Kapitalizm, artık sadece işçilerin, sömürülenlerin, sosyalistlerin bilincinde değil giderek insanlığın bilincinde ve vicdanında da yargılanır hale geldikçe; sınıflar arası eşitsizlik olağanüstü büyüdükçe; küremiz, doludizgin geliştirilen tüketim toplumunun yükünü kaldıramaz hale geldikçe… Gatesler, Stiglitzler, Koçlar, Eczacıbaşılar bile kapitalizme karşı tepki vermeye başladılar. Örneğin;
Dünyanın en zenginlerinden Bill Gates, “kapitalizm bizi iklim değişikliğinden kurtaramaz. Çare sosyalist politikalar” diyecekti.
Dünya Bankası baş ekonomisti ve Clinton’ın ekonomi danışmanı Josephe E. Stiglitz’de “Küreselleşme de büyük hayal kırıklığı” adlı kitabında, kapitalist düzeni özellikle serbest piyasa iddialarını ağır eleştirerek serbest piyasa iddialarına “hikâye” demişti.
Peter F. Drucker, Alvin Toffler gibi bir dizi liberal yazar ve araştırmacı da Stiglitz benzeri görüşlerle mevcut kapitalizmi eleştirerek kapitalist düzeni savundular! Şimdi Türkiye’de de bu kervana en büyük sermaye grubunun temsilcileri Koç, Eczacıbaşı, Bodur katıldı. Ali Koç, “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir” (15 Kasım 2015) dediği iddia ediliyor.
Bülent Eczacıbaşı, “Geleceğimizi tehlikeye düşüren sonuçlar var. Bunu bugünden fark etmemiz gerekiyor. Değişme zorunluluğu yine karşımızda. Bir değişimin olması gerektiği kesin. Ancak bu değişimin ne yönde olması gerektiği konusunda çok tartışmalar var. Kapitalizm insanlık için istenen sonuçları vermedi, veremedi. Ne şekilde değişmesi ve yerini neyin alması gerektiği konusunda dünyada tartışmalar sürüyor” derken;
Kale Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Zeynep Bodur Okyay’da, “Bir türlü azaltılamayan gelir adaletsizliği, terörün yolculuğunu hızlandırdı. Ya vahşi kapitalizme bir dur deyip refahı yeryüzüne yayacak bir kapsayıcı büyüme dönemine geçeceğiz ya da terörün yarın hangi başkentin kapısını çalacağına dair papatya falı açmaya devam edeceğiz” açıklamasını yaptı.
Patronlar bunları söylüyor fakat iş pratiğe gelince kendi eserleri olan mevcut sisteme sımsıkı sarılıyorlar. Bunları söyleyen patronlar öncelikle asgari ücreti 2000 TL’ye çıkartsınlar! Böylece çok küçük de olsa gelir adaletsizliği uçurumunu azaltsınlar, ellerini tutan mı var! Zeynep hanım hükümetin vaat ettiği 1300 TL asgari ücrete bile “ortaya bir rakam atıp ben yaptım oldu demek hatalıdır” diyerek karşı çıkarken hangi yüzle “vahşi kapitalizme bir dur diyelim” diye öneriyor?
Küresel kapitalizmin en tepesindeki isimler; tam da sosyalist sistemin yıkıldığı, sosyalizmin sokaktaki işçi ve emekçiler için şimdilik görünürde alternatif olmadığı, hatta dünün komünistlerinin ve sosyalist aydınlarının çoğunlukla yeni sosyal demokrat ya da en ilerisi SYRİZA gibi sol sosyal demokrat harekete evirildikleri günümüzde neden kapitalizmi eleştiriyorlar? Adını verdiğim, vermediğim holding sahipleri ve kapitalizmin yeminli savunucuları neden kapitalizmi şimdi ağır eleştiriyorlar? Bunlar sosyalist mi oldular? Kapitalist özel mülkiyet düzeninden vaz mı geçiyorlar? Hayır! Peki, ama niye, neden?
