:// www.ozgur-gundem.com/ index.php?module=nuce&action=haber_detay&haberID=111326
[40] Abdullah Öcalan, “Demokratik Modernitenin Yeniden İnşa Sorunları”, Demokratik Ulus, 16-22 Aralık 2014, s.8.
[41] Fidan Nurhaq, “İnsanlık Devriminin Zirvesi: Apocu Kültür -1-”, Özgür Halk, Yıl:1, No:3, Ekim 2014, s.17.
[42] Cemil Bayık, “Önderlik Gerçeğinden İkinci Doğuş Aşaması”, Demokratik Ulus, 14 Nisan 2015, s.8.
[43] Demir Çelik, “HDP’nin Geleceği”, Gündem, 2 Temmuz 2014, s.11.
[44] İsmail Cem Özkan, “HDP, Yeni Umutlar ile Siyasi Hayata Merhaba Dedi”, 28 Ekim 2013… http://cemoezkan.blogcu.com
[45] “Yeni Parti Yeni Umut”, Cumhuriyet, 30 Ekim 2013, s.4.
[46] “Kongre Hareketi’ni destekleyen Marksistler, kimi bileşenlerle nihai hedefe ulaşıncaya dek birlikte yürüyemeyebileceklerinin farkında elbet. Aynı şekilde, Kongre Hareketi’nin üzerine inşa olacağı minimum programda anlaşan güçlerin, maksimum program açısından farklılıklara sahip olduğu bilinmez bir durum değil. Ancak bugün için, stratejik hedeflerimizle ters düşmemeye özel bir hassasiyet göstererek, sermayenin ulusalcı ve liberal eğilimleri dışında üçüncü bir cephenin yaratılabilmesi için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmek zorundayız… Tekelci sermayenin bürokratik-oligarşik-totaliter yönelimli restorasyonu karşısında oluşturmaya çabaladığımız demokratik-halkçı-devrimci ittifak içerisinde Marksistlerin de kendi çıkarları konusunda titizlenmeleri ve Kongre Hareketi içi hegemonya gerilimlerinde yapıcı inisiyatifler geliştirmesi meşru ve kaçınılmazdır.” (Tuncay Yılmaz, “Tarihsel Buluşma”, Gündem, 11 Ekim 2011, s.11.)
[47] Adil Zozani, “Üçüncü Yol Var”, Radikal İki, 11 Ağustos 2013, s.4.
[48] Ufuk Uras, “HDP”, Gündem, 5 Kasım 2013, s.6.
[49] Sebatullah Tekin, “Yeni Bir Paradigmanın İnşası ve Sol”, Gündem, 25 Şubat 2013, s.11.
[50] Ercan Jan Aktaş, “HDP ile Radikal Demokrasi”, Taraf, 5 Mayıs 2014, s.10.
[51] Ernesto Laclau-Judith Butler–Slavoj Zizek, Olumsallık, Hegemonya, Evrensellik, Çev: Ahmet Fethi, Hil Yay., 2009, ss.235-337.
[52] Xwe Metin Ayçiçeği, “Savrulun! HDP Geliyor!”, Gelecek, No:141, 13 Mart 2015, s.9.
[53] Filiz Koçali, “Öcalan’ın Felsefesi ve Seçimler”, Gündem, 24 Mart 2015, s.9.
[54] Erol Katırcıoğlu, “HDP Muhalefete Değil İktidara Aday”, Gündem, 24 Haziran 2014, s.7.
[55] Kemal Atakan, “Seçimler ve Türkiye Sol’u: Devrimciliğin Kıstası”, Politika, Yıl:1, No:8, 15 Mart 2015, s.6.
[56] Sinan Çiftyürek, “HDP; Diyarbakır’da Sinn Fein, Ankara’da Syriza İşlevini Üstlenemez!”, 17 Şubat 2015… http://www.ilkehaber.com/yazi/hdp-diyarbakirda-sinn-fin,-ankarada-syriza-islevini-ustlenemez-12819.htm
[57] “Sungur Savran: Sol İltihak Projesinin İçinde”, Birgün, 29 Eylül 2011, s.6.
[58] “Devrimci Hareket Dergisi: Ortaklaşma Anlamlı, Süreç Yanlış”, Birgün, 27 Eylül 2011, s.6.
