Sinan Çiftyürek / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Bağdat özellikle de Hewlêr’e giden Çavuşoğlu’nun çantasında ne vardı? Ya da dün İran’ın koordinasyonunda Irak, Suriye ile birlikte başta Kerkük olmak üzere Kürdistan’ın yeniden işgal edilişinin mürekkebi daha kurumadan Hewlêr’e ne amaçla gidildi? Çavuşoğlu, 25 Eylül 2017 bağımsızlık referandumu ardından 28 Nisan’da ilk kez Hewlêr’ê en üst düzeyde Türk iktidar yetkilisi olarak ziyaret ediyor. Gelişmeler, Dışişleri bakanının açtığı yoldan Erdoğan’ında sonra gideceğinin işaretlerini içermektedir.
İlginçtir, Türk Dışişleri bakanı, Erdoğan’ın meydanlarda “çok seviyorsanız Irak’ın Kuzeyinde Kürdistan var, defolun oraya gidin” dediler ama bu söyleminin daha mürekkebi kurumadan kendileri Kürdistan topraklarında! “YALLA KÜRDİSTAN demek; milyonlarca Kürt/Kürdistanlıya ülkesinden kapı göstermek ile paralel yeni bir soykırım dâhil tehlikeli politikalara kapı aralamaktadır!” demiştik ve hiçbir Kürt bunu unutmayacak.
Durum şudur, Ankara’nın uluslararası alandaki ilişkileri nedeniyle de ciddi ekonomik, siyasi ve askeri sorunlar yaşadığı; kendisini de kapsayan İran ambargosu ile bu sorunların ağırlaşacağı, Batı ile Doğu bloğu arasında sıkışıp tercihe zorlandığı süreçte, Bağdat ve esas Hewlêr ile ekonomik-ticari ve siyasi ilişkileri büyütmek istiyor. Yani ziyaretin amaçları arasında, ekonomik ticari ilişkiler önde görünüyor ama askeri ve siyasi amaçları da var. Özetle bu açıdan üç noktayı belirtebiliriz;
Bir, Türkiye’nin on yıllardır Irak ve Güney Kürdistan ile değişmez birinci gündemi “Güvenlik” meselesi yani Kandil bugünün de sıcak gündemi!
Türkiye her görüşmesinde, gerek Irak merkezi hükümetine gerek bölgesel Kürt yönetimine; “Ya siz temizleyin ya birlikte yapalım yoksa bunu biz yapıyoruz, yapmaya da devam ederiz” mesajı verir, bu kez de vermiştir. Zaten Çavuşoğlu Hewlêr’deyken Türk savaş uçaklarının Kandil’e hava saldırıları düzenlediğinin haberleri basına yansıyordu.
Ayrıca sınır ötesi “güvenlik” meselesi artık sadece Güney Kürdistan yani Kandil ile sınırlı değil bir süredir buna Rojava Kürdistan’ı da eklendi. Hatta Türkiye’nin “güvenlik” sorunsalında Rojava bugün ağırlık merkezini oluşturuyor denilebilir. Çünkü Rojava hem oldukça uzun öyle ki güneyden boydan boya Türkiye’nin önünü kesen bir set gibi. Hem ayrıca “Güvenli Bölge” meselesinde, ABD ile Türkiye arasında epeydir devam eden görüşmelerde henüz bir ilerleme yok herkes kendi pozisyonunda ısrar ediyor.
Yeni denilebilecek gelişme olarak da; Türk yetkililer tersini iddia etse de ABD kaynakları Türkiye’nin, SDG ile görüşmeler yaptığını açıklamasıdır. ABD Savunma Bakan Yardımcısı Charles Summers Pentagon’da 18 Nisan’da ki açıklamasında, “Müttefikimiz Türkiye ve ortağımız SDG arasında süren görüşmelerle ilgili yorum yapmam” demişti. Eğer ABD kaynaklı bu iddia doğruysa, Ankara-Hewlêr arasında yeniden canlanacak olan ekonomik-ticari ilişkiler de dikkate alınırsa, bunun orta vadede iç siyasi ilişkilere de yansıyacağını söyleyebiliriz.
İki; Türkiye yaşadığı derin ekonomik krizi hafifletmek için Irak ve Kürdistan bölgesiyle ekonomik, ticari ilişkileri geliştirmeyi bugün için öne aldı. Çünkü ABD’nin İran’a uyguladığı ambargoda, Türkiye dahil 8 ülke için ticarette belirlediği geçici muafiyeti beklenenden erken kaldırınca, Türk Dışişleri başta alternatif enerji alanında olmak üzere yeni ekonomik-ticari kaynak ve ilişki arayışına girdi. Somutta, İran ambargosu nedeniyle yüzleşeceği enerji alanındaki sonuçlarını gidermenin en azından hafifletmenin arayışında Bağdat, Hewlêr ve Moskova öne çıkıyor ki Rusya ile ilişkiler malum! Erdoğan için Moskova ikinci başkenti oldu misali ilişkiler iyi. Bağdat ve Hewlêr ile ise farklı amaçlarla da ilişkiler yeniden bir hal-yoluna konulmak isteniyor, kısacası ziyaretin başat amacı budur!