Birincisi; artık “mızrak çuvala sığmıyor”! Kapitalist tüketim toplumunun yükünü dünyamız artık taşıyamıyor. Vietnam-Çin-Hindistan-Mısır vb., ABD, İngiltere düzeyinde tüketim toplumuna çözülürse bir değil iki dünya bu yükü kaldıramaz gerçeğini herkes kabul ediyor.
İkincisi; kapitalizm insanın ruhsal, bedensel, zihinsel dürtü, ihtiyaç ve toplumsallığını aşırı kâr hırsının, iktidar ve piyasa ilişkilerinin kuşatması altına alarak sakatlıyor, tüketiyor.
Üçüncüsü; kapitalizm mülkiyeti kutsayıp tanrı katına çıkartırken aynı süreçte toplumun ezici çoğunluğunu mülkiyetten kopartarak mülksüzleştirmesi, sistemin sürdürülebilirliğini giderek daha çok tartışılır kılıyor. Öyle ki dünyanın en zengin %1’i toplam zenginliğin %46’sına, en zengin %10’u toplam zenginliğin % 86’ına sahipken, dünya nüfusunun yarısı ise ancak toplam zenginliğin %1’ini almak gibi korkunç bir eşitsizlik yaşanıyor. Kısacası doludizgin zenginlik ile fakirliği karşıt uçlarda büyütmesi kapitalistleri bile korkutuyor!
Dördüncüsü; kapitalizm çalışmayı elbette iktisadi çalışmayı araç olmaktan çıkartıp kutsallaştırarak amaç haline getirdi. Aklı iktisadi akla, iktisadi aklı da akıl dışılığa vardırıp genelde insanı, özelde de ücretli emek gücünü iktisadi çalışmanın kölesi haline getirdi. Ama aynı kapitalizm insana çalışma imkânını vermeyerek işsizlikle imtihan ediyor.
Üretimde nesnelleşmiş emeğin oranının büyümesi, canlı (işçi) emeğin çalışma saatlerinin 8 saatten 6 hatta 4 saate düşmesi dolaysıyla işsizliğin sıfırlanması lazımken tersi oluyor. Üretimde/işletmede devreye sokulan robotlar (teknoloji) sayesinde işçinin çalışma saatleri azaltılacağına, işçi çıkartılıp çalışma saatleri yine aynı tutuluyor hatta Kürdistan, Hindistan, Kamboçya, Çin gibi ülkelerde çalışma saatleri uzatılıyor.
Beşincisi; üretim sürecinde robotlar yani nesnelleşmiş emek payı büyüdükçe üretimde prodüktivite (verimlilik) olağanüstü artıyor ancak bununla paralel dünya da açlık sınırının altında olanlarında sayısı azalacağına artıyor. 1 milyar insan açlık sınırının altında yaşıyor ve yine 1 milyara yakın insan elektrik ve temiz suya erişim sağlayamıyor!
Altıncısı; kapitalizm en gelişkin en ileri kapitalizm olarak ABD ve İngiltere onca teknolojik gelişmeye rağmen; ne sağlık, konut, eğitim ne de işsizlik gibi yaşamsal meseleleri çözemedi. Neden çözemiyor? Çünkü kapitalizm insan değil kâr amaçlı bir düzen!
Yedincisi; kapitalizmin ve en üst ifadesi emperyalizmin savaş olmadan ayakta duramadığı gerçeği, son 20 yıldır Afganistan-Mısır-Ukrayna üçgeninde yaşanan postmodern savaş üzerinden pratikte yaşanıyor. Kapitalizmin 300-400 yıllık tarihi ülkeler ve uluslararası savaşlar tarihidir. Çünkü savaş, emperyalist kapitalizm için muazzam bir pazar yaratır. Savaş sürecinde silah sanayi tekelleri kazanırken, “barış” sürecinde ise inşaat başta olmak üzere diğer sermaye grupları kazanır. Yani yıkarken de yeniden yaparken de kazanıyorlar!
