Şovenizm dün olduğu gibi bugünde TC’nin vazgeçemediği temel politikası olmaya devam ediyor.
İşçi sınıfı ve emekçi kitleler mevcut devletin çok yönlü şovenist ve gerici kuşatması altında. Emekçi kitleler bilinçli bir tarzda şovenizmle zehirlenmeye çalışılıyor. Mevcut devlet bir süredir dozunu giderek artırdığı şovenist histeri dalgasını arkasına alarak başta Kürt halkı olmak üzere devrimci, sosyalist, komünist güçleri ve işçi, emekçi kitleleri de kapsayan saldırıların startını vermiş bulunuyor.
Güney’de ki Kürt Federe Devleti’ne yönelik sınır ötesi operasyona onay veren tezkerenin mecliste kabul edilmesinin ardından çatışmalarda ölen askerler, şovenizmi tırmandırmanın, her türden milliyetçileri ortalığa salmanın etkin malzemesi haline getirildi. Bu politika, rejimin bir politikası olarak sürdürülüyor.
Süreci iki evreye ayırmak gerekir; birincisi, klasik bir devlet kampanyası biçiminde seyreden gelişmelerdir. İkincisi ise bunu izleyen ve bütünleyen dipten uzun süreden beri örülen şoven, milliyetçi dalgadır. Ki bu dalga zaman zaman onu yaratanların kontrölünü de aşma potansiyelini taşıyor.
Bu süreçte yaşananları basit bir şoven-milliyetçi kampanya olarak ele almak olanaklı değildir. Bu kampanya ile başta Kürt halkı ve Türkiye ilerici, devrimci dinamikleri tümüyle felcedilmesi hedeflenirken aynı zamanda toplumda oluşan ekonomik, sosyal hoşnutsuzluğu da bu arada bertaraf etmiş olacak!
Milliyetçi-şoven dalga her ne kadar devlet kampanyası şeklinde başlatılmışsa da, bir infial boyutlarına varması ile beraber başta MGK olmak üzere ipleri sıkma ihtiyacı hissetmiş ve bu en yetkili ağızlarca da ortaya konmuştur. İlk günlerin ardından hükümet cephesinden de gerilimi tırmandırmak yerine tansiyonu düşürme siyaseti izlenmiştir. RTÜK vasıtasıyla sansür mekanizması devreye sokularak yayın yasağı getirilmiş ve hep birlikte topluma “sağduyu” çağrıları yapılmaya başlanmıştır.
Gelişmelerin ardından hızla bir araya gelen devlet yetkilileri “terör zirvesi”ni topladılar. ABD emperyalizminin başta Ortadoğu olmak üzere dünya halkları üzerinde estirdiği teröre maşalık yapanlar, içerde ise İMF ve onun yerli işbirlikçilerinin programları doğrultusunda işçi ve emekçi kitlelere kan kusturan, devrimci ve komünist güçlere azgınca saldıranlar, Kürt halkını imha ve inkar edenler şovenist histerinin, faşist saldırganlığın, devlet terörünün tırmandırılması için düğmeye basmışlardır.
Asıl hedef Federe Kürt Devleti
Rejimin “terör” zirvesinden, içerde Kürt halkını imha ve inkara devam kararına parelel Federe Kürt Devleti esas olarak hedef alındı. Bu hedef doğrultusunda burjuva medyasının misyonuna ilişkin de çağrı çıkarılmıştır. Bu çağrı doğrultusunda basın harekete geçmiştir. Hükümet cenahından “Tezkereyi boşuna çıkarmadık. Kimseye de soracak değiliz. İstediğimiz zaman gireriz!” naraları yükselmeye başladı. Burjuva medya ırkçı söylemlerle şovenizmi iyice kışkırtmaya başladı. “Artık yeter, Kuzey Irak’a girelim!, hedef Barzani olmalı!” çağrısı yaptı. Irkçı ve faşist güçler “vatandaş tepkisi” adı altında sokağa salındı. Her ev, her iş yeri Türk bayraklarıyla donatılmaya zorlandı. Evine, işyerine bayrak asmayanlar geçmişte Maraş’ta bir gece evleri işaretlenenler gibi mimlenmeye çalışıldı. Başta CHP olmak üzere herkes binlerce bayrak dağıtmaya başladı. Sokaktan geçen Kürtler, DTP binaları, Malatya örneğinde olduğu gibi üniversiteli gençler, Samsun, Ankara, Eskişehir, Bursa, İzmir, Erzurum, vb. de olduğu gibi başta Kürtlerin oturduğu mahalleler olmak üzere, devrimci, sosyalist, ilerici güçler hedef haline getirildi. DTP binaları silahlarla basıldı. Değişik yerlerdeki il binalarının ve ilçe binalarının camları kırıldı, büroları talan edildi, yakıldı, yağmalandı. vb.