Bakan Çavuşoğlu’nun, “Komşu ve kardeş ülke olarak Irak’ın yeniden inşasına önümüzdeki süreçte en güçlü desteği Türkiye verecektir” açıklaması da ekonomide ki hedeflerine işaret ediyor. Bu hedef, yakılıp yıkılan Bağdat ve Hewlêr’in yeniden inşasında başta inşaat firmaları olmak üzere Türk firmalarının daha fazla pay kapması hesabını içeriyor.
Güney Kürdistan’da 16 Ekim Kerkük yıkımıyla yaşanan ekonomik krizin atlatılma sürecine girdiği, ekonominin yeniden canlandığına ilişkin bölgeye gidip gelenler açıklıyordu. Bunu gören Türk hükümeti de, Kürdistan hükümetiyle ekonomik-ticari ilişkileri geliştirmenin ilk adımını; Diyarbakır’da açılan Ortadoğu İnşaat Fuarı ile atmıştı. Fuara Güney Kürdistan’dan Hewlêr, Süleymaniye, Duhok, Musul Ticaret ve Sanayi odalarının vb katılması, ilişkileri yeniden geliştirmede dikkat çekiciydi ve Hewlêr Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Jalil Al-Khayat, “DTSO ile bir dizi işbirliği protokollerini imzaladıklarını” açıklayacaktı.
Üçüncüsü; Türkiye’nin, Musul-Kerkük’e yönelik “benim toprağım” hesapları devam ediyor ve Kerkük’te konsolosluk açma ısrarı açıkça bununla ilgilidir. Bu amaçla bağlantılı olarak Türkmenleri, Bağdat ve Hewlêr siyaset denkleminde daha etkin kılmayı hedeflemektedir, Çavuşloğlu ziyareti ve beyanları Türkiye’nin bu konudaki amaçlarını açıkça yansıtmaktadır.
Çavuşoğlu’nun, hâlihazırda Musul ve Basra’daki konsoloslukların yeniden açılması için gerekli izinlerin verildiğini belirterek, “Bu iki vilayete ilaveten Necef ve Kerkük’te de başkonsolosluklar açmak istiyoruz. Bu konudaki çalışmalarımızı da birlikte sürdürüyoruz. Necef ile ilgili izin çıktı. İnşallah Kerkük konusunda da birlikte çalışacağız. Bu şekilde Irak ile bağlarımızı daha da güçlendireceğiz” şeklindeki konuşması ekonomik-ticari ilişkileri geliştirmenin çok ötesinde siyasi-askeri hesapları da içermektedir. Çünkü neredeyse Irak ve Kürdistan’ın tüm belli başlı kentlerinde başkonsolosluk açmaktadır ki bu hesap Irak üzerinde İran ile rekabeti içermektedir.
ABD’nin, İran’a yaptırımları ağırlaştırmasına karşın, İran ambargo kararının getireceği ağır yükü, Irak üzerinden hafifletme hesabını açıklamıştı. Bu demektir ki İran daha fazla Irak iç siyasetinde etkin olmak isteyecek ve bunun adımlarını geliştirecektir. Dolayısıyla Türkiye’nin Irak’ın hemen hemen her kentinde konsolosluk açma planı; ekonomik ticari ilişkilerin çok ötesinde Irak iç siyasetinde İran’ı dengeleme hesaplarını barındırıyor.
Sonuç olarak;
Elbette yukarıda özetlediğimiz gibi Türk devletinin askeri, siyasi ve ekonomi gibi birden fazla hesabı var. Özelde kendi ekonomik krizini aşmada bugün ekonomik-ticari ilişkilere önem veriyor. Bunlar Türk devletinin hesaplarıdır.
Kürdistan hükümeti de Türkiye ile ekonomik ticari ilişkileri kendi çıkarları gereği yeniden canlandırabilir. Bunlar yapılırken, Türk devletinin geçmiş ve yakın dönem politikalarına ilişkin bir tarih bilinci hafızayla yani tutulan bir muhasebeyle hareket ediliyorsa; Bağımsızlık referandumunun ardından, Türk hükümetinin açıkça ve tam bir nobranlıkla Güney Kürdistan halkını açlıkla tehdit ettiğini unutmayan ve oluşturulmuş bir zihin haritası bilinciyle yaklaşılıyorsa mesele yoktur. Ve eğer Kek Mesud Barzani bu perspektifle Türk Dışişleri Bakanını kabul etmediyse isabetli bir tutumdur. Özetle 16 Ekim 2017 yılındaki yıkımda İran’ın yanı sıra Türkiye’nin üstlendiği uğursuz rolü ve açık işgalci emellerini unutmadık diyebilmeliyiz.
Kürt siyaseti bu ara dikkatle Türkiye’nin, Güney ve Rojava Kürdistanı parçalarına ilişkin izlediği siyasetin içerideki yansımalarını da izlemelidir. Zira biri diğerini etkilemektedir.
03 Mayıs 2019