Heybet Akdoğan / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Son dönemde siyasetin baskın bir unsuru haline gelen popülizm, siyasi çevrelerce geniş bir anlam yelpazesine sahip oluyor.
Popülizme ilişkin politik tartışmaların en temel boyutunun, popülizmin ne olduğu konusu olması, günümüz dünya siyaseti açısından, popülizmi siyasetin önemli bir belirleyicisi kılıyor.
Zira, popülizm konusu gün geçtikçe akademik mecranın dışına taşmakta, güncel siyasal yaşama ve liberal demokrasiye etki etmekte. Dolayısıyla popülizmi tanımlamak, popülizmin hayata ve bürokrasiye nasıl etki ettiğini açıklamaktır aynı zamanda.
Popülizmin demokrasinin olağan bir boyutu olarak yorumlanması veya oligarşik bir hale dönüşen demokrasinin, popülizmle yeniden gerçek anlamına kavuşturabilecek bir iksir olarak görülmesi; “popülizm bu görüşlerden hangisidir?” sorusunu çeşitlendirmekte. Bunun yanı sıra popülizmin, siyasetin baskın bir öğesine dönüşmesi, popülizmin siyasi boyutunun anlaşılmasını daha önemli kılmakta. Çünkü siyaset hayatın her alanında. Bu nedenle popülizmin siyasi niteliğinin anlaşılması, günlük hayatın döngüsü gereği öncelik kazanmakta.
Siyaset olarak popülizm değerlendirildiğinde bilhassa, seçmenlerine hesapsız-kitapsız seçim vaatlerinde bulunan, olayları ve olguları irrasyonel sebep-sonuç ilişkileriyle profilleştiren, halkı pohpohlayan, elit ve aydın kesimleri yerden yere vuran siyasilerin yapmış oldukları siyasetin tarzına popülist siyaset diyebiliriz. Popülizmin, popülist siyaset anlamını içselleştiren bu yöntem tarzı, eylem ve muhalefet ederken rasyonel ve hukuki olanın sınırlarını aşarak, topluma önce halktan biri gibi görünmek, daha sonra ise politikacının kendisini halkın kurtarıcısı gibi göstermesinin ön koşulu.
Siyasetin popülist eylem tarzı konusunda Türkiye seçkin örneklerle dolu.
Hükümetlerin seçim öncesinde oy avcılığı için kamu harcamalarına ağırlık vermeleri, kamuya personel alımı, bir zamanlar “kırk yıldır” elektriği ve yolu olmayan köylere elektrik ve yol sağlamaları, vergi cezalarının affı vb. örnekler. Bu bakımdan Türkiye güzide popülist siyaset ülkesidir.
Popülist siyaset tarzında özellikle, Süleyman Demirel’in bir ikon olması ve Turgut Özal’ın, Demirel’i örnek almaya çalışarak popülist siyasete damga vurması, Türkiye halkının alışkın olduğu örnek popülist simalardır.
Günümüzde ise iktidar olan Erdoğan’ın ekonomik alanda yaşanan krize karşılık biz de ‘Nas’ var demesi, 2023 yılında ülkenin toplam gelirini 2 trilyon dolara, kişi başına düşen geliri 25 bin dolara yükselteceğini, işsizliği ise yüzde 5’e düşürme vaatleri, yaşanılan ekonomik çöküş nedeniyle gerçekçi olmasa da popülist siyasetin toplumsal algıyı nasıl yönlendirdiğini ve iktidarın nasıl korunacağını gösteren önemli bir örnektir.
Aynı zamanda iktidar süresince ve seçimler öncesinde her siyasi temsilcinin demokrasiye, dini argümanlara ağırlık vererek, halka yaklaşımı burjuva demokrasisinin, popülist siyaset tarzının vazgeçilmez bir biçimi olduğunu göstermekte. Çünkü popülist siyaset tarzı toplumsal duyarlılığı canlandırmak için her yönteme başvurmayı, popülist olmanın bir gerekliliği olarak benimsiyor. Bu yüzden burjuva demokrasisi ve devrimci demokrasinin zamanla nasıl ayrışıp, keskinleştiği kendi başına teorik bir konu.
Aslında popülist tarzı siyaset burjuva demokratik sistemde çeşitli derecelerde ve farklı dönemlerde görülen bir siyaset tarzı. Bunu için pek çok kişi, popülizmi demokrasinin olağan bir hali olarak görmekte.
Popülizmi toplumsal hareket bakımından incelediğimizde, toplumsal değişim ve dönüşümün keskinleştiği dönemlerde; toplumsal statünün, ekonominin, dini ve kültürel değerlerin şiddetli bir sarsıntı geçirdiği evrelere rastlamaktayız.
Toplumsal değişimi ciddi bir tehdit olarak algılayan kitlelerin, bir başkaldırı olarak gösterdiği tepkinin, sadece bir itiraz hareketi olarak kalması, popülizmin toplumsal karakterini izah ediyor. Sonuç itibariyle toplumsal itirazın bir eyleme dönüşememesi popülizmi anlamına kavuşturmakta.
Siyasi ve toplumsal kesimin belirli sınırlar içinde tavırlarını gösteren popülizm, kalıcı değişimler doğurmayan hareketlerin günlük gelişmeleri olmakta.
Popülist toplumsal-siyasal hareketler, kendileri için koşulların hızlıca kötüye gittiğini gören toplum ve politikacıların, karşılıklı çıkar ilişkilerinin sosyolojisidir. Toplum daima olması gerekeni isterken, siyasetçiler olması gerekenin propagandasını iktidar aracına dönüştürürler. İktidarın ele geçirilmesinden sonra ise, toplum olması gereken yerine, verilenlerle yetinerek ve iktidarın istediği rızayı sağlayarak, yeni bir toplumsal sözleşmenin yabancılaşmış özneleri olurlar.
Popülizmin siyaset-toplum sürekliliğini sağlayan bu olgu, popülizmi yaşamın her anında canlı kılmakta. Böylece, her toplumsal tepki, bir siyasi ifadeye ve her siyasi ifade ise, siyasetçilerin iktidar argümanlarına dönüşmekte.
Elit ve aydın kesimlerin bu noktada burjuva felsefesine sahip olmaları, popülizmi ideolojileştiren ve kültürleştiren bir toplumsal yapıya evrimleştirmekte. Sınıfsal bilinci ve sınıfsal sorunların üstünü örten bu mantık, toplum ve siyaset gelişimini, büyüyen sınıfsal çelişkilere maruz bırakmakta.
Popülist siyasetin varlığından da anlaşıldığı gibi popülist siyasetin en belirgin özelliği siyasetçi ve halk arasında olan yabancılaşmadır.
Popülizmin siyaset kültüründe halk ezilen öteki, siyasetçiler ise sömürü sisteminin özneleridirler.
Popülizme, siyasi çevrelerce anlam genişliği katan sömürü sistemi, popülist siyasetin hak ve hukuk temelli olmadığını, özünü sosyo-kültürel emek sömürüsünden besleyen sınıflı devlet yapısının bir parçası olduğu hakikatini doğrulamakta.
Nitekim, popülizmin sorgulanmadan bilimsel mecranın dışına taşması ve doğrudan toplumsal bir taban bulması, burjuvazi tarafından yönetilen/yönlendirilen sınıflı toplumun, diyalektik materyalist bilimden yoksun bir halde, siyasetle şekillendiğini göstermekte. Bilimin gerçek yöntemini hâlâ bulamaması ise; bilimin, iktidarın tahakkümü altında olduğunun göstergesidir.