Devletin “Milletimizin desteği, tüm kurum ve kuruluşlarımızın işbirliği, kahraman güvenlik kuvvetlerimizin yılmaz ve özverili üstün görev anlayışıyla bölücü terör örgütüne karşı yürütülen mücadele kararlılıkla sonuna kadar devam ettirilecektir” çağrısına kimi sözde sivil toplum kuruluşları ve sendikalarda uydu. Başta Hak-İş ve Türk-İş olmak üzere kimi sendikalar şovenizmi kışkırtan açıklamalar yapmakta gecikmediler. Türk-İş daha da ileri giderek, “Bu son saldırı, yıllardır her hain saldırıya tepki gösteren, açıklamalarla bu olayları lanetleyen, devletimize ve güvenlik güçlerimize destek veren, toplumsal duyarlılığımızı ortaya koyan bizleri artık yeni bir şeyler söylemeye zorunlu kılmaktadır. Hükümetimiz ve Türk Silahlı Kuvvetlerimizin teröre ve terörizme karşı verdikleri mücadeleler yanında, artık Türk toplumu da ortak bir ses haline gelmeli, üzerine düşen görevleri yerine getirmelidir” diyerek işçi sınıfına şovenizmi yükseltme çağrısı yaptı. Bununla da yetinmedi “üzerine düşen görevi” yerine getirmek için harekete geçeceğini açıkladı. “Türk-İş topluluğu bu konuda üzerine düşen görevleri yerine getirmeye kararlıdır. Bu kapsamda ilk olarak, yarın (23 Ekim) saat 11.00’de Konfederasyonumuza bağlı 9 Bölge ve 71 İl Temsilciliğimizde ortak basın açıklaması yapılacaktır” dedi.
Emekçi kitleler şoven kamplaşmada taraflaştırılıyor
Bugüne kadar işçi sınıfı ve emekçi kitleler, sermaye iktidarının saldırıları altında yoksulluğa, açlığa, köleliğe mahkum edilirken kılını dahi kıpırtmayan, hatta oluşan tepkileri bastırmak için ellerinden geleni yapan; mecliste çıkarılan tezkere ile yapılacak sınır ötesi operasyonun tüm maliyetinin işçi ve emekçi kitlelere yansıyacağı bir gerçek iken bu konuda hiçbir tepki dahi göstermeyen sendikalar; devletin hizmetinde, gerici odakların safında işçi ve emekçi kitleleri milliyetçi, şoven kamplaşmada taraflaştırmak için harekete geçmekte gecikmediler. Bu işçi ve emekçi yığınların bilincini şovenizm ile bulandırarak Türk ve Kürt emekçileri birbirine düşman etmektir. Bu tutumlarıyla sendikalar bir kez daha işçi sınıfına ihanet etmişlerdir.
Son dönemde milliyetçiliğin yükseltilmesinin ve işçi sınıfına şovenizm zehrinin bulaştırılabilmesinin birçok nedeni var kuşkusuz. Ama bu konuda en büyük etmen, işçi sınıfının örgütsüz ve dağınık oluşudur. Örgütsüz ve devrimci önderlikten yoksun işçi hareketi, burjuvazi tarafından rahatlıkla maniple edilip yönlendirilebilmektedir.
Bütün dünyada milliyetçilik yükselen dalga
Milliyetçiliğin, şovenizmin körüklenmesi yalnızca Türkiye’ye özgü bir olay değil; genel olarak dünyada böyle bir gidişat var. Çoktandır Avrupa ülkelerinde ‘aşırı sağ’ denilen partilerin oy oranları yükseliyor. Fransa, Hollanda, Avusturya gibi ülkelerde Nazi artığı faşist partiler yabancı düşmanlığı yaparak, diğer ülkelerden gelen işçilere karşı ırkçı saldırılar düzenliyorlar.
