Türkiye’nin son günlerdeki gündem konularına baktığımızda bütün parametreler bir erken secimi gösteriyor. Bunlardan en önemlisi Kürt sorununun tekrar gündeme gelmesidir. Seksenli yılların başından itibaren bu artık siyasi bir geleneğe dönüşmüştür. Seçim öncesi Kürt sorunu dillendirilir ancak seçimlerden bir süre sonra sorun güvenlikçi politikalarla kaldığı yerden devam eder.
Hasan Işık / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Bu siyasi gelenek bu günlerde CHP’nin öncülüğünde Millet İttifakı’nda vücut bulmuş halde. Tarihsel olarak bakıldığında pek çok sorunun ana yaratıcısı CHP’nin tarihsel politikalarıdır. Ancak CHP’nin bu soruna yönelmesi ve çözüm üretmeye çalışması pozitif olarak değerlendirilmelidir. Geçmişte Kürt sorunu Diyarbakır’dan başlarken CHP heyeti Başur Kürdistan’ında yaptığı temaslarla bu sorunun artık Türkiye mevcut sınırlarını çoktan aştığını anlamış gözükmekte. Şimdiye kadar AKP-MHP iktidarının savaş politikalarıyla bu sorunun geçiştirilebileceğini zanneden Türk siyaset aygıtları bu sebeple AKP-MHP politikalarına yer yer destek verip sessizce süreci izlemekle yetindiler. Ancak artık mızrağın çuvala sığmadığını Türk siyaseti bu politikaların devamlılığında mızrağın bütün çuvalları zorladığını fark edince böyle bir manevraya ihtiyaç duydular. İlerleyen günler bu politikaların birer taktiksel seçim manevrası mı yoksa barışa giden bir stratejinin ön ayakları mı olduğunu gösterecek.
Bu gündem hemen ikinci bir gündemi de beraberinde yarattı. “Muhatap kim?”
Dünyanın her yerinde barış elbette ki çatışanlar arasında sağlanır bu bir realitedir. Diyalektiğin ta kendisidir. Aslında muhatap tüm Kürdistan halklarıdır. Siyaseten çözülmesi gereken bu sorunda Kürtlerin çoğunluğunu temsil eden HDP baş aktördür. Ancak diğer partilerde bu sürece dahil edilmelilerdir. Son günlerdeki açıklamalar (Kandil’den, Demirtaş’tan, geçmişteki notlarından okuduğumuz kadarıyla sayın Öcalan) çözümün yeri olarak zaten TBMM’yi işaret etmişlerdir. TBMM çatısı altında bu sorunun çözülmesi elbette ki hem sürece resmiyet kazandıracak hem de daha geniş kesimleri kapsayacaktır. Önümüzdeki günler süreci daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Muhalefetin bileşenleriyle gösterdiği olumlu adımın yanında bir de sorunu tamamen çatışmaya sevk etmiş mevcut iktidar gerçekliği var.
Dünyada geçmişten günümüze devam eden bir sömürgecilik realitesi mevcuttur ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra pek çok sömürgeci klasik sömürgecilik anlayışından vazgeçip sömürgeciliği ekonomik platforma taşımıştır. Ancak Kürdistan’ın sömürgecileri hala klasik sömürgecilikte ısrar ettikleri için Kürdistan’daki gelişmeler tarihin seyrinin tersine işlemiştir. İşte sömürgecilik anlayışındaki bu ilkel ısrar ülkede bu doğrultuda politikalar üreten siyasi özneler ve bir halk kitlesi yaratmıştır. Bu yaratılan olgunun en bilindik özeti “Kürt anasını görmesin” metaforudur.
Geçmiş deneyimlerde de görüldüğü gibi bu sorunun çözümü çok hassas adımları gerektirmekte. Ancak bu sorun demokratik zeminlere taşındıkça Türkiye’de milliyetçi yapıların toplumda zemin kaybettiği görülmüştür. Ancak mevcut iktidar ve bileşeni bu tabandan beslenmektedir. Biran önce bu adımların önüne geçmesi gerektiğini çok iyi bilmektedir. Bu sebeple şovenist bir iklime ihtiyaç duyacaklardır. Haziran ve Kasım seçimleri arasında bu politikalarla tekrar iktidarı koruyabildiler. Ancak değişen konjonktür eski taktiklerin etkili olamayacağını gösteriyor. AKP-MHP iktidarının yeni ve daha radikal politikalara ihtiyacı var. Toplumda milliyetçi duyguların tavan yaptırılması gerektiğini biliyorlar. Peki, bunun için ne yapabilirler?
1- Amerika’nın Irak’tan çekilmesi ile birlikte “Bir gece ansızın Musul ve Kerkük” işgal edilebilinir.
2- Demografileri değiştirilmiş Afrin ve İdlib alelacele bir referandumla Türkiye topraklarına katılabilinir.
3- İran ya da Yunanistan ile çatışmalı bir sürece girilebilinir.
Bunlar belki de uluslararası arenadan bakıldığında deli saçması olarak görülebilinir. Ancak hepimiz de çok iyi biliyoruz ki AKP-MHP iktidarı statükolarını koruyabilmek için her türlü deliliği yapabilme potansiyeline sahiptirler.