Eyüp Yalur / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Osmanlı’nın Kürdistan Eyaleti toprağı olan Musul, coğrafi konumu, ulaşım yolları üzerinde olması, petrol yatakları, ekonomik, siyasal sebeplerden dolayı bugün olduğu gibi dün de büyük emperyalist güçlerin çatışma merkeziydi.
Musul zengin petrol yataklarından dolayı Almanya, Fransa, İngiltere arasında çekişme, rekabet, didişmelere sahne olmuş, iştahlarını kabartmıştır.
I. Dünya Savaşı bittikten ve 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra, İngilizlerin Musul’u işgal edeceklerini tahmin edemeyen Osmanlı Devleti Musul’da bulunan birliklerini takviye etmeyince İngiliz ordusu 1 Kasım 1918’de Osmanlı Devleti’nin ahaliye zulmetmesini (Mütarekenin 7. ve 16. Maddeleri gereğince) ileri sürerek Musul’a girmiştir.
Musul İngilizler için çok önemli bir merkezdi. Musul üzerinden hem Ortadoğu’yu hem de sömürgesi olan Hindistan’ı kontrol edebilecek ve rahat ulaşabilecekti.
Musul sorunu ilk kez İsmet İnönü ile Lord Curzon arasında yapılan 26 Kasım 1922 tarihinde yapılan görüşmede dile getirilmiş ve barış içinde bir çözüme bağlanması konusunda hemfikir olmuşlardır.
Türk heyeti Ermenistan Devleti ve Kürdistan Devleti’nin kurulmaması karşılığında Musul tavizini verecekti. Musul için “ver kurtul” politikası izlendi. Musul’un alınması Kürt çoğunluğunun sağlanması anlamına gelirdi ki bunu da potansiyel tehlike olarak görüyorlardı.
Mustafa Kemal Musul’un Misak-ı Milli sınırları içerisinde olmadığını biliyordu. Ancak Kürtleri Milli Mücadeleye katılmaya razı etmek için Musul’u almak istiyorlardı.
Musul görüşmelerinin ikincisinde Türk heyeti Musul petrollerinden pay istemiştir. İngiliz heyeti tarafından reddedildi.
Bu görüşmelerden sonuç alınamayınca Musul konusu 23 Ocak 1924’te Lozan Komisyonuna götürüldü.
Musul meselesi Lozan Konferansı’nda askıya alındı. Antlaşma onaylandıktan sonra 9 ay içinde İngiltere ve Türkiye aralarında anlaşamazlarsa Milletler Cemiyeti’nin hakemliğine başvurulacaktı.
Musul Lozan antlaşmasından çıkarıldı. Mayıs-Haziran 1924’te Haliç Konferansı’na getirildi.
Bu tarihte Şeyh Said İsyanı henüz gerçekleşmemişti.
Haliç Konferansında anlaşmaya varılamayınca Milletler Cemiyeti’nin hakemliğine başvuruldu.
İşte Şeyh Sait İsyanı o sırada çıktı.
Haziran 1926’da Musul İngiltere’ye verildi. Bu başarısızlığın faturası Şeyh Said İsyanı ile Kürtlere kesildi.
“İngiliz desteğiyle çıkan Şeyh Said İsyanı yüzünden Musul’u kaybettik” propagandası yapıldı.
İngiltere buna sert tepki göstererek Şeyh Said İsyanı’nı desteklediğimize dair deliliniz varsa gösterin diyerek karşı çıktı.
Türkiye İngiltere’nin ültimatomu karşısında geri adım attı.
Türkiye Şeyh Said’i İngilizlerin desteklediği iddiasından vazgeçti.
Bu kez Şeyh Said İsyanı irtica söylemi ile gündemleştirildi.
Türkiye Musul’u 1926 Ankara Anlaşması ile İngiliz Mandasındaki Irak’a bırakmak zorunda kalmıştır.
Şeyh Said İsyanı ülke siyaseti açısından çok ağır sonuçlar doğurmuştur.
Takrir-i Sükûn ve İstiklal Mahkemeleri ülkedeki basını ve muhalefet partisini susturmuş, halkları sindirmiştir.
Kürt sorunu ve 1920’ler ya da Şeyh Said hatırlandığında hemen, İngiliz bölgesel politikalarına dikkat çekilir.
Dönemin Başbakanı, Lozan Konferansı heyeti başkanı İsmet İnönü anılarında “Şeyh Said Hareketi’nde İngiliz parmağı bulamadık” diye yazmasına rağmen resmi tarih bu yalanda ısrar ederek faturayı Şeyh Said İsyanı nezdinde Kürt halkına fatura etmeye devam ediyor.