Her ülke burjuvazisi, işçi-emekçi kitlelerin yaşadığı işsizlik, açlık ve yoksulluğun gerçek sebebi olan çürümüş ve siyaseten kokuşmuş kapitalist düzeni gözlerden ırak tutmak amacıyla milliyetçiliğe sarılıyor. Böylelikle tüm sorunların kaynağı ‘dışarıdan gelenler’ olarak algılatılıyor ve sınıf çelişkisi gölgelenerek, esas çelişki ulusal çelişkiymiş gibi gösterilmek isteniyor. Kapitalist düzen altında inletilen işçi-emekçi kitleler, işsizlik ve yoksulluklarının gerçek sebebini diğer uluslardan işçiler olarak görüyorlar. Örgütsüzlüğün ve bilinçsizliğin hâkim olduğu böyle bir ortamda ırkçı-milliyetçi eğilimler güçleniyor.
Emperyalist hegemonya savaşının kızışmasıyla birlikte milliyetçilikteki yükseliş hız kazanmıştır. ABD emperyalizmi 11 Eylül saldırılarını bahane ederek içeride anti-demokratik yasalar çıkartmakla kalmadı, faşizan uygulamaları da devreye sokarak emekçi yığınların bilincini çarpıtmaya girişti. ‘Terörizm’ sopasını bilinçsiz kitleler üzerinde kullanan Amerikan burjuvazisi, Müslüman Asya halklarını düşman ilan ederek toplumu korkutmak, sindirmek, baskı altına almak için her yola baş vurdu. ABD emperyalizmi ülke içinde milliyetçiliği, şovenizmi yükselterek, Afganistan’da, Irak’ta giriştiği işgal ve katliamları, işlediği insanlık suçunu Amerika’nın örgütsüz ve bilinçsiz emekçi yığınlarına onaylatmaya çalıştı/çalışıyor.
Genel olarak milliyetçilik zehri emekçileri uyutmak üzere kullanılırken, Türkiye özgülünde konu, aynı zamanda burjuvazinin kendi içinde yürüyen çatışmadan da bağımsız düşünülemez. Türkiye burjuvazisi çoktandır bir bölünmüşlük yaşıyor. Ayrı çıkarlara sahip burjuva kesimlerin politik yönelimleri de haliyle farklı oluyor. AB’ye girerek Avrupa sermayesi ile entegrasyonu derinleştirme perspektifi üzerinden başlayan tartışma, Türk burjuvazisinin iktidar bloğunu tepeden çatlatmış bulunuyor. Böylece burjuvazi içinde süre giden çatışma, siyaset arenasına çeşitli konular üzerinden yansıyıveriyor. Kürt ve Kıbrıs sorunu, Ermeni meselesi, devlet cihazının reorganize edilmesi konuları burjuvazi içindeki çatışmanın dışa vurmasına vesile oluyor.
Statükocu güçlerin mevzileri sarsıldı
Sağlı-sollu statükocu-devletçi güçler bu çatışma temelinde bir araya gelerek bir ‘kızıl elma’ koalisyonu oluşturmuş bulunuyorlar. Sivil ve askeri bürokrasi, ulusalcı geçinen burjuva kesimler, faşist MHP-BBP, İP, CHP Kemalist ‘Türk Solu’ dergisi, entelijensiyanın bir kesimi vb. aynı safta toplanmışlardır. Elbette bu kesimlerin sözcülüğünü askeri bürokrasi yapmaktadır; sağlı sollu diğer kesimler ise askeri bürokrasinin destekçiliğine soyunmuşlardır. Kürt sorununa inkârcı ve imhacı yaklaşan, Ermeni katliamını haklı gösteren, Kıbrıs’ın işgalini savunan tüm bu kesimlerin gerçekte savundukları, kendi çıkarlarına denk düştüğüne inandıkları eski statükodur.