[59] İnayet Aksu, “İki Sol-Liberalizm Türü”, Teori ve Politika… http://www.teorivepolitika.net/index.php/component/k2/item/531-iki-sol-liberalizm-turu
[60] Kemal Erdem, “HDP ve Devrim”, 5 Mayıs 2014.. http://www.sendika.org/2014/05/hdp-ve-devrim-kemal-erdem/
[61] Yunus Öztürk, “HDK Nasıl HDP Oldu?”, İşçilerin Sesi, No:8, Kasım 2012, s.12.
[62] İsmail Cem Özkan, “Yazmayacaktım Ama Yazayım!”, http://cemoezkan.blogcu.com/yazmayacaktim-ama-yazayim/20005203
[63] Ferhan Umruk, “HDP, Sorunlar Halının Altına Sığmayınca”, 20 Haziran 2014… http:// yalansz.wordpress.com/ 2014/ 06/ 20/ hdp-sorunlar-hâlinin-altina-sigmayinca/
[64] Yetvart Danzikyan, “Kürt Hareketinde Yeni Dönem”, Radikal İki, 11 Mayıs 2014, s.4.
[65] “Antikapitalist Müslümanlar Manifestosu”, İstanbul, 2012… http://www.antikapitalistmuslumanlar.org/manifestomuz.htm
[66] Gülin Yıldırımkaya, “Devrimci Bir İslâmi Anlayış mı Gelişiyor?”, Haber Türk, 18 Ocak 2010, s.9.
[67] Murat Belge, “Halk İslâmı”, Taraf, 29 Haziran 2014, s.9.
[68] Aydın Engin, “İslâm ve Demokrasi”, t24, 22 Ağustos 2013… http://t24.com.tr/yazi/İslâm-ve-demokrasi/7273
[69] Aydın Engin, “İslâm ve Demokrasi (2)”, t24, 23 Ağustos 2013… http://t24.com.tr/yazi/İslâm-ve-demokrasi-2/7277
[70] Ayşe Hür, “Turnusol Kâğıdı Olarak Gazze”, Taraf, 6 Haziran 2010… http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/ayse-hur/turnusol-kagidi-olarak-gazze/11591/
[71] Ecehan Balta, “HDP Kongresi: Kısa Bir Değerlendirme”, 23 Haziran 2014… http:// baslangicdergi.org/ hdp-kongresi-kisa-bir-degerlendirme-ecehan-balta/
[72] Ferda Koç, “BDP ‘Türkiyelileşme’li mi?”, Sendika.org, 3 Eylül 2013, http://www.sendika.org/2013/09/bdp-turkiyelilesmeli-mi-ferda-koc/
[73] “AKP’ye Karşı ‘CHP-HDP-BHH Bloku’ İçin Kampanya”, Cumhuriyet, 14 Şubat 2015, s.6.
[74] Ahmet Hakan, “Alper Taş: Devrimci Sosyalist Oldum”, Hürriyet, 7 Ocak 2015, s.4.
[75] Türey Köse, “Baraj İttifakı Arayışı”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2015, s.4.
[76] “Yeni Bir Sayfa Açılıyor”, Cumhuriyet, 8 Haziran 2012, s.5.
[77] Alper Taş, “AKP Seçimle Geriletilemez”, Birgün, 17 Ocak 2015, s.7.
[78] Faruk Ayyıldız, “Oya Ersoy: Sandığı Değil Sokağı Önemsiyoruz”, Evrensel, 30 Ocak 2015, s.10.
[79] Çağrı Sarı, “Mücella Yapıcı: Benim Umudum HDK ve BHH Birlikteliği”, Evrensel, 30 Ocak 2015, s.10.
[80] Fatih Polat, “Prof. Dr. Gençay Gürsoy: HDP Barajı Aşarsa Yer Yerinden Oynar”, Evrensel, 16 Ocak 2015, s.7.
[81] Demir Küçükaydın, “Birleşik Haziran Hareketi Erdoğan ve AKP’ye Nasıl Hizmet Ediyor?”, 9 Mart 2015… http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2015/03/birlesik-haziran-hareketi-erdogan-ve.html
[82] Merdan Yanardağ, aktaran: Türey Köse, “BHH’den Birlik Çağrısı”, Cumhuriyet, 7 Şubat 2015, s.7.
[83] Murat Belge, “CHP’den Sol Çıkarmak”, Taraf, 23 Şubat 2013, s.3.
[84] ‘Taraf’ gazetesinden Ertan Altan’a konuşan Murat Belge, AKP iktidarının on üçüncü yılında “Erdoğan ve çevresinin bu toplumun başına neler getireceği ortada” dedi. Sözlerine “Öyle görünüyor ki, CHP ile yan yana duracağız. Buna CHP’lilerin de açık olması lazım, bizim gibi adamların da… Düşmanca bir tutuma gerek yok” şeklinde sürdüren Belge, HDP’nin barajı aşmasının zor göründüğünü belirtti. (“Murat Belge CHP’ye Oy İstedi”, 15 Şubat 2015… http://haber.sol.org.tr/turkiye/murat-belge-chpye-oy-istedi-107814)
[85] “TSİP ve DHP, Seçimlerde CHP’yi Destekleme Kararı Aldı”, Hürriyet, 6 Nisan 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28659540.asp
[86] Baskın Oran, “Yarın ki Seçimlerde Oyum”, 29 Mart 2014… http://www.baskinoran.com/
[87] “Rakı Masasındaki Solculara Çattı”, Milliyet, 3 Nisan 2015, s.19.
[88] Cüneyt Arcayürek, Bir Özgürlük Tutkunu Bülent Ecevit, Detay Yay., 2006, s.226.
[89] Ahmet İnsel, “HDP’ye Oy Vermenin Özgül Ağırlığı”, Cumhuriyet, 7 Nisan 2015, s.13.
[90] M. Delila, “Aday Profili Bu Seçimin Karakterine Göre Olacaktır”, Demokratik Ulus, 31 Mart-7 Nisan 2015, s.13.
[91] “Adaylar HDP Projesine Güç Vermeli”, Demokratik Ulus, 31 Mart-7 Nisan 2015, s.1.
[92] Mücella Yapıcı, “… ‘Ama’sız HDP’ye Evet”, Gündem, 1 Nisan 2015, s.7.
[93] Filiz Koçali, “… ‘Demokratik Ulus’ Meclis’e!”, Özgür Gündem, 31 Mart 2015, s.7.
[94] “Halkevleri: Oylar HDP’ye”, Gündem, 12 Mart 2015, s.10.
[95] Armağan Barışgül, “Nasıl Bir Seçim Çalışması?”, Politika, Yıl:1, No:9, 30 Mart 2015, s.8.
[96] Murat Çakır, “Sistem Rekabeti”, Gündem, 21 Mart 2015, s.18.
[97] Mahmut Lıcalı, “Heyet İmralı’ya Gitti, Abdullah Öcalan’dan Adaylar İçin Görüş Aldı”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2015, s.4.
[98] Geçerken Emiliano Zapata’nın, “Güçlü bir halk lidere ihtiyaç duymaz”; Mao Zedung’un, “Eğer bir gün Çin Komünist Partisi halkın çıkarlarına hizmet etmekten vazgeçerse, o zaman halk ayağa kalkmalı ve onu yıkmalıdır,” uyarılarını anımsatayım!
[99] Cuma Çiçek, “HEP’ten HDP’ye Türkiyelileşme”, Radikal İki, 11 Mayıs 2014, s.6.
[100] Taner Akçam, “HDP ve Demokrasi”, Taraf, 8 Nisan 2015… http://www.taraf.com.tr/yazarlar/hdp-ve-demokrasi/
[101] “Bayık: Halkların Sağlığı İçin Erdoğan Tımarhaneye Kapatılmalı”, Birgün, 20 Mart 2015, s.9.
[102] Ara Erbil, “AKP’den Devrim Yaratan Siviller ve Kürt Hareketi”, Jiyan, 9 Kasım 2011… http://jiyan.org/2011/11/akpden-devrim-yaratan-siviller-ve-kurt-hareketi-ara-erbil/
[103] “Öcalan: Ya En Büyük Anlaşma ya da En Büyük Savaş!”, Birgün, 14 Mayıs 2011, s.9.
[104] Sadık Varer, “Barış Siyaseti ve Çatı Partisi”, 2 Ağustos 2011… http://www.ozguruniversite.org/index.php/guencel-yazlar/970-bari-syaset-ve-cati-parts
[105] “KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık: Türkiye’yi Temsil Eden Tek Parti HDP’dir”, http://www.hocvanhabergazetesi.com/?Syf=18&Hbr=786769&/
[106] Ergin Yıldızoğlu, “Ortadoğu’da Kargaşa”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2013, s.10.
[107] Murat Sabuncu, “HDP Sosyalist Tabana Oturuyor, Dindar Kesimle Mesafeyi Açıyor”, 23 Haziran 2014… http:// www.sendika.org/ 2014/ 06/ hdp-sosyalist-tabana-oturuyor-dindar-kesimle-mesafeyi-aciyor-murat-sabuncu/
[108] Nazan Üstündağ, “Seçime Doğru”, Gündem, 6 Şubat 2015, s.7.
[109] Mustafa Peköz, “Sistemin İç Politik Dengelerini Değiştirecek Güç: HDP”, 19 Mart 2015… http://www.sendika.org/2015/03/sistemin-ic-politik-dengelerini-degistirecek-guc-hdp-dr-mustafa-pekoz/
[110] HDP’den Doğan’a Adaylık Teklifi”, Cumhuriyet, 7 Mart 2015, s.10.
[111] “Celal Doğan: HDP’ye Katılacağım”, Gündem, 6 Mart 2015, s.6.
[112] “G. Antep’te Celal Doğan Karmaşası”, Milliyet, 9 Mart 2015… http://www.milliyet.com.tr/G. Antep-te-celal-dogan-karmasasi/siyaset/detay/2025562/default.htm
[113] Cansu Çamlıbel, “Dengir Mir Fırat: PKK’ya Artık Terörist Diyemezsin”, Hürriyet, 2 Mart 2015, s.20.
[114] “Dengir Mir Mehmet Fırat: HDP Adaylığı İçin AKP’den Gizli Tebrikler Aldım”, Radikal, 9 Mart 2015… http://www.radikal.com.tr/politika/dengir_mir_mehmet_firat_hdp_adayligi_icin_ak_partiden_gizli_tebrikler_aldim-1309760
[115] “Ahmet Özal’dan HDP’ye Yeşil Işık”, Hoçvan Haber… http://www.hocvanhabergazetesi.com/?Syf=18&Hbr=777856&/
[116] “LGBT’den HDP’li Tan’a Tepki”, Milliyet, 24 Mart 2015… http://www.milliyet.com.tr/lgbt-den-hdp-li-tan-a-tepki/siyaset/detay/2033468/default.htm
[117] “BDP Milletvekili Tan: ‘Seçimlerin Mağlubu CHP ve HDP’…”, Sesonline, 16 Nisan 2014… http://sesonline.net/php/genel_sayfa.php?KartNo=58295
[118] “Tan: Dar Bir Proje”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2013, s.4.
[119] “Altan Tan, Öcalan’a ‘68 Ruhu’ Yanıtı”, Milliyet, 25 Ekim 2013… http://siyaset.milliyet.com.tr/altan-tan-ocalan-a-68-ruhu-/siyaset/detay/1782107/default.htm?ref=yahoo
[120] “Altan Tan’dan Eleştiri: HDP Adayları Çok Sosyalist, Olumlu Görmüyorum”, Birgün, 30 Mart 2015… http://birgun.net/news/view/altan-tandan-elestiri-hdp-adaylari-cok-sosyalist-olumlu-gormuyorum/15874
[121] Mahmut Lıcalı, “… ‘Adaylar Sosyalist’ Polemiği”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2015, s.4.
[122] Hakkı Özdal, “HDP Altan Tan’ı Aday Göstermeyecek”, Radikal, 3 Nisan 2015… http://www.radikal.com.tr/politika/hdp_altan_tani_aday_gostermeyecek-1327995
[123] Hakkı Özdal, “HDP Karar Değiştirdi: Altan Tan Diyarbakır Adayı”, Radikal, 7 Nisan 2015… http://www.radikal.com.tr/politika/hdp_karar_degistirdi_altan_tan_diyarbakir_adayi-1330210
[125] “HDP’den 2015 Genel Seçimi İçin Eski Ülkücü Aday”, 7 Nisan 2015… http://www.internethaber.com/hdpden-2015-genel-secimi-icin-eski-ulkucu-aday-779100h.htm
[126] Cuma Kayabaşı, “HDP, Urfa’da Said Nursi Paneli Düzenledi”, 15 Mart 2015… http://haber.sol.org.tr/turkiye/hdp-urfada-said-nursi-paneli-duzenledi-110423
[127] “Çözüm Sürecine Karşı Olanları Cin Çarpar”, Cumhuriyet, 4 Mart 2015, s. 6.
[128] Mahmut Lıcalı, “Yeğen Öcalan Aday”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2015, s.8.
[129] “KCK YK Üyesi Sabri Ok: AKP’nin Korkusu Gezi Ruhu İle Serhıldanların Birleşmesi”, Sendika.Org, 6 Nisan 2015… http://www.sendika.org/2015/04/kck-yk-uyesi-sabri-ok-akpnin-korkusu-gezi-ruhu-ile-serhildanlarin-birlesmesi-sendika-org-ozel/
[130] “HDP Türkiye İçin Bir Şans”, Gündem, 8 Nisan 2015, s.10.
[131] Deniz Zeyrek, “HDP’li Selahattin Demirtaş: 40 Yıllık Emeğimizi Tayyip Bey’e Feda Etmeyiz”, Hürriyet, 6 Nisan 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28656258.asp
[132] “Selahattin Demirtaş: Barajı Aşacağız”, Cumhuriyet, 31 Mart 2015, s.5.
[133] Ayrıca yine Selahattin Demirtaş’ın, seçim ittifakları arasında CHP’yle ilgili bir seçeneğin gündemde olmadığını ifade edip, 2014 yerel seçim sürecinde İstanbul için CHP’ye ortak aday çıkarmayı teklif ettiklerini kaydederek, “O dönem CHP bize ‘vebalı’ gibi davrandı. Bizimle bir arada görünmenin kendilerine zarar vereceğini, oy kaybettireceğini belirttiler,” (“Demirtaş’tan CHP’ye Sert Eleştiri: Vebalı Gibi Davrandılar”, Cumhuriyet, 26 Şubat 2015, s.4.) demesi gibi…
[134] www.milliyet.com.tr/yakin-oldugumuz-parti-ak-parti/siyaset/siyasetyazarde -tay/09. 02. 2013/1666506/default. htm
[135] Abdullah Öcalan, aktaran: Orhan Bursalı, “Demirtaş: ‘Bize En Yakın Parti AKP’…”, Cumhuriyet, 3 Mart 2015, s. 6.
[136] Immanuel Wallerstein, “Sosyal Demokrat Çözüm Bir İllüzyona Dönüşmüş Durumda…”, Sendika.Org, 15 Eylül 2011.
[137] Rıdvan Turan, “Seçimlere Tarihsel/Güncel Bakış”, Gelecek, No:141, 13 Mart 2015, s.24-23.
[138] “Perinçek’ten İtiraflar: ‘Erdoğan’la Beraber Olacağız’…”, 6 Nisan 2014… http://www.kaypakkayahaber.com/haber/perincekten-itiraflar-erdoganla-beraber-olacagiz
[139] Adalet Ağaoğlu, “Evrensel Sol…”, Taraf, 23 Aralık 2012, s.9.
[140] Terör Günlerinde Felsefe, J. Habermas ve J. Derida ile Diyaloglar, Hazırlayan: Giovanna Borradori, Çev: Emre Barca, YKY., s.58.
[141] Zahit Atam, “Sol Liberaller ve Linç: Kullanışlı Aptalların İşlevleri”, Birgün, 25 Ocak 2015, s.8.
[142] A. Cihan Soylu, “Düzenin Liberal Kozmetiği ve Devrimci Tutum”, Evrensel, 26 Eylül 2013, s.9.
[143] Metin Yeğin, “Parlamento Eşeğin Olsun!”, Gündem, 12 Mart 2015, s.13.
[144] Berrin Karakaş, “Her Gün 1 Mayıs”, Radikal, 9 Ekim 2011, s.22-23.
[145] V. İ. Lenin, Marx, Engels, Marksizm, çev: Vahap Erdoğdu, Sol Yay, İkinci baskı, 1990, s.276.
[146] V. İ. Lenin, Kır Yoksullarına, Çev: İsmail Yarkın, Inter Yay., 1993.
[147] “Solculuk Geçen Yüzyıldı”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2011, s.9.