Bülent Tekin / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Avrupa ülkelerinde maden konusunun uzun bir geçmişi vardır. AB standartlarında maden ocağı açmak ve işletmek oldukça zordur. Mesela Almanya örneği de durum asgari ilkeler düzeyinde şöyle: Madencilik faaliyetlerinin madenlerin azaltılmasına, yer üstünün ve çevrenin tahrip olmasına yol açan “dinamik” özellikleri dolayısıyla, bu endüstri sektöründeki sevk ve idarenin devamlı bir şekilde idareye bağımlı kalmasını sağlayan müstakil bir ruhsata gerek duyulmuştur. (…) “Araziye ve toprağa iktisatlı ve ihtimamlı davranma” hususu ile maden faaliyetlerinden kaynaklanan can, sağlık veya üçüncü kişilere ait mallara yönelik tehlikelere karşı tedbirler alınması hususuna vurgu yapılması, çevre konusunun birçok bakımdan maden hukuku alanına etkileri olduğunu göstermektedir. (1) Bu ilkelere bakıldığında bile lisans alabilmenin 3-5 yılı bulabileceği görülebilir. Avrupa ülkelerinin doğanın tahribi, tarihsel kalıntılar ve eserlere dokunmazlık, özel mülkiyete dikkat etme, insan sağlığı ve can kayıplarına tahammül etmeme gibi bir dertleri var.
Post-empresyonist (art-izlenimcilik) akımın en önemli temsilcilerinden Vincent Willem Van Gogh (1853-1890), Ocak 1878’de misyonerlik amacıyla Belçika’da-yoksul maden işçilerinin yaşadığı-Borinage’a rahip yardımcısı olarak atanır. Borinage’da maden işçilerinin ne kadar kötü şartlarda yaşamlarını sürdürdüklerini görür ve onlarla sahip olduklarını paylaşır. Van Gogh zaten, bundan sonra onlar kadar kötü şartlarda yaşar.
Van Gogh kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarda madencilerin durumundan bahseder: “(…) Burada gördüklerim bana Thijs Maris’in ya da Albert Dürer’in eserini hatırlatıyor.(…)Bu son günlerde, akşamüstü, güneşin battığı saatte maden işçilerinin evlerine dönüşü seyretmek çok çekiciydi. Bu adamlar karanlık madenden gün ışığına çıktıklarında kapkaradırlar, baca temizleyicilerine benzerler. Evleri çoğu zaman küçüktür, onlara ev değil de kulübe denebilir, çukur yolların kenarına, ormana, tepelerin yamaçlarına dizilmiş, serpilmiştir bu evcikler. Şurada burada yosunla örtülü damlar görülür, geceleri sevimli bir ışık sızar ufacık camlı pencerelerde.(…)” (Petit-Wasmes, 26 Aralık 1878, Borinage-Hainault)
Teo’ya bir başka mektubunda şunları yazar: “(…) Bu mektupta ‘Kömür Madeninde’ adlı küçük bir krokiyi ekliyorum. (…) ‘Kömür Madeninde’ adlı küçük desen pek o kadar önemli değil ama hiç düşünmeden çiziverdim işte onu, çünkü madende çalışan bir sürü adamlar görüyorum burada, belli niteliği olan bir topluluk bu. Gördüğün evceğiz iskele yolunun üstündedir, büyük bir atelyeye (atölye) bitişik küçük bir kahvehanedir aslında, işçiler paydos saatinde oraya ekmeklerini yemeye ve bir bardak bira içmeye gelirler.
Bir zamanlar, İngiltere’de maden ocaklarının işçileri arasında papaz olmak için dilekçe vermiştim ama kabul edilmedi, en azından yirmi beş yaşında olmam gerektiği ileri sürüldü. Bilirsin ki, yalnız İncil’in değil, bütün kutsal kitapların en köklü, en esaslı hakikatlerinden biri ‘Karanlıkta parlayan ışıktır.’ Karanlıktan varılır ışığa. Ama kim gerçekten gereksinir bu hakikati, kim kulak verir ona? Tecrübeler gösterir ki maden ocaklarında çalışan maden işçileri gibi yerin dibinde karanlıkta çalışanlar, İsa’nın sözüne asıl kulak verenler, ona asıl inananlardır. Belçika’nın güneyinde, Mons çevresinde de Fransız sınırında da Hainaut denilen bölgede, giderek onun daha da ötesinde Borinage adlı bir bölge vardır, orada çeşitli maden ocaklarının işçileri yaşar; değişik, meraklı bir topluluktur bu. Küçük bir coğrafya elkitabına baktım, şöyle anlatıyor bu madencileri: ‘Borin’ler (Mons’un batısında, Borinage’da oturanlar) yalnız kömür madenciliğiyle uğraşırlar. Toprağın üç yüz metre derinliğine kadar açılan bu kömür madenleri görülecek yerlerdir: Saygımızı, sevgimizi hak eden bir alay madenci her gün oralara inip çalışır. Kömür madencisi Borinage’a özgü bir tiptir, gün diye bir şey yoktur onun için, pazar günleri dışında gün ışığından hemen hiç faydalanmaz. Solgun, ölgün bir lambanın ışığında, daracık bir galeride, bedeni iki büklüm, kimi zaman yerde sürünerek çalışır; ne kadar yararlı olduğunu hep bildiğimiz o madeni yerin dibinden koparmaya uğraşır; hep yenilenen binbir tehlike arasında çabalar durur ama Belçikalı madenci neşeli, iyi huylu bir insandır, bu çeşit hayata alışıktır ve başlığının tepesinde, ona karanlıkta yol gösterecek olan küçük bir lambayla dibe inerken, çabalarını görüp kendisini, karısını ve çocuklarını koruyan Tanrısına güvenir.’
Borinage bölgesi, taş ocaklarının bulunduğu Lessines’in güneyindedir demek. Oraya İsa’nın öğretisini yayan bir papaz olarak gitmek isterdim. (…)” (Laeken, 15 Kasım 1878)
Bir başka mektubunda da şunları yazar Van Gogh: “Geçenlerde çok ilginç bir gezi yaptım, bu arada bir madende altı saat kaldım. Marcasse dedikleri burası çevrenin en eski ve en tehlikeli madenlerinden biriymiş. Çok belalı sayılıyor, çünkü inişte de çıkışta da boğucu havası ve grizu patlamaları, bir de yeraltında akan sular ve eski galerilerin çökmesi yüzünden birçok kazalar olurmuş bu madende. Kapkara bir yer burası, bütün çevresi de ilk bakışta donuk ve kasvetli.
Bu madenin işçileri genellikle zayıf, hastalıktan yüzleri solmuş, yorgun, yıpranmış, kavrulmuş ve vaktinden önce ihtiyarlamış adamlar, kadınların da hemen hepsi sapsarı ve solgun. Madenin çevresinde madencilerin perişan evleri, dumandan kapkara olmuş birkaç ölü ağaç, dikenli çitler, gübre ve kül yığınları, dağ gibi yığılmış kullanılmaz kömür tozları, vb. Maris burada seyrine doyulmaz bir tablo çizebilirdi.” (Wasmes, Nisan 1879) (2)
Düşünüyorum da, bu ülkede maden işçilerinin yaşam şartlarının 1870’li yılların Belçikalı meslektaşlarından bir farkı var mıdır? Karanlıkta parlayan ışık, acaba onları her zaman günışığına kavuşturuyor mu?
(1) https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1671767
(2) https://docplayer.biz.tr/53980764-Vincent-van-gogh-turkcesi-azra-erhat.html; https://remzi.com.tr/files/books/3201/dosya/theoya-mektuplar-issuu.pdf
Siyasi Haber