AB uyum sürecinde tekelci burjuvazinin attığı adımlar, uluslararası gelişmelerle de birleşerek statükocu kesimleri bir hayli sıkıştırmış ve onların mevzi kaybetmesine neden olmuştur. Milliyetçilik zemini üzerinden başlatılan şoven hareketin bir nedeni de, işte bu statükocu güçlerin mevzilerini tamamen kaybetme korkusudur.
Talabani’nin Irak Devlet Başkanı olması, Kürt federe devletinin kurulması, Kıbrıs’ta Denktaş kliğinin gerilemesi ve seçimleri kaybetmesi, son olarak ABD’de Ermeni Tasarısı’nın Dış ilişkiler Komitesi’nde kabulü vb. gelişmeler, statükocu güçleri “elini çabuk tutmaya” itimiştir. Özetle bu güçler, toplumu Türk milliyetçiliği temelinde politize etmeye ve arkalarına bir kitle desteği alarak iktidardaki mevzilerini korumaya çalışıyorlar.
İşte tam da böyle bir süreçte, bir taraftan da statükocu-devletçi burjuva güçlerin kalemşörleri toplumdaki milliyetçi duyguyu yükseltmek amacıyla kıyamet senaryoları yazmaya koyulmuşlardır. Genel olarak Batı karşıtı ve şoven bir ideolojiden hareket eden bu kesimin yazar-çizer takımı, anti-Amerikancı, anti-Avrupacı söylemleri öne çıkartıyor. Diğer bir yandan da Yahudi düşmanlığı anti-Sabetaycılık adı altında pompalanıyor. ABD ve AB’nin TC’yi bölmek istediği ve hatta ABD’nin Türkiye’yi işgal edeceği senaryolarını içeren kitaplar kitapçıların raflarını süslüyor, gazeteler bu tip yazılarla dolup taşıyor.
Statükocu-devletçi kesim kendi çıkarlarını milliyetçilik zehri biçiminde emekçilere zerk ederek meşrulaştırmaya, toplum katında destek bulmaya çabalamaktadır. Aslında bu açıdan yeni bir şey yok. Lakin burjuvazinin statükocu kanadı bunu yaparken, emperyalizme karşı sözümona “bağımsız Türkiye” sloganını paravan olarak kullanıyor. Bu kesim anti-Amerikancılığı anti-emperyalizm olarak sunma gayretindedir. Emekçi kitlelerde biriken anti-Amerikancı duyguyu ise Türk milliyetçiliğini yükseltmek üzere kullanmaktadır. Ve ne acıdır ki bu burjuva kesimler ile Türk solunun bir bölümü aynı noktada birleşmektedir. Oysa anti-kapitalizmden bağımsız bir anti-emperyalizmin olamayacağı çok açıktır.
İşçi sınıfının önündeki en önemli engel milliyetçilik ve şovenizm
Son bir hafta on gün içerisinde yaşanan tablonun bize bir kez daha gösterdiği; milliyetçilik ve şovenizm işçi sınıfı ve emekçilerin önündeki en önemli engellerden biri haline gelmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla milliyetçi-şoven politika ve eğilimlerin toplumsal nedenlerini incelemek, bundan gerekli sonuçları çıkararak doğru devrimci taktik tutumlar geliştirmek ve böylece sorunu etkili bir mücadelenin konusu haline getirme, dönemin öncelikli görevleri arasındadır.
Evet bir yandan işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin bilinci bu gerici atmosferle kuşatılmaya çalışılırken diğer yandan burjuva medya eliyle faşist, ırkçı saldırılar meşrulaştırılmaya, linç ve provokasyonlar olağanlaştırılmaya çalışılıyor. Mevcut devlet, faturasını her açıdan işçi ve emekçilere keseceği azgın bir sürece hazırlanıyor. Bu şovenist-milliyetçi ablukayı yarmanın yolu karşı bir devrimci dalgayı yükseltmekten geçiyor. Bunun yolu da faşizme, şovenizme ve milliyetçiliğe karşı başta Kürt ve Türk işçi ve emekçileri olmak üzere halklarımızın ortak mücadelesi temelinde etkin bir mücadeleyi geliştirmekten geçiyor.
* Eski Çoban Ateşi Gazetesi, Sayı:31 Tarih: 2 Kasım 2007