Ana SayfaNIVÎSKARÊNYerel seçimler

Yerel seçimler

Referandum misyonu yüklenmiş yerel seçimler!

  1. Çiftyürek

 

Belki de şu ana kadar yapılmış hiçbir yerel seçim 30 Mart 2014 seçimleri kadar yereli aşan misyonlar üstlenmedi ya da üstlenmeyecek. 30 Mart seçimleri, birden fazla açıdan yereli aşan özellikler taşıyacağı çoktandır açığa çıkmış olduğundan siyasal dinamikler de buna göre tutum ve yönelişlerini belirliyorlar.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde kimin aday olacağı, AKP ve özelde de Erdoğan’ın siyasal geleceği ve Kürt/Kürdistan meselesinin alacağı seyir gibi meseleler üzerinde 30 Mart yerel seçimleri, çok önemli hatta kimisinde referandum rolü üstlenmiş olacak.

I- Altı ay gibi az bir süresi kalan Cumhurbaşkanlığı seçiminde kimin aday olup-olmayacağında, 30 Mart sonuçları önemli olacak, çünkü artık cumhurbaşkanını meclis değil doğrudan halk seçiyor. Eğer AKP yerel seçimlerde % 40 hatta 45’in altında oy alırsa, Başbakan Erdoğan’a köşkün yolu kapanacak. Bu durumda siyaset odakları, AKP içinde olduğu gibi dışında da Erdoğan dışı arayışlara odaklanacak ki şimdiden bu arayışlar dillendiriliyor.

II- AKP Hükümetinin ve özellikle de Erdoğan’ın siyasi geleceği de ekonomik krizin gelecekteki seyrinin yanı sıra büyük ölçüde bu seçimde belirlenecek. Yine eğer AKP 30 Mart’ta % 40’ın altında oy alırsa, Cemaat-AKP kavgası üzerinde de yara alan Erdoğan ve partisinin baş aşağı gidişi hızlanacak ve AKP dışı siyasal seçenek arayışında olanların eli güçlenmiş olacak. Tam da bu nedenle Erdoğan, kendi siyasal geleceğini muhafazakar kitle ile aynı kader çizgisine oturtan algının yaratılması ve bu algının seçim tercihinde belirleyici olması için her şeyi yapıyor. Erdoğan açıkça genelde muhafazakar kitleye, özelde de siyasallaşmış İslam’a şu mesajı veriyor: “ben gidersem, AKP giderse siz de biz de yani hepimiz gitmiş olacağız” diyor, dahası bunu zihinlere nakşediyor.

AKP, hem 12 yıllık iktidar yıpranmışlığı hem de Cemaat ile AKP arasındaki siyasal çatışmanın ürünü olarak rüşvet ve yolsuzlukların ortalığa saçılmasıyla, belli bir oy kaybını yaşayacak ancak yine birinci parti özelliğini koruyacağı görünüyor. Muhafazakar, özelde de dünün “çevresi” ama AKP ile “merkeze” çekilen siyasallaşmış İslami seçmen, diz boyu rüşvet ve yolsuzluğun yapıldığını adı gibi biliyor ama bildiği halde de bir kez daha AKP’ye çoğunlukla oy verecek. Çünkü, “AKP kaybederse hepimiz kaybederiz” görüşüyle hareket edecekler hatta belirttiğim gibi Cemaat tabanı bile ağırlıkla böyle düşünecek.

Gerek Cumhurbaşkanlığı gerekse 2015 parlamento seçimlerine etkisi nedeniyle yerel seçimler Türkiye’de AKP, CHP ve MHP arasında iktidar savaşının ön muharebesine sahne olacak, yer yer şimdiden oluyor bile. Çünkü İstanbul esas olmak üzere, Ankara, İzmir, Adana gibi metropollerdeki seçim sonuçları gelecekteki iktidarın siyasal yapısı hakkında kuvvetli mesajlar içerecek. CHP’nin (M. Sarıgül’ün) “Erdoğan İstanbul’dan iktidar koşusuna başladı, başladığı aynı yerden de kaybedecek” propagandası, İstanbul belediye seçimlerinin siyasal iktidarın şekillenmesinde ki rolüne vurgu bakımından önemlidir.