Bütün bunların toplamından hareketle Havemann’ın şu dediklerini aktarabiliriz; “Kapitalizm içsel yapısı ve bütün doğası bakımından şimdi önümüzde bulunan büyük krizi atlatabilmekten tamamen acizdir, çünkü bunun için kendi kendisinden vazgeçmek zorunda olur ki, bunu yapamaz. Sonu geldi, zamanı doldu” diyecekti (Robert Havemann Yarın sy; 31)
İşte yukarıdakilerin de etkisiyle Londra, Paris, Berlin varoşlarından insanlar IŞİD saflarına akın ediyorlar!
İşte, belirttiklerimin toplamından hareketle Paris, Londra, İstanbul varoşlarındaki baldırı çıplakların er geç zenginleri, diktatörleri, kralları sırça köşklerinde yakalayıp alaşağı edeceklerinden korktukları için kapitalistler kapitalizmi eleştirme gereği duyuyorlar!
İşte kapitalizm tam da bu temel süreçler üzerinden kendi sonunu hızla hazırlıyorken, kapitalizmi eleştiren kapitalistler ise yeni reformlarla kapitalizmin ömrünü uzatma derdindeler.
Peki ya sosyalizm ne yapmıştı ne vaat ediyor!
Ekonomisi en zayıf, kaynakları en kıt sosyalist ülke bile toplumun aşağıdaki dört temel yaşamsal meselesini çözmüştü.
Sıfır işsizlik yani herkese iş! Sosyalizmin topluma vaat ettiği temel hedeflerinden biriydi ve sosyalist iktidarların yaşama geçirdiği ilk icraatları arasındaydı. Herkese iş vermek, sosyalist devletin sorumlulukları arasındaydı. Amaç kâr değil insan olunca üretimde teknolojinin gelişmesiyle paralel çalışma saatlerinin kısaltılması da hedefler arasındaydı.
Diğer zorunlu temel ihtiyaç her aileye bir konut! Konutlar, modernist standartlaşmayı aşmıyordu ama herkesin başını sokacağı bir konutu vardı. Evsiz olup sokakta yatan yoktu.
Eğitim öğretim ilkokuldan üniversiteye kadar bedava idi. Ailelerin “çocuğumu nasıl okutacağım” kaygısı yoktu.
Sağlık hizmetleri ülkenin en ücra köşesine bedava götürülüyordu. Küresel ekonominin en gelişkini ve en büyüğü olan ABD’de bile sağlık ciddi bir meseleyken küçücük Küba’da sağlık sorunlarının olmaması tek başına güçlü bir mesaj.
Eşitsizlik asgari düzeydeydi. Maaşlar arasında “yüzde 3’ten fazla fark bulunmuyor. Doktor olmuşsun, garson olmuşsun pek fark etmiyordu.” Öyle ki Joseph E, Stiglitz bile şunun altını çizecekti; “komünist sistem, kolay bir yaşam sağlamazken, aşırı yoksulluğu önlemiş ve eğitim, barınma, sağlık, çocuk bakımı hizmetleri için yüksek bir ortak payda sağlayarak yaşam standartlarını nispeten eşit tutmuştu.” (Küreselleşme büyük hayal kırıklığı sy; 178)
Bütün bunların başarılmasının altında, sosyalizmin insanı merkezine alan sistem olması yatar.
“İyi de bütün bunlara rağmen sosyalizm neden yıkıldı” diye sorulacaktır?
Sosyalizm bunları ve daha birçok yaşamsal olanı başardı ama esasta iki noktada tıkandı;
Bir, temel siyasal hak ve özgürlüklerde, sosyalist devletler iç ve esas dış emperyalist kapitalist düşmanlar nedeniyle baskıcı davrandılar. Sosyalist devlet adım adım eriyerek temel hak ve özgürlükler alanının genişlemesi gerekirken iç ve esas dış koşullar nedeniyle tersi oldu. Devlet güçlendikçe siyasal hak ve özgürlükler alanı daraldı.
İki, yaşamsal olmayan ama sosyalizmde özellikle de komünizmde olmazsa olmaz olan giyim, yiyecek, kültür sanatta estetik, özgünlük gibi alanlarda ihtiyaca cevap veremedi ve fosil enerji kaynakları üzerinde de veremezdi. Sosyalist iktidar yaşamsal ihtiyaçları karşıladı ama estetik, farklılık, özgünlük gibi alanlarda toplumun ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzaktı.
Zaten Mihail Gorbaçov’un başlattığı Glasnost (açıklık) ile Perestroyka (yeniden yapılanma) bu tıkanmayı aşmak için uygulamaya konulmuştu ki Alman sosyal demokrasinin babası Willy Brand; “Gorbaçov’un başlattığı Glasnost ve Perestroyka eğer tutarsa Avrupa olarak biz daha sola gidemeyiz” diyecekti. Sosyalist sistemin basıncıyla Avrupa sola kaymıştı ama Brand “daha fazla sola kayamayız” diyordu. Brand’ın korktuğu gerçekleşmedi çünkü Gorbaçov’un başlattığı Glasnost ve Perestroyka erken çöktü.
Sonuç olarak; sürgit Batı ileri, zengin, Doğu aç ve yoksul mu kalacak? Küresel eşitsizlik hep Batı lehine mi sürecek? Hayır! Bu kabul edilemez. Edilmediği için de ya büyük Doğu, Batı düzeyindeki israf ve tüketim toplumuna evirilecek dolaysıyla küremiz ekolojik felakete sürüklenecek. Ya da Doğu ile Batı yaşamsal olan ihtiyaçlar çizgisinde yani sınırlı üretim sınırlı tüketim üzerinde ortaklaşacak ve dünya rahat bir nefes alacak. Sınırsız kâr ve özel mülkiyet hırsına dayalı kapitalizm temel ihtiyaçlarla sınırlı üretim-tüketimi başaramayacağına göre tek alternatif sosyalizm kalıyor. Gates’in ekolojik meselelerin çözümünde çareyi sosyalist politikalarda görmesi bundandır. Çünkü kapitalizmde ki tüketim ve kâr için üretimin aksine sosyalizmde insanın yaşamsal ihtiyaçlarıyla sınırlı üretim yapılır.
Zengin ile fakirin yaşadığı dünya tek ve aynı! Egemenler, sermaye sahipleri yaşanabilir yeni bir dünya keşif etseydiler, bu dünyanın içine ederek “baldırı çıplaklar aha size bırakıyorum” deyip defolup gidebilirdi ama daha öyle bir dünya keşfedemediler. Dolaysıyla, kendilerinin de yaşamak zorunda kaldıkları dünyayı hızla ekolojik felakete sürükleyen kapitalizmi timsah gözyaşlarını dökerek eleştirmek zorunda kalıyorlar.
Kapitalistler, kapitalizmi eleştiriyorken, komünistlerin yeniden dağın ötesini yani kapitalizm sonrası toplumu daha bir öz güvenle tarif etmeleri gerekiyor.
Kuzey Kürdistan’da kapitalizmi aşma ufkuna sahip tek parti olarak ÖSP’nin daha fazla sokakta, antikapitalist mücadele de kendini göstermesi gerekiyor. Çünkü
“Her şeyin metalaştığı, birikim bunalımının derinleştiği, otomasyonun sınırlarına dayandığı, kültürel yozlaşmanın büyüdüğü koşullarda, kapitalizmin sınırları ufukta gözüküyor. Dünya çapında gelişen süreç ve sürecin verileri ufukta kapitalizmin tarihsel ve fiziksel sınırlarını her açıdan bize gösteriyor. Kapitalizme kesin ömür biçilmez ama artık önemli olan ufukta sınırlarının görünmesidir. Görmek isteyen bu sınırları görebilir” demiştim. (S. Çiftyürek, Kapitalizmin Tarihsel Fiziksel Sınırları sy; 210)
Kısacası, emeğin, insanın ve dünyamızın sorunlarına çözümü, kapitalizmde değil sosyalizmdedir! 22 – 11 – 2015