Mahsuni Gül / Yazarın diğer makaleleri için tıklayın
Bilindiği gibi Hamidiye Alayları II. Abdülhamid’in talimatı doğrultusunda 1891 yılında kurulmuştur.
Hamidiye Alayları her ne kadar Sünni Kürtlerden oluşmuşsa da, diğer halklar da Hamidiye Alaylarına dahil edilmiş, güneyde Araplar, kuzeyde ise Hozat merkezli Kızılbaşlardan da Alaylar teşkil e dilmiştir.
Kimi kaynaklarca 1800 yılı sonlarındaki Rus işgaline karşı kurulduğu iddia edilir. Bu iddia bir an lamda doğru olmakla birlikte, Hamidiye Alaylarının asıl kuruluş amaçlarının en başında ümmet tarifi içinde yer almayan başta Ermeniler olmak üzere gayrimüslimleri saf dışı bırakmaktır.
Hamidiyeler bu işi sorgulamadan ve kolaylıkla yerine getirmişler, hakimiyet alanlarında büyük bir şiddetin kaynağı oldukları gibi büyük bir servet edinmişlerdir.
Bu olağanüstü imkan Kürtlerin II. Abdülhamid’e sempati duymalarının kaynağı olmasının yanında II. Abdülhamid’i “Bave Kurdan” (Kürtlerin Babası) ilan etmelerine neden olmuştur (1)
Hamidiye Alayları’nın içerisinde birçok Kürt aşireti yer almıştır. Bu aşiretlerden birisi de Milli veya Milan Aşiretidir.
Milli aşireti mensuplarının geniş bir coğrafyayı kapsayan etkinlik alanı vardır. Milli aşireti ve federasyona bağlı aşiretler birçok yerde dağınık yaşamaktadır.
Ares Yarman ve Martin Van Bruinessen eserlerinde Milli aşiretinin Arap Şammar aşiretiyle ilişkilerine de değinerek Hamidiye Alayları sürecinde Milli aşiretinin giderek güçlendiğini ve bu süreçte bir zamanlar haraç ödediği Şammar Aşireti olmak üzere birçok Arap aşiretini de bozguna uğratarak haraca bağladığını yazarlar (2) (3)
Ekonomik olarak büyüyen ve güçlenen Milli aşireti, birçok aşiretle olduğu gibi Karakeçili aşiretiyle de çatışmaya girmiştir. Bu süreçte her ne kadar devlet, Milli aşiretinin gücünü olumsuz olarak gör meye başlamışsa da problem çıkarabileceği endişesiyle her zaman olduğu gibi Milli aşiretinin zulmüne göz yummuştur.
Böylelikle, devlet Milli aşiretinin zulmüne vesile olmuş, Devletin kayıtsızlığı ve cezasızlık Milli aşireti için bir imtiyaz olmuş, bundan yararlanan Milli aşireti deyim yerindeyse hakimiyet bölgesinde taş üstünde taş bırakmamıştır.
Başlangıçta, “Berho Ağa” olarak da bilinen aşiret reisi İbrahim, Miran aşireti reisi Kel Misto’nun Mustafa Paşa’lığa terfi etmesi gibi “İbrahim Paşa”lığa terfi ederek, “Berho Ağa” olarak başladığı yaşamında Hamidiye Alayları sayesinde İbrahim Paşa olarak baskı ve zulüm ile saltanatını sürdü rür.
İbrahim, diğer aşiret reislerinden sonra başkente gider ve Bab-ı Aliye bir ordu gibi girmiştir. Baş kente gidişin dahi bir gözdağı olduğunu söylemek mümkündür. İbrahim Paşa, Padişah 2. Abdülhamid’e bağlılığını ifade ederek süreç tamamlanır. Başkentten Hamidiye Alayları komutanı olarak dö ner.
Hamidiye Alayları’nın başına getirilen İbrahim Paşa büyük bir ordu kurdu. 11 alaydan beşi Milli aşiretinden oluşuyordu. İbrahim Paşa’nın durdurulamayan yükselişi böylece başlamış olur. Halife den devşirdiği güçten kaynaklı yükselişe geçen ve bir anlamda da Hamidiye Alayları’nında lideri o lan İbrahim Paşa baskı ve şiddetle diğer aşiretleri de etrafına alarak büyük bir otorite olmuştur.
Hamidiye Alaylarına yasal haydutluk ve baskı izni verilmesine rağmen, nüfuz bölgelerinde çok büyük baskı ve şiddetin kaynağı olduklarından, zaman zaman devletin güçleriyle karşı karşıya geldiler ve devlet bunları cezalandırmak zorunda kalmıştır.
Heyeti Islahiye’nin başında bulunan Abidin Bey, hemen hemen tüm aşiret reislerini göz altına almıştı. Bunlardan birisi de Sivas’ta tutulan İbrahim Ağa’ydı. İbrahim Ağa, daha sonra serbest bırakıldı fakat Sivas’ta yaşamaya mecbur kılındı. Sonrasında Viranşehir’e dönen İbrahim Ağa yaptığı hizmetlerden dolayı paşalığa yükseltildi.
Paşalığa yükselen İbrahim Paşa’nın zulmünün sonu gelmedi…
Birçok araştırmada İbrahim Paşa’nın zulmüne geniş yer verilmiş, hakkında raporlar düzenlenmiş tir (4)
Cezasızlıktan aldığı güçle koca vilayeti ablukaya alma cesaretini gösterebilmiştir. Ares Yarman da aynı eserinde İbrahim Paşa’nın adamlarının Diyarbakır’daki zulümlerine ve aralarında Ziya Gökalp’in de bulunduğu gençlerin bu zulmü protesto ettiklerine değinir (5)
Egemen olduğu bölgenin zulüm kaynağı olan Milli Aşireti reisi İbrahim Paşa Ekim 1908’de ölmüştür…
İbrahim Paşa ile ilgili bir çok rapor düzenlendiği yukarıda ifade edilmişti.
Bu raporlardan birisi de burada üzerinde duracağımız, 25 Kanun-ı Sani 325 tarihinde Diyarbekir Heyet-i Teftiş Reisi 1. Ferik Talat tarafından Mabeyn-i Hümayun Cenab-ı Mülükane Baş Kitabet-i Celile sine gönderilen rapordur (6)
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphaneler ve Müzeler Müdürlüğü Atatürk Kitaplığı’nda bulunan rapor, Milli aşireti reisi İbrahim Paşa’nın gelişmesine, güçlenmesine, baskılarına, gasp, cinayetlerine ve zulmüne ilişkin önemli ve ayrıntılı bilgiler içerir.
Raporun tamamına aşağıda yer verdiğimiz için burada sadece bir hususa değinerek altını çizmekle yetiniyoruz.
İbrahim Paşa geniş coğrafyada Halife adına hüküm sürerken büyük bir servet edinir. Raporda, bu servetin muhafazası için Ermeni yapı ustalarına bir hazine dairesi inşa ettirerek bu mahzenlere milyonları aşkın nakit ve mal biriktirdiği yazılıdır. Yasal gasp izni verildiği için buraya kadar olanı normal sayılabilir. Ancak geniş coğrafyada halife adına dokunulmaksızın hüküm süren Hamidi paşa İbrahim, firavunlar gibi ve aynı yöntemle hazinesi bulunmasın yeri bilinmesin diye işlerini bitirip evlerinin yolunu tu tan Ermeni yapı ustalarına yolda pusu kurdurarak katlettirdiğinin altı çizilir… Raporun sonucuna dair bir bilgimiz yok fakat her zamanki gibi hasıraltı edildiğini tahmin edebiliriz.
Raporun transkribesi ve sadeleştirilmiş hali aşağıdadır:
“… MAKAM-I SERASKERÎ’YE
MABEYN-İ HÜMAYUN BAŞKİTABET-İ CELİLESİNE
Sureti
(Sayfa 1-2)
C. fî 21 Kanun-ı sanî sene 323[1]
Evvelce Makam-ı Seraskerî’ye posta ile îzâhâtı müş’ir layiha suretiyle takdîm edeceğimi arz eylediğim tafsîlâtı mübeyyin işleri ta’cîlen [çabuklaştırma] arz-ı atebe-i ulya [Osmanlı Sarayı] kılınmak üzere bâ [ile] telgraf fî 15 ve 19 Kanun-i sanî [Ocak] sene 323 [1908] tarihiyle arz etmiştim.
Tetimmesi[2] de ber vech-i zîr [aşağıda olduğu gibi] arz olunur.
İbrahim Paşa’nın kendi aşâyirleri, akdemce [önceden] iğfâlen basarak zebûn edib [zayıf düşürerek] maiyetine aldığı Karakeçi aşâyirini ve reisi namuskâr ve mütedeyyin ve bugün İbrahim Paşayı ailesiyle ve bir takım avenesini bir işaret-i şahane ile mahva muktedir Kaymakam Halil Bey ve biraderi Dimi bey ve şimdi etraf ve civarında bulunan şimdi âsî göstererek asakir-i şahane [askerler] ile birlikte birkaç sene evvel birlikte vurup malları yağma, ailelerini esir eylediği ve ufak ve büyük aşâyirleri de hıyel [oyunlar] ve desâisle [hileler] süküte mecbur edib celbe [kendine Çekmeye] çalıştığı ve bu cihetler için iki nüfûz isti’mâl etmekte olduğu tahkîk kılındı.
Biri taraf ve şeref-i hazret-i veli ni’met-i a’zamîden ihsân buyurulan mirlivalık ve sair eltâf-ı mâ-lâ nihaya’yi[3] suistimal ile aşâyir-i mutî’a ve hükümet-i seniyyeleri üzerine kullanması. Diğeri daima aşâyir halkını zebun bırakmak üzere yanında bulunan akraba ve şuradan-buradan toplanan yirmi kadar hemvend köleleri.
Mecmû’u [toplamda] esasen ikiyüz (200) kişi ile bir hükümet-i âsiye teşkîl ve merkez ittihaz eylediği Viranşehir, Diyarbekir, Urfa, Deyr-i Zor cihetlerine hemen müsâvî[4] bir noktada bulunduğundan. Arz olunduğu vecihle, imar ile Yenişehir namını vererek servet-i sâmânını, orada Ermeni işçiler celb ile, mahzenler inşa edib, derûnuna idhal ettiği milyonları mütecâviz nukûd [aşan nakit] mal terâküm etmiş [biriktirmiş].
Ve etmekte olduğu ve o işçilere yol vererek mahall-i hazine malum olmamak için, yolda bunları katl ettirdiği ve bu suretle her an ve dakika, gözü nehreyn[5] arasını ve daha ileride bulunan aşâyiri, icabına göre taltîf ve tehdîd edib, bu fesadına mani’ olacak hükümet memurlarını dahi, memnun eylediği.
Diyarbekirli Niyazi efendi ve bu gibilerin dahi kendisine hempâ kılmak için civarda bulunan kabâil [kabileler] ve ekrâd-ı mutî’a [itaat eden/bağlı Kürtler], kullarının bir çok köylerini haneleriyle beraber perişan edib, sonra araya Niyazi ve bu gibileri girerek, köylülere köylerini kendilerine ehven bir fiyatla ve bazılarını meccânen tapu ettirerek “… biz muhâfaza ederiz” deyu kandırıb, onları da köy sahibi edib, bu suretle Diyarbekir etrafında bulunan aşâyir ve ekrâdı [kürtleri] dahi, bîmecal [takatsız] bırakarak, onlara ihsân ile gönüllerini hoş eylediği ve ara sıra oralara giden ecnebî ve konsolos seyyahları dahi, kendi hesabına mâl ettiği ve aşâyirden birinin vefatında, merhumun her nesi var ise, evlâd ve ‘ıyâline[6] bir şey vermeyip tekmîl malı kendisine aitmiş gibi, kendisince nizam vaz’la gasb eylediği.
Velhasıl maksadı devlet ebed müddet-i şahanelerinin bir meşgalesi zamanı bekleyerek ve işlerini bu suretle tevsî’ ederek, bir mesele-i mühimme-i siyasiye çıkarmak âmâl-i fesadiyesini beslediği ve bu bâbdaki arzusunu ileri sürdüğünü, hal-i maslahat göstermektedir.
Çünkü, buraların ağnâmı [küçükbaş hayvan vergisi], hemen kendisinin emrine tabi’ olduğu gibi, a’şârına da tarafdarları vasıtasıyla ve nam-ı müste’ârla[7] pey[8] sürerek, dilediği bir fiyatla aldığından ve o parayı da, Dördüncü Ordu’ya, bir miktarını.
Ve bir miktarını da ma’iyyeti zâbitân maaşı ve bir kısmını da “mümteni’u’l- husûl”[olması mümkün değil, olamaz] diyerek kendi hesabına aldığı. Ve “… beher sene İstanbul’a yağ gönderiyorum” diye, umum aşâyire vaz’ eylediği bir fiyat ile yağ, yün vesairelerini dahi, bu suretle kapatarak, kısm-ı küllîsini Haleb Hıristiyan tüccarlarına, kendi tarafından sattığı.
Ve bu cihetle de, Diyarbekir ahalisinin dahi medar-ı ma’îşetlerinin [geçim vasıtası] darlığa düşmesine ve her bir malzemelerini, birkaç misli fiyatla tedârike mecbur olduklarından, ahalinin bu suretle de mutazarrır oldukları diğer kısm-ı cüz’îsini de, tüccara sattığı malı katarak kafileler teşkîl ederek “… Kiler-i Hümayun’a gönderiyorum” diye, kafilelerin önüne ayyıldızlı armalı bayraklar çekerek ve yanlarına bir takım at, kısrak, koyun ve sair mevâşî[9] katarak, ticaretine şeref verdiği gibi.
İstanbul’a sevkinde zarûrî ve mecbûrî bulunduğunu, etrafa ilan ile, dolab-ı tazavvürünü çevirmekte ve hala asakir-i şahaneleri, müfrezeleri bile, gasb ve gârât [yağma] eyledikleri hayvanı, hükümetçe gönderilen beş-on jandarma veyahut süvari asakir-i şahanelerini mahv ile, hayvan ve eslihalarını [silahlarını] ellerinden aldığı asakir-i şahaneleri arasında, “… bizim kanımızı aramıyorlar, padişah evladlarını arar.”
“… Âmirlerimiz ve hükümet memurları aldıkları rüşvetlere, kısraklara bizi feda ediyorlar” diye söylenmekte oldukları işitildi.
Ve hafî [gizli] ve celî [açık] tahkikât-ı âcizîde böyle münasebetsiz hallerin vuku’ bulduğu anlaşılmış olduğu ve kendisinin arzusu hilâfında bulunan aşâyirin, ileri gelenlerini hud’a[10] ile pusuya düşürerek katl ettirdiği ve yanına gelenleri de, bir işaretle Ivad ismindeki celladına katl ettirdiği.
Bundan akdem [evvel] ve şimdi dahi Haleb’e gitmemesi, iki cihetle olub, biri aşâyirinden ayrıldığında Şammar ve Karakeçi ve sair aşâyirin ve hala kendi aşâyiri bile bu hâletten memnun olmadıklarından, üzerlerinde nüfûzunun ref’ [lağvetme, hükümsüz bırakma] olacağı ve avdet etse [geridönse] bile, eski nüfûzunu bulamayacağı gibi, nüfûz-ı şahanelerinin üzerinden ref’ olacağı korkusu olub “… yine kendini onbeş sene evvelki lakabı olan Bero[11] ismiyle, yâd olarak balada arz eylediğim fiil-i mel’anete muvaffak olamayacağı” umum ahali ve urbân [bedeviler] beyninde [arasında] söylenilmekte.
Ve İbrahim Paşa da buralarını düşünmekte olduğu hal ve ahvâl göstermektedir. Halbuki urbânın cevelângâhı [bedevilerin dönüp dolaştığı yer] olup Diyarbekir ve Harput ve sairenin güzergâhı olan Siverek’in arz olunduğu vecihle, saye-i satvetvâye-i hazret-i tâcidârîde mutasarrıflığa. Ve paşa-yı müma-ileyhin merkez-i mel’anet ittihaz etmek istediği Yenişehir’in kaymakamlığa terfi’ ile, asakir-i şahanelerinin oralara vaz’ı.
Ve Diyarbekir’deki ester-süvâr[12] jandarma taburunun ikiyüz kırk (240) mevcuduna iblâğı için, yüz ester ile o kadar neferin ikmâliyle, bundan yüz neferinin Yenişehir Kaymakamlığı ve otuz ve kırk neferin dahi, Siverek’e ilhâkıyla, hutût-ı telgrafiyenin temdîdi [telgraf hattının uzatılması] halinde, asayiş-i daimenin matlûb-ı âlî derecesinde, istikrâr edeceği.
Ve tertîbâtın hitâmında, heyetin Siverek’e gitmesiyle, ânifen [yukarıda] arz olunan seyyiâtın [kötülüklerin] cümlesinin ortadan kaldırılacağı, burada gördüğüm Nizamiye Kaymakamlıkları’ndan jandarma kumandanı Sadeddin bey kullarının, bir derece terfiiyle Yenişehir’e kaymakam.
Ve kumandan nasbı halinde, İbrahim Paşa nüfûzunun urban üzerinden ref’ ile, hükümet-i seniyyelerine müracaata şitâbân olacakları [koşacakları] ve Siverek Mutasarrıflığı’na da akdemce, bu havalîde kaymakamlık ve bu kere de Adliye Müfettişiliği’nde bulunmuş habbe-i vâhide,[13] irtikâb [yiyicilik] ve irtişâda [rüşvetçilik] bulunmayan.
Buralarca bu suretle tanılan ve hakikaten fa’âl-i devr-endîş icraâta muktedir ve tecrübeli, kanun-ı devlete bihakkın âşinâ saadetlü Esad efendi kulları gibi, ıslahâta muktedir, bende-i sâdıklarının bulunması.
Ve şimdi görüp tanıdığım vali vekili Mahmud Paşa kullarının asaleti ve müfettiş Esad efendi ve Alaybeyi Sadeddin bey kullarından teşekkül edecek, bir memuriyet-i müstakime ve muktedire ile Urfa Mutasarrıflığı’na da bunlar gibi erbab-ı ehliyetten bir bendelerinin tayin buyurulduğunda.
Ve Zor Mutasarrıflığı’nın icraat ve istikâmeti görülmekte olduğundan buralarca ıslahât-ı maddî ve asayiş-i dâime hüküm sürerek ve daha ileride şimdi hatıra gelmeyen bir çok işlerin görüleceği.
Ve vâridât-ı devlet kat ender, kat tezâyüd ve ahali ve urban saye-i adalet-vâye-i hazret-i veli-nimet-i a’zamîde iş ve güçleriyle rahat edecekleri gibi, gâsıblar ile masumlar arası taraf-ı mülûkânemizden bir hüsn-i suretle tesviye olunacağı.
Ve ahali ile urbân ve aşâyirin birbirleriyle araları da talimât mucibince ol vakit barış, görüş olacakları vâreste-i arz ve ityândır.
Lehü’l- hamd bu halde a’dâ-yı[14] din ve hasm-ı devlete karşı hazırlanan ve tamm-ı vücuduyla iftihâr olunan, altmışdört (64) alay Hafif Süvari asakir-i şahaneleri hakkında söylenilen, ahvâl-i nâbecâyı [uygunsuz halleri] dillerine dolayıp, habbe’yi kubbe eden, din ve devlet düşmanlarının da ağızları kapanacağı malûmu i’lâm kabîlinden olup Serasker paşa kullarına takdîm edeceğim.
Lâyiha bâlâda arz ettiğim iki kıt’a telgrafname ile, bu lâhikadan ibaret olduğu ma’rûzdur.
Ferman .. fî 25 Kanun-ı sânî sene 323[15]
Diyarbekir Hey’et-i Teftîşiye Reisi
Yâverân-ı hazret-i Şehriyârîden
Birinci Ferîk
Tal’at…”
Kaynak: https://www.demokrathaber.org/
1) Ares Yarman Palu Harput 1878 Belge Yayınları İstanbul 2. Basım 2015 Sayfa 124.
2) A. G. E. Sayfa 125.
3) Martin Van Bruinessen Ağa Şeyh ve Devlet İletişim Yayınları İstanbul 8. Baskı Sayfa 96.
4) Fatih Ünal Osmanlı Devletinin Son Yıllarında Güneydoğu Aşiretlerinden Milli Aşireti ve İbra him Paşa Erişim Tarihi 01. 02. 2021.
5) Ares Yarman Palu Harput 1878 Belge Yayınları İstanbul 2. Basım 2015 Sayfa 125, 124. Dipnot
6) İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphaneler ve Müzeler Müdürlüğü Atatürk Kitaplığı “Bel – Mtf 048344”.
[1] Miladi 3 Şubat 1907
[2] Arapça sözcük yani, bir eksiği tamamlamak için katılan şey…
[3] Arapça sözcükler yani, sonu olmayan …
[4] Arapça sözcük yani, düz.
[5] Arapça sözcük yani, iki nehir, Fırat ve Dicle arası.
[6] Arapça sözcük yani, ailelerine.
[7] Arapça sözcükler yani, takma ad.
[8] Farsça sözcük yani, arka iz.
[9] Arapça sözcük yani, dört ayaklı hayvanlar.
[10] Arapça sözcük yani, oyun, hile, aldatma.
[11] Yerel dillerde, İbrahim adının kısa tanımlı lakabı.
[12] Farsça sözcük yani, katıra binen.
[13] Arapça sözcük yani, tek tohum, tek çekirdek.
[14] Arapça sözcük yani, düşmanları.