III- Dolaysıyla CHP, 30 Mart yerel seçimlerine 2015 genel seçimlerin ön provası olarak bakıyor ve öyle davranıyor. Bir yanda İstanbul çekirdek sermayesinin desteğinin yanı sıra genel olarak büyük sermaye ve ABD desteğini alma çabasında, diğer yanda ise, ülkücü ve Erbakancı muhafazakar kimi kadrolarla yeni bir ANAP olmaya yelken açıyor. Koç grubu gibi kimi sermaye grupları zaten CHP’ye destek verdikleri açık ve Sarıgül’ün İstanbul adayı yapılması da bu desteğin teyidi gibide algılanıyor.

ABD ile CHP ise karşılıklı birbirlerini yokluyor. Denilebilir ki ABD, CHP’yi ve CHP’de ABD’yi yeni merceklerle alıcı olarak gözlüyor birbirlerini ama hali hazırda gözlemleme aşaması aşılmış değil.

CHP, yine başta İstanbul, Mersin, Adana olmak üzere Batı’da BDP-HDP ile ittifak yapmak istiyor ama bunu açık ve bir protokol çerçevesinde halka ilan ederek değil gizli kalmasını istediği üzerinde çok şey basına yansıdı. Açık bir ittifaka hem CHP tabanı hazır değil hem de Mansur Yavaşlarla, Sabri Erbakanlarla ve Sarıgüllerle ırkçı milliyetçi, muhafazar ve mafya karması yapısının daha da pekişmesi nedeniyle BDP-HDP tabanı da CHP ile bir ittifakta rahatsız olur.

Cemaat’e gelince yaşanan son kavgadan sonra AKP ile CHP arasında iki ara bir derede kalma durumunu yaşıyor. Tepedeki yönetim CHP ile yakınlaşırken, tabanı “AKP ile birlikte biz de kaybederiz” görüşünün derin etkisi altında 30 Mart’ta ağırlıkla AKP’ye oy vereceği söylenebilir.

MHP ise, açıkça katı ırkçı-milliyetçi çizgisinden taviz vermeden ve bu çizgiye paralel üslendiği tarihsel misyona uygun davranarak seçim politikasını belirlemiş durumda.

IV- Öcalan’ın önerdiği “Türkiyelileşme projesi” çerçevesinde BDP’nin kendini feshedip HDP’ye katılıp-katılmayacağı ve dolaysıyla HDP’nin devam edip etmeyeceği açısından da 30 Mart yerel seçimleri önemlidir. HDP’nin geleceği açısından yaklaşmış bulunan 2015 genel seçimleri tayin edici algılansa da yerel seçim sonuçları da HDP’nin geleceği için kuvvetli bir mesaj verecektir.

Rüşvet ve yolsuzluk furyası altında ciddi olarak yıpranan AKP’nin, öz güvene dayalı saldırılarının yerini gelecek korkusu alan savunmaya bıraktığı bir süreçte; HDP, BDP’nin Batı’daki oy bandını aşamazsa, proje “başarısız” olarak algılanacak ve Öcalan’ın “Türkiyelileşme” projesinde, BDP’nin feshedilip HDP’ye katılması yolunda ki önermesin de eli zayıflayacak. Yok, eğer HDP, başta İstanbul olmak üzere metropollerde alacağı oy oranı az ya da çok BDP oranını aşarsa bu durumda HDP ile yola “devam” denilecek ve BDP’nin feshedilerek HDP’ye katılımı yeniden güncelleşebilir. Kısacası 30 Mart seçimlerinde HDP’nin Türkiye’de alacağı oy oranı, PKK- BDP’nin, Kürdistani ulusal demokratik birliğe mi, yoksa “Türkiyelileşme politikasının aracı olarak HDP’ye mi” ağırlık vereceği meselesinde de önemli bir etkisi olacaktır.

Daha öncede yazmıştım burada da şuna işaret edeyim; birden fazla nedenle HDP Türkiye metropollerinde özellikle de İstanbul’da, “% 10 ve üstünde oy alacak” beklenti ve hedefinin gerçekleşmeyeceği, bunun altında kalacağı yani BDP’nin oy oranına sözü edilir bir katkı koymayacağını tahmin ediyorum. Bu tahmini bir tek şey değiştirebilir; 30 Mart öncesinde mutfağa ciddi yansıyacak ve işsizliği olağanüstü büyütecek çok köklü bir ekonomik kriz olursa ve HDP’de bunun üzerinden halklara iyi propaganda ile gidebilirse o zaman metropollerde beklenen desteği alabilir ki seçim öncesi ekonomik, sosyal dengeleri ciddi etkileyecek bir ekonomik kriz görünürde yok. Küresel sermaye odaklarının ise, kendilerini de etkileyecek bir ekonomik krizi tetikleyecek adımlar atmayı göze almadıkları görünüyor.

V- Kuzey Kürdistan özelinde de BDP açıkça yerel seçimlere özerkliğin merkezinde yer aldığı bir referandum misyonu biçmekte. Böylesine bir misyonun yüklenmesi beraberinde ciddi siyasal riskler de taşıyor olmasına rağmen BDP seçim propagandasını; “öz yönetimle özgür kimliğe” ya da yerel yönetimlerle “inşa edilecek olan kültür merkezleri değil, asıl inşa edilecek şey demokratik özerkliktir” hatta “30 Mart’ta özerklik tescillenecek” propagandası ile yerel seçimlere açıkça referandum misyonu yüklediği görülür. O zaman referandum meşruluğu açısından oy oranı Kürdistan özelinde 50 ve üstünde olmalı ki özerklik iddiasının referandum dayanağını oluşturabilmiş olsun. Sandık dışı siyasal çözümde oy yüzdesi yerine doğrudan zora (silah ya da kitle veya her ikisini de içeren zora) dayanan mücadele yöntemleri belirleyiciyken; sandıkta çözüm aramada, kapı referanduma açılır ki yüzde 50’nin altındaki oranlar gerekli meşru ve yasal dayanağı sunmaz.

Seçimlere katılabilen Kürt partilerinin alacağı oy toplamının oranı bu açıdan önemli olup iç ve uluslararası güç merkezlerinin tutumlarını doğrudan etkileyecektir. Eğer Kürt partileri hanesine yazılacak oyların toplamı % 50 ve üstü olursa bu hem Türk rejiminin üzerinde siyasal statü yönünde ciddi basınç oluşturacak ve hem uluslararası kamuoyu nezdinde de Kürdistan’ın siyasal statüsünün haritası az çok belirlenmiş yani bunun siyasal dayanağı seçimde halkın iradesiyle açığa çıkmış olarak okunacak. Yok, eğer oy oranı % 25- 30 bandında kalırsa genel olarak Kürt siyasetinin elini içeride ve dışarıda zayıflatacak.

Benim tahminim ya da görebildiğim, BDP oyunu Kuzey Kürdistan genelinde bir miktar artıracak. Örneğin Urfa’da seçimi alması zor ama oyunu artıracak olması bile önemli bir gelişme olacak. Ancak Urfa’da oyunu artırırken Diyarbakır’da seçimi almakla birlikte oy oranını düşürürse bu düşündürücü olacak ki bunun da kimi işaretleri var.

VI- Kürt belediyeciliğinin geçmişi eskiye dayanır yani son 15 yılla sınırlı değil, 1980 öncesinde Diyarbakır, Ağrı gibi deneyimler de var fakat bunlar (özellikle Ağrı) 1980 askeri darbesiyle kısa süreli yarım kalan deneyimler. Dünüyle bugünüyle Kürt belediyeciliğini değerlendirirken, öncelikle kazanılmış mevziler olarak görüp sahiplenmeliyiz, sonra eleştirel irdelemeliyiz.

Yakın tarihte Kürt belediyeciliği denildiğinde, PKK, BDP geleneğinin son 15 yılda üst üste üç dönem iktidar oldukları yerel yönetimler gerçeği var ki son yerel seçimlerde il, ilçe ve beldelerde toplam 98 belediye kazandığı da göz önüne alınırsa hem süre hem de nicelik bakımından önemli bir deneyim var demek.

Kürtlerin kendi kendini yönetmede deneyim olarak bir kazanımdır, tüm eksiklerine rağmen sahiplenilmelidir ancak kent yani belediyecilik hizmeti açısından sınav birçok açıdan iyi değil. Kent ve belediyecilik denildi mi akla gelen temel hizmetler olarak; kentin tarihi dokusuyla uyumlu barınma-konut ihtiyacının giderilmesi, su, elektrik, kent temizliği, kitle ulaşımı ve yaşanılabilir çevre koşulları ile alt yapının hazırlanması, engellilere yaşamı kolaylaştıran, bunlar yapılırken kentin tarihi dokusunun korunmasına özen gösteren faaliyetler toplamıdır. Bunlara eğitim, sağlık, beslenme ihtiyacının karşılanmasını da ekleyelim.

Kürt belediyeciliği söz konusu olduğunda sorumlulukları arasında özetlediğimiz kent hizmetlerinin yanı sıra yaşamsal önemi devam eden ulusal özgürlük talep ve hedefleri bulunuyor. Zaten Kürt halkı da yerel yönetim seçimlerinde iradesini kullanırken sadece kent hizmetini kıstas almıyor hatta mevcut koşullarda esas ulusal özgürlük talep ve mücadelesine odaklı oyunu kullanıyor. Eğer Diyarbakır halkı iradesini belirlerken kent hizmetini esas alsaydı üç dönem üs üste PKK geleneğini temsil eden partileri yönetime taşımazdı.

Halk, “belediyecilik hizmetini yeterince yapmamış da olsa bizimkilerdir, bizim yönetimdir” tutumuyla iradesini kullandı. Yani halk, BDP’ye oy verirken kent hizmetini ölçü almamış ve doğru da yapmıştır fakat bu doğru tutumun bir sınırı, bir doyum noktası olacağı bilinmeli.

Kent hizmeti açısından Kürt belediyeciliğinin iyi sınav vermediği genel kabul görür. Elbette bunda rejim ve hükümetlerin birçok açıdan Kürt belediyeciliğini kıskaca almasının rolü vardır ama bununla da belediye hizmetlerinde ki her yetersizlik izah edilemez.

Türkiye’de genel trend olan kentlerdeki mekansal zengin-fakir semt ayrışmasının Amed’te son 15 yıl boyunca da devam ettiği görülür. Dicle Vadisi Evleri, Gökkuşağı, Kırklardağı Konutları ile Ben u Sen, Bağlar, Fiskaya, Suriçi gibi semtlerde somutlaşan kent yerleşimindeki mekansal sınıfsal ayrışma Kürt belediyeciliği altında da durmadı derinleşiyor. Genelde tam gaz devam eden “kentsel neoliberal talan” ile kamu arazilerinin konut, villa, plaza imarlarına açılması, arsa spekülasyonları, belediye ihaleleri, kamusal hizmetlerin piyasaya açılarak ticarileştirilmesinde; Kürt belediyeciliğinin AKP, CHP gibi sistem partilerinden farkının neler olduğunun üzerinde durulduğunda tablo iç açıcı değil!

Kürt belediyeciliği, kent yapılaşması alanında da iyi sınav vermedi. Halkın hem konut ihtiyacını karşılayacak hem de kentin tarihi, kültürel dokusu ve çevre ile barışık estetik kaygılar da taşıyan yapılaşmada da sorunlar var. Bu açıdan Kırklardağı konutları izah edilemez.

Kürt belediyecilik deneyimi, partizanlık açısından ise oldukça kötü sınav verdi. Hatta Kürt belediyeciliğinin partizancılık pratiği, sistem partilerine oranla daha katı uygulamalar getirdiği söylenebilir. Onca belediyede kendisine eleştirel bakan Kürt parti ve örgütlerine mensup kadro istihdamının izine rastlanmıyorsa, “demokratik belediyecilik” iddiası ciddi bir yara alır!

VII- Böylesine önemli misyonlar yüklenilmiş olunan 30 Mart seçimlerine Özgürlük Ve Sosyalizm Partisi (ÖSP) 41 İl’de örgütlenme zorunluluğu nedeniyle parti olarak doğrudan katılamıyor. Bu durum bir siyasi parti için acı vericidir, bunu aşmak için kararlılıkla mücadele edeceğiz. Çünkü Kürdistan’da başat ulusal özgürlük talebiyle birlikte doğrudan sermaye ve sömürüyü hedef alarak sosyalizmin propagandasını yapacak tek parti olması nedeniyle de ÖSP’nin seçimlere kendi siyasal hedefleriyle bağımsız olarak katılması önemlidir.

Seçimlere Kürt ulusal demokratik güçlerinin geniş ittifak kurarak katılmaları yönündeki çabalarımız karşılık bulmadı ve görünen odur ki yakın vade de bulmayacak. Bunlardan hareketle ÖSP yönetim organları, yerel seçimlerde izleyeceği politikaları tartışarak genel olarak yerel yönetim anlayışını somutta da yerel seçimde izleyeceği politikaların ana hatlarını belirlemiş ve bunu bir bildirgeyle kamuoyuyla paylaşmıştır. ÖSP 30 Mart seçimlerinde her hangi bir partiyi desteklemek yerine genel olarak yurtsever, sosyalist adayları destekleme politikasını belirlemiş ve il bazında izlenecek somut politikanın belirlenmesini ise il örgütleri inisiyatifine bırakmıştır.

18-02-2014

[email protected